Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, 12131 parsel sayılı taşınmazın kadastro çalışmaları sırasında taşlık vasfıyla tescil harici bırakılmış iken Atabey Belediyesi tarafından hukuki bir sebep olmaksızın Encümen Kararı ile idari yoldan belediye adına arsa vasfıyla yolsuz tescil edilerek davalıya satıldığını ileri sürüp, tapu iptali ve hazine adına tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, çekişmeli taşınmazın belediye tarafından ihaleye çıkarıldığını, kendisinin de tapu kaydına güvenerek iyiniyetle bu taşınmazı satın aldığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazın evveliyatının harman yeri olarak belediye adına tespit ve tescil edilen 4891 sayılı parsel olup, kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 16.06.1958 tarihi itibariyle 5841 Sayılı Yasa ile getirilen yasal düzenleme gereğince Kadastro Kanununun 12.maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu, davalının da tapu kaydına güvenerek iyiniyetli olarak taşınmazı satın aldığı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, tapu iptali ve tescil ile el atmanın önlenmesi isteklerine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 12131 parsel sayılı taşınmazın 15.03.1984 tarihinde yeniden tescil suretiyle Atabey Belediyesi adına kaydedildiği ve 27.11.2006 tarihinde de satış suretiyle davalı adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 3402 Sayılı Yasanın 12/3 maddesi; “ Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. (Ek cümle:25/02/2009 - 5841 S.K./2.mad) Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” hükmünü içermektedir. Anılan maddenin kadastro öncesi istekler bakımından uygulanacağı kuşkusuzdur. Eldeki davada ise istek kadastro öncesi nedene dayalı olmadığından, bir başka ifade ile çekişme konusu taşınmaz kadastro tespiti nedeniyle oluşmadığından (kadastro tutanağı düzenlenmediğine göre tutanağın kesinleşmesi de söz konusu olamayacağından) 3402 Sayılı Yasanın uygulanma olanağı yoktur. Kaldı ki, 5841 Sayılı Yasa, Anayasa Mahkemesi’nin 2009/31 esas, 2011/77 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve 23.07.2011 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak iptal hükmü yürürlüğe girmiştir. Öte yandan, 3194 Sayılı Yasanın 17, 18. maddesi, 2981/3290 Sayılı Yasanın 10/C maddesi, 3402 Sayılı Yasa hükümleri gibi yasal düzenlemeler dışında 1515 Sayılı Yasaya ilave hükümler getiren 5519 Sayılı Yasa uyarınca tescil hükmü hariç sicil kaydı oluşturulmasına yasal imkan yoktur.
O halde, Belediye Encümenince karar alınmak suretiyle Belediye adına tapu oluşturulmasının yasal olduğu söylenemez. Böylesine oluşan bir sicil kaydının, TMK.nun 1025. maddesi hükmü uyarınca yolsuz tescil olacağı kuşkusuzdur.
Ancak; davalı, çekişmeli taşınmazı Belediyeden tapu kaydına güvenerek iyiniyetle edindiğini savunmuştur.
Bilindiği üzere; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3. kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olaya gelince, taşınmazın belediye adına tescili yolsuz ise de, davalının iyi niyetli olup olmadığı hususunda mahkemece hükme yeterli araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca; yukarıda değinilen ilkeler uyarınca taraf delilleri toplanarak araştırma ve inceleme yapılması, taşınmazı belediyeden edinen davalının iyiniyetli olup olmadığının açıklığa kavuşturulması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek ve yanılgılı değerlendirmeyle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesine göre) HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 27.10.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.