Esas No: 2011/1705
Karar No: 2011/7209
Karar Tarihi: 16.12.2011
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2011/1705 Esas 2011/7209 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil
... ile ... ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair ...1.Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 05.10.2009 gün ve 251/397 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı ... vekili; 863 parsel sayılı taşınmazın 3500 m2 civarındaki kısmını ... ve ..."dan 11.03.1974 tarihli köy satış senediyle vekil edeninin satın ve zilyetliğini devraldığını, senet borçlularının yıllarca tapuda ferağ vermekten kaçındıklarını, haricen yaptıkları araştırmaya göre, satıcı ve tapu maliklerinden ... ..."nın 26.04.1988, ... ..."nın 1969, ..."nın 1960, ..."un 1988, ......"nın ise 1971 yılında öldüğünü öğrendiklerini, tapu maliklerinin büyük bir bölümünün ölü olup, mirasçılarının bu güne kadar tapuda intikal yaptırmadıklarını, taşınmazın 34 yıldır iyi niyetle ve malik sıfatıyla vekil edeninin zilyetliğinde olduğunu TMK.nun 713 maddesi uyarınca 863 sayılı parselde ..., ..., ..., ..., ...ve ... ile ..."a ait paylara ilişkin tapunun iptaliyle vekil edeni adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı ... vekili, vekil edeninin annesi ve tapu maliklerinden olan ..."un 04.08.1988 tarihinde öldüğünü, davanın açıldığı 14.05.2008 tarihi itibariyle 20 yıllık kazanma süresinin dolmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Davalılar ... ve ... ... vekili, 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğunu, tapulu taşınmazların haricen satışının geçersiz olduğunu,vekil edenlerinin her ikisinin de sağ olup, TMK.nun 713/2. madde koşullarının oluşmadığını, davacının dava konusu taşınmazı yarıcılık usulüne göre ekip biçtiğini ve malik sıfatıyla zilyet olmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Diğer davalılar, yargılama oturumlarına katılmadıkları gibi, davaya bir cevap da vermemişlerdir.
Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile yalnızca ... ..."nın payını 11.03.1974 tarihli senetle davacıya satmış olduğu kabul edilerek, 863 parselde ... ... adına kayıtlı bulunan 1/14 payın iptaliyle davacı adına tapuya tesciline ve diğer
davalılar hakkında açılan davanın TMK.nun 713/2 ve TMK.nun 76. maddeleri gereğince ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine, karar verilmesi üzerine; hükmün redde ilişkin bölümü davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Kural olarak, tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak, kanunun açıkça izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu takdirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerden biri de TMK.nun 713/2. maddesindeki düzenlemelerdir. Anılan maddede, “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş, ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” denilmiştir.
Davada; davacı vekili kayıt maliklerinin 14.05.2008 olan dava tarihinden 20 yıl önce öldüğünü ve tapu maliklerinin mirasçılarının, ölüm tarihlerinden sonra 20 yıllık süre içinde intikal yaptırmadıklarını açıklayarak istekte bulunmuştur. Dilekçe kapsamına göre; davada TMK nun 713/2. maddesinde düzenlenen nedenlerden “ölüm” sebebine dayanıldığı hususunda duraksamamak gerekir. Dava, TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan ölüm nedeniyle tapu kütüğünün hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır:
“Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Somut olayda; Mahkemece, TMK.nun 76. maddesi hükmü uyarınca ileri sürülen sebep gözönünde tutularak uygulanacak kanun maddesinin hakimce belirlenip uygulanacağı ve TMK.nun 713/2. madde koşullarının oluşmadığı görüşünden hareketle davanın kısmen reddine karar verilmiş ise de, yapılan araştırma ve inceleme karar vermeye yeterli değildir.
Öncelikle; 1086 sayılı HUMK.nun 74, 75 ve 76. ( 6100 sayılı HMK.nun sırasıyla 26., 25. ve 33.) maddeleri uyarınca hakim, tarafların hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp, Türk Kanunlarını re"sen uygulamakla yükümlüdür. Hâkimin tarafların bildirdikleri vakıalar ile bağlı olması bu kurala aykırı değildir. Çünkü tarafların bildirdikleri vakıalara uygulanacak hukuk kaidesini bulmak ve uygulamak tamamen Hâkimin işidir.
Mahkemece; karar gerekçesinde, TMK.nun 76. maddesi hükmüne atıfla hüküm kurulmuş ise de, "Derneklerin, Toplantısız veya çağrısız alınan kararları"yla ilgili olan bu maddenin dava konusu ile her hangi bir ilgisi olmadığından bu maddeye atıfla gerekçe oluşturulmuş olması doğru görülmemiştir.
Dava konusu 863 parsele ait tapu kaydından; 10.09.1955 tarihinde "Tapulama" yoluyla ... ..., ... ..., ..., ..., ......, ... ... ve ... ... adına 1/14"er pay oranında adlarına kayıtlı bulunduğu ve bu payların her hangi bir intikal görmediği anlaşılmaktadır.
Dosya kapsamındaki Nüfus kayıtları, mirasçılık belgeleri ve beyanlarından; tapu maliklerinden ... ... kızı ... ... ile ... ... oğlu ... ..."nın halen sağ oldukları anlaşılmaktadır.
Ancak; tapu maliki ... oğlu ... ... ile ilgili ... oğlu ... ..."ya tapu maliki ... oğlu ... ile ilgili Ahmet Muhtar ..."ya tapu maliki ... kızı ... ile ilgili, ... kızı ..."a, tapu maliki ... kızı ...... ile ilgili, ... kızı ......"ya ve tapu maliki ... kızı ... ... ile ilgili, ... kızı ... Yazman"a ait mirasçılık belgelerinin alınarak taraf teşkilinin tamamlandığı, bu şekilde dava şartının yerine getirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır.Bu tapu maliklerinin ölü oldukları iddia edildiğinden, mirasçılık belgeleri ve nüfus kayıtları dosya arasına konulmuş ise de, tapu maliklerinin tapu kayıtlarındaki adları, soy adları ve baba adları ile mirasçılık belgeleri ve nüfus kayıtlarındaki bilgiler birbirini tutmamakta ve yukarıda belirtildiği üzere çelişkiler bulunmaktadır.
Dava koşulunun usulüne uygun olarak tamamlanabilmesi açısından öncelikle bu çelişkilerin giderilmesi gerekir.
Mahkemece; davacı tarafa tapu kayıtlarındaki ad, soyad ve baba adlarıyla ilgili tashih davası açmak üzere süre ve imkan verilmesi, gerekli düzeltmeler yapılıp kesinleştikten sonra, ölü olan tapu malikleriyle ilgili tüm mirasçılarını gösteren hasımlı (Hazine hasım gösterilecek) mirasçılık belgelerinin davacı taraftan istenmesi, daha sonra tapu kayıt maliklerinin doğru olarak belirlenen tüm mirasçılarının usulüne uygun olarak davaya katılmalarının sağlanması ve ondan sonra tarafların toplanacak tüm delilleri ile birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme sonucu dava şartı tam ve doğru olarak yerine getirilmeden hüküm kurulmuş bulunması usul ve yasaya aykırıdır.
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün redde ilişkin bölümünün açıklanan nedenlerle ve 6100 sayılı HMK.nun geçici 3.maddesi yollamasıyla HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA ve 15.60 TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 16.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.