Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/79
Karar No: 2017/542
Karar Tarihi: 22.03.2017

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/79 Esas 2017/542 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/79 E.  ,  2017/542 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 4. Fikri ve Sinai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair 15/10/2012 gün ve 2011/110 E., 2012/212 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 11/11/2013 gün ve 2013/2693 E., 2013/20125 K. sayılı kararı ile;
    "…Davacı vekili, müvekkilinin lisans yoluyla mali hak sahibi olduğu ... isimli bilgisayar yazılımının davalıya ait işyerinde kullanıldığının tespit edildiğini, davalının izinsiz olarak bilgisayarında müvekkilinin hak sahibi olduğu programı kullanmak suretiyle müvekkili şirketin mali haklarını ihlal ettiğini ileri sürerek FSEK"nin 68. maddesi uyarınca 10.000 TL maddi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek faizi ile tahsilini talep ve dava etmiş, 11/06/2012 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 61.126 TL"ye yükseltmiştir.
    Davalı vekili, emekli öğretmen olan müvekkilinin geçim sıkıntısı içinde açtığı işyerindeki bulunan bilgisayarında bulunan programı kullanmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
    Mahkemece, iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davalının işyerinde 28/08/2008 tarihinde yapılan aramada davacının üzerinde mali hak sahibi olduğu .... isimli programın davalının bilgisayarında bulunduğunun tespit edildiği, bilirkişilerce yapılan araştırmada dava konusu bilgisayar programının ömür boyu lisans seçeneğinin yanı sıra 1 yıllık kiralama seçeneğinin de bulunduğu ve bunun bedelinin lisans bedelinin 1/5"i oranında olduğunu, davalının emekli öğretmen olması, emlakçılık yapması ve programın bir çok modülünü kullanabilecek durumda bulunmaması nedeniyle yıllık kiralama seçeneğinin TBK"nın 50. maddesine uygun bulunduğu, dava konusu yazılımın davalının bilgisayarında 1 yıldan fazla kaldığı tespit edildiğinden yıllık kira bedelinin 2 katının uygulanması gerektiği, somut olayda emekli öğretmen olan ve emlakçılık yapan davalının sosyal durumu, yaptığı işe göre programı kullanma oranı, sadece çoğaltma hakkını ihlal etmiş olması, manevi hak ihlalinin bulunmaması, ceza yargılamasında zararı karşılamış olması nedeniyle FSEK"nin 68. maddesindeki tazminatın tek kat olarak uygulanmasının hakkaniyete uygun olacağı gerekçesiyle 7.483,50 TL"nin 28/08/2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
    Kararı, davacı vekili ve katılma yolu ile davalı vekili temyiz etmiştir.
    1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki (3) nolu bent dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
    2-Davacı vekilinin temyiz istemine gelince, 5846 sayılı FSEK"nin 68/1. fıkrası uyarınca, eser üzerindeki hak sahibi sözleşme yapılmış olması halinde isteyebileceği bedelin veya emsal ya da rayiç bedel itibariyle uğradığı zararın en çok üç kat fazlasını isteyebilir. Anılan maddede geçen üç katına kadar artırım seçeneğini kullanım yetkisi davacıya ait olup, mahkeme seçilen talebi değiştiremez. Çünkü, 01.01.1952 tarihinde yürürlüğe giren 5846 sayılı FSEK"nin 68. maddesinin 07.06.1995 tarih ve 4110 sayılı Kanun"la değiştirilmesinden önceki düzenleme biçimine göre, eser sahibi mali haklarına tecavüz durumunda mütecavizle bir sözleşme yapılması halinde talep edebileceği mutat bedelin en çok % 50 fazlasını isteyebilmekteydi ve aynı maddenin (5). fıkrasına göre de % 50 artırım koşulu mütecavizin kusurlu olması şartına bağlanmıştı. Söz konusu (5.) fıkra hükmü uyarınca, mütecavizin kusurunun bulunmaması halinde % 50 artırıma hükmedilemeyeceği gibi, tarafların müşterek kusurlu olması durumunda ise hakimin mutat bedelin % 50"sinin altında bir artırım yapmak konusunda da takdir hakkı bulunmaktaydı (Prof. Dr. Halil Arslanlı, Fikri Hukuk Dersleri, 1954 s.218., Prof. Dr. Şafak N. Erel, Türk Fikir ve Sanat Hukuku, Ankara 1988, s.255). Ancak, 5846 sayılı FSEK"nin 68. maddesinin 07.06.1995 tarih ve 4110 sayılı Kanun ile değişikliğinden sonraki metninde "mutat bedel" kavramı "rayiç bedel", "%50 fazlasını isteyebilme" hakkı da "en çok üç katını isteyebilir" olarak değiştirilmiş ve söz konusu artırımın yapılabilmesini kusur şartına bağlayan 68. maddesinin (5.) fıkrası da yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece, mali hakların ihlali halinde eser sahibinin rayiç bedel üzerinden isteyebileceği artırım oranı mütecaviz aleyhine daha da ağırlaştırıldığı gibi bu artırımın kusur koşuluna bağlanması ve tarafların kusur oranlarına göre gerektiğinde % 50"nin altında bir indirim yapmak konusunda hakime tanınan takdir hakkı ortadan kaldırılmıştır (Prof. Dr. Şafak N. Erel, Türk Fikir ve Sanat Hukuku Ankara 1998, s.299). Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte olan 5846 sayılı FSEK"nin 68/1. fıkrasında düzenlenen bu durumda Kanun, rayiç telif ücretinin üç katını mütecavize ödeterek tecavüzün izlerinin tamamen silinmesini sağlamakta, ref"i gerçekleştirmektedir (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, Dördüncü Bası, İstanbul 2005, s.303). Bu suretle de, hak sahibini zararını ispat külfetinden kurtarmak ve böylece ispat edilemeyen zararın eser sahibinin sırtında kalmasına engel olmak amaçlanmış, "sözleşme olması durumunda isteyebileceği miktarın üç kat fazlasını talep edebilir" diyerek tazminat hesabına açıklık getirilmiştir (HGK 20.03.2002 tarih 176/214 sayılı, HGK 02.04.2003 tarih 260/271 sayılı kararları).
    Ancak, öğretide de benimsendiği üzere, 4110 sayılı Kanun"la değişik 5846 sayılı FSEK"nin 68. maddesinin uygulanmasında mütecavizin kusuru aranmamakla birlikte, ortak kusurun varlığı halinde; mahkemece tecavüzün ref"i için alınacak tedbir niteliğini tayin açısından aynı Kanun"un 66/4. maddesi dikkate alınabileceği gibi, belirlenen toplam bedel itibariyle BK"nın 42 ve 43. maddelerinin uygulanması da mümkündür (Prof. Dr. Fırat Öztan, Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Ankara 2008, s.649 Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul 2005, s.303).
    Bu bilgiler ışığında, mahkemece, BK"nın 43. maddesinin uygulanmasını gerektirir biçimde ortak kusurları bulunup bulunmadığı tartışılmaksızın, emekli öğretmen olan ve emlakçılık yapan davalının sosyal durumu, yaptığı işe göre programı kullanma oranı, sadece çoğaltma hakkını ihlal etmiş olması, manevi hak ihlalinin bulunmaması, ceza yargılamasında zararı karşılamış olması gibi hususları, FSEK"nin 68. maddesindeki tazminatı tek kat olarak uygulanmaya gerekçe yapan kabulü doğru olmadığı gibi, davalının emekli öğretmen olması, emlakçılık yapması ve programın bir çok modülünü kullanabilecek durumda bulunmaması nedeniyle yıllık kiralama seçeneğinin uygulanması da doğru olmamış kararın bu nedenlerle temyiz eden davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
    3-Bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir…"
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.’ un 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun (FSEK) 68. maddesine dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir.
    Yerel mahkemece davalının izinsiz olarak kendi bilgisayarına yüklediği program sebebiyle davacı şirketin FSEK’in 22.maddesindeki “çoğaltma” hakkını ihlal ettiği ve FSEK 68. maddesinde düzenlenen tazminat miktarının tayini konusunda mahkemenin takdir yetkisinin bulunduğu, emekli öğretmen olan ve emlakçılık yapan davalının sosyal durumu, yaptığı işte programı kullanma oranı, birçok mali hak arasından (yayma, çoğaltma, umuma iletim, işleme vs.) sadece çoğaltma hakkını ihlal etmiş olması, manevi hak ihlalinin bulunmaması, davalının olaydan sonraki tutum ve davranışı, ceza yargılamasında zararın bir kısmını ödemiş olması gibi hususlar birlikte düşünüldüğünde ihlal eyleminin minimum kusur / kasıt altında işlenmiş olması nedeniyle takdiren tek kat tazminata hüküm olunmasının 5846 sayılı FSEK’in 68 ve TBK"nun 50 m. deki hakkaniyet kurallarına daha uygun olacağı gerekçesiyle 2 yıllık kiralama seçeneği karşılığı olan 7.483,50-TL üzerinden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Hükmün taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece, mahkemenin FSEK"in 68. maddesindeki tazminatı tek kat olarak uygulanmaya gerekçe yapan kabulünün doğru olmadığı ve rayiç bedelin hesaplanmasında yıllık kiralama seçeneğinin dikkate alınmasının hatalı olduğu gerekçesiyle iki sebepten bozma kararı verilmiştir.
    Yerel mahkemece direnme olarak adlandırılan gerekçesinde mahkeme ile Özel Daire arasında 2 yıllık kiralama miktarı olan (2x3.741,75=) 7.483,50-TL’nin gerçek rayiç bedel olarak tespit edilmesi gerektiği hususlarında bir ihtilaf bulunmadığı belirtilerek önceki hükümde direnilmiştir.
    Direnme kararı davacı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Hukuk Genel Kurulunda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce “yıllık kiralama seçeneğinin uygulanmasının doğru olmadığı” yönündeki bozma sebebine ilişkin olarak temyize konu direnme kararının Anayasa’nın 141/3. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddeleri anlamında, direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak öncelikle tartışılmıştır.
    Önsorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
    Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır.
    Bu kapsamda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinde:
    “(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
    a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
    b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
    c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
    ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
    d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
    e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
    (2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
    şeklinde düzenleme mevcuttur.
    Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
    Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
    Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru B./ Arslan R./ Yılmaz E.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
    Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
    Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
    Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
    Hukuk Genel Kurulunun 19.06.1991 gün ve 323 E., 391 K.; 10.09.1991 gün ve 281 E., 415 K.; 25.09.1991 gün ve 355 E., 440 K.; 19.04.2006 gün ve 2006/4-142 E., 229 K.; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981 E., 936 K.; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29 E., 4 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 254 K.; 18.06.2008 gün ve 2008/3-462 E., 432 K.; 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 453 K.; 24.02.2010 gün ve 2010/1-86 E., 108 K.; 28.04.2010 gün ve 2010/11-195 E., 238 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
    Nitekim, 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
    Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
    Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, Yerel Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün olan son kararlardan olup; mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
    Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
    6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2. maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434. madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” hükmü öngörülmüştür.
    Bu açık hüküm karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
    Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
    Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
    Direnme kararları yapıları gereği Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 21/10/2009 gün ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19/03/2008 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22/06/2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29/02/2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
    Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hakimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
    Ayrıca Yargıtay"ca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
    Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
    Yerel mahkemenin temyize konu direnme kararında FSEK 68.maddesi hükmü gereğince rayiç bedelin üç katına kadar tazminata hükmetme yetkisi kullanılırken mahkemenin takdir hakkı olduğu, Özel Dairenin bu konuda vermiş olduğu bozma kararının hatalı olduğu belirtildikten sonra Özel Daire’nin davalının emekli öğretmen olması, emlakçılık yapması ve programın birçok modülünü kullanabilecek durumda bulunmaması nedeniyle yıllık kiralama seçeneğinin uygulanmasının doğru olmadığına işaret bozma kararına karşı hangi gerekçeyle direnildiğine, bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir.
    Bu haliyle anılan direnme kararının Anayasanın ve yasanın aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez. Çünkü Yargıtay"ca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından, hukuki geçerliliğini yitirir.
    O halde, Mahkemece yapılacak iş özellikle Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçelerine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
    Şu hale göre; açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir.
    SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 22/03/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.



    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi