14. Hukuk Dairesi 2013/1188 E. , 2013/2945 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 15.01.2010 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil olmadığı taktirde tazminat istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 02.05.2012 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademede ise tazminat isteğine ilişkindir.
Davalılar, davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın tapu iptali ve tescil istemine yönelik olarak kanıtlanamadığından tazminata yönelik olarak ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacılar vekili ve davalılar vekili ayrı ayrı temyiz etmişlerdir.
1-Yapılan yargılamaya, toplanan deliller ve dosya içeriğine göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2- Davacılar vekilinin tazminata ilişkin temyiz itirazlarına gelince;inançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; davacılar vekili, 676 parsel sayılı taşınmazın 1990 yılında davacı ..."ın babasının maddi katkısı ile alındığını, tapu kaydının davalı ..."ın üzerine yapıldığını, birlikte bir katlı bina inşaa ettiklerini, anılan davalının 1996 tarihinde evi terketmesiyle oğlu davacı ..."ın çalışarak ikinci ve üçüncü katı tamamladığını, davalının muvazaalı olarak diğer davalı ..."ya satış göstererek
taşınmazı tapuda devrettiğini ileri sürerek davalıların danışıklı olarak yolsuz tescile konu ettikleri arsa üzerindeki binanın ilk katının 1/4"er hisseden yarısının, ikinci ve üçüncü katının tamamının iyiniyetli malzeme sahibi olarak davacılar tarafından yapıldığının tespiti ile tapu kaydının iptaline, MK .724 maddesi gereği arsanın gerekirse ifraz suretiyle yeterli bir kısmının mülkiyetinin davacılar adına tesciline, olmadığı takdirde talep edilen bina bedelinin davacılara bugünkü değeri üzerinden tazminat olarak ödenmesine karar verilmesini istemiştir. Dava konusu 676 parsel 1456,2 m2 olarak bahçeli ahşap ev ve samanlık vasfıyla ... adına satış yoluyla 21.05.2009 tarihinde tescil edilmiş, eldeki dava 15.01.2010 tarihinde açılmıştır.
Zamanaşımı, kanunda belirtilmiş olan süresi içinde talep ve dava edilmemiş olan alacakların özüne dokunmamakla beraber “dava edilebilme vasfını kaybetmesi” sonucunu doğuran bir süre geçimidir. Hak düşürücü süreden farklı olarak, zamanaşımında borç sona ermemekte ve fakat dava edilebilme olanağı kalmamaktadır. Diğer taraftan, hak düşürücü sürenin varlığını hakimin kendiliğinden (re’sen) gözetmesi gerekirken, zamanaşımının varlığı def’i olarak ileri sürülürse dikkate alınabilir (BK m.140). Dolayısıyla, zamanaşımı borçluya sadece bir def’i hakkı verir. Buna da zamanaşımı def’i denilmektedir.
Mahkemece, tazminata yönelik davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de burada önemli olan zamanaşımı süresinin başlangıç tarihinin tespitidir. Gerçekten, Borçlar Kanununun 128.maddesi uyarınca zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Bu süre, mahkemece kabul edildiğinin aksine sözleşmenin yapıldığı tarih değil, alacağın muaccel hale geldiği tarihtir. Dairemiz uygulamasına göre de şahsi hak sahibi davacı, karşı tarafın ferağ talebinin reddini bildirmediği, başka bir deyişle iradi ferağ umudunu taşıdığı sürece zamanaşımı başlamaz. Davacı ferağ umudunu davanın açıldığı tarihte yitirmiş olacağından zamanaşımının geçirildiğinin kabulüne olanak yoktur.
Bu durumda mahkemece çekişmenin esası yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda incelenerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, davanın zamanaşımının geçtiğinden bahisle reddi doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.
3- Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarına gelince; mahkeme kararı ve davacının temyiz dilekçesi hükmü temyiz edene usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş olup, 15 günlük yasal süre geçirildikten sonra temyiz isteminde bulunulmuştur.
HUMK"nun 432/4. maddesi ve 1.6.1990 tarihli ve 3/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince süresi geçirilen temyiz isteminin reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bent uyarınca davacılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bent uyarınca davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (3) numaralı bent uyarınca, süresinde olmayan temyiz isteminin REDDİNE, davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin harcın istek halinde davacı tarafa iadesine 28.02.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.