Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, oğlu M.. ile davalı T..."nın bankadan alacakları krediye karşılık maliki olduğu 5 parsel sayılı taşınmazı teminat olarak göstermek istediklerini ve bu amaçla vekaletname düzenlendiğini, daha sonra üçüncü kişilerin taşınmazı satın almak için araştırma yapmaları üzerine taşınmazın hile ile alınan vekaletle diğer davalı S..."e satılmış olduğunun anlaşıldığını, satış bedelinin de ödenmediğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının vekil tayin ettiği davalı T..."nın çekişme konusu 246 parsel sayılı taşınmazı 7.5.2008 tarihinde satış suretiyle diğer davalı annesi S...."e temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacı, kredi işlemleri yapılmak üzere bankaya götürüldüğünü, bu işlemler için evrak imzaladığını sandığını, oysa satış yetkisi içeren vekaletnamenin düzenlenmiş olduğunu, vekaletnamenin hile ile alındığını ve kötüye kullanıldığını, bedelin ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmış, mahkemece hile ile vekaletnamenin alındığı iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Ancak, vekaletin hile ile alındığı iddiasının, aynı zamanda vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da kapsadığı açıktır. Nevarki, mahkemece bu iddia üzerinde yeterince durulmamıştır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Hal böyle olunca; vekaletnamenin kötüye kullanılıp kullanılmadığı bakımından yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde araştırma yapılarak tarafların tüm delillerinin toplanması, değerlendirme yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilip yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.
Davacının, değinilen hususa yönelik temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 08.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.