Esas No: 2016/1936
Karar No: 2017/1039
Karar Tarihi: 31.05.2017
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2016/1936 Esas 2017/1039 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasının yapılan yargılaması sonucunda; Düzce İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 19.01.2016 gün 2015/1088 E., 2016/107 K. sayılı kararın davalı Kurum vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya Özel Daire’nin 21.04.2016 gün 2016/6784 E., 2016/7065 K. sayılı kararı ile Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmiş olup temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki tüm kağıtlar okundu ve gereği düşünüldü:
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Dava, davacının sigortalılık başlangıç tarihinin 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında 20.11.1976 tarihi olduğunun ve 26.08.2013 tarihi itibariyle emekliliğe hak kazandığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin 01.10.1975 tarihi itibariyle Almanya’da Rant sigortasına tabi olarak çalışmaya başladığını, 20.11.1976 tarihinde ise 18 yaşını ikmal ettiğini, ancak 18 yaşını ikmal ettiği tarihin Kurum tarafından sigorta başlangıç tarihi olarak kabul edilmediğini, tahsis talebinin de reddedildiğini, Kurum işleminin hatalı olduğunu belirterek, müvekkilinin yaş koşulu, yıl, sigortalılık süresi ve prim ödeme gün süresi anlamında emeklilik koşullarına haiz olduğunu ileri sürerek davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, Kurum tarafından yapılan işlemde kanun ve mevzuat hükümlerine aykırılık oluşturan bir durum bulunmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece, Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin içeriği kapsamına göre Alman Rant Sigortasına giriş tarihinin Türk Sigortasına giriş tarihi olarak kabul edilebileceği, davacının Alman Rant Sigortasına girdiği ve 18 yaşını doldurduğu 20/11/1976 tarihinin Türkiye"deki sigorta başlangıç tarihi olarak esas alındığında 3611 gün sigortalılığı bulunan ve yaş koşulunu yerine getiren davacıya 15 yıllık hizmeti üzerinden 01/09/2013 tarihi itibariyle yaşlılık aylığı bağlanması gerektiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Kurum vekilince temyiz edilen karar, Özel Dairecedavalı Kurumun sair temyiz itirazlarının reddi ile tahsis tarihi itibari ile 36 yıl 9 ay 6 gün sigortalılığı bulunan davacının, 3600 gün prim ödeme gün şartını 1986 yılında ve 50 yaş şartını da 20.11.2008 tarihinde tamamladığı, buna göre 506 sayılı Kanunun Geçici 81/C-b-bc maddesi uyarınca 56 yaşını doldurduğu tarihte yaşlılık aylığına hak kazanacağı, 20.11.1958 doğumlu olan davacı, 56 yaşını 20.11.2014 tarihinde tamamlayacağından tahsis talep tarihi itibariyle aylığa hak kazanamadığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece, bozma ilamına uyularak davacının sigorta başlangıç tarihinin 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında 20/11/1976 tarihi olduğunun tespiti istemi haklı olsa da yaşlılık aylığı almayı hak edebilmesi için 56 yaşını doldurma şartını 20/11/2014 tarihinde tamamladığı bu hali ile 26/08/2013 tarihi itibariyle yaşlılık aylığı alma talebinin haklı olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece, davalı Kurum vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, davacı vekilinin temyiz itirazları yönünden isekısmi yaşlılık aylığı bağlanması için gerekli şartların 506 sayılı Kanunun geçici 81. maddesinin (C) fıkrasının (a) bendinde belirtildiği, buna göre 23.5.2002 tarihinde 15 yıllık sigortalılık süresini kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmuş ve 3600 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş bulunanlara istekleri halinde yaşlılık aylığı bağlanacağı, (b) bendinde ise 23.5.2002 tarihinde (a) bendinde öngörülen şartları yerine getiremeyenlere bu şartları belirli tarih aralıklarında yerine getirdiklerinde yaşlılık aylığı bağlanmasına imkan sağlandığı, davacının ise 15 yıl sigortalılık ve 3600 prim gün sayısı şartlarını 23/05/2002 tarihinden önce yerine getirdiği ve tahsis talep tarihinde 50 yaşını tamamladığı, bu nedenle tahsis talep tarihini takip eden aybaşı itibariyle yaşlılık aylığına hak kazandığı, maddi hataya dayanan ilk bozma ilamı usuli kazanılmış hak sağlamayacağından tahsis talep tarihinde yaşlılık aylığı koşullarına sahip olan davacıya bu tarihi takip eden aybaşı itibariyle yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak, bu kez davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı ... vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya kendilerine gelen Özel Dairece; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/6. maddesinde; “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.” hükmü yer aldığından dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna iletilmesi gerektiği gerekçesiyle dava dosyasının Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesine karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
I- Bu ön sorunlardan ilki; yerel mahkeme kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.
Öncelikle belirtilmelidir ki; 17/4/2013 tarih ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra:
“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır”
Hükmüne amir olup, anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.
Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.
Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.
Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 294/1 maddesinde mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hakimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen, usulden ret kararları (HMK m.115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.
Esasa ilişkin kararlar isehakimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m.303) (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005).
Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2015 gün ve 2014/8-2485 E., 2015/850 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir.
Somut olayda, davacının sigortalılık başlangıç tarihinin 5510 sayılı Kanunun 4/1-a maddesi kapsamında 20.11.1976 tarihi olduğunun ve 26.08.2013 tarihi itibariyle emekliliğe hak kazandığının tespiti istemine ilişkin davada yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar, Özel Dairece aylığa hak kazanılamadığı gerekçesiyle aylık talebi yönünden bozulmuştur. Yerel mahkemece, birinci bozma kararına uyularak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraf vekillerince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece bu kez de önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yaşlılık aylığı yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle yeniden bozulmuştur. Yerel mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
Az yukarda belirtildiği üzere 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle usul yasalarına eklenen fıkra uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, yukarıda içeriğine yer verilen hukuki olgular karşısında, yerel mahkemece verilen son kararın temyiz inceleme merciinin Özel Daireye değil, Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna oybirliği ile karar verilerek birinci ön sorun aşılmıştır.
II- İkinci ön sorun ise; yerel mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı hususudur.
Öncelikle, usuli kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay’ca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2004 gün ve E:2004/10-44, K:2004/19; 20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları).
Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6. b İstanbul 2001, s 4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir. Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 gün ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 gün ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:104; 14/07/2010 gün ve E:2005/8-368, K:2010/385;20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları).
Hemen belirtilmelidir ki, maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Dr. Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı 1976, s:208).
Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
O nedenledir ki; Yargıtay, bugüne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir (Aynı yönde bakınız. Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2011 gün ve E:2011/9-72, K:2011/99; 13.03.2013 gün ve E:2013/5-10, K:2013/348 sayılı ilamları).
Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2002 gün ve E:2002/10-895, K:2002/838; 02.07.2003 gün ve E:2003/21-425, K:2003/441; 13.04.2011 gün ve E:2011/9-72, K:2011/99; 13.03.2013 gün ve E:2013/5-10, K:2013/348 sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir.
Öte yandan, usul kuralları (görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hata) kamu düzeni ile doğrudan bağlantılı olup, taraflar yararına usulü kazanılmış hak oluşturmamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.03.1972 gün ve E:1968/1-277, K:176; 01.03.1995 gün ve E:1995/7-641, K:117; 23.01.2002 gün ve E:2001/1-1010, K:2002/1; 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 04.11.2009 gün ve E:2009/13-370, K:2009/480; 13.03.2013 gün ve E:2013/5-10, K:2013/348 sayılı kararları; Baki, Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı, İstanbul 2001, Cilt:5, Sahife:4771 vd.).
Somut olayda Özel Dairenin ilk bozma kararında davacının yaşlılık aylığı koşullarının tespitinde yaş şartını hatalı değerlendirilmesi sonucu açık ve belirgin bir maddi hataya sebebiyet verilmiştir.
Bu haliyle Yerel Mahkemece Özel Dairenin maddi hataya dayalı birinci bozma kararına uyulmakla davacı yararına usulü kazanılmış hak doğduğundan söz etmenin mümkün olmadığına oyçokluğu ile karar verilerek, ikinci ön sorun da böylece aşılmıştır.
III-İşin esasına gelince;
Uyuşmazlığın kaynağını 4447 sayılı Kanun ile eklenen, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ve sonrasında 4759 sayılı Kanun ile bir bölümü değişikliğe uğrayan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun Geçici 81. maddesi oluşturmaktadır.
Anılan madde uyarınca yaşlılık aylığı bağlama koşulları 4447 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 08.09.1999 ve 4759 sayılı Kanunun kabul edildiği 23.05.2002 tarihindeki “sigortalılık süresi”nin “kaç yıl” olduğu dikkate alınarak belirlenmektedir.
Buna göre, maddenin ilk fıkrası uyarınca 08.09.1999 yılında sigortalılık süresi 18 yıl ve daha fazla olan kadınlar ve sigortalılık süresi 23 yıl ve daha fazla olan erkekler hakkında, 4447 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan hükümler uygulanacaktır.
Geçici 81. maddenin (B) bendi uyarınca;
23.05.2002 tarihinde; sigortalılık süresi 18 yıldan fazla olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 40 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 23 yıldan fazla olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 44 yaşını doldurmaları ve en az 5000 gün; … sigortalılık süresi 2 yıl 8 ay 15 günden fazla, 3 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 56 yaşını doldurmaları ve en az 5975 gün, sigortalılık süresi 2 yıl 8 ay 15 günden fazla, 3 yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 58 yaşını doldurmaları ve en az 5975 gün prim sayısına sahip olmaları halinde malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş bulunmaları şartı ile yaşlılık aylığından yararlanabileceklerdir.
Geçici 81. maddenin C/a bendi uyarınca;
23.05.2002 tarihinde 15 yıllık sigortalılık süresini kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmuş ve 3600 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş bulunanlara istekleri halinde yaşlılık aylığı bağlanacaktır.
Geçici 81. maddenin C/b bendi uyarınca ise; 23.05.2002 tarihinde Geçici 81. maddenin C/a bendinde belirtilen şartları yerine getiremeyenlerden bu şartları,
ba) 24.05.2002 ile 23.05.2005 tarihleri arasında yerine getirenler kadın 52, erkek ise 56 yaşını doldurmuş olmaları;
bb) 24.05.2005 ile 23.05.2008 tarihleri arasında yerine getirenler kadın ise 54, erkek ise 57 yaşını doldurmuş olmaları;
bc) 24.05.2008 ile 23.05.2011 tarihleri arasında yerine getirenler kadın ise 56, erkek ise 58 yaşını doldurmuş olmaları;
bd) 24.05.2011 tarihinden sonra yerine getiren kadınla 58,…yaşını doldurmuş olmaları şartı ile yaşlılık aylığından yararlanabileceklerdir.
Görüldüğü üzere Geçici 81. madde ile yaşlılık aylığı bağlanmasında kademeli bir geçiş düzenlenmiştir. 4447 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 08.09.1999 tarihinden önce yaşlılık aylığına hak kazananlar yönünden ise her hangi bir değişiklik yapılmamış 4447 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan hükümlere atıfta bulunulmuştur.
2002 yılından sonra sigortalı olanlar yönünden ise; 4759 sayılı Kanun ile değişik 506 sayılı Kanunun 60/A maddesinde yaşlılık aylığından yararlanabilmek için, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olmak ve en az 7000 gün veya kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olmak, 25 yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 4500 gün sigortalılık malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak şartı;
öngörülmektedir.
Yaşlılık aylığı tahsis koşullarındaki bu kademeli geçiş nedeniyle 1999 ve 2002 yılları itibariyle belirlenecek sigortalılık süresi, yaşlılık aylığına hak kazanabilmek için aranacak yaş şartı yönünden anahtar rol üstlenmektedir.
Konuyla ilgisi bakımından “Sigortalılık süresi” kavramına da değinmekte yarar vardır.
“Sigortalılık süresi”, 506 Sayılı Kanunun 108. maddesinde uzun vadeli sigorta kolları açısından tanımlanmıştır.
Bu maddeye göre malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu Kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir. Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih arasında geçen süredir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, davacının 15 yıl sigortalılık ve 3600 prim gün sayısı şartlarını 23.05.2002 tarihinden önce yerine getirmesi nedeniyle yaşlılık aylığı koşullarının 506 sayılı Kanunun geçici 81/C maddesi uyarınca değerlendirilmesi gerekip, ilgili maddeye göre tahsis talep tarihi itibariyle davacının 50 yaşını doldurmuşolma şartı aranmaktadır.Davacı tahsis talep tarihi olan 26.08.2013 itibariyle 50 yaşını doldurduğundan bu tarihi takip eden aybaşı itibariyle yaşlılık aylığına hak kazandığının kabulü gerekir.
Hal böyle olunca mahkemece, davanın kabulüne dair verdiği karar yerindedir.
O halde, yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle temyiz isteminin Hukuk Genel Kurulunca yapılmasına oybirliği ile,
Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hak oluşmadığına oyçokluğu ile,
Yukarıda (III) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile yerel mahkeme kararının ONANMASINA, 31.05.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.