Abaküs Yazılım
1. Hukuk Dairesi
Esas No: 2011/348
Karar No: 2011/5554

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/348 Esas 2011/5554 Karar Sayılı İlamı

1. Hukuk Dairesi         2011/348 E.  ,  2011/5554 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : PAMUKOVA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 25/03/2010
    NUMARASI : 2008/139-2010/77

    Taraflar arasında görülen davada;
    Davacılar, paydaşı oldukları 45,244 ve 245 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını, meydana gelen trafik kazasının sonuçlarının ağır olması ihtimali nedeniyle, tekrar iade edilmek üzere ve bedelsiz olarak davalıya devrettiklerini, ancak davalının iadeye yanaşmadığını ileri sürerek, davalı adına olan kayıtların iptali ile adlarına payları oranında tescile karar verilmesini istemişlerdir.
    Davalı, taşınmazları bedelini ödeyerek satın aldığını, iddiaların doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece, inanç sözleşmesine dayalı iddianın yazılı delille kanıtlanması gerektiği, davacı tarafça yazılı delil yada yazılı delil başlangıcı niteliğinde delil ibraz edilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Karar, taraflarca tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi   raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.  
    Davacılar, çekişme konusu taşınmazdaki paylarını, meydana gelen trafik kazasının hukuki sonuçlarının ağır olması ihtimali nedeniyle geri iade edilmek şartıyla ve bedelsiz olarak davalıya temlik ettiklerini, davalının Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2007/25 E. 2008/72 K. Sayılı dosyasındaki ifadesinde, taşınmazları iade etmek şartıyla aldığını ikrar ettiğini ileri sürerek, iptal-tescil isteğiyle  eldeki davayı açmışlardır.
    Davacıların, çekişme konusu taşınmazlardaki paylarını 12.06.1998 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettikleri kayden sabittir.
    Mahkemece, iddianın inanç sözleşmesine dayalı olduğu ve yazılı delille kanıtlanması gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, davada inanç sözleşmesi hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.
    Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin  hukuki sebebini teşkil eder.
     Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan  hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
    Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
    Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç  sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
    Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak  satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
     Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan M.K.nun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur.  Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315  sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
     Öte yandan, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (Borçlar Kanunu mad.81) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde  aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.Buna dair akit  hükümleri de  Borçlar Kanununun  19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.  
      İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “  olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi  içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin  yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir  düzenleme  olmamasına karşın;inanç sözleşmelerinin ,yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde  uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese  olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
    İnanç sözleşmelerinin  tarafları arasında,onların gerçek iradelerini ve akitten  amaçladıklarını  yansıtması bakımından geçerli olduğu;taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
    Burada üzerinde durulması gereken husus,taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde,  taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
    Bu tür uyuşmazlıklar, 5.2.1947  tarih 20/6  sayılı İnançları Birleştirme kararı  ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle  çözüme gidilmektedir.
     Söz konusu kararda; eski hukuka göre  mümkün ve geçerli olan muvazaa ve  nam-ı müstear iddialarının,  Medeni Kanunun  yürürlüğünden sonra  taşınmaz mallar hakkında  dinlenip dinlenemeyeceği  tartışılmıştır.
     Anılan kararda; çeşitli sebep  ve amaçlarla bir taşınmaz  kaydına gerçek malik yerine  başka bir  nam ve bir sözleşmede akitlerden  biri yerine üçüncü  bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu,bu gibi hallerde  vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına  yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir  maksatla üçüncü şahıslardan  gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötü niyetli  ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen  olasılıklara  göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya  mevcut bir hakka dayanarak  bir el değiştirme  veya  bir hakkın korunması  niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup,halefiyeti düzeltme  amacıyla  öncelikle mülkiyetin  vekile aidiyeti  düşünülse bile,  temsil hükümlerine  aykırı olduğundan  bunun korunması  ve devamına hükmolunamayacağı ,zira Borçlar Kanununun “müvekkil vekiline  karşı muhtelif  borçlarını ifa edince  vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına  üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi  doğruladığı, öte yandan gerek taşınır,  gerek taşınmaz  mallara ilişkin  olsun  nam-ı  müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı,meselenin akitte ve isimde muvazaayı  kapsamına  alan Borçlar Yasasının 18.maddesi kapsamında düşünülmesinin  kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta,nam-ı müstear  davalarının dinlenebilir  ve yazılı delil  ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
    İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla bağlayıcı  bulunduğu tartışmasızdır.Nam-ı müstear  için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla  temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da  kuşkusuzdur.Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi  açısından,genelde  muvazaa ,özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.
    Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç  sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları  bağlayıcı,  diğer yandan,mülkiyetin  naklinin sebebini  teşkil etmesi açısından  tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran  sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz  mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı  kabul edilmelidir.
      İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği  kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi  olarak adlandırılan  bu belgenin  sözleşmeye taraf olanların imzasını  içermesi  gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul,hem  İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde  taşınmazların tapu dışı  satışlarına olanak  sağlamak  anlamını  taşıyacağından  kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
    Somut olaya gelince, davalının Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2007/25 E, 2008/72 K. Sayılı davasının 31.05.2007 tarihli oturumunda müşteki olarak alınan beyanında “… ayrıca Ş.., İ.. Ve L... Ş...’ın demiryolu altındaki meyve bahçesindeki paylarını   babam ile halamın paylarını alırken maddi durumları iyi olmadığından sonra tekrar geri devretmek koşuluyla bana intikal ettirdiler.” şeklinde beyanda bulunduğu, ne var ki davalının bu beyanları ile ilgili olarak mahkemece araştırma ve değerlendirme yapılmaksızın sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.
     Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 236/1. maddesi hükmü uyarınca, oturum zaptında yapılan ikrar geçerlidir ve ikrar eden aleyhine, başka bir davada da kesin delil teşkil eder. Davalının ceza davasındaki ifadesinde belirtilen taşınmaz veya taşınmazların çekişme konusu taşınmazlardan olması halinde bu beyana değer verilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
    Öte yandan, dava dilekçesinde, diğer hususlar yanında " ...sair deliller" denildiğine  göre, anılan bu hususun yemin deliline de dayanıldığı şeklinde kabulü gerektiği de tartışmasızdır.
    Hal böyle olunca, öncelikle, davalının ceza davasındaki anılan beyanının bir bütün olarak değerlendirilerek, ifadede belirtilen taşınmaz veya taşınmazların, çekişme konusu taşınmazlar ve paylara ilişkin olup olmadığının tereddüde yer bırakmayacak biçimde saptanması, çekişme konusu taşınmazlar veya paylara ilişkin olması halinde davalının bu beyanına değer verilmesi, aksi halde ispat külfeti kendisinde olan davacı tarafa yemin delili  hatırlatılarak,  karşı tarafa yemin teklif etme isteğinin bulunup bulunmadığının sorulması, yemin teklif ettiği takdirde diğer tarafın cevabına ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu hususlar göz ardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
    Davacı, tarafın temyiz itirazları yerindedir, kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,   09.5.2011  tarihinde oybirliğiyle karar  verildi.

     

     

     

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi