14. Hukuk Dairesi 2012/754 E. , 2012/1097 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 21.04.2011 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 06.09.2011 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı 21.04.2011 tarihli dilekçesi ile dava konusu 3123, 3223, 2259 ve 2384 parsel sayılı taşınmazların Almanya’da çalıştığı dönemde davalı murisi ...’e gönderdiği paralar ile alındığını, taşınmazların 24.12.1986 sayılı vekaletname uyarınca adına tescil edilmesi gerekirken, tapuda yapılan satış işlemi sırasında vekaletname kullanılmayarak davalı murisi adına tescil edildiğini, ölümü ile de intikal ve satış yoluyla davalıya intikal ettiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemiştir.
Davalı, dava konusu taşınmazların murisi ...’ün parası ile alındığını ve 10 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğunu savunmuş ve davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, B.K.nun 125 maddesi hükmü uyarınca 10 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğundan bahisle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. .
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nun 202.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Somut olayda; Mahkemece B.K.nun 125. Maddesi hükmü uyarınca 10 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğundan bahisle davanın reddine karar verilmiş ise de, anılan madde hükmü uyarınca inanç sözleşmelerinde zaman aşımı süresi inanılanın dava konusu taşınmazları tapuda devir aldığı tarihten değil, başka bir deyişle tapudaki satış tarihinden değil, inananın, inanılanın taşınmazları tapudan kendisine devredileceğine ilişkin ümidini yitirdiği tarihten itibaren başlar. Dava konusu taşınmazların zilyetliğinin davacı da olduğu ve dava tarihinden önce çekişmeli taşınmazların inanılan tarafından davacıya devredileceğine ilişkin ümidin yitirildiğini gösterir bir delil de bulunmadığından B.K.nun 125 maddesi hükmü uyarınca 10 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğu kabul edilemez.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan yöntemce taraflara ait deliller toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken zaman aşımı süresinin dolduğundan bahisle davanın reddi doğru olmadığından karar bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz itirazlarının yukarıda açıklanan nedenlerle kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 31.01.2012 tarihinde oy birliği ile karar verildi.