Abaküs Yazılım
13. Daire
Esas No: 2020/3452
Karar No: 2021/968
Karar Tarihi: 17.03.2021

Danıştay 13. Daire 2020/3452 Esas 2021/968 Karar Sayılı İlamı

T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2020/3452
Karar No:2021/968

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : … Yayıncılık ve Ticaret A.Ş.
VEKİLİ : Av. …

KARŞI TARAF (DAVALI) : … Üst Kurulu
VEKİLİ : Av. …

İSTEMİN_KONUSU : … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesi'nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem : Davacı şirkete ait "…'' logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 21/04/2017 tarihinde yayınlanan “…” adlı programda, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 8. maddesinin 2. fıkrasında yer alan yayın ilkesinin ihlâl edildiğinden bahisle aynı Kanun'un 32. maddesinin 2. fıkrası uyarınca 37.190,00-TL idarî para cezası verilmesine ilişkin Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (Üst Kurul) … tarih ve … sayılı toplantısında alınan 9 no.lu kararının iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ... İdare Mahkemesi'nce verilen … tarih ve E:…, K:… sayılı kararda; uyuşmazlığa konu yayında, Şanlıurfa'da 3 Suriyeli işçi tarafından bir çocuğa yönelik yapılan davranışlara yer verildiği, görüntülerde 9 yaşındaki çocuğun ağlamalarının, işçilerin havaya kaldırırken, havada çevirirken ve sopalarla vurur gibi yapıp korkuturken çocuğun yalvarışlarının, çığlıklarının ekrana getirildiği, çocuğun ve işçilerin yüzlerinin flulaştırıldığı, ancak çocuğun çığlık ve yalvarışlarına kapatma uygulanmadığı, sonuç olarak haberin çocukların ve gençlerin izleyebileceği korumalı zaman diliminde yayınlanmasının çocukların fiziksel ve ruhsal gelişimine zarar verebileceğinden bahisle davacı şirket hakkında 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 2. fıkrasının ihlâli nedeniyle Üst Kurul'un … tarih ve … sayılı kararı ile “uyarı” yaptırımı uygulandığı; bu işlemin iptali istemiyle açılan davada, … İdare Mahkemesi'nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla, "690 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin dava konusu işlemin dayanağı olan 6112 sayılı Kanun’da değişikliğe yol açan hükümlerinin Resmî Gazete’de yayım tarihi olan 29/04/2017 tarihinde yürürlüğe girdiği ve işlem tarihi olan 31/05/2017 tarihinde 6112 sayılı Kanun'un değişen hükümlerinin yürürlükte olduğu, bu nedenle işlemin yeni hükümlere tabi olduğu, bu durumda, anılan Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen değişiklikle, 6112 sayılı Kanun'un 32. maddesinin 2. fıkrası ile, 8. maddesinin 2. fıkrasının ihlâline 29/04/2017 tarihinden itibaren idarî para cezası uygulanması öngörüldüğünden, 31/05/2017 tarihinde alınan dava konusu kararla Kanun'un 32. maddesinin 2. fıkrası gerekçe gösterilerek “uyarı” yaptırımı uygulanmasında hukuka uygunluk bulunmadığı" gerekçesiyle söz konusu işlemin iptaline karar verildiği; anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusunun reddi üzerine davalı idare tarafından, ihlâlin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlâlin tespit edildiği tarih itibarıyla davacı yayın kuruluşunun Mart 2017 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 3.719.004,46-TL olduğu değerlendirilerek, yüzde bir (%1) oranında (37.190,00 TL) idarî para cezası uygulanmasına karar verildiği, bu kararın iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı; çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlâkî gelişimine zarar verebilecek türde içerik taşıyan program ve yayınların, çocuk ve gençlerin ilgili programı izleyebileceği zaman dilimlerinde ve koruyucu sembol kullanılması suretiyle dahi yayınlanamayacağı ve bu düzenlemeye uymayanlara Kanun'da belirlenen yaptırımların uygulanacağı, uyuşmazlığın teknik ve özel bilgi gerektirmesi nedeniyle Mahkemenin 27/03/2019 tarihli ara kararıyla, yaptırıma konu görüntülerin çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlâkî gelişimine zarar verecek türde olup olmadığının, diğer bir ifadeyle, 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 2. fıkrasına aykırılık teşkil edip etmediğinin belirlenmesi amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmesi üzerine hazırlanan bilirkişi raporunda özetle; "dava konusu yayında, şiddet görüntülerinin şiddete maruz kalan çocuğun yüzü flulaştırılsa da tehdit ve yalvarma sesleri gibi şiddete ilişkin diğer ipuçlarına yönelik herhangi bir önlem alınmaksızın ve “akıllı işaret sistemi” kullanılmaksızın sunulduğu" tespitlerine yer verildiği, anılan raporun hükme esas alınabilecek nitelikte görüldüğü, bu durumda, bilirkişi raporu ile dosyadaki diğer tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde, yaptırıma konu yayının, çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlâkî gelişimini zedeleyecek nitelikte olduğu, bu itibarla, 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 2. fıkrasında yer alan yayın ilkesinin ihlâl edildiği sonucuna varılmıştır.
Belirtilen gerekçelerle, dava konusu işlem hukuka uygun bulunarak davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi ... İdarî Dava Dairesi'nce; istinaf başvurusuna konu İdare Mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğu ve davacı tarafından ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği belirtilerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 45. maddesi uyarınca istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Dava konusu idarî para cezasının yayın tarihinde yürürlükte bulunmayan bir hükme göre tesis edildiği, idarî para cezasının dayanağı olan 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin 2. fıkrasındaki değişikliğin 29/04/2017 tarihinde yapıldığı, uyuşmazlığa konu yayının ise 21/04/2017 tarihinde yapıldığı, dolayısıyla 21/04/2017 tarihli yayın için 29/04/2017 tarihli Kanun değişikliği esas alınarak yaptırım uygulanmasının mümkün olmadığı, yaptırıma konu yayın tarihinde yürürlükte bulunan kuralda idarî para cezası verilebilmesi için önce "uyarı" yaptırımı uygulanması gerektiği, oysa öncesinde haklarında aynı ihlâlden dolayı verilmiş herhangi bir "uyarı" yaptırımı bulunmadığı, böylece tekerrür koşulu oluşmadığı hâlde doğrudan idarî para cezası verildiği, yaptırıma konu yayının hiçbir yayın ilkesini ihlâl etmediği, söz konusu programda herhangi bir işkence görüntüsünün yayınlanmadığı, bahse konu yayının amacının çocukları ve gençleri bilinçlendirmek ve dikkatli davranmalarını sağlamak olduğu, hükme esas alınan bilirkişi raporunun sadece teknik veriler içerdiği, rapora itirazlarının dikkate alınmadığı, temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararının gerekçesiz olduğu, haklarında tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Temyiz isteminin reddi ile Bölge İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ … DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü ile Bölge İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY :
Davacı şirkete ait “…” logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 21/04/2017 tarihinde saat 17:30'da yayınlanmaya başlayan “…” adlı programda, Şanlıurfa'da 3 Suriyeli işçi tarafından bir çocuğa yönelik yapılan davranışlara yer verildiği; görüntülerde 9 yaşındaki çocuğun ağlamalarının, işçilerin havaya kaldırırken, havada çevirirken ve sopalarla vurur gibi yapıp korkuturken çocuğun yalvarışlarının, çığlıklarının ekrana getirildiği; çocuğun ve işçilerin yüzlerinin flulaştırıldığı, ancak çocuğun çığlık ve yalvarışlarına kapatma uygulanmadığı; sonuç olarak, haberin çocukların ve gençlerin izleyebileceği korumalı zaman diliminde yayınlanmasının çocukların fiziksel ve ruhsal gelişimine zarar verebileceğinden bahisle, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 8. maddesinin 2. fıkrasının ihlâli nedeniyle Üst Kurul’un … tarih ve … sayılı kararı ile davacı şirket hakkında “uyarı” yaptırımı uygulanmasına karar verilmiştir.
Bu karar üzerine, davacı şirket tarafından, anılan Üst Kurul kararının iptali istemiyle ... İdare Mahkemesi’nin E:… sayılı esasına kayıtlı dosyasıyla dava açılmış, adı geçen Mahkemenin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla, "690 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin dava konusu işlemin dayanağı olan 6112 sayılı Kanun’da değişikliğe yol açan hükümlerinin Resmî Gazete’de yayım tarihi olan 29/04/2017 tarihinde yürürlüğe girdiği ve işlem tarihi olan 31/05/2017 tarihinde 6112 sayılı Kanun'un değişen hükümlerinin yürürlükte olduğu, bu nedenle işlemin yeni hükümlere tabi olduğu, bu durumda, anılan Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen değişiklikle, 6112 sayılı Kanun'un 32. maddesinin 2. fıkrası ile, 8. maddesinin 2. fıkrasının ihlâline 29/04/2017 tarihinden itibaren idarî para cezası uygulanması öngörüldüğünden, 31/05/2017 tarihinde alınan dava konusu kararla Kanun'un 32. maddesinin 2. fıkrası gerekçe gösterilerek “uyarı” yaptırımı uygulanmasında hukuka uygunluk bulunmadığı" gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Anılan karara karşı yapılan istinaf başvurusu da … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla reddedilmiş ve söz konusu karar bu şekliyle kesinleşmiştir.
Davacı şirket hakkında tesis edilen “uyarı” yaptırımına konu Üst Kurul kararının iptaline karar verilmesi ve bu karara karşı davalı idare tarafından yapılan istinaf başvurusunun da reddedilmesi üzerine, Üst Kurul’un 12/12/2018 tarih ve 2018/50 sayılı toplantısında alınan 9 no.lu dava konusu kararıyla, söz konusu Mahkeme kararının uygulanması kapsamında, davacı şirkete, 6112 sayılı Kanun’un 690 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 32. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, ihlâlin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlâlin tespit edildiği tarih itibarıyla kuruluşun Mart 2017 ayına ait ticari iletişim gelir beyanının 3.719.004,46-TL olduğu değerlendirilerek, yüzde bir (%1) oranında (37.190,00-TL) idarî para cezası uygulanmasına karar verilmiştir.
Bunun üzerine anılan Üst Kurul kararının iptali istemiyle bakılan dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasa’nın "Temel Haklar ve Ödevler" başlıklı ikinci kısmının "Kişinin Hakları ve Ödevleri" başlıklı ikinci bölümünde yer alan "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesinde, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."; "Suç ve cezalara ilişkin esaslar" başlıklı 38. maddesinin 1. fıkrasında, "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez." kuralına; üçüncü kısmının "Yargı" başlıklı üçüncü bölümünde yer alan 138. maddesinin 4. fıkrasında, "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." kuralına yer verilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" başlıklı 28. maddesinde, idarenin, Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemeyeceği kurala bağlanmıştır.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun "Zaman bakımından uygulama" başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, "26/09/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümleri kabahatler bakımından da uygulanır. Ancak, kabahatler karşılığında öngörülen idarî yaptırımlara ilişkin kararların yerine getirilmesi bakımından derhal uygulama kuralı geçerlidir."; 2. fıkrasında, "Kabahat, failin icraî veya ihmali davranışı gerçekleştirdiği zaman işlenmiş sayılır. Neticenin oluştuğu zaman, bu bakımdan dikkate alınmaz." kuralı yer almıştır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulamayı düzenleyen 7. maddesinin 1. fıkrasında, "İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar."; 2. fıkrasında, "Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur." kuralı bulunmaktadır.
5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 9. maddesinin 3. fıkrasında, “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.” kuralına yer verilmiştir.
Uyuşmazlığa konu yayının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan hâliyle 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un “Yayın hizmeti ilkeleri” başlıklı 8. maddesinin 2. fıkrasında, “Radyo ve televizyon yayın hizmetlerinde, çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlakî gelişimine zarar verebilecek türde içerik taşıyan programlar, bunların izleyebileceği zaman dilimlerinde ve koruyucu sembol kullanılmadan yayınlanamaz.”; 32. maddesinin 2. fıkrasında, “8'inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcıları uyarılır. Uyarının ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlâlin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlâlin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlâlin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz.” kuralına yer verilmiştir.
29/04/2017 tarih ve 30052 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 690 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 60. maddesiyle 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 2. fıkrası, “Radyo ve televizyon yayın hizmetlerinde, çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlakî gelişimine zarar verebilecek türde içerik taşıyan programlar, bunların izleyebileceği zaman dilimlerinde ve koruyucu sembol kullanılsa dahi yayınlanamaz.” şeklinde değiştirilmiş, daha sonra bu kural 01/02/2018 tarih ve 7077 sayılı Kanun'un 50. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Anılan Kanun Hükmünde Kararname’nin 61. maddesiyle de 6112 sayılı Kanun'un 32. maddenin 2. fıkrası, “8'inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan ve/veya bu Kanun hükümleri kapsamında Üst Kurul tarafından belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen medya hizmet sağlayıcıya ihlâlin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlâlin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden yüzde üçüne kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz.” şeklinde değiştirilmiş, daha sonra bu kural 01/02/2018 tarihli ve 7077 sayılı Kanun'un 51. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Temyize konu Mahkeme kararında, uyuşmazlığın esasına yönelik yapılan değerlendirmede hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Zira, yaptırıma konu yayının, çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlâkî gelişimini zedeleyecek nitelikte olduğu, bu itibarla, 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 2. fıkrasında yer alan yayın ilkesinin ihlâl edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim, aynı yayına yönelik olarak verilen Dairemizin 09/01/2020 tarih ve E:2019/4448, K:2020/81 sayılı; 09/01/2020 tarih ve E:2018/4106, K:2020/82 sayılı ve 09/01/2020 tarih ve E:2019/4016, K:2020/83 sayılı kararları da bu yöndedir.
Ancak, söz konusu ihlâl nedeniyle davacı şirket hakkında uygulanan yaptırımın türünün (uyarı/idarî para cezası) hukuka uygunluğunun da değerlendirilmesi gerekmektedir.
6112 sayılı Kanun'un ihlâle konu yayının yapıldığı tarihte yürürlükte olan hâlinde, çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlakî gelişimine zarar verebilecek türde içerik taşıyan programların, bunların izleyebileceği zaman dilimlerinde ve koruyucu sembol kullanılmadan yayınlanması hâlinde medya hizmet sağlayıcılarının uyarılacağı, uyarının ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlâlin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlâlin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlâlin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idarî para cezası verileceği kurala bağlanmış iken ihtilafa konu yayın tarihinden sonra bu kurallarda değişikliğe gidilmiş ve Üst Kurul'un uyarı cezasına ilişkin karar tarihindeki hâlinde, çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlakî gelişimine zarar verebilecek türde içerik taşıyan programların, bunların izleyebileceği zaman dilimlerinde, koruyucu sembol kullanılarak yayınlansa dahi medya hizmet sağlayıcıya ihlâlin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlâlin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden yüzde üçüne kadar idarî para cezası verileceği kurala bağlanmıştır.
6112 sayılı Kanun'un 32. maddesinin 2. fıkrasının ihlâle konu yayının yapıldığı tarihteki hâlinde, anılan Kanun'un 8. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcılarının önce uyarılacağı, ihlâlin tekrarı hâlinde ise idarî para cezası verileceği kurala bağlanmış iken söz konusu kuralın, davacı hakkında idarî yaptırım kararının alındığı tarihteki değişik hâlinde, anılan yayın ilkesinin ihlâli durumunda doğrudan idarî para cezası verileceği öngörülmüştür.
Dosya incelendiğinde, davacı yayın kuruluşunun, ihlâle konu 21/04/2017 tarihli yayını nedeniyle Üst Kurul'un 31/05/2017 tarihli kararıyla "uyarılmasına" karar verildiği, anılan karara karşı açılan davada, İdare Mahkemesince "fiil tarihindeki mevzuatın değil, işlem tarihindeki mevzuatın uygulanması gerektiğinden" bahisle "uyarı" cezasının iptaline karar verildiği; bu karara karşı davalı idarece yapılan istinaf başvurusunun Bölge İdare Mahkemesi'nce reddedilmesi sonucu anılan kararın temyiz edilmeyerek kesinleştiği; bunun üzerine Üst Kurul tarafından, yargı kararının gereklerinin 2577 sayılı Kanun'un 28. maddesi uyarınca yerine getirilmesi kapsamında, davacıya bu kez, Mahkeme kararıyla iptal edilen "uyarı" yaptırımı yerine eyleminin karşılığı olarak doğrudan idarî para cezası verildiği, söz konusu idarî para cezasının iptali istemiyle de bakılan davanın açıldığı görülmektedir.
Bu bağlamda, 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 2. fıkrasının ihlâli hâlinde uygulanacak olan yaptırımın, ihlâle konu yayının yapıldığı tarihteki mevzuatta öngörülen yaptırım (uyarı) mı yoksa idarî işlemin tesis edildiği tarihteki mevzuatta öngörülen yaptırım (idarî para cezası) mı olacağı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Kabahatler Kanunu’nun 5. maddesinin Türk Ceza Kanunu’na yapmış olduğu atıf sebebiyle, idarî yaptırımların zaman bakımından uygulanması meselesini çözümleyebilmek için öncelikle Anayasa’nın 38. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’nun zaman bakımından uygulama hükümlerinin incelenmesi gerekir. Zira, Anayasa’nın 38. maddesi ile Ceza Kanunu’nun 7. maddesi, idarî yaptırımların zaman bakımından uygulanmasının dayanağını oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 38. maddesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesine göre, kural olarak fiilin işlendiği tarihte yürürlükte olan kanunun uygulanması gerekir. Ancak Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin 2. fıkrasında yer alan hükme göre, suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri arasında bir farklılık bulunması hâlinde, failin lehine olan kanunun uygulanması gerekmektedir.
Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinde açıkça ifade edilen bu ilkeye, Anayasa’nın 38. maddesinde, “Kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” şeklinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 7. maddesinde de, “Hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilmez.” şeklinde yer verilmiştir. Görüldüğü üzere gerek Anayasa gerek AİHS tarafından, suçun işlendiği zaman yürürlükte olan kanunda öngörülen cezadan daha ağır bir cezaya hükmedilmesi yasaklanmıştır.
Geçmişe yürüme yasağı gereğince, hiç kimse işlendiği tarihte suç olarak kabul edilmeyen bir fiilden dolayı cezalandırılamayacağı gibi, fiilin işlendiği tarihte öngörülen cezadan daha ağır bir ceza ile de cezalandırılamaz.
Geçmişe etkili olarak ceza verilememesi ve yaptırım uygulanamaması ilkesi, bir ceza veya yaptırımın sonraki bir mevzuat değişikliği ile ağırlaştırılması durumunda da geçerlidir. Buna göre, yaptırımı ağırlaştıran kuralın yürürlüğe girmesinden önce işlenmiş fiiller için sonraki kural değil, fiilin işlendiği tarihte yürürlükte olan kural uygulanır.
Bir fiile uygulanacak olan yaptırım kuralının hangisi olduğunu belirleyebilmek için ise, fiilin işlendiği zamanın tespit edilmesi gerekmektedir. Zira önceki-sonraki kanun, lehe-aleyhe kanun nitelemesi fiilin işlendiği zaman esas alınarak yapılır.
Kabahatler Kanunu’nda, kabahatin, failin icraî veya ihmâli davranışı gerçekleştirdiği zaman işlenmiş sayılacağı, neticenin oluştuğu zamanın bu bakımdan dikkate alınmayacağı açıkça belirtilmiştir. Buna göre, yaptırım gerektiren fiil, icraî bir davranış ile işleniyorsa icraî davranışın yapıldığı anda; ihmâli bir davranış ile işleniyorsa ihmâlin gerçekleşmesi anında işlenmiş sayılacaktır. Fiilin işlendiği zamanın tespiti açısından neticenin oluştuğu zamanın herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
5252 sayılı Kanun'da, lehe olan hükmün tespitinin, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirleneceği belirtilmiştir. Dolayısıyla hangi kanunun failin lehine olduğunu tespit edebilmek için, her iki kanunun hükümlerinin birbirine karıştırılmadan somut olaya uygulanması gerekecek ve ortaya çıkan sonuçlara göre de lehe hüküm tespit edilecektir.
Bu çerçevede, yaptırım gerektiren bir fiilin işlenmesi ile hükmün kesinleşmesi arasındaki süreçte, o fiile ilişkin bir mevzuat değişikliği olursa ve sonraki değişiklik kişinin lehine ise bu değişiklik kişiye uygulanır; aleyhine ise sonraki değişiklik değil, önceki kural uygulanır. Yani önceki ve sonraki kuraldan hangisi kişinin lehine ise o kural uygulanır.
6112 sayılı Kanun'da, çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlakî gelişimine zarar verebilecek türde içerik taşıdığı ileri sürülen uyuşmazlığa konu programın yayınlandığı tarihte, anılan yayın ilkesinin ihlâli hâlinde yayın kuruluşunun önce uyarılacağı, aynı yayın ilkesinin tekrarı hâlinde ise bu kez idarî para cezası verileceği belirtilmiş, ancak, söz konusu yayın tarihinden sonra yapılan mevzuat değişikliği ile, anılan yayın ilkesinin ihlâli hâlinde bu kez doğrudan idarî para cezası verileceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 38. maddesinde de açıkça ifade edildiği üzere, hiç kimseye, suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. İhlâle konu yayının yapıldığı tarihte yürürlükte olan kuralda yayın kuruluşunun önce uyarılacağı belirtildiğinden ve "idarî para cezası" ise "uyarı" cezasından daha ağır bir yaptırım olduğundan, yayın tarihindeki mevzuatın uygulanması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
Bu kapsamda, her ne kadar davacı şirket hakkında ihlâle konu yayın nedeniyle tesis edilen "uyarı" yaptırımı, Mahkemece "fiil tarihindeki mevzuatın değil, işlem tarihindeki mevzuatın uygulanması gerektiğinden" bahisle iptal edilmiş, bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu da Bölge İdare Mahkemesi'nce reddedilerek kesinleşmiş ise de, "uyarı" yaptırımının belirtilen gerekçeyle iptaline yönelik Mahkeme kararının Anayasa'nın 38. maddesi, Türk Ceza Kanunu'nun 7. maddesi ve Kabahatler Kanunu'nun 5. maddesine aykırı olarak verildiği, söz konusu kararın AİHM, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay'ın müstakar içtihatlarına aykırı olduğu açıktır.
Açıkça hukuka aykırı olarak verilen ve bu hâliyle kesinleşen mahkeme kararına dayanılarak tesis edilen dava konusu idarî para cezası işleminin denetiminde, işlemin dayanağı olan ve kesin hüküm hâlini alan bu hukuka aykırı mahkeme kararının yargı mercileri açısından bağlayıcı olup olmayacağı, sırf mahkeme kararının uygulandığından bahisle idarî para cezası işleminin denetimsiz bırakılıp bırakılmayacağı hususuna gelince;
Her ne kadar doğru mevzuat uygulanmak suretiyle davacı yayın kuruluşuna verilen “uyarı” yaptırımı, mahkemenin Anayasa'ya, kanunlara ve yargı içtihatlarına açıkça aykırı bir gerekçesiyle iptal edilmiş ve bu iptal kararı istinaf kanun yoluyla birlikte kesinleşmiş ise de, bu yargı kararının uygulanması neticesinde daha ağır bir idarî yaptırım uygulanmasına ilişkin tesis edilen dava konusu işlemin, sırf dayanağı olan yargı kararının kesinleştiğinden bahisle yargı denetimi dışında kalacağını düşünmek hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Anayasa'nın 138. maddesinde, idarelerin, mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kurala bağlanmıştır. Anılan hükmün, idarelere göre zayıf konumda bulunan kişilerin lehlerine verilmiş bir mahkeme kararının idareler tarafından uygulanması hususunda güvence sağlayan ve hak arama hürriyetinin tamamlayıcısı niteliğinde bir düzenleme olduğu açıktır.
2577 sayılı Kanun'un 28. maddesinde, idarî yargı açısından özel düzenlenerek somutlaşan bu anayasal zorunluluğun yorumlanmasında, niteliği gereği Anayasa'nın "Kişinin hakları ve ödevleri" başlıklı ikinci bölümünde "Hakların korunması ile ilgili hükümler" başlığı altında düzenlenen "hak arama hürriyeti" ile "suç ve cezalara ilişkin esaslar"a dair 36. ve 38. maddelerinin esas alınması gerekmektedir. Başka bir anlatımla, mahkeme kararlarının uygulanması zorunluluğu şeklî bir uygulama olarak yorumlanmamalı, mahkeme kararları, hak arama hürriyetinin özü ve amacına uygun yorumlanarak uygulanmalıdır.
Bu anlamda, hak arama hürriyetinin icaplarına aykırı, şekilci bir yaklaşımla, davanın açıldığı zamanki duruma göre daha aleyhe sonuç doğuran ve anayasal olarak kişi hakları bölümünde güvence altına alınmış suç ve cezalara ilişkin esaslara aykırı olarak verilen mahkeme kararlarının uygulanması suretiyle daha ağır bir ceza verilmesi, Anayasa'nın amacına uygun bir uygulama olarak değerlendirilemez.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, âdil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin önsözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukukî durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukukî güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukukî belirsizliğe yol açabilecektir. (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, B.No:13279/05, 20/10/2011, § 57)
AİHM, hukukî güvenlik ilkesinin hukukî durumlarda belli bir istikrarın sağlanmasını ve toplumun adalete olan güvenini desteklemeyi amaçladığını, aynı olaya ilişkin farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesinin toplumun yargısal sisteme olan güvenini azaltacak nitelikte bir hukukî belirsizliğe yol açabileceğini belirtmiştir. Yine AİHM, içtihat farklılıklarını kendi bölgesinde yetki sahibi olan ve davanın esasına bakan yerel mahkemelerin bulunduğu yargı sistemlerinin doğal bir sonucu olduğunu kabul etmekle birlikte yüksek mahkemelerin görevinin bu çelişkileri düzeltmek olduğunu ve çelişkili uygulama yüksek mahkemenin bünyesinde gelişiyorsa bu durumun toplumun adli sisteme olan güvenini azaltarak hukukî güvenlik ilkesini ihlâl edeceğini belirtmiştir. (Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B.No: 582/05, 9/2/2016, § 52/f-55)
Hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesi kural olarak mahkemelerin takdir yetkisi kapsamında kalsa da, benzer uyuşmazlıklarda birbiriyle çelişen kararların verilmesi ya da Anayasa başta olmak üzere yürürlükteki kanunlara ve yerleşik hâle gelmiş içtihatlara açıkça aykırı kararlar verilmesi, hukukî güvenlik ilkesini ve aynı zamanda kişilerin yargı organlarına duymaları beklenen güveni zedeleyeceğinden adil yargılanma hakkıyla bağdaşmaz. Bu nedenle, hukuki güvenlik ilkesinin bir gereği olarak, yargı kararlarında belirli bir istikrarın ve tutarlılığın sağlanması şarttır. Aksi hâl, yani birbiriyle çelişen ya da yerleşik içtihatlara açıkça aykırı olarak verilen mahkeme kararları yargı sistemine güveni azaltıcı etki yapmakta ve hukukî belirsizlik hâli oluşturmaktadır.
Hiç kimsenin dava açmakla dava açmadan önceki durumdan daha kötü bir duruma düşürülmemesi ve mahkeme kararlarının, adaletin tecellî etmesine hizmet etmek yerine, kişilerin sırf hak arama özgürlüğünü kullandığından dolayı cezalandırma aracı hâline dönüşmemesi gerekir.
Davacı tarafından hakkında tesis edilen "uyarı" yaptırımının iptali için açılan davada verilen iptal kararının davacının dava açmakla elde etmeyi hedeflediği amacı gerçekleştirmediği, aksine anılan iptal kararı nedeniyle davacının daha ağır bir yaptırımla karşılaşmasına sebebiyet verildiği, bu durumun ise hukuka ve hak arama hürriyetine aykırılık teşkil ettiği ve mahkemeye erişim hakkının ihlâline yol açtığı kuşkusuzdur.
Bu itibarla, Anayasa'nın 38. maddesine ve yerleşik yargı içtihatlarına açıkça aykırı olarak verilen ve davacının davayı açtığı durumdan daha kötü duruma düşmesi sonucunu doğuran bir yargı kararının uygulanması kapsamında tesis edilen dava konusu işlemi, sırf kesinleşen yargı kararının uygulanması amacıyla tesis edildiğinden bahisle yargı denetimi dışında bırakmak hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi, hak arama özgürlüğüne de aykırılık oluşturacaktır. Ayrıca yazılı kurallara ve yerleşik içtihatlara açıkça aykırı olarak verilen bir yargı kararını uygulamak için tesis edilen işlemin hukuk aleminde varlığını devam ettirmesi, bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına güvenini de zedeleyecektir.
Temyiz incelemesinin amacı, yargı mercilerinin verdiği kararlarda içtihat birliğinin sağlanması, yürürlükteki hukukun ülke genelinde birlik içinde uygulanmasını temin etmektir. Bu nedenle, temyiz mercileri tarafından yapılan yargısal incelemenin kapsamının geniş olması, idarî işlem ve eylemlerin tüm boyutlarıyla hukuka uygunluklarının yargı yerlerince denetlenebilmesi hukuk devletinin gerekleri arasında yer alır.
Öte yandan, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş olan ve yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade eden ilk derece mahkemesi ile bölge idare mahkemesi kararlarının bozulmasına ilişkin “kanun yararına bozma” kurumu da, işlemin temelinde bir yargı kararı olsa bile “yürürlükteki hukuka uygunluğun” yargı merciince her bir davada sağlanması zorunluluğunu ortaya koymaktadır. 2577 sayılı Kanun’un 51. maddesinde düzenlenen “kanun yararına temyiz” ile, bölge idare mahkemesi kararlarıyla ilk derece mahkemelerinin temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarından niteliği bakımından “yürürlükteki hukuka aykırı” bir sonucu ifade edenler, Danıştay Başsavcısı’nın temyiz talebi üzerine kanun yararına bozulmaktadır. Böylece şekli anlamda kesinleşmiş olan bir yargı kararı, yürürlükteki hukuka ve Danıştay içtihatlarına aykırı olduğu gerekçesiyle bozularak hukuk düzeninin korunması sağlanmaktadır.
Kanun yararına bozulan karar hükmün hukukî sonuçları üzerinde her hangi bir etkiye sahip olmamakla birlikte, kanun yararına bozma kararıyla hukuk düzeninin eski hâline getirilmesi, hukuka aykırı kararların emsal oluşturmasının önlenmesi ve hukuk kurallarının ülke genelinde aynı şekilde anlaşılarak uygulamada içtihat birliğinin sağlanması amaçlanmaktadır.
Hüküm ve sonuçlarını doğurmuş olan yürürlükteki hukuka aykırı nihaî kararlar yönünden kanun yararına temyiz (bozma) kurumu düzenlenmiş iken, aynı nitelikteki bir yargı kararı üzerine idarece yeni bir işlem tesis edilmesinin gerekli olduğu durumlarda, bu yeni işleme karşı açılan davalarda, mahkeme tarafından, yalnızca söz konusu yargı kararının göz önünde tutulması mümkün olmayıp, yürürlükteki hukuka ve Danıştay içtihatlarına göre “hukuka uygunluk denetimi”nin bu davalarda da yapılması gerektiği açıktır. İdarenin yargı kararını uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamakla birlikte, bu yeni işlemle ilgili davada, yargı mercii tarafından, yürürlükteki hukuk kuralları göz önünde tutularak hukuka uygunluk denetiminin yapılması ve ilk işleme ilişkin yürürlükteki hukuka aykırı yargı kararının hukukî sonuçlarının ortadan kaldırılması zorunludur.
Bu durum, idarî yaptırımlar hakkında lehe kuralların uygulanması konusunda daha da belirgindir. İdarî yaptırımlarda lehe kuralların uygulanması zorunlu olduğundan, kesinleşmiş yargı kararı üzerine yeniden bir idarî yaptırım işleminin tesis edildiği durumlarda, bu yeni işlemle ilgili yargısal denetim sürecinde ihdas edilen lehe kuralların göz önünde tutulması ve yürürlükteki hukuka uygunluğun yargı merciince her bir ihtilafta sağlanması gerekmektedir.
Bu itibarla, dava konusu işlemin, Anayasa'nın 38. maddesine ve yerleşik yargı içtihatlarına açıkça aykırı olarak verilen ve davacının davayı açtığı durumdan daha kötü duruma düşmesi sonucunu doğuran bir yargı kararının uygulanması amacıyla tesis edildiği anlaşıldığından, dava konusu işlemde hukuka uygunluk, davanın reddi yönündeki İdare Mahkemesi kararına yönelik istinaf başvurusunun reddine ilişkin temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararında ise hukukî isabet bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne,
2. Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararına yönelik olarak yapılan istinaf başvurusunun reddi yolundaki temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesi'nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca BOZULMASINA,
3. Kullanılmayan …-TL yürütmeyi durdurma harcının istemi hâlinde davacıya iadesine,
4. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesi'ne gönderilmesine, 17/03/2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.

Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


Avukat Web Sitesi