3. Hukuk Dairesi 2013/12397 E. , 2013/13045 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen alacak davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davada, elektrik enerjisindeki voltaj düşüklüğü nedeniyle su kuyusu bulunmasına rağmen pamuk ve soğan ürünlerinin sulanamadığı, ürün kaybı oluştuğu, tespit dosyası ile sabit 82 064,00 TL ürün ve 100,00 TL destek primi zararının bulunduğu ileri sürülerek bu miktarların davalıdan tahsili istenilmiştir.
Davalı, sorunun bölgede yoğun olan ve engellenemeyen kaçak kullanım olduğunu ve voltaj düşüklüğünün bundan kaynaklandığını, bunun mücbir sebep olarak kabulü ile davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalının yeterli, sürekli ve kaliteli elektrik enerjisi sunmaması nedeniyle %70 kusurlu olduğunun bilirkişi raporu ile saptandığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile 63 349,25 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsili cihetine gidilmiş, hüküm, süresinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, tarımsal sulama abone sözleşmesine dayanan tazminat isteminden ibarettir.
Somut olayda, dava konusu taşınmazlar davacının ölü babasına ait olup, tarımsal abone sözleşmesi ise dava dışı anne ile davalı arasındadır. Davada, davacı, genel vekaletnameye dayanarak bu davayı açtığını belirtmektedir.
Öncelikle, dava ehliyeti ve taraf sıfatı kavramları üzerinde durulmalıdır.
Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şeklidir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.
Taraf sıfatına gelince, bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceğinden sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.
Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu subjektif hakka ilişkindir (. ...: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 1995, 7. baskı, s. 231).
Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu subjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu defi değil, yargılamanın her aşamasında taraftarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
Kural olarak mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak yalnız Baroda yazılı avukatlara aittir. Avukatlık Kanunu"na (m. 35/1) göre, en az üç avukat (ve dava vekili) bulunan yerlerde, Baroda yazılı avukatlar (ve dava vekilleri) vekil olarak dava takip etme bakımından bir tekele sahiptirler. Baroda yazılı olmayan kişiler ise, vekil sıfatıyla mahkemeye kabul olunmaz. Mülga 1086 sayılı HUMK"nın 61. maddesindeki "vekil" kavramının kapsamına Baroda yazılı avukat veya dava vekili girer. Bunların dışındaki kişilerin sıfat ve yetkileri ne olursa olsun, bu kapsamda değerlendirilmeleri olanaklı değildir.
Öte yandan, mülga 1086 sayılı HUMK"nın 61. maddesi hükmü, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)"na alınmamış ise de, 6100 sayılı HMK"da "Davaya Vekalefi düzenleyen 71 ila 83. maddeleri arasındaki hükümlerin ortaya koyduğu "Vekil" kavramına az yukarıda değinilen Av. K."nın 35/1. maddesi kapsamında Baroda yazılı avukatın (veya şartları varsa dava vekilinin) gireceği aşikardır. Dolayısıyla, yukarıda belirtilen 1086 sayılı HMUK"nın yürürlüğü döneminde Yargıtay"ın benimsediği görüşün, 6100 sayılı HMK"nın yürürlüğü döneminde de geçerli olduğunun belirtilmesinde yarar bulunmaktadır.
Bir kimsenin kendisi adına dava açıp takip etmek üzere, temsil yetkisi verdiği kişi, avukat veya dava vekili değilse, müvekkili adına açtığı davaya sonradan müvekkilinin icazet vermesi veya yetkili kıldığı avukatının açılmış olan davayı takip etmesi, usulsüz açılan davayı usulüne uygun açılmış bir dava haline getirmez.
Hak sahibi kişi kendisi davayı açabileceği gibi, kendisi adına dava açmak üzere, dilediği kimseye temsil yetkisi verebilir. Bu temsilci Baroda yazılı avukat (veya şartları varsa dava vekili) niteliğine sahip değilse dava açıp takip edemez.
O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir (... a.g.e., s. 231-232; Üstündağ, Saim; Medeni Yargılama Hukuku, ... Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s. 307).
Görülmektedir ki, mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için defi değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu"nun 23.06.2004 gün ve E: 2004/4-371, K: 2004/375; 18.04.2007 gün ve E: 2007/5-233, K: 2007/221; 04.03.2009 gün ve E: 2009/10-34, K: 2009/104; 04.11.2009 gün ve E: 2009/2-402, K: 2009/484; 03.02.2010 gün ve E: 2010/4-4, K: 2010/56; 22.12.2010 gün ve E: 2010/19-638, K: 2010/694; 09.02.2011 gün ve E:2010/15-657, K: 2011/49; 07.12.2011 gün ve E:2011/1-631,K:2011/745 sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Bundan ayrı olarak ta; borç ilişkilerini düzenleyen Borçlar Kanununda borcun kaynakları; sözleşme, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme olarak gösterilmiştir. Sözleşme, iki tarafın hukuksal sonuca yönelik karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamalarıyla meydana gelen hukuksal ilişkidir. Sözleşme hükümlerine aykırılık durumunda ise zarar gören zararının giderilmesini (tazminat) isteyebilecektir.
Yukarıda yapılan hukuki saptama ve açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Uyuşmazlık, tarımsal sulama abone sözleşmesine dayanan tazminat isteminden ibarettir.
Dava hakkı, abone sözleşmesinin taraflarına aittir.
Bu davayı abone bizzat kendisi açabileceği gibi kendisi adına açmak üzere dilediği kimseye temsil yetkisi verebilir ve temsilci Baroda yazılı avukat (veya şartları varsa dava vekili) niteliğine sahip değil ise yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler uyarınca dava açıp takip edemez. Başka bir ifade ile avukat veya dava vekili olan kişiye dava açıp takip etmesi için temsil yetkisi verilebilir.
Hal böyle olunca, abone sözleşmesinin tarafı olmayan davacı ..., Av. Kan. 35/1. maddesinde belirtilen avukat veya dava vekili olmadığına göre vekâlet ilişkisine dayalı olarak dava açamayacağı gibi, avukat olmayan bu kişinin müvekkili adına açtığı davaya sonradan müvekkilinin icazet vermesi veya yetkili kıldığı avukat tarafından açılmış olan davanın takip edilmesi de, başlangıçta usulsüz açılmış olan davayı, usulüne uygun olarak açılmış bir dava haline getirmez.
Sonuç itibariyle, davacının gerek kendi adına, gerekse de yukarıda açıklanan ilkeler karşısında gerçek hak sahibinin vekili olarak taraf sıfatı (aktif husumet ehliyeti) bulunmadığının kabulü gerekir.
O halde mahkemece, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi gerekirken itibar edilmeyen gerekçeler ile davanın esası hakkında karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 23.09.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.