8. Hukuk Dairesi 2011/4345 E. , 2011/5411 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Mal Rejiminin Tasfiyesi (esasen katılma alacağı)
... ile ... aralarındaki mal rejiminin tasfiyesi davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair ...5. Aile Mahkemesinden verilen 12.01.2011 gün ve 444/4 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay"ca incelenmesi davalı vekili duruşmasız olarak incelenmesi ise davacı vekili taraflarından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 25.10.2011 salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalı vekili Avukat ... ve karşı taraftan davacı vekili Avukat ...geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması inlendikten sonra uruşmaya son verilerek dosya incelendi gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı ... vekili, evlilik birliği içinde 1.1.2002 ile 16.9.2002 tarihleri arasındaki edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde davalıya ait taşınmazların kira gelirleri, ortağı olduğu şirket gelirleri, banka hesaplarındaki faizler kısaca kişisel mallarının gelirleri sebebiyle edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesine ve 75.000 TL"nin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, bozma sonrası 4.1.2001 tarihinde harcını yatırarak isteğini 325.462,46 TL. olarak ıslah etmiştir.
Davalı ... vekili, gerek asıl gerek ıslahla artırılan miktar yönünden bir yıllık zamanaşımının geçtiğini, bozmadan sonra ıslah yapılamayacağını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkeme ilk kararında, davanın bir yıllık zamanaşımı sebebiyle reddine karar vermiş, hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yüksek Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 5.2.2007 tarih 2006/9383 Esas 2007/1228 Karar sayılı ilamı ile katılma alacağında 10 yıllık zamanaşımının geçerli olduğu gerekçesi ile bozma sevk edilmiş, davacı vekilinin karar düzeltme isteği de aynı Dairenin 5.6.2007 tarih 8857/9438 Esas ve Karar sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda toplanan deliller değerlendirilmiş ve davanın kısmen kabulüne 295.462,46 TL"nin hüküm tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin isteğin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili ile davalı vekili taraflarından temyiz edilmiştir.
Taraflar, 8.4.1978 tarihinde evlenmiş, 16.9.2002 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 2.6.2004 tarihinde kesinleşmesi üzerine boşanmışlardır. Başka mal rejimi seçilmediğinden; taraflar arasında evlilik tarihinden 1.1.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 sayılı TKM.nin 170. m.), 1.1.2002 tarihinden mal rejiminin sona erdiği ve boşanma davasının açıldığı 1.5.2002 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (TMK. 202 ve 4722 s.Yürürlük K.m.10/1.m). Dava, 1.1.2002 tarihi ile 16.9.2002 tarihi arasında taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde davalının kişisel mallarının gelirleri ile ilgili açılmış katılma alacağına ilişkindir.
TMK.nun 178.maddesinde, “evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar” hükmüne yer verilmiş olup somut olayda, boşanma kararı 02.06.2004 tarihinde kesinleştiğine, görülmekte olan dava ise, bir yıllık zamanaşımı süresi geçirildikten sonra 25.8.2005 tarihinde açıldığına, davalı vekili süresinde sunduğu cevap dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunduğuna göre Daire uygulamalarımız doğrultusunda katılma alacağı davası bakımından bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği görülmektedir. Ancak mahkemece davanın bir yıllık zamanaşımı süresi geçtiği gerekçesi ile reddedilmesinden sonra davacı vekilinin temyizi üzerine Yüksek Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 5.2.2007 tarih 2006/9383 Esas 2007/1228 Karar sayılı ilamı ile katılma alacağı davalarında zamanaşımı konusunda 4721 sayılı TMK’nda hüküm bulunmadığı, Borçlar Kanununun 125.maddesi dikkate alınarak 10 yıllık zamanaşımının uygulanması, davalının zamanaşımı itirazının reddi ile davanın esasıyla ilgili delillerin toplanarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozma sevk edilmiş, davacı vekilinin karar düzeltme isteği de aynı Dairenin 5.6.2007 tarih 8857/9438 Esas ve Karar sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Mahkemece 19.9.2007 tarihli yargılama oturumunda bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş ve taraf delilleri toplanarak esasa ilişkin yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.
Vermiş olduğu bir hüküm Yargıtay tarafından bozulan ve Yargıtay’ın bu bozma kararına gerek iradi ve gerekse kanuni şekilde uymuş olan hukuk mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve hüküm vermek zorundadır. Mahkemece, uyulan bozma kararından dönerek direnme kararı verilemeyeceği gibi, hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan bölümleri hakkında da yeni bir hüküm kurulamaz. Bu müesseseye “usuli müktesep hak” veya “usule ilişkin kazanılmış hak” denir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’muzda anılan müesseseye ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Ne var ki, “usuli müktesep hak”, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay İnançları ile kabul edilmiş, usul hukukunun ana ilkelerinden olup kamu düzeni ile ilgilidir.
Açıkça bozmaya uyulmasına karar verilmesiyle, taraflardan birisi yararına usule ilişkin kazanılmış hak doğar. Bundan sonra mahkemenin yapacağı iş, bozma kararı uyarınca ve o doğrultuda işlem yapmak ve gerekli kararı vermekten ibarettir. Kural olarak, hakim ara kararından dönebilirse de, bozmaya uyulmasına ilişkin karar bunun istisnalarındandır. Farklı anlatımla; bozma kararına uyan mahkeme, bununla bağlıdır. İster aynı oturumda, ister daha sonraki oturumlarda olsun bundan dönerek eski hükmünde ısrar edemez. Hakim değişikliği olsa dahi, bozmaya uymaya ilişkin ara kararından dönülemez ve direnme kararı verilemez. Verilirse, bu bir direnme kararı değil yeni bir karar niteliğindedir. Yargıtay İçtihatları ile kabul edilmiş olan usuli müktesep hak müessesesinin, birçok hukuk kuralları gibi, özellikle kamu düzeni düşüncesi ile getirilmiş istisnaları vardır.
Bunlar; 1- Mahkemece, Yargıtay bozma kararına uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulanma imkanı bulunan yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı çıkması,2- Mahkemece bozmaya uyulmasından sonra, o konuda yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir kanun çıkması,
3- Bozmaya uyulmasından sonra, o konuda uygulanması gereken kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi ve iptal kararının yürürlüğe girmesi,
4- 04.02.1959 tarih 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı üzere, hükmüne uyulan bozma kararından sonra, görülmekte olan davalarda da uygulanması gerekli olan göreve ilişkin yeni bir yasal düzenlemenin yürürlüğe girmiş olması,
5- Maddi yanılgıya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olması gibi hususlardır (Y.H.G.K’nun 22.06.2005 gün ve 2005/20- 405- 403 sayılı ilamında da bu görüşler aynen benimsenmiştir).
Nasıl ki, usuli kazanılmış hak kuralı Yargıtay İnançları ile benimsenmişse, bu kuralın istisnaları da yine Yargıtay inançları ile benimsenmiştir. Yukarıda usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları sayılmış olmakla birlikte; konu, bu sayılanlar ile sınırlı değildir. Usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları saptanırken genel ilke kamu düzenidir. Bu nedenle kamu düzeninin gerektirdiği durumlarda, başkaca istisnalar da gündeme gelebilir.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı yanın temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı ve yerel mahkemenin bu karara uyması ile davacı yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Bu ilke, yukarıda da belirtildiği gibi, kamu düzeni ile ilgili olup Yargıtay’ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Usuli kazanılmış hakkın istisnaları da olayda bulunmadığına göre artık bu dosyada 4721 sayılı TMK’nun 178.maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresinin değil Borçlar Kanununun 125.maddesinde yazılı 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekmektedir. Davalı vekilinin bu hususa ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir.
Bozma sonrası ıslah yapılamayacağına ilişkin temyiz itirazlarına gelince; Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada alınan bilirkişi raporu sonrasında davacı vekili tarafından 75.000 TL. istek miktarı harcı da tamamlanarak 325.462,46 TL"ye yükseltilerek ıslah edilmiş, mahkemece bu miktarın 295.462,46 TL"si yönünden yazılı şekilde kabulüne karar verilmiştir. Uyuşmazlıkla doğrudan ilgisi bulunduğundan, 04.02.1948 gün ve 1944/10 Esas, 1948/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararından kısaca bahsetmek gerekir. Karar; “…Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen “ıslah”ın; HUMK’nun 84.maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay"ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına...” şeklindedir. Kısaca neticesi yukarıya alınmış olan İçtihadı Birleştirme Kararının şu iki temel saptamayı içerdiği görülmektedir: 1- Islah, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur. 2- Ne var ki, taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 84. maddesinde, ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla, 84. maddenin soyut iznine bakılarak, bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hallerde, işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir.
O halde, ıslahla ilgili kuralların, yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanması; bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur. Tüm bu açıklamalar karşısında mahkemece bozmadan sonra ıslah olmayacağı dikkate alınarak toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporları karşısında davanın açıldığı tarihte talep miktarı 75.000 TL. gözetilerek hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde ıslahla artırılan miktar değerlendirilerek hüküm kurulmuş olması doğru olmamıştır. Davalı vekilinin bu hususa ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Saptanan bu duruma göre mahkemece hükmedilen miktarın az olduğuna yönelik davacı vekilinin temyiz itirazlarının da incelenme imkanı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı görülen hükmün 6100 sayılı HMK"nun Geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine göre hükmedilen miktarın az olduğuna yönelen davacı vekilinin temyizi itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 825 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine
ve 4.406,40 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davalıya ve 18,40 TL peşin harcın da istek halinde davacıya iadelerine 25.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.