8. Hukuk Dairesi 2016/10097 E. , 2020/415 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup, hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
KARAR
Davacı ..., 111 ada 5 nolu parselin tapusu her ne kadar kendisine ait olmasa da yeri 1970 yılından beri kullandığını, taşınmaz üzerinde 70 tane ceviz ağacı, 70 tane ayva ağacı, 100 adet hurma ağacı ve 7 adet armut ağacı diktiğini, dava konusu alan 2/B çalışmalarına göre orman dışına çıkarıldığını ancak Kadastro Müdürlüğünde 22/A çalışmaları beklenildiğinden dolayı bu alanın ilan edilerek kesinleştirilmediğini açıklayarak, dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan bu ağaçların kamulaştırmaya esas olmak üzere davacıya aidiyetinin tespitini talep etmiştir.
Davalı Hazine, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, yapılan yargılama ve toplanan delillerin bir arada değerlendirilmesi sonunda; yapılan keşif sonucu alınan fen bilirkişisi raporunda taşınmazlar üzerindeki ağaçların 111 ada 5 nolu orman parseli içerisinde kaldığının, yine celbedilen amenajman planında dava konusu yerin bozuk orman sahası içerisinde kaldığının belirlendiği, orman olan yerlerde mülkiyet ve zilyetlik söz konusu olamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, muhdesatın tespiti isteğine ilişkindir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişmeli, orman nitelikli 111 ada 5 parsel sayılı taşınmazın Hazine adına tapuda kayıtlı olduğu, fen ve ziraat bilirkişisinin raporlarında davacı tarafından meydana getirildiği iddia edilen "A" harfi ve "B" harfi ile gösterilen meyve bahçesi niteliğindeki alanların taşınmazın içerisinde kaldığı, "B" harfi ile gösterilen kısmın ise kamulaştırma sınırları içinde kaldığının belirtildiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur(4721 s.lı TMK mad.684/1). Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer (TMK mad.718). 22.12.1995 tarihli ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi Eşya Hukukunda, muhdesattan, bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Kavak ve söğüt ağaçlan, kendiliğinden yetişebilen ya da ekonomik amaçla yetiştirilen ve kesilip satılabilen ağaçlar olması nedeniyle muhdesat niteliğinde kabul edilmemektedir. Muhdesat, şahsi bir hak olup (TMK mad.722, 724 ve 729), sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez. Taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez.
Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK mad. 106/2) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararın bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re"sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir (HMK mad. 114/1-h, 115).
Öğretide ve Yargıtay"ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.
26.05.2004 tarihli ve 5177 sayılı Kanun"un 35. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu"nun 19. maddesine eklenen ek fıkra hükmüne göre, başkası adına tapulu veya tapusuz bir taşınmazın kamulaştırılması halinde, taşınmazda malik olmayan ancak üzerindeki muhdesatı meydana getiren kişilere muhdesatın kamulaştırma bedelinin kendisine verilmesini sağlama amacıyla tespit davası açma hakkı tanınmış ise de, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki, kamuya ait mera, yaylak, kışlak, genel harman yeri, orman, aktif dere yatağı niteliğindeki taşınmazların özel mülkiyete konu olamayacakları, bu taşınmazların zilyetlikle edinilemeyecekleri, bu nedenle bu nitelikteki taşınmazlar üzerinde meydana getirilen muhdesatlara da hukuki değer verilemeyeceği gözönünde bulundurulmalıdır.
Bunun yanında, talebin niteliği gözetilerek davacının talebinin bir yandan da mülkiyet hakkının ihlali açısından incelenmesi gerektiğinden (Anayasa Mahkemesinin 29.05.2019 tarihli ve2016/58283 numaralı ... başvurusu), davacının, Hazine"ye ait ve özel mülkiyete konu olamayacak bir taşınmazı kullanması sebebiyle haksız zilyet durumunda olduğu açık olmakla birlikte, mülkiyet hakkı sahibi davalı tarafça davacının taşınmazdan tahliyesi yoluna gidilip gidilmediğinin, ecrimisil bedeli tahsil ettirilip ettirilmediğinin, davacının ev ve havuz yaparak, ağaç dikerek ve yetiştirerek taşınmazı kullanması nedeniyle muhdesatların davacı yararına ekonomik bir değerinin bulunduğundan, ağaçlar yönünden davacının Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığı, yapılan müdahalenin kanunilik ölçütünü taşıyıp taşımadığı, müdahalede kamu yararına dayalı bir amaç olup olmadığı hususları yanında davacının mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi, bu değerlendirmede ölçülülük ilkesinin elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluştuğunun gözetilmesi, özellikle kamusal makamların tutum ve davranışlarının inceleme konusu yapılması, olayın gelişiminde kamu makamlarının edilgen tutumu sebebiyle bütün zarara tek başına davacının katlanması sonucuna yol açılıp açılmayacağının, şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yükleyip yüklemeyeceğinin, davacının mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin davacı aleyhine bozulup bozulmadığının ve müdahalenin ölçülü olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Somut olaya gelince; Mahkemece, yukarıda yazılı ilkeler doğrultusunda davacının tespitini istediği muhdesatların üzerinde bulunduğu taşınmazın orman parseli içinde kaldığı, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olan ormanların özel mülkiyete konu olmayacakları, özel hukuk hükümlerine göre hak iktisabına yasal olarak bulunmadığı gerekçesi ile red kararı verilmiş ise de özellikle mülkiyet hakkının varlığı ve ihlali bakımından da inceleme, araştırma ve değerlendirme yapılarak mahkeme görüşünün ortaya konulması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ve değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK"nin Geçici 3.madde yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"un 428. maddesi uyarınca kararın BOZULMASINA, taraflarca HUMK"un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 21.01.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.