Hukuk Genel Kurulu 2015/1553 E. , 2017/1038 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “sigortalılık süresinin ve yaşlılık aylığına hak kazanıldığının tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.01.2011 gün ve 2010/201 E. 2011/25 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 10.12.2012 gün ve 2011/5114 E. 2012/22741 K. sayılı kararı ile;
(…Dava, davacının 20/04/1982 - 01/01/1992 arasında 1479 sayılı Kanuna tabi Bağ - Kur sigortalısı olduğunun tespiti ile davacıya 01/09/2009 tarihinden geçerli olmak üzere yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın kabulü ile davacının 20/04/1982 - 01/01/1992 tarihleri arasında 1479 Sayılı Yasa kapsamında Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitine, davacının Kuruma prim borcu bulunmadığından 01/09/2009 tarihinden geçerli olarak yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmişse de varılan sonuç doğru olmamıştır.
1/4/1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Yasa"nın 24. maddesinde zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için esnaf sicili veya kanunla kurulu meslek kuruluşu kaydı aranırken 20/04/1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Yasa ile 1479 sayılı Yasa"nın 24. maddesi değiştirilecek zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için gelir vergisi mükellefi olması şartı getirilmiş ancak gelir vergisinden muaf olanlar için meslek kuruluşuna kayıtlı olma yeterli görülmüş, 22/03/1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Yasa ile 24. madde değiştirilerek zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için vergi kaydı veya esnaf sicil kaydı veya oda kaydının bulunması yeterli görülmüş, 02/08/2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Yasa ile 24. madde değiştirilerek zorunlu Bağ-Kur sigortalılığı için gelir vergisi mükellefi olma şartı getirilmiş ancak gelir vergisinden muaf olanlar için esnaf sicil kaydı ve oda kaydının bir arada bulunması yeterli görülmüştür.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden davacının 08/01/1992 tarihli giriş bildirgesi ile 22/07/1974 tarihinde başlayan vergi kaydı gereğince 20/04/1982 tarihi itibariyle tescilinin yapıldığı, 09/10/2007 tarih ve 26612 sayılı İB formunda davacının vergi kayıt tarihlerinin 22/08/1974-13/05/1975 olarak düzenlendiği ve oda kaydı ile esnaf sicil kaydının bulunmadığının bildirildiği, bu nedenle davacının 20/04/1982 tarihi itibariyle çıkışının yapıldığı ve yaptığı ödemelere göre 01/01/1992 tarihinde girişi ile 30/06/1999 tarihinde çıkışının yapıldığı anlaşılmaktadır.
1479 sayılı Bağ-Kur Kanununda dava tarihinde yürürlükte olan 506 sayılı Yasa"nın 79/10.maddesine koşut geçmiş günlerin tespitine olanak sağlayan yasal düzenleme mevcut değildir. Başka bir anlatımla Bağ-Kur Kanununda açık bir hüküm olmadığından geçmiş hizmetlerin tespitine olanak yoktur.
Somut olayda davacının 08/01/1992 tarihinden önce sigortalı olarak tescilinin bulunmadığı ve vergi kaydının 22/08/1974 tarihinde başlayıp 13/05/1975 tarihinde son bulması sebebiyle başlangıçtan itibaren sigorta koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konusu olan dönemde davacının vergi kaydı bulunmadığı halde vergi kaydı varmış gibi sigorta tescili yapılarak prim ödenmesi ile sigortalılık elde edilmesi mümkün değildir.
Mahkemece istemin reddine karar verilmesi gerekirken bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacının 20.04.1982 ile 01.01.1992 tarihleri arasında Bağ-Kur sigortalısı olduğunun ve 01.09.2009 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin Kurum sigortalısı olarak primlerini ödediğini, tahsis istemi ile Kuruma başvurduktan sonra bir kısım hizmetinin sigortalılığı gerektirecek kayıt olmadığından bahisle Kurumca iptal edildiğini, bu nedenle tahsis talebinin de reddedildiğini, oysaki davacının bu döneme ait primlerini Kuruma ödediğini ileri sürerek 20.04.1982 ile 01.01.1992 tarihleri arasında Bağ-kur sigortalısı olduğunun tespitine ve tahsis talebinin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Kurum vekili davacının 22.08.1974 tarihinde başlayan vergi kaydına istinaden 2654 sayılı Kanun kapsamında 20.04.1982 tarihinden itibaren sigortalılığının başladığı, ancak daha sonra 13.05.1975 tarihinde vergi kaydının sona erdiğinin anlaşılması ve davacının herhangi bir meslek kuruluşun ve esnaf sicil müdürlüğüne kaydının bulunmadığının belirlenmesi nedeniyle sigortalılığının tescil tarihi itibariyle sona erdiğini, bu haliyle davacının tahsis talebinin de kabul edilmesinin mümkün bulunmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece Kurumun davacının vermiş olduğu primleri tahsil ederek uzunca bir süre kullandığı gözönüne alındığında Kurumun daha sonra yaptığı işlemin hatalı olduğunu fark ederek davacının sigortalılık süresini iptal etmesinin Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralları ile bağdaşmayacağı, tahsil edilen primler nedeniyle talep edilen süreler yönünden davacının zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılması gerektiği, öte yandan prim borcu bulunmaması nedeniyle 01.09.2009 tarihi itibariyle de davacının yaşlılık aylığına da hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı SGK vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki karadaki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı SGK vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının ihtilaf konusu dönemde 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalı olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır
01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar (Bağ-Kur) Kanunu’nun 24. ve 25. maddelerinde “…kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı olan gerçek kişiler...”; “meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren” zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılmışken, anılan maddelerde 19.04.1979 gün ve 2229 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak “kendi adına ve hesabına” çalışma koşulu ve belirtilen nitelikte çalışmaya başlama tarihi sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir.
20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemede ise kendi adına ve hesabına çalışma koşuluna ek olarak “...gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar” için mükellefiyetin başlangıç tarihinden “kendi adına ve hesabına bağımsız olarak çalışmakla beraber gelir vergisinden muaf olanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar” kayıt oldukları tarihten itibaren sigortalı kabul edilmişler, bununla birlikte 1479 sayılı Kanuna 2654 sayılı Kanun ile eklenen Ek Geçici 13. madde ile “...sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olanların her türlü hak ve mükellefiyetleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği (20.4.1982) tarihinde” başlayacağı düzenlenmiştir.
1479 sayılı Bağ-Kur Kanununda 22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte ise bu kez “gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıtlı bulunanlar” dan gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanlar da Esnaf ve Sanatkarlar Siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıt oldukları tarihten itibaren kendiliğinden sigortalı sayılmışlardır.
619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen düzenlemelerin, anılan KHK’nin Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra 4956 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle bu kez gerçek ve basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlar mükellefiyet tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlardan Esnaf ve Sanatkarlar Sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıt olanlar ise talep tarihinden itibaren zorunlu sigortalı olarak kanun kapsamına alınmışlardır.
Gerçekten, 01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Kanunun 24. maddesine göre bir kimsenin zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olması için meslek kuruluş kaydı ile birlikte kendi adına ve hesabına bağımsız çalışması gerekmekte iken 20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değişik 1479 sayılı Kanunun 24. maddesinde, zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olmak için ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usulde gelir vergisi mükellefi olması, gelir vergisinden muaf olanlarında meslek kuruluşuna kayıtlı olması hükmü yer almaktadır.
Görüldüğü üzere 20.04.1982 tarihinde yapılan değişiklikle, değişiklikten önceki mevzuatın öngördüğü koşullara sahip olan sigortalıların sigortalılıklarına son vermemekte, değişikliğin yürürlüğe girdiği 20.04.1982 tarihinde, Bağ-Kur’a yeni kayıt ve tescil edilecekler için yeni düzenlemeler öngörmektedir. Tersinin kabulü kazanılmış hakları ortadan kaldırmak olur ki bu durumun kabulüne yasaca ve hukukça olanak olmadığı ortadır. Kaldı ki, 2654 sayılı Kanunun 6. maddesi ile 1479 sayılı Kanunun 24. maddesinde yapılan değişiklikte vergi mükellefi olmayan vergiden muaf olanlardan, kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıtlı olanların da zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılacağı açıktır.
Öte yandan, hakkın kötüye kullanılması hukuken var olan bir hakkın sınırlarını aşarak ya da o hakkı gerekçe göstererek hukuka aykırı eylemler yapma durumu veya bir hakkın, yasaların tanıdığı yetkilerin sınırları içinde olmakla birlikle, amacından saptırarak kullanılması olarak açıklanabilir.
Türk Medeni Kanun"un 2. maddesine göre herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Yani bir hak sahibi hakkını kullanırken ve borçlu borcunu öderken objektif iyi niyet kurallarına uymak, dürüst davranmak, başkalarını zarara uğratmamak zorundadır. Hak sahibi başkasına zarar vermek amacını taşımasa bile hareketi açıkça iyi niyet kurallarına aykırı ise ve başkasını zarara uğratıyorsa veya hak sahibine sağladığı yarar ile başkasına verdiği zarar arasında aşırı dengesizlik varsa bu durumu hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirebiliriz. Anayasa başta olmak üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu hak sahibinin hakkını kullanırken objektif iyi niyet kuralları içinde hareket etmesini emretmiş aksi davranışın hukuk düzeni tarafından korunamayacağını belirtmiştir.
Somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davacının 22.08.1974 ile 13.05.1975 tarihleri arasında vergi kaydının bulunduğu, 08.01.1992 tarihinde Kuruma intikal eden Bağ-kur’a giriş bildirgesi ile 20.04.1982 tarihinden itibaren Kurum tarafından kayıt ve tescilinin yapıldığı, dava konusu 20.04.1982 ile 01.01.1992 tarihleri arasında ise vergi veya sicil kaydının bulunmadığı, ancak Kurum tarafından 20.04.1982 - 01.01.1992 tarihleri arasında Bağ-Kur zorunlu sigortalısı kabul edildiği, davacının 3780 sayılı Kanundan yararlanarak 20.04.1982-31.12.1991 tarihine kadar prim ve gecikme zammı borçlarını 01.01.1992 tarihinde ödediği anlaşılmaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, davacının dava konusu dönemde vergi kaydının bulunmaması nedeniyle zorunlu sigortalılık koşullarını taşımadığı açıktır. Esnaf ve sanatkâr siciline yöntemince kayıtlı olmayan veya vergi kaydı ya da oda üyeliği bulunmayan davacının Esnaf Bağ-Kur sigortalılığın için başlangıçta aranan şartlarını taşımadığı gibi bu şartları taşımadığını bilmesine rağmen Bağ-kur sigortalığının tescili amacıyla Kuruma başvurması da Medeni Kanunun 2. maddesi uyarınca objektif iyiniyet kuralının olayda uygulanmasını olanaksız kılmaktadır. Davacının vergi kaydı bulunmadığı halde vergi kaydı varmış gibi sigorta tescili yapılarak prim ödenmesi ile sigortalılık elde edebilmesi mümkün değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacıyı kendi hatalı işlemi nedeniyle yıllarca sigortalı sayan Kurumun, davacıya sigortalı olduğu inancı ve güvenini verdikten ve uyuşmazlık konusu döneme ilişkin primleri tahsil ederek uyuşmazlık çıkarmaksızın uzun süre kullandıktan sonra sigortalılık sürelerini iptalinin kabulünün mümkün bulunmadığı, Medeni Kanunun 2. maddesi uyarınca davacının iyiniyetinin korunmasının ve uyuşmazlık konusu dönemde sigortalı sayılmasının gerektiği, bu nedenle yerel Mahkeme direnme kararının onanmasının doğru olacağı ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 31.05.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.