Hukuk Genel Kurulu 2015/3546 E. , 2017/581 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 05.05.2014 gün ve 2014/98 E., 2014/333 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 16.04.2015 gün ve 2014/11858 E., 2015/7489K. sayılı kararı ile,
"…Mahkemenin, yurda kesin dönüş yapılmadığından sair koşullar incelenmeksizin yaşlılık aylığı talebinin reddine ilişkin kararı eksik inceleme ve araştırmaya dayalıdır.
Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının yurtdışında geçen hizmetlerinin borçlandırılarak, ülkemiz sosyal güvenlik mevzuatında malullük, yaşlılık ve ölüm hallerinde Türkiye’de geçmiş hizmet gibi değerlendirilmesini sağlamak amacıyla kabul edilen 3201 sayılı Yasa hükümleri uyarınca borçlandırılan sürelere dayalı olarak hangi şartlarda aylık bağlanacağı anılan Kanunun 6. maddesinde belirlenmiştir. Tahsis yapılabilmesi için aranan koşullardan birisi, yurda kesin dönülmüş olmasıdır.
Kesin dönüşün, aylık tahsis talebinde bulunanların yurtdışındaki çalışmalarının sona ermesini, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği almamaları durumunu ifade ettiği; “sosyal sigorta ödeneği” deyiminden, çalışma yaşamı süresince karşılaşılan hastalık, iş kazası, meslek hastalığı veya işsizlik gibi riskler nedeniyle iş göremezlik veya işsizlik gibi adlar altında yapılan ödeneklerin amaçlandığı; “sosyal yardım ödeneği” ibaresinin ise bulunulan ülke mevzuatı kapsamında, geçimlerini sağlayacak hiçbir gelirleri olmayan veya mevcut gelirleriyle geçimlerini sağlamakta güçlük çeken kişilerin asgari geçim düzeyi ile sınırlı olmak üzere geçimlerinin sağlanması amacıyla kamu kurum ve kuruluşları tarafından muhtaçlık durumuna ve süresine göre ödenen, ikamet şartına bağlı nakdi yardımlar anlamını taşıdığı kabul olunmaktadır. Ne var ki, “kesin dönüş” ifadesi, mutlak anlamda, yurtdışında bulunduğu ülkeden Türkiye’ye döndükten sonra tekrar yurtdışına çıkış yapmama şeklinde değerlendirilemez. İkamet şartına bağlı olmayan nitelikte sosyal sigorta veya sosyal yardım ödeneği alanlara, anılan koşulungerçekleştiğinin kabulü ile aylık bağlanabilecektir. Aksi yöndeki düşünce, Anayasamızın 23. maddesi ile güvence altına alınmış olan “Yerleşme ve seyahat hürriyeti”nin; İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine) ek 4 nolu Protokolün 2. maddesi ile tanınmış “Serbest dolaşım özgürlüğü”nün ihlali sonucunu doğuracaktır.
Ayrıca, yurtdışında geçen çalışmalar sonucu o ülkenin sosyal güvenlik sisteminden hak kazanılan yaşlılık ya da malullük aylığının bir sonucu olan ve ikamete dayalı bulunmayan sosyal sigorta veya sosyal yardım niteliğindeki edimlerden yararlanmak, yurtdışından kazanılmış olan sosyal güvenlik hakkının en doğal sonucu olup, bu haktan feragat anlamı çıkacak şekilde bir “kesin dönüş” tanımı yapılması, sosyal güvenlik hakkından feragat edilemeyeceği olgusunun göz ardı edilmesi sonucunu da doğuracaktır.
Dava konusu, somut olayda; yeni tarihli TR-4 belgesi getirtilip, ayrıca, yukarıda belirtilen hususlar araştırılıp tartışılarak Türkiye’de aylık bağlanmasını gerektirecek şekilde kesin dönüş şartının gerçekleşip-gerçekleşmediği hususunun değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle yaşlılık aylığı talebinin reddine karar verilmesi isabetsizdir.
Mahkemenin, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki esaslar doğrultusunda araştırma yaparak, elde edilecek sonuca göre karar vermesi gerekirken, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, taraflar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli hüküm bozulmalıdır…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava,davacının yurtdışında çalışmaya başladığı 02.09.1975 tarihinin Türkiye’de ilk işe giriş tarihi olarak tespitine 01.02.2014 tarihi itibariyle emekliliğine karar verilmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin 02.09.1975 tarihinden itibaren Almanya’da çalıştığını, Türkiye’den emekli olabilmek için ihtiyacı olan 3600 günü borçlandığını ve bedelini 31.01.2014 tarihinde ödediğini, ancak Kurum tarafından Almanya’da işe giriş tarihi Türkiye’de ilk işe giriş tarihi olarak kabul edilmediğinden emekli edilmediğini ileri sürerek,davacının Almanya’da çalışmaya başladığı 02.09.1975 tarihini Türkiye’de ilk işe giriş tarihi olarak tespitine, müvekkilinin yurtdışı borçlanmasını yaptığı tarihi takip eden 01.02.2014 tarihi itibariyle emekliliğine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı SGK vekili davacının sigortalılık başlangıç tarihinden önceki süreleri borçlanmış olduğundan, 3201 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca sigortalılık başlangıç tarihinin borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürüleceğini, bu yasal düzenleme çerçevesinde davacının yurtdışında ilk defa çalışmaya başladığı tarihin ilk işe giriş tarihi olarak dikkate alınmasının mümkün bulunmadığını, bu nedenle davacının emekli aylığı bağlanmasına ilişkin talebinin şartları oluşmadığından kabul edilmediğini belirterek, davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacının çalışmalarının geçtiği Almanya ile imzalanan Türk-Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesine Ek Sözleşmenin 29. maddesinin 4. bendi hükmü uyarınca davacının yurtdışında ilk defa çalışmaya başladığı tarihin 18 yaşını ikmal tarih de dikkate alınarak 506 sayılı Kanunun 108. maddesine koşut olarak Türk Sosyal Sigortalarına giriş tarihi olarak kabulü gerektiği, öte yandan 3201 sayılı Kanunun 6. maddesi uyarınca aylık tahsisi yapılabilmesi için yurda kesin dönülmüş olması, tahakkuk ettirilen borcun tamamının ödenmiş olması ve borcun tamamı ödendikten sonra yazılı istekte bulunulması şartının arandığı, ancak davacının 06.02.2013 düzenleme tarihli vekaletnamesinde adres olarak Almanya adresini, misafir adres olarak ise İzmir adresini gösterdiği, 31.01.2014 tarihli 3201 sayılı Kanuna göre Aylık Talebinde Bulunanlara Mahsus Beyan ve Taahhüt Belgesinde de davacının halen Almanya"da ikamet ettiğini imzalı beyanıyla dile getirdiği, yurda kesin dönüş koşulu yerine getirilmediğinden davacının aylık isteminin kabulüne olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne davacının yurtdışında çalışmaya başladığı tarih dikkate alınarak 02.05.1978 tarihinin davacının Türkiye’deki uzun vadeli sigorta kolları yönünden de sigortalılık başlangıç tarihi olarak esas alınması gerektiğinin tespitine, kesin dönüş koşulu gerçekleşmediğinden sair koşullar incelenmeksizin yaşlılık aylığı konusunda istemin reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece davacının Türkiye’ye yerleşme iradesi bulunmadığını ve aylık talep tarihi itibariyle Almanya’da ikamet ettiğini imzalı beyanıyla açıkça dile getirdiği, davacının yurda kesin dönüş konusunda iddiasının olmadığı, ikametgahın tanımında belirleyici unsurun sürekli kalma niyetiyle oturmak olduğu belirtilmiş olup sürekli kalma ve yerleşme niyeti konusunda beyanı bulunmayan ve mevzuat gereğince bu konuyu belgelendirmek zorunda olan davacının bu yönde bir beyanı mevcut değilken mahkemeden resen araştırma yaparak kanıt toplamasını istemenin kamu düzenine ilişkin dava kavramı ve hakimlerin üstlendiği yargısal görevin tanımıyla da uyumlu bulunmadığı, 3201 sayılı Kanunun ayrıcalıklı bir düzenleme olup borçlanma bedeli ödenmemesi durumunda kişinin sosyal güvenlik hakkından yararlanıp yararlanamayacağı konusunda değerlendirme dahi yapmayan, ekonomik ağırlıklı bir düzenleme olduğundan düzenlemenin Anayasa’nın 62. maddesindeki "Devlet, yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının aile birliğinin, çocuklarının eğitiminin, kültürel ihtiyaçlarının ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması için gereken tedbirleri alır." hükmüne yönelik bir işleve sahip olmayıp, ödemeye bağlı sigortalılık süresi kazandırdığı dikkate alındığında, böylesi bir yasanın amaç ve kapsamı dahilinde yapılacak değerlendirmenin, sosyal güvenlik hakkı bağlamından öteye, 3201 sayılı Kanun’un öngördüğü koşullara uygun biçimde gerçekleştirilmesi gerektiği, diğer yandan verilen kararın dava tarihindeki koşullar değerlendirilerek verildiği, kesin dönüş koşulu gerçekleştirilerek ileride yenide aylık talebinde bulunulmasına engel olacak bir kesin hüküm yaratılmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili temyize getirmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık 3201 sayılı Kanunun 6. maddesi uyarınca yaşlılık aylığı tahsisinde aranan kesin dönüş şartının somut olay bakımından araştırılmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, Mahkemece verilen ilk karar taraflarca temyiz edilmiş olup Dairece davalı SGK vekilinin temyizi yönünden olumlu ya da olumsuz herhangi bir inceleme yapılmadığı dikkate alındığında, Mahkemenin direnme konusu yapmadığı “davacının yurtdışında çalışmaya başladığı tarihin Türkiye’de sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun tespitine” dair kararını temyiz eden davalı SGK vekilinin temyiz incelemesinin Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Bilindiği üzere, Yargıtay Özel Dairelerince tarafların ileri sürmüş olduğu sair hususlar ve temyiz nedenleri incelenerek bir karar verilmelidir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 370. (HUMK 436) maddesinin birinci fıkrası uyarınca, Özel Dairece Mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğuna kanaat edilmesi halinde hukuk kurallarına uygunluk gerekçesi gösterilerek onama kararı verilebilir.
Öte yandan, HMK 370. maddesi uyarınca, temyiz olunan kararın, esas yönünden kanuna uygun olup da kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş olmasından dolayı bozulması gerektiği ve kanuna uymayan husus hakkında yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veyahut tarafların kimliklerine ait yanlışlıklarla, yazı, hesap veya diğer açık ifade yanlışlıkları durumunda ya da karar, usule ve kanuna uygun olup da gösterilen gerekçenin doğru bulunmaması halinde düzeltilerek onanabilir.
HMK 371. (HUMK 437) maddesi uyarınca ise Yargıtay Özel Dairesi taraflardan birinin ileri sürmüş olduğu sair hususlar ve temyiz nedenlerini inceleyerek,hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi veya karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikleri bulunması hallerinde temyiz olunan kararın kısmen veya tamamen bozulmasına karar verebilir.
Yargıtay Özel Dairesince ileri sürülen sair hususlar ve temyiz nedenleri incelenmeksizin bu hususta herhangi bir karar verilmemiş ise artık ortada bir temyiz kararının varlığından da bahsetmek mümkün değildir.
Kural olarak, “Yargıtay Özel Dairelerince” verilmiş olan her türlü bozmaya karşı, “Yerel Mahkemelerce” direnme kararı verilebilir.
Bir kararın direnme kararı olarak nitelendirilebilmesi için; mahkeme kararının Yargıtay’ın ilgili dairesince tarafların ileri sürmüş oldukları sair hususlar ve tarafların temyiz nedenleri incelenerek bozulmuş olması gerekmektedir. Eğer ortada bir bozma kararı yoksa direnme kararının varlığından da bahsedilemeyecektir.
Somut olayda davacı vekili, davacının Alman Rant sigortasına giriş tarihinin Türkiye’de sigortalılık başlangıcı olduğunun ve yaşlılık aylığına hak kazandığının tespitini talep etmiş ve Mahkemece davacının yurtdışında çalışmaya başladığı tarih dikkate alınarak 02.05.1978 tarihinin davacının Türkiye’deki uzun vadeli sigorta kolları yönünden de sigortalılık başlangıç tarihi olarak esas alınması gereğinin tespitine, kesin dönüş koşulu gerçekleşmediğinden yaşlılık ayılığı talebinin reddine karar verilmiş, verilen hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu vekili temyiz dilekçesinde, iki ayrı özel kanunun aynı zamanda yürürlükte olması ve kanun hükümlerinin birbiriyle çatışması halinde yeni kanunun uygulanacağı, 3201 sayılı Kanunun 5. maddesinin son fıkrasının Türk-Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesi’nden daha sonra yürürlüğe girdiğinden, uyuşmazlıkta 3201 sayılı Kanunun 5. maddesinin uygulanmasının gerektiğini, bu nedenle Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu, belirterek Mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir.
Özel Dairece, Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz talebi ile ilgili olarak inceleme yapılmadan ve herhangi bir karar verilmeden, yalnızca davacı vekilinin temyizi irdelenerek, davacının yaşlılık aylığı talebine ilişkin kesin dönüş şartının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun incelenmesi yönünden hükmün bozulmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
Sonuç itibariyle davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz taleplerine yönelik olarak Özel Dairece bir inceleme yapılmadığından ve herhangi bir karar verilmediğinden, Mahkemece 02.05.1978 tarihinin Türkiye’deki sigortalılık başlangıcı olarak kabulüne yönelik bir direnme kararının varlığından da bahsedilemeyecektir.
Bu nedenle, Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz itirazlarının Yargıtay Özel Dairesince incelenmesi gerekmektedir.
O halde, davalı Kurum vekilinin Mahkeme kararına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10.Hukuk Dairesine gönderilmelidir.
SONUÇ: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz talebinin incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 29.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.