Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, dava konusu 652 parsel sayılı taşınmazın 2/3 payının miras bırakanları O.’a ait iken mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak davalıya satıldığını ileri sürerek miras payları oranında tapu iptal tescil ve ecrimisil isteğinde bulunmuşlardır. Yargılama sırasından taşınmazı satın alan R.K. HUMK’nun 186. maddesi gereğince davaya dahil edilmiştir.
Dahili davalı R., TMK’nun 1023. maddesi gereğince iyiniyetli 3. kişi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, taşınmazın miras bırakan tarafından davalıya satışının mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu, en son edinen R. muvazaa olgusunu bilen konumunda olduğu gerekçesiyle tapunun iptali ile miras bırakanın mirasçıları adına tesciline ve ecrimisilin yasal faiziyle birlikte davalı Y.’tan tahsiline karar verilmiştir.
Karar, davalı ve dahili davalı vekilleri tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 05.07.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden dahili davalı vekili Avukat H.M. B.ve davalı Y. P. ile temyiz edilen vekili Avukat A. D. geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü: Dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı pay oranında tapu iptal tescil ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden, miras bırakan O.’ın dava konusu 12 ada 652 parsel sayılı taşınmazındaki 2/3 payını 03.06.1996 tarihinde satış suretiyle davalı oğlu Y.’a temlik ettiği, Y.tarafından paydaş D. A. aleyhine açılan şufa davası sonucunda diğer 1/3 payında davalı adına tescil edilerek davalı Y.’un taşınmazda tam mülkiyet sahibi olduğu, 22.10.2008 tarihinde ve satış suretiyle taşınmazı dava dışı N. K.’a sattığı, N.tarafından da 30.10.2008 tarihinde R. K.’a satış suretiyle devredildiği görülmektedir. Davacılar HUMK’nun 186. maddesi gereğince son kayıt maliki R.’ı davaya dahil ederek tapu iptal tescil isteğinde bulunmuşlar, davalı Y. yönünden ise ecrimisil talep etmişlerdir.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince;yukarıda değinilen ilkeler dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile birlikte değerlendirildiğinde mahkemece yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm vermeye yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler gözetilerek mirasbırakan tarafından ilk el konumunda olan davalılardan Y.’a yapılan temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, muvazaalı olduğunun saptanması halinde 2. ve 3. el konumunda olan N. ve R.’ın iyiniyetli maliki olup olmadıklarının araştırılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Öte yandan kabule göre de davada pay oranında iptal ve tescil isteğinde bulunulduğu halde talep aşılarak ve davada taraf olmayan mirasçılardan İ.’a da pay verilmesi suretiyle talepten fazlaya karar verilmiş olması doğru olmadığı gibi, ecrimisile ıslahla faiz talep edilmesine ve ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmiş olması da doğru değildir.
Davalıların, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile kararın açıklanan nedenlerle HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 05.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.