Abaküs Yazılım
20. Hukuk Dairesi
Esas No: 2018/3382
Karar No: 2019/3703

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2018/3382 Esas 2019/3703 Karar Sayılı İlamı

20. Hukuk Dairesi         2018/3382 E.  ,  2019/3703 K.

    "İçtihat Metni"

    ........
    Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı ve davalı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

    K A R A R

    Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; ... tarafından müvekkiline ait .......mevkii 70 ada 7 parsel sayılı taşınmazdaki 274,52 m2"lik kısmını kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeni ile bedeli ödenmeksizin müvekkil mülkiyetinden çıkartılarak kamuya terkin ve tescil edildiğini ileri sürerek müvekkilin uğradığı maddi hak kaybı nedeniyle davalıdan şimdilik fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydı ile 7.500.-TL"nin müvekkil tapu kaydındaki 274,52 m2"lik bölümün kamuya intikali itibariyle işleyecek yasal faiziyle davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddi ile 5500,00.-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 09/04/2012 tarih, 2012/1644-4156 sayılı kararı ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
    Hükmüne uyulan bozma ilamında özetle; "Hemen belirtmek gerekir ki; Mülkiyet hakkı gerek Anayasa ve yasalarla iç hukuk yönünden, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile kabul edilmiş temel haklardandır. (Anayasa Md. 35/1, AİHS Ek Prot. 1-1). Türk Medeni Kanununun 683. maddesinde de bir şeye malik olan kimsenin hukuk düzeninin sınırları içerisinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi belirtilmiş, malikin malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava konusu edebileceği hüküm altına alınmıştır.
    Yukarıda sözü edilen yasa ve sözleşmelerin hakkı tanımlayan maddelerini takip eden fıkralarda ifade edildiği gibi, mülkiyet hakkı da kamu yararının bulunduğu hallerde sınırlandırılabilir veya tamamen kaldırılabilir.
    Ne varki, bu sınırlandırma veya kaldırma gerçekleştirilirken; T.C. Anayasasının 90/5.maddesi ile iç hukukun üstünde sayılan ...... tarafından oluşturulan 30.5.2006 tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere; “…bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin…”, “kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği…”, bu önlem alınırken “…başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği…”, kişinin “…kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı…” açıktır.
    Diğer bir anlatımla, kamu yararı ile mülkiyet hakkından kısmen veya tamamen yoksun bırakılan kişinin hakkı arasında makul, kabul edilebilir, hak ve adalet dengesini sağlayacak bir oranın kurulması asıldır.
    .......

    Bu arada, üzerinde durulması gereken konulardan biri de; çekişme yaratılan tapu kaydına bağlanan ve böylece kişi adına mülkiyet hakkı oluşturulan yere ait tapunun niteliğinin belirlenmesidir.
    Devlet tarafından verilen, doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği kuşkusuzdur. Böyle bir yer, temel vasfı yani kamu malı olma niteliği değişmemekle birlikte, kişinin söz konusu tapuya dayalı hakkının yukarıda ifade edildiği gibi korunması gerekeceği muhakkaktır.
    Aksi düşünce tarzının, devletin verdiği tapunun geçersizliğini ileri sürerek, hiçbir karşılık ödemeksizin iptalini istemesi, geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi, devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacaktır.
    Öte yandan, Anayasanın 40. maddesinin 3. fıkrasında “kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir.” Hükmü öngörülmüş, keza Anayasanın 129. maddenin 5. fıkrasında “ memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği” açıklanmıştır. Medeni Kanununun 1007. maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Kanunun bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez. Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Anılan ilke 27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, B.K.nun 55. maddesindeki sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.6.1966 tarih 7/7 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır. Adam çalıştıran (somut olayda devlet) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur. Çalışanın seçiminde, talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk nedeniyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir. Dayanaksız ya da hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.
    Diğer taraftan, tapu sicil memurlarının sicilin hatalı tutulmasından sorumlu bulunacakları ilkesi yanında, sicilde yapılması gereken işlemi yapmamaları suretiyle ortaya çıkan olumsuz eylemlerin de aynı kapsamda düşünülmesi gerekeceğinde kuşku yoktur.
    O halde, olayda davalı tapu müdürlüğünün dolayısıyla Hazinenin Türk Medeni Kanunun 1007 (Medeni Kanunun 917) maddesinden kaynaklanan sorumluğunun dikkate alınması zorunludur. Bu bağlamda, çekişmeli taşınmazın değerinin belirlenmesi önem taşımaktadır.
    Ancak, mahkemece, bu bağlamda yapılan soruşturma ve değerlendirmenin hüküm vermeye yeterli olduğu söylenemez.
    Bilindiği üzere; davanın konusu olan bir taşınmazın değeri belirlenirken; cins ve nev"i, yüzölçümü, değeri etkileyebilecek tüm nitelik ve unsurlar, varsa imar durumu vergi beyanı, resmi kurumlarca yapılmış değer takdirleri, arazilerde taşınmaz malın mevki ve koşullarına göre olduğu gibi kullanılması durumunda getirebileceği net gelir; arsa ise emsal satışlara göre olması gereken satış değeri, taşınmazda yapı var ise, resmi birim fiatları, maliyet hesapları ve yıpranma payı ile bedelin saptanmasında etkili olacak diğer objektif ölçülerin gözönüne alınmasında zorunluluk vardır. Bunun sonucu olarak, arsa niteliğindeki taşınmazın emsalinin üstün ve eksik yönleri belirlenip karşılaştırma yapılarak zeminine; resmi birim fiatları esas alınıp yıpranma payının düşülerek üzerindeki muhdesat durumuna göre değerinin saptanması; taşınmazın tarım arazisi olması halinde net gelir üzerinden bilimsel yollarla değerinin belirlenmesi; her iki halde de yıpranma payının varsa değer kaybının düşülmesi, emsalin zorunluluk olmadıkça yakın ve benzer bölge ve yüzölçümlü olması, bu konuda taraflara emsal
    .....

    gösterme olanağının tanınması; bu yönden mahkemece de re"sen araştırma yapılması, bilirkişi kurullarının açıklanan hususları irdelemeye, saptamaya ve değerlendirmeye yetkin, sıfat ve yeteneğe sahip uzman bilirkişilerden oluşturulması icap eder.
    Esasları yukarıda gösterilen tespitler yapılırken çekişmeli taşınmazın niteliğinin diğer deyişle arsa veya arazi olduğunun 17.4.1998 tarih 1996/3 Esas ve 1998/1 sayılı İnançları Birleştirme Kararı içeriği ve sonucu ile birlikte gözetilmesi gerekeceği de kuşkusuzdur. Diğer yandan, Bakanlar Kurulunun 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararında değinildiği gibi, Belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan bir taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü için uygulamalı (1/1000 ölçekli) imar planı ile iskan sahası olarak ayrılan yerlerde bulunması; imar planında yer almayan taşınmazın arsa sayılabilmesi için ise, Belediye veya mücavir alan sınırları içinde ve Belediye hizmetlerinden yararlanan meskun yerler arasında yer alması zorunluluğu da dikkate alınmalıdır.
    Öte yandan, bu tür bir davanın, davacının taşınmaz mülkiyetini yitirdiğinin kesinleştiği (iptal ve tescil davası kararının kesinleştiği) tarihten sonra açılabileceği; mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle taşınmaz değerinin tespiti ve taşınmaz üzerinde bir bina var ise, kişinin yapılanmada iyiniyetli sayılıp sayılamayacağının tespiti bakımından bu binanın ne zaman ve hangi aşamada yapıldığı da gözden uzak tutulmamalıdır.
    Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde inceleme ve araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
    Hal böyle olunca, yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde inceleme ve araştırma yapılarak taşınmazın değerinin belirlenmesi hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yetersiz bilirkişi raporu esas alınarak yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.” gereğine değinilmiştir.
    Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sırasında davacı vekili sunduğu 21.01.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile toplam 43.100,00.-TL tazminatın temerrüt tarihinden işleyecek yasal faiz ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısmının bilirkişilerce 25/03/2013 tarihli ek rapor ile belirtilen 10.525,00.-TL tazminatın 7.500,00.-TL"sinin dava tarihi olan 31/12/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte, kalan 3.025,00.-TL"sinin ise ıslah tarihi olan 21/01/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı taraftan tahsili ile davacı tarafa ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş olup, söz konusu karar taraf vekillerince temyiz edilmekle Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 2013/25746 Esas 20.05.2014 tarih ve 2014/14040 Karar sayılı ilamı ile bozulmuştur.
    Bozma ilamında özetle; “Hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporunda arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilirken, kıyasi emsallerin ortalama değerleri esas alınıp, bulunan bedelin gerçek değeri yansıtmadığından bahsedilerek, emsal değerlerin ortalamasının üç katı alınmak suretiyle taşınmazın değeri ve tazminatın kapsamı belirlendiğinden alınan rapor inandırıcı bulunmamıştır.
    Bu durumda mahkemece, tapu kaydı mahkeme kararı ile iptal edilen taşınmazın değerinin ve tazminatın kapsamının belirlenmesi için taraflara, söz konusu taşınmaza yakın bölgede, benzer yüz ölçümlü ve özel amaçlı olmayan, dava tarihinden önceki emsal satışları bildirmeleri için yeniden süre verilip, gerektiğinde resen emsal celbi yoluna gidilerek, mahallinde yeniden keşif yapılarak, emsaller ile dava konusu taşınmazın üstün ve eksik yönleri açıklanıp, oran da belirtilmek suretiyle kıyaslaması yapılıp dava tarihindeki değerin tespiti için alınacak bilirkişi kurulu raporu sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulması,
    Kabule göre de; Tapu kaydı mahkeme kararı ile iptal edilen taşınmazın dava tarihindeki değeri yerine, tapudan terkin tarihindeki değerinin tespit edilmesi,
    04.02.1948 gün ve 10/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bozmadan sonra davanın ıslahı mümkün olmadığı halde, bozmadan sonra yapılan ıslah uyarınca tazminata hükmedilmesi, doğru görülmemiştir.” denilmiştir.
    ........

    Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne,
    7.500,00.-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacılara ödenmesine, karar verilmiş, hüküm davacı ve davalı tarafından temyiz edilmiştir.
    Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazminat isteğine ilişkindir.
    Mahkemece bozma ilamına uyulmuşsa da bozma gereği yerine getirilmemiştir.Şöyle ki;hükme esas alınan bilirkişi raporu hüküm kurmaya elverişli değildir. TMK’nın 1007. maddesine dayalı açılan tazminat davalarında taşınmaz değeri belirlenirken kamulaştırma davalarında kullanılan yöntem kullanılmakta olup,kamulaştırma bedelinin tespiti esaslarını düzenleyen 11. maddenin (g) bendi hükmüne göre; kamulaştırılacak taşınmazın arsa olarak kabulü halinde kamulaştırma (değerlendirme) gününden önceki özel amacı olmayan emsallerin satış değeri esas alınarak değerinin tespit edilmesi gerekir.
    Bu esaslara göre gerçekçi ve doğru sonuçlara ulaşılabilmesi için; emsal alınan taşınmazın satış tarihinin değerlendirme tarihinden önce ve değerlendirme tarihine yakın bulunması, dava konusu taşınmaza örnek teşkil edebilecek nitelikte, dava konusu taşınmaz ile aynı veya yakın semtlerde bulunması, topografik yapısı, manzarası, konumu, üzerinde yapılabilecek inşaat ve katlar için izin ve ruhsat sınırları, yüzölçümleri, imar uygulamasına konu edilmiş olup olmadıkları, sokak, cadde veya şehir alanlarına cepheleri ve mesafeleri gibi yönlerden benzer ya da yakın özelliklere sahip bulunması gereklidir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda 261 ada 9 parsel sayılı taşınmazın 22/03/2002 tarihli 173000,00.-TL bedelli satışının esas alındığı belirtilmişse de dosyaya getirtilen satış akit tablosundan satışın belediyenin şahsa satışı olduğu ancak ihale satışı olmadığı anlaşılmış olup, özel satış olduğu izlenimini vermektedir. Ayrıca; mahkemece emsal taşınmazın imar parseli olup olmadığı, emsal ve dava konusu taşınmazdan D.O.P kesilip kesilmediği araştırılmamış, taşınmazların emlak vergisine esas rayiç değerleri kıyaslanmamıştır.
    Bu nedenle, taraflara, dava konusu taşınmaz ile aynı bölgeden bulunamaması halinde yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer nitelikli ve yüzölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re"sen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınması, emsal alınan taşınmazlara ilişkin resmi satış akit tablolarının tapu müdürlüğünden getirtilmesi, emsal taşınmazlar ile çekişmeli taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri, ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporununda denetlenmesi, dava konusu taşınmazın değerlendirme tarihi, emsal alınan taşınmazın ise satışının yapıldığı tarih itibariyle imar düzenlemesi sonucu oluşmuş imar parselleri olup olmadıkları, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye başkanlığı imar ve tapu müdürlüklerinden sorulup,bilirkişi raporu denetlenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı ve davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 28/05/2019 günü oy bilriğiyle karar verildi.



    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi