Esas No: 2022/1231
Karar No: 2022/4115
Karar Tarihi: 28.06.2022
Yargıtay 3. Ceza Dairesi 2022/1231 Esas 2022/4115 Karar Sayılı İlamı
3. Ceza Dairesi 2022/1231 E. , 2022/4115 K."İçtihat Metni"
I-TALEP:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.12.2021 tarih ve 2021/135040 sayılı yazısı ile Silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan sanık ...'ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314/2, 62 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5/1. maddeleri gereğince 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/05/2020 tarihli ve 2017/225 esas, 2020/193 sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 150. maddesinin 2 ve 3. fıkralarında yer alan, “(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. (3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.” şeklindeki düzenleme ile,
Benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 06/07/2020 tarihli ve 2019/9578 esas, 2020/3338 karar sayılı ilamında yer alan, "5237 sayılı TCK'nın 314/2. maddesinde düzenlenen ve 3713 sayılı TMK'nın 3. maddesinde tadat olunan mutlak terör suçlarından olması nedeniyle aynı Kanunun 5. maddesinin zorunlu olarak uygulanmasını gerektiren silahlı terör örgütü üyesi olmak suçu-(ları)nda cezanın alt sınırının beş yıldan fazla (7 yıl 6 ay hapis cezası) olduğu görülmektedir. Bu nedenlerle sanık hakkında, “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK'nın 150/3 maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır." şeklindeki açıklamalar nazara alındığında, sanığın 25/02/2020 tarihli oturumda haklarını anladığını, süre ve müdafii talep etmediğini beyan etmesi üzerine, müdafiisi bulunmaksızın savunmasının alındığının anlaşılması karşısında; sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun cezasının alt sınırı itibariyle zorunlu müdafii tayinini gerektirdiği gözetilmeden, yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.
5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 02/11/2021 gün ve 94660652-105-34-19058-2021-Kyb sayılı istemlerine müsteniden ihbar ve mevcut evrak Dairemize gönderilmiştir.
II-OLAY:
10.05.2013 tarihinde, Küçükyalı Polis Merkez Amirliğine, öz oğlu olan sanık ...'ın işe gittiğini söyleyerek, 06.05.2013 tarihinde kardeşinin kimliğini alıp evden ayrıldığını, kullandığı telefonun kapalı olması nedeni ile de kendisine ulaşamadığını ve tüm aramalarına rağmen bulamadığını bildiren ...'ın kayıp ihbarında bulunması sonrasında aranan ancak; süreçte örgütün dağ kadrosuna katıldığının belirlenmesi üzerine de 22.06.2015 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hakkında yakalama emri çıkartılması için Cumhuriyet Başsavcılığına talepte bulunulmasına müteakip, 2015/89769 soruşturma numarasına kayden İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında, süreçte Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı ile ortaya çıkan yetki uyuşmazlığının Siirt Ağır Ceza Mahkemesinin 27.10.2015 tarih, 2015/779 değişik iş sayılı kararı ile çözümlenmesi sonrasında; İstanbul Anadolu 9. Sulh Ceza Hakimliğinin 11.11.2015 tarih ve 2015/1932 değişik iş sayılı kararı ile atılı suçtan yakalama emri çıkartılmasına karar verildiği görülen 2015/151587 sayılı soruşturma neticesinde, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 11.03.2016 tarih, 2016/581 iddianame numaralı, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi istemi ile düzenlenen iddianamenin, İstanbul Anadolu 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 18.03.2016 tarih ve 2016/52 nolu kararı ile iadesi ve bahse konu karara yapılan itirazın reddine dair mercii kararı ile kesinleşmesi sonrası 2016/46340 numaralı soruşturmaya kayıt edilip, iade kararı gereklerinin yerine getirilmesi sonrasında düzenlenen İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 01.07.2016 tarih, 2016/46340 soruşturma, 2016/28206 esas ve 2016/1948 iddianame nolu, başlıkta suç tarihinin: "2015" ve " mayıs 2013" yakalama karar tarihi olduğunun belirtildiği, İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.07.2016 tarih 2016/167 iddianame değerlendirme kararı ile tekrar iade edilen fakat İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 01.08.2016 tarih 2016/1001 değişik iş sayılı kararı ile de Cumhuriyet savcısının itirazının kabulü ile iade kararının kaldırılmasına karar verilen iddianamesi ile sanık ...'ın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK'nın 314/2, 53 ve 3713 sayılı TMK'nın 5/2 maddeleri uyarınca cezalandırılması istenilmiştir.
İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/325 esasına kayıt edilen dosyanın 05.08.2016 tarihinde tensiple verilen yetkisizlik kararı ile Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliğinin 11.11.2015 tarih, 2015/1932 değişik iş sayılı kararı ile sanık hakkında çıkarılan yakalama emrinin devamına karar verilmiştir.
İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 05.08.2016 tarih, 2016/325 esas ve 2016/214 karar sayılı yetkisizlik kararının kesinleşmesine müteakip gönderilen dosya, Şırnak 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/11 esasına kayıt edilmiştir. Ancak; Şırnak 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20.10.2016 tarih, 2016/11 esas, 2016/11 karar sayılı, Uludere Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/144 soruşturma evrakına konu ifade tutanağında adı geçen ...'ın farklı bir kişi olduğu da nazara alınarak verilen yetkisizlik kararı ile de karşı yetkisizlik kararı verilmiş ve olumsuz yetki uyuşmazlığının çözümlenmesi için dosyanın ... Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
... Bölge Adliye Mahkemesi 10. Ceza Dairesinin, 14.11.2016 tarih, 2016/121 esas ve 2016/113 karar sayılı görevsizlik kararı ile dosya, yetki uyuşmazlığının çözüm mercii ve CMK'nın 17/1. maddesine göre ortak yüksek görevli mahkeme olan Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmiştir.
Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 16.03.2017 tarih, 2016/11213 esas ve 2017/975 karar sayılı kararı ile İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 05.08.2016 tarih, 2016/325 esas ve 2016/214 karar sayılı yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.
Dosya, İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/225 esasına kayıt edilmiş, 10.05.2017 tarihli tensiple duruşmanın 02.11.2017 tarihine bırakılmasına ve sanık ... hakkında çıkartılan yakalama emrinin devamına, infazının beklenmesine karar verilmiştir.
Diğer yönden bu süreç öncesinde, PKK/KCK terör örgütünün faaliyetlerinin ve gençlik yapılanması içerisinde faaliyet göstererek eylemlere katılan şahısların deşifresine yönelik, aralarında sanığın da adının geçtiği görülen kişilerle ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının, 2009/1873, 2011/1132, 2011/1756, 2012/1154 ve 2014/38073 sayılı daha sonrasında ise 2015/67207 numarası ile yürütülen soruşturma dosyaları kapsamında verilen hakimlik kararlarına istinaden sanık ...'ın 14.03.2012 ile 18.02.2013 tarihleri arasında iletişimleri dinlenmiş ve suç unsuru içerir 52 adet görüşmesine ilişkin iletişim tespit tutanakları tanzim edilmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan düzenlenen 2015/67207 soruşturma ve 2019/151 no'lu fezlekesi ile tahkikat evraklarının, sanık yönünden hakkında aynı suçtan yeni tarihli tahkikatın bulunması sebebiyle delil mahiyetinde ilgili Başsavcılığa gönderilmesi düşüncesi ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi sonrasında, aralarında sanığında adının geçtiği şüpheliler hakkında ki tahkikat evrakları Cumhuriyet Başsavcılığının 2019/44201 soruşturma numarasına kayıt edilmiş daha sonra sanık yönünden 12.04.2019 tarihinde verilen tefrik kararı ile de evrakının 2019/66133 soruşturma numarasına kayıt edilmesine karar verilmiştir. Bu kapsamda hakkında, İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/225 esas sayılı dosyasında müsnet suçtan yargılaması bulunduğundan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30.04.2019 tarih, 2019/66133 soruşturma, 2019/13888 karar sayılı yetkisizlik kararı ile soruşturma evrakının İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Dosya, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 2019/107290 soruşturma numarasına kayıt edilmiştir. 27.06.2019 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında İstanbul Anadolu 7. Sulh Ceza Hakimliğinin 21.02.2019 tarih, 2019/1713 ceza değişik iş sayılı kararı ile verilen yakalama emrinin resen kaldırılmasına karar verilmiştir. 09.10.2019 tarih, 2019/107290 soruşturma, 2019/52528 esas ve 2016/5148 iddianame nolu, İstanbul Anadolu 2 No'lu Ağır Ceza Mahkemesine hitaben tanzim olunan ayrıca başlık kısmında suç tarihinin: "2012" ve "birleştirme talepli" olduğu da belirtilen iddianamesi ile özetle sanığın, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan, TCK'nın 314/2, 53 maddelerinden cezalandırılması ve de dosyanın mahkemenin 2017/225 esas sayılı dosyası ile birleştirilmesi istenilmiştir. İddianame anlatımında şüpheli ... ile alakalı olarak aynı suçtan İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/225 esas numaralı dosyasından yargılamasının devam ettiği, terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suç nevinden olması ve bu temadinin şüphelinin yakalanması ile inkıtaya uğrayacağı, şüphelinin yakalanmasına kadar olan eylemlerinin tek suç teşkil edeceği belirtilmiştir.
İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2019/295 dosya nolu, 15.10.2019 tarihli kararı ile iddianame kabul edilmiş ve dosya, mahkemenin 2019/522 esasına kayıt edilmiştir. 15.10.2019 tarihli tensiple dosyanın, mahkemenin devam eden "2019/218 esas" sayılı dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya 2017/225 esas üzerinden devam edilmesine, birleştirme işleminden sonra 2017/225 esas sayılı dosyasından beyanının alınması için hakkında yakalama kararı bulunan sanığın yakalama kararının infazının beklenilmesine karar verilmiştir.
Diğer taraftan, 2017/225 esasa kayden devam eden yargılamanın 19.06.2018 tarihli 3. celsesinde, müştekinin ifadesinin alınması için Kars Ağır Ceza Mahkemesine yazılan talimata Yargıtay 5.Ceza Dairesinin ilamının eklenmesine; 21/11/2019 tarihli 7. celsesinde ise sanık hakkında çıkartılan yakalama emrinin kaldırılmasına ve hakkında CMK'nın 199 ve 94. maddeleri gereğince yakalama kararı çıkarılmasına karar verilmiştir.
Duruşma zaptında belirtildiği şekli ile verilen karar şöyledir;
"1-Sanık hakkında çıkartılan yakalama emrinin kaldırılmasına,
2-Sanık hakkında tüm araştırmalara rağmen adresinin tespit edilememiş ve kendisine ulaşılamamış olması nedeniyle savunması ve CMK 231. Maddesi uyarınca beyanı
Suçun subutu halinde sanık hakkında TCK 58 maddesinin uygulanma ihtimaline binaen CMK 226. Maddesi gereğince ek savunma hakkı tanınıp, sanığa haklarını hatırlatılarak ek savunmasının alınıp, / Sanığın savunmasının müdafii huzurunda alınıp serbest bırakılmak üzere, CMK 196/2 maddesindeki talimat yasağı da dikkate alınarak CMK 199-94 maddeleri gereğince yakalama kararı çıkarılmasına,
Sanık yargı alanımız içinde yada dışında yakalandığında 24 saat içerisinde Mahkememizde ya da Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesinde hazır edilmesinin ve yargı alanımız dışında yakalandığı ve 24 saat içerisinde Mahkememizde hazır edilemediği takdirde SEGBİS sistemi ile savunması alınmak üzere yakalandığı yere en yakın SEGBİS sistemi kurulu olan Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesinde yada Asliye Ceza Mahkemesinde hazır edilmesinin ve Mahkememiz ile irtibata geçilmesinin istenilmesine, (mahkememiz dosyası ile birleşen 2019/522 esas sayılı dosyasının da iddianamesinden, birleştirme kararından bir suretin de eklenmesine)
2-Mahkememizin 2019/522 esas 2019/529 karar sayılı dosyamızın bu dosya üzerinden yargılamasına devam olunmasına
Bu nedenle duruşmanın 03.03.2020 günü saat 10:00 bırakılmasına oybirliği ile karar verildi."
İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin, 25.11.2019 tarihli yakalama emri üst yazısında da sanığın savunmasının müdafii huzurunda alınıp serbest bırakılması hususuna yer verilmiştir.
Devam eden kovuşturma sürecinde sanık, 18.02.2020 tarihinde yakalanmıştır. Tanzim olunan yakalama tutanağında sanığın; Mardin ili Nusaybin sınırları içerisinde 18.02.2020 tarihinde saat 21.50 sıralarında 8'ınci Hudut Bölük Komutanlığına bağlı Şehit.... Hudut Karakolu sahasında bulunan 206 numaralı gözetleme kulesinin 20 metre kuzeyinde bulunan Türkiye- Suriye modüler duvarının üzerinden teslim alındığı belirtilmiştir. Ayrıca; yakalanan sanık hakkında, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 2020/1968 numaralı soruşturma evrakına kayden soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmada müdafii eşliğinde kollukta ve Cumhuriyet Başsavcılığında gönüllü olarak teslim olduğunu, etkin pişmanlıktan faydalanmak istediğini beyan eden sanığın, Mardin 1.Sulh Ceza Hakimliğinin 24.02.2020 tarih ve 2020/43 sayılı kararı ile silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Yine Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesi esnasında, şüpheliye atılı suçun alt sınırının beş yıldan fazla olması nedeni ile resen müdafii görevlendirildiği de tutanakta belirtilmiştir.
Sanığın yakalanması sonrası süreçte, her ne kadar duruşma 03.03.2020 tarihine bırakılmış ise de sanığın ceza evinde bulunduğunun anlaşılması üzerine, 25.02.2020 tarihinde resen celse açılarak, segbis sistemi aracılığı ile sanık hazır edilmiş, savunması alınmış ve atılı suçtan tutuklanmasına karar verilmiştir. Duruşma zaptında belirtildiği üzere sanığa hakları hatırlatılmıştır. Sanık, haklarını öğrendiğini, müdafi istemediğini, savunmasını yapacağını ve savunma yapmak için süre istemediğini mahkemeye bildirmiştir. Ayrıca bu celse Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma evrakının da UYAP üzerinden istenilmesine karar verilmiştir.
03.03.2020 tarihinde yapılan duruşmada verilen karara istinaden, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığından, sanık hakkında terör örgütü üyesi olmak suçundan derdest dosyasının bulunduğu bildirilerek, soruşturma dosyasının derdest dava dosyası ile birleştirilmesine dair işlemlerinin yapılması istenilmiştir. Ancak; Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 30.03.2020 tarih, 2020/1968 soruşturma sayılı müzekkeresi ile Mardin 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 2020/62 esasına kayden kamu davası açıldığı bildirilerek, belirtilen hususun mahkemesinden sorulması gerektiği mahkemeye bildirilmiştir.
Sanığın SEGBİS sistemi ile hazır bulunduğu, Cumhuriyet savcısınca atılı suçtan hapis cezası ile mahkumiyetine karar verilmesine dair mütalaasını bildirdiği, 21/05/2020 tarihli 10. celsede tefhim olunan hükümle sanığın; silahlı örgüte üye olma suçundan, TCK'nın 314/2, 62, 53, 58/9 ve 3713 sayılı TMK'nın 5/1 maddeleri uyarınca 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, istinaf kanun yolu açık olmak üzere, oy birliği ile karar verilmiştir.
İstanbul Anadolu 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 21.05.2020 tarih, 2017/225 esas ve 2020/193 karar sayılı gerekçeli kararı 26.06.2020 tarihinde, cezaevinde bulunan sanığa tebliğ edilmiştir. 23.07.2020 tarihli kesinleşme şerhlerine göre karar, istinaf edilmeden 01.07.2020 tarihinde kesinleşmiştir.
Cezaevi aracılığı ile gönderdiği 02.09.2020 tarihli dilekçesi ile hükmü infaz eden sanık, karara itiraz etmiş ve dosyasına yeniden bakılmasını istemiştir. Aralarında yargılamayı yürüten mahkeme başkanı ve üye hakimin de bulunduğu görülen heyetçe verilen İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin, 09.10.2020 tarihli ek kararı ile sanığın yargılamanın yenilenmesi talepleri CMK'nın 311 maddesi şartlarını taşımadığından, CMK'nın 311,318 ve devamı maddelerince kabule değer olmadığından reddedilmiştir. Ek karara yönelik sanık tarafından süreçte yapılan itiraz da İstanbul Anadolu 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.11.2020 tarih, 2020/1184 değişik iş sayılı kararı ile kesin olarak reddedilmiştir.
19.12.2020 tarihli dilekçesi ekinde vekaletnamesini ibraz eden müdafii tarafından, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmek üzere İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan 02.01.2021 tarihli dilekçe ile kesinleşen kararın kanun yararına bozulması ve yeniden yargılamasının yapılması hususunda ihbar ve istemde bulunmuştur. Bahse konu başvurusunda sanık müdafii özetle, her hangi bir takdir hakkı bulunmaksızın atılı suça 3173 sayılı TMK'nın 5. maddesinin uygulanması zorunluluğu karşısında cezanın alt sınırının beş yıldan fazla olduğu gözetilerek isteğe bağlı olmaksızın, CMK'nın 150/3 maddesince müvekkiline müdafii tayin edilmesi gerektiği gözetilmeden yargılamasının yapıldığını, bu nedenle iddianamenin düzenlenmesi, ifadesinin alınması, tutuklanması, mahkumiyet hükmünün açıklanması ve hükmün kesinleşmesi aşamaları dahil olmak üzere yargılamanın bütününde müvekkilinin savunma hakkının kısıtlandığını ayrıca delillerin ve de uygulanacak yasanın değerlendirilmesi yönünden de hataya düşüldüğünü, hukuka ve hakkaniyete aykırı karar verildiğini ileri sürmüştür.
05.07.2021 tarih, KYB- 2021/6222 sayılı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı ile savunma hakkının kısıtlandığı ileri sürülerek sanık müdafii tarafından 02.01.2021 tarihli dilekçe ile yapılan kanun yararına bozma isteminin, 5271 sayılı CMK'nın 310. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tanınan kanun yararına bozma yoluna başvurma yetkisinin, 309 maddenin 4 fıkrası (d) bendinde belirtilen hüküm türü ve hukuka aykırılıklar ile sınırlı olması ve hükümlü müdafiinin ileri sürdüğü talebin anılan maddenin (b) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden, kanun yararına bozma isteminin UYAP üzerinden Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü Kanun Yararına Bozma Bürosu aracılığı ile yapılmasının sağlanması ve anılan büroya gönderilmesi amacı ile iade edildiği görülmüştür.
23.08.2021 tarih, 2020/1-6621 ilam dosyası sayılı İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı ile özetle; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2018/16-153 E, 2020/446 K sayılı kararında belirtildiği üzere TCK’nın 314/2. maddesinde temel hapis cezasının beş yıl olarak belirlenmesi, 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesinin ise temel hapis cezasının artırılmasına dair düzenleme içermesi, CMK'nın 150/3. maddesinde de alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada şüpheli veya sanığa müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğunun hükme bağlanması, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi görevlendirilmesinde temel cezanın gözetilmesi gerektiğine dair 06.12.2016 tarih, 939-465 sayılı kararında da açıklandığı üzere, dava zamanaşımının düzenlendiği TCK'nın 66/3. maddesinde suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin göz önüne alınması gerektiğini açıkça belirten kanun koyucunun, alt sınırı beş yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda zorunlu müdafiliği düzenlerken, cezada belirli bir oranda artırım öngören nitelikli hallerin, bu madde kapsamında dikkate alınması gerektiğine dair bilinçli bir tercihte bulunmasına rağmen bu madde kapsamında herhangi bir düzenleme yapmamış olması ve ayrıca zorunlu müdafilik gerektiren haller ile talep halinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin CMK’nın 150/1. maddesindeki düzenleme de dikkate alındığında, müdafi talebinde bulunmayıp savunmasını bizzat yapacağını beyan eden hükümlüye atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu için öngörülen ceza miktarına göre CMK'nın 150/3. maddesi uyarınca müdafi atanmasının zorunlu olmadığından, yasal şartları taşımayan talebe ilişkin 5271 sayılı CMK'nun 309.maddesi kapsamında infazın durdurulmaması ve kanun yararına bozma yoluna gidilmemesi hususunda Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne görüşte bulunulmuştur.
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 02.11.2021 tarih ve 94660652- 105- 4-19058-2021-Kyb sayılı yazıları ile İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/05/2020 tarihli ve 2017/225 esas, 2020/193 sayılı kararının, kanun yararına bozulması istenilmiştir.
UYAP sisteminden; Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının, 13.03.2020 tarih, 2020/1968 soruşturma, 2020/852 esas ve 2020/231 nolu iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemi ile sanık hakkında açılan kamu davasının, Mardin 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 15.10.2020 tarih, 2020/62 esas ve 2020/218 karar sayılı ilamı ile özetle, sanık hakkında aynı eylemlere ilişkin İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesince 21.05.2020 tarih, 2017/225 esas ve 2020/193 karar sayılı hükmü ile mahkumiyet kararı verildiği ve kararın 01.07.2020 tarihinde kesinleştiği, yine her ne kadar İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesine açılan kamu davasına ilişkin iddianame sanığın yakalanmasından / teslim olmasından çok önce 11.03.2016 tarihinde düzenlenmiş ise de sanığa yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olması ve temadinin yakalanma ile kesildiği de nazara alındığında işbu dosyada temadinin devam ettiği ve 11.03.2016 tarihli iddianameden sonraki eylemlerinin yeni bir suç kabul edilemeyeceği gerekçesi ile 5271 sayılı CMK'nın 223/7 maddesi gereğince reddine karar verildiği, karara karşı o yer Cumhuriyet savcısınca yapılan istinaf başvurusunun da Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesinin, 08.12.2021 tarih, 2020/1570 esas ve 2021/1085 karar sayılı kararı ile 5271 sayılı CMK'nın 280/1-a maddesinin ilk cümlesi uyarınca esastan reddedildiği, iş bu kararın temyizine matuf Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında dosyanın bulunduğu anlaşılmıştır.
III-KANUN YARARINA BOZMA İSTEMİNE İLİŞKİN UYUŞMAZLIĞIN KAPSAMI:
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık hakkında düzenlenen iddianamelere istinaden açılan kamu davasında 5271 sayılı CMK'nın 150/3 maddesi uyarınca müdafii görevlendirilmesinde zorunluluk bulunup bulunmadığına ilişkindir.
IV-HUKUKSAL DEĞERLENDİRME;
Karar tarihinde yürürlükte olan mevzuat şöyledir;
5271 sayılı Kanun;
Müdafiin görevlendirilmesi
Madde 150 – (Değişik: 6.12.2006 – 5560/21 md.)
(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
5237 sayılı Kanun
Silahlı örgüt
Madde 314- (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.
3713 sayılı TMK'nın
Cezaların artırılması
Madde 5 – (Değişik: 29.6.2006-5532/4 md.)
3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adli para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.
(Ek fıkra: 22.7.2010 - 6008/4 md.) Bu madde hükümleri çocuklar hakkında uygulanmaz.
İhtilafa konu mes'ele, kanun yararına bozma yasa yoluna konu olup olamayacağı yönünden değerlendirilecek sonucuna göre de zorunlu müdafiilik bağlamında tartışılacaktır.
A- İstemin Kanun Yararına Bozmaya Konu olup olamayacağı yönünden yapılan incelemede;
Ayrıntıları, 14.11.1977 tarih, 3-2 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen istikrar kazanmış kararlarında (03.04.2012 tarih 2011/10-438 - 2012/141 sayılı 10.05.2011 tarih 6-80-90 sayılı 14.12.2010 tarih 4-210-259 sayılı 15.06.2010 tarih 9-117-146 sayılı 23.06.2009 tarih 9-30-177 sy. gibi) açıklandığı üzere: 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesinde, olağanüstü ve istisnai bir kanun yolu olarak düzenlenen Kanun Yararına Bozma ile; hakim ya da mahkemelerce verilen ve temyiz veya istinaf incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar yahut hükümlerdeki gerek maddi gerekse usule ilişkin hukuka aykırılıkların hem ilgilisi hem de toplum açısından giderilmesi ile ülkede uygulama birliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Ancak kesin kararlara karşı kabul edilmesi nedeniyle bu amaçlara hizmet etmeyen, sadece yapılan uygulamanın hatalı olduğunun tespiti ile yetinilmesi sonucunu doğuran hukuka aykırılıkların bu yolla çözülmesinde kanun yararı olmadığı gibi bu uygulamanın kesin hükmün otoritesini sarsacağı da açıktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 06.04.2010 gün ve 76/77, 15.11.2005 gün ve 132/128 sayılı kararlarında vurgulandığı üzere yasa yararına bozma, kesinleşen hükümde, verildiği zaman yürürlükte bulunan usul ve maddi hukuka ilişkin hukuka aykırılıkların giderilmesi ile sınırlı olduğundan, sonradan gerçekleşen yasa değişikliklerine dayanılarak bu olağanüstü yasayoluna başvurulamayacağı gibi, Yargıtay’ca da, sonraki yasa değişiklikleri yasa yararına bozma gerekçesi yapılamayacağı, 23.11.2004 gün, 11-174/202 sayılı kararında da yasa yararına bozma müessesinin daha önce Yargıtay'ca ortaya konulan bir görüşün geçersizliğini savunma ya da bu görüşün aksi bir neticeye ulaşma doğrultusunda kullanılamayacağı belirtilmiştir.
İçtihat, yargılama makamlarının yargılanmak üzere kendilerine sunulan müşahhas olayla ilgili uyuşmazlığı çözen kararlarında mücerret olan hukuki sorun açısından benimsedikleri görüştür.15.6.1949 tarihli içtihat birleştirme kararında da (15.6.1949 No. 4/11 -Düstur III 30 s. 1567) "Tevhidi içtihat kararlarına dayanılarak daha önce müstakar bir surette tatbik olunan içtihatlar dairesinde muhkem kaziye teşkil etmiş olan kararlar aleyhine karşı tashihi karar yoluna gidilemez"." Zamanın ihtiyaçlarına ve şartlarına göre değişmeye mahkum olan hukuk telakkilerine müvazi olarak kazai içtihatlarda tebeddüller vaki olur. Fakat bu içtihat tebeddülleri kaide olarak makable şamil olmazlar. Mahkeme içtihadının değişmiş olması kanun yaranına bozmaya mahal vermez." ( Prof. Dr. Nurullah KUNTER -İçtihat Değişmesi Nedeniyle Ceza Muhakemesinin Yenilenebilmesi Sorunu- 42-64 sayfa, Ocak 1975 Yargıtay Dergisi, İsmail Malkoç-İçtihat değişikliği nedeniyle karar düzeltme ve yargılamanın yenilenmesi, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m1988-19883-1068 )
Ceza Hukukunda kabul edilen "suçta ve cezada kanunilik" prensibinin bir yansıması olan "failin lehine yeni ceza kanunun geçmişe etkili olması" kuralı, Ceza Yargılaması Hukukunda tatbik edilemez. Yeni Ceza Yargılaması Kanunu bireyin lehine olup olmadığına bakılmaksızın derhal uygulanır, geçmişte yapılan ve o dönemin kanununa göre geçerli olan yargı işlemleri ile tasarruflarının sıhhatini etkilemez. Aynı durumun usul yasalarının yorumuna ilişkin içtihat değişiklikleri için de geçerli olduğunda kuşku duyulmamalıdır. Bu itibarla, 15.6.1949 gün ve 1948/4 esas 1949/II karar sayılı tevhidi içtihat kararı da gözetildiğinde, kazai içtihat değişiklikleri kaide olarak makable şamil olmayacağından Dairenin yasanın yorumundan kaynaklı uygulamasının değişmiş olmasının kanun yaranına bozmaya mahal vermeyeceği cihetle, verildiği zaman yürürlükte bulunan usul ve maddi hukuka ilişkin hukuka aykırılık taşımayan hükmün bu nedenle kanun yararına bozma isteğine konu olamayacağında kuşku bulunmamakta ise de usul hükmünün yorumuna ilişkin Daire uygulaması değişikliğinden sonra verilen kararların diğer şartları taşıması durumunda Kanun Yararına Bozma yasa yolunun konusu olabileceği de açıktır.
Öte yandan yasal süreden sonra istinaf ve temyiz edilmesi nedeniyle kanun yolu talebi süre yönünden reddedilen kesinleşmiş hükümlerin istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeden kesinleştiği tartışmadan varestedir. Sanıkların hükümleri infaz etmiş veya infaz etmekte olmaları da Kanun Yararına Bozmaya engel teşkil etmemektedir.
Şu hale göre, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 16.01.2018 tarih, 2017/3415- 2018/495 sayılı ilamı gözetildiğinde, birleşen dava dosyası da bulunan sanık hakkında verilen kararın kanun yararına bozmaya konu olabileceğinde kuşku yoktur.
B-) Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak yargılanan sanığa CMK'nın 150/3. maddesi uyarınca müdafii atanmasının zorunlu olup olmadığı yönünden:
Adil yargılanma hakkı, Anayasanın 36/1. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6/1. maddesinde de; “Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir..” denilerek teminat altına alınmıştır.
Adil yargılanma hakkının muhtevası, savunma ve müdafii yardımından faydalanma hakkı yönünden iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından faydalanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir. Anılan madde gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafii yardımından yararlanma ve bir müdafii tayin etme imkanından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafii yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafii yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Pakelli/Federal Almanya Davası, B.No: 8398/78, 25.04.1983).
Gözaltı sırasında bir avukatın hazır bulunmaması ile ilgili olarak, AİHM, her sanığın, gerekiyorsa resmi olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılamanın temel özelliklerinden birisi olduğunu hatırlatmaktadır (Salduz, Poitrimol-Fransa, 23 Kasım 1993 ve Demebukov- Bulgaristan, başvuru no: 68020/01, 28 Şubat 2008).
Kural olarak, sanığa, polis tarafından ifadesinin alındığı veya tutuklu olarak yargılandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkanı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye davası, başvuru no:7377/03).
Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafii yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Salduz/Türkiye Davası, B. No: 36391/02, 27.11.2008; Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007). Ne var ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkanının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007).
Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafii yardımından faydalanmak hakkından açıkça vazgeçmesi halinde dahi adaletin selameti bakımından re'sen bir müdafiin atanması gerektiğini, 5271 sayılı CMK'da tahdidi olarak düzenlemiştir.
Savunma, toplumun suçtan sorumlu olması nedeniyle muhakemenin vazgeçilmez unsuru olduğu için, en azından ağır suçlarda müdafii bulunmasını gerektirir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu önce sadece küçükler bakımından (CMK. 150/2) ve gözlem altına almada (CMK. 74/2) kabul edilmiş olan mecburi müdafiiliği yerinde bir şekilde genişletmiştir.
CMK'nın 150/3 maddesine göre; şüpheli veya sanığın talebi olup olmadığına bakılmaksızın, özel avukatı olup olmadığı da ayrıca araştırılmaksızın alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yapılan soruşturma veya kovuşturmada bir müdafii görevlendirilmek zorundadır. Şüpheli veya sanığın talebi olmasa, hatta kendisine hukuki yardımda bulunması için görevlendirilen avukatı istemese ve reddetse bile, iddia veya yargılamaya konu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması halinde zorunlu müdafiilik uygulama alanı bulacak ve bu durumda şüpheli veya sanığın yanında avukat bulunmaksızın yapılan tasarruflar hukuka aykırı kabul edilecektir.
Acaba CMK'nın 150/3 maddesinde düzenlenen ve zorunlu müdafiinin atanması için gerekli olan beş yıllık hapis cezasının tespitinde sadece suçun temel şekline mi bakılacak yoksa suçun nitelikli halleri ve ağırlaştırıcı nedenleri de beş yıllık cezanın belirlenmesinde dikkate alınacak mıdır?
Suç genel teorisinde suça etki eden nedenler, suçun temel şeklini düzenleyen suç tipindeki kanuni unsurların dışında kalan ve ona eklenen özel fiili nedenler veya şahsi nedenlerdir. Bu bağlamda suça etki eden nedenler, doktrinde çeşitli ayrımlara tabi tutulmaktadır: Ağırlatıcı-hafifletici nedenler, genel-özel nedenler, kanuni-takdiri nedenler, fiili-şahsi nedenler gibi. Suça etki eden nedenlerden cezanın artırılmasını gerektiren nedenler ağırlatıcı nedenler iken; indirilmesini gerektirenler hafifletici nedenlerdir.
Ceza adalet sistemimizde 'bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin aynı suç sayılacağı' ilkesini benimsemiştir (TCK md. 43/1, 3. cümle). Bu itibarla, aynı suç sayılan bir suçun nitelikli halinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin CMK'nın 150/3 maddesinde belirlenen ve zorunlu müdafii atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği kuşkusuzdur. Nitekim Dairemiz; 16.01.2018 tarihli ve 2017/3415 - 2018/495 sayılı kararında, özellikle bölge adliye mahkemelerinin hangi kararlarının temyize tabi olduğu veya kesin olduğunu gösteren 5271 sayılı CMK'nın 286. maddesinin 2/a-b bentleri kapsamında “temyiz edilebilirlik sınırını” belirlerken, suçun sadece temel şeklini esas almamış nitelikli hal ve ağırlaştırıcı nedenleri de gözönüne almıştır.
5271 sayılı CMK'nın zorunlu müdafiilik sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek şekilde zorunlu müdafiilik sisteminin uygulama alanını genişletmesi, özellikle Dairemizin 16.01.2018 tarih ve 2017/3415 E. – 2018/495 K. sayılı ilamında “temyiz edilebilirlik sınırı belirlenirken suçun temel şeklinde belirlenen cezanın değil nitelik hal ve ağırlaştırıcı nedenlerde gözönünde bulundurularak istenilen sonuç cezanın esas alınması” gerektiğine yönelik gerekçesi, gerçekten de pratik olarak bakıldığında, suç isnadı altında olan bir birey için önemli olan hususun; hakkında istenen hapis cezasının alt veya üst sınırının uzunluğu olması olup bu alt ve üst sınırın uzunluğunun ister cezanın temel şeklinden kaynaklansın isterse suçun nitelikli hali veya ağırlaştırıcı nedeninden kaynaklansın belirtilen sonucun değişmeyeceği, aksi durumun kabulü yani, CMK'nın 150/3 maddesinde düzenlenen “beş yıllık sınırının” belirlenmesinde ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hal uygulanması sebebiyle üst sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda zorunlu müdafiilik atanmasının gerekmediğini kabul etmenin sanıkların “savunma haklarının kısıtlanması ve bunun sonucunda adil yargılanma” hakkından mahrum edeceği, bunun da adalete erişim hakkını sınırlayacağı apaçık ortadadır.
Bu nedenlerle, silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlarının 3713 sayılı TMK'nın 3. maddesinde düzenlenen mutlak terör suçlarından olması, aynı yasanın 5. maddesi kapsamında mutlak terör suçlarında her halükarda 3713 sayılı TMK'nın 5. maddesinin herhangi bir takdir hakkı olmaksızın uygulanmasının zorunlu olduğu, bu kapsamda “silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlarında cezanın alt sınırın beş yıldan fazla olduğu” nazara alındığında, sanık hakkında, “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK'nın 150/3 maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın hatta açıkça müdafii istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Gerek mahkumiyet hükmüne konu ve 3713 sayılı TMK'nın 3. maddesinde tadat olunan mutlak terör suçlarından olması nedeni ile aynı Kanunun 5/1 maddesinin zorunlu olarak uygulanması gereken silahlı terör örgütüne üye olma suçu için öngörülen cezanın asgari haddi, gerek bu suçun ayrıca doğurduğu hukuki sonuçlar itibariyle nitelik ve ağırlığı, gerekse süreçte "savunmasının müdafii huzurunda, alınıp serbest bırakılmak üzere, CMK 196/2 maddesindeki talimat yasağı da dikkate alınarak CMK 199-94 maddeleri gereğince yakalama kararı çıkarılmasına" karar verilen, tutuklu olarak yargılanan sanığın süresinde kanun yolu başvurusunda bulunamadığı da nazara alındığında, savunma hakkı kısıtlanarak icra olunan yargılama sonunda verilen ve verildiği tarih itibariyle de kanun yararına bozma yasa yolunun konusu olabileceğinde kuşku bulunmayan karar usul ve yasaya uygun olmadığından, istemin kabulüne karar verilmiştir.
V-SONUÇ: Açıklanan sebeplerle;
Kanun yararına bozma talebine dayanılarak düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına nazaran yerinde görüldüğünden, İstanbul Anadolu 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 21.05.2020 tarihli ve 2017/225 esas, 2020/193 karar sayılı kararının, CMK'nın 309/4-b maddesi uyarınca BOZULMASINA, aleyhe sonuç doğurmamak üzere yeniden yargılama yapılmasına yönelik müteakip işlemlerin icrasını teminen dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 28.06.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.