8. Hukuk Dairesi 2011/475 E. , 2011/4576 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali ve Tescil
... ile ... aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair ... Sulh Hukuk Mahkemesinden verilen 02.11.2010 gün ve 364/351 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davalı tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı vekili, 151 ada 14 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki evin bitişiğinde bulunan ve davacının dedesi ..."ndan bu tarafa kullanageldikleri yaklaşık 150 m2"lik yerin kadastro çalışmaları sırasında yanlışlıkla davalıya ait olan 151 ada 13 parsel sayılı taşınmaz içerisinde tescil gördüğünü, bu nedenle 151 ada 13 parsel içerisinde kalan yaklaşık 150 m2"lik alanın tapusunun iptali ile davacı adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir.
Davalı, kendine ait taşınmazın içerisinde davacıya ait bir yer olmadığını, bu yerin kendisine babasından ve dedesinden intikal ettiğini, davayı kabul etmediğini açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, davacı yararına kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesi ile davanın kabulüne, 151 ada 13 parsel sayılı taşınmaz içerisinde kalan, fen bilirkişisinin raporunda A harfi ile gösterilen 147,86 m2"lik yerin tapu kaydının iptali ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece, yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de; mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Uyuşmazlık konusu 151 ada 13 sayılı parsel 26.02.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 1 adet kargir ev, 1 adet ahşap ev, 3 adet ahşap samanlık, 2 adet ambar ve arsası niteliğiyle 2163,51 m2 yüzölçümlü olarak davalı ... adına tespit ve tescil edilmiş ve itirazsız olarak 25.04.2007 tarihinde kesinleşmiştir. 151 ada 14 sayılı parsel ise, aynı tarihte davacının babası ... mirasçıları olan ..., ...,...,...,...,...,...,...,...,...,...,... ve... adlarına iştirak halinde mülkiyet şeklinde tespit ve tescil edilmiş, itirazsız 25.04.2007 tarihinde kesinleşmiştir. Davacı, dava konusu taşınmazın kendisine paylaşım, hibe, satış vs. sonucu kaldığını ileri sürmediği gibi dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar; miras bırakanın ölümünden sonra tüm mirasçıların katılımı suretiyle yapılmış bir taksimden de söz etmemişlerdir. Aksine taşınmazın miras bırakanın ölümü üzerine davacıya kaldığını, son 5 yıldır davacının zilyetliğinde bulunduğunu açıklamışlardır. Şu halde gerek davacının, gerekse yapılan keşifte dinlenilen yerel bilirkişi ve tanıkların beyanlarına göre; miras bırakanın terekesi paylaşılmadığına göre,
murisin ölüm tarihine göre terekesi elbirliği mülkiyeti hükümlerine tabidir. TMK.nun 70 maddesinde; "Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti elbirliği mülkiyetidir" şeklinde tanımlanmıştır. Elbirliği mülkiyetinde mirasçıların tereke malları üzerinde belli payları olmayıp hakları taşınmazın tamamı üzerine yayılmış olup terekenin tamamını kapsar. Aynı kanunun 702. maddesinde topluluk devam ettiği sürece tasarrufi işlemlerde tüm ortakların oybirliği ile karar vermeleri gerektiği belirtilmiştir. Dava açmakta tasarrufi bir işlem olduğuna göre, mirasçılardan birisinin kendi payını ileri sürerek dava açması mümkün değildir. Başka bir anlatımla, bir mirasçının elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi bulunmamaktadır. Mirasçılardan birisinin kendi payı hakkında açtığı dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da dava açılmadığından terekeye temsilci tayini suretiyle (TMK.640.mad) veya diğer mirasçıların olurlarının alınması suretiyle de davaya devam edilemez. Mirasçılar arasında terekedeki hak ve borçları kapsayan ortaklık söz konusudur, mirasçılar terekeye elbirliği ile sahip olurlar ve bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler. Bir mirasçının taşınmaz üzerinde sürdürdüğü zilyetlik elbirliği mülkiyeti hükümlerine göre murisin diğer mirasçıları adına da sürdürülmüş sayılır.
Yukarıda açıklanan kanun hükümleri uyarınca, davacının terekeye dahil bir mal için üçüncü kişiye karşı tek başına dava açma sıfat ve yetkisi bulunmadığından davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken bu husus gözden kaçırılarak işin esasına girilmek suretiyle yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.
Davalının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile yerel mahkeme hükmünün açıklanan nedenlerle ve HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 17,15 TL peşin harcın istek halinde davalıya iadesine 26.09.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.