Hukuk Genel Kurulu 2014/2104 E. , 2017/454 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 9. İş Mahkemesince reddine dair verilen 29.03.2013 gün ve 2009/553 E.-2013/282 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 22.10.2013 gün ve 2013/10753 E., 2013/18935 K. sayılı kararı ile;
"...Dava 21.01.2008 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece ölümle sonuçlanan kazanın % 100 oranında davacılar murisinden kaynaklandığına ilişkin kusur bilirkişi raporuna değer verilerek davanın reddine karar verilmiş ve bu karar süresinde davacılar vekilince temyiz edilmiştir
Zararlandırıcı olaya maruz kalan işçinin, davalıya ait çiftlikte bekçi olarak çalıştığı, 21.01.2008 günü çiftliğe enerji veren direkteki arızayı gidermeye çalışırken gerilime maruz kalarak, direkten düşerek, elektrik çarpması ve yüksekten düşmeye bağlı olarak öldüğü dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.
İnsan yaşamının kutsallığı çevresinde işveren, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu olay tarihinde yürürlükte bulunan İş Kanununun 77. maddesinin açık buyruğudur.
Hükme esas alınan 02.10.2012 tarihli bilirkişi raporunda, ölüm olayının kazalının % 100 oranındaki kusurlu hareketi sonucu meydana geldiği bildirilmiştir.
Olayla ilgili olarak ceza yargılamasında, Sanık ... az kusurlu kazalının ise çok kusurlu bulunduğu kusur bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle sanığın mahkumiyetine, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ve bu karara yapılan itirazın reddolunması ile dava sonuçlanmıştır.
BK"nun 53.maddesine ve yerleşik Yargıtay uygulanmasına göre, hukuk hakimi: kusur ve derecesinin belirlenmesi bakımından ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile ilke olarak bağlı değilse de ceza mahkemesinden verilen sanığın isnat edilen eylemi işlemediğinin kesin olarak tespiti olgusuna dayalı beraat kararı ile ve o eylemin hukuka aykırılığını ve failini belirleyen mahkumiyet kararına bu yönleri ile bağlı olduğu açıktır. 6098 sayılı TBK’nun 74. Maddesindeki düzenleme de aynı doğrultudadır. Her ne kadar ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması nedeniyle kesinleşmiş bir mahkumiyet kararından söz etmek mümkün değilse de, ceza yargılamasında maddi vakıa olarak eylemin hukuka aykırılığının ve failinin belirlenmiş bulunması karşısında kusur oranlarının belirlenirken bu durumun da göz önüne alınması gerektiği açıktır.
Kaldı ki gerek iş müfettişi ve gerekse 20.10.2011 tarihli kusur bilirkişi raporu ve 02.10.2012 tarihli rapordaki azınlık görüşünde davalıya da kusur verilmiş olup, hükme esas alınan kusur bilirkişi raporları ortaya çıkan çelişkiyi giderici mahiyette değildir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgulara aykırı biçimde ve özellikle ceza yargılamasında tespit edilen maddi vakıaları dikkate almayan kusur bilirkişi raporunun hükme esas alınması suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, iş kazası sonucu vefat eden sigortalının murislerinin maddi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Davacılar vekili müvekkillerinin murisi ....’ın ...’a ait çiftlikte bekçi olarak çalışmakta iken 21.01.2008 tarihinde iş kazası sonucu vefat ettiğini, müteveffanın hiçbir kusuru bulunmadığını ileri sürerek, manevi tazminata dair talep ve dava hakkı ile fazlaya dair talep hakkı saklı kalmak kaydıyla 2,00 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacıların murisi ....’ın müvekkilinin villasında bekçi olarak 12.06.2007 tarihinde çalışmaya başladığını, 21.01.2008 tarihinde elektrik çarpması sonucu vefat ettiğini, murisin bekçilik dışında hiçbir görevinin olmadığını, çiftliğin elektrik ihtiyacının çiftlik sınırına 400-500 metre mesafede bulunan elektrik direğinden temin edildiğini ve arızalarla ilgili Engin Metin isimli kişinin görevlendirildiği, müteveffanın kendi görevi dışına çıkarak ve elektrik direğine çıkmak suretiyle kazaya sebep olduğunu, olayın iş kazası olmadığını ve bütün kusurun müteveffada olduğunu beyan ederek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacılar murisinin kendi görev alanı dışındaki bir yerde kendisine her hangi bir talimat verilmeden tamamen kendi iradesi ile arızayı gidermeye çalıştığı, 05.02.2013 ve 02.10.2012 tarihli bilirkişi raporlarında çoğunluk görüşünün belirttiği şekilde davalının kusuru bulunmadığı, Silivri 2. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada tespit edilen ve davalıya izafe edilen kusurun hukuk hâkimini bağlamayacağı, ceza yargılamasında sadece tespit edilen maddi olguların bağlayıcı niteliği olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece öneki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme hükmünü davacılar vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından iş kazası sonucu vefat eden sigortalının murislerinin maddi zararlarının giderilmesi istemine ilişkin olarak açtığı davada düzenlenen kusur raporlarının oluşa uygun olup olmadığı buradan varılacak sonuca göre raporların hükme esas alınacak nitelikte olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesinden önce talep edilen maddi tazminat miktarının 2,00 TL olması nedeniyle direnme kararının verildiği tarihe göre temyizinin mümkün olup olmadığı hususu önsorun olarak tartışılıp değerlendirilmiş ve davacıların dava dilekçesinde fazlaya dair haklarını saklı tutmalarından dolayı değerin temyiz sınırının üzerinde olduğu, bu itibarla direnme kararının miktar yönünden temyizinin mümkün bulunduğu hususu oyçokluğu ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir..
İşin esasının incelenmesinde;
Bilindiği üzere Anayasa’nın 17. maddesinde “yaşama hakkı” güvence altına alınmış, bu yasal güvencenin yaşama geçirilmesinde, iş ve sosyal güvenlik mevzuatında da işçilerin korunması, işin düzenlenmesi, iş güvenliği, sosyal düzen ve adaletin sağlanması düşüncesi ile koruyucu birtakım hükümler getirilmiştir.
Kamu düzeni düşüncesi ile oluşturulan işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuat hükümleri; işyerleri ve eklerinde bulunması gereken sağlık şartları, kullanılacak alet, makineler ve hammaddeler yüzünden çıkabilecek hastalıklara engel olarak alınacak tedbirleri, aynı şekilde işyerinde iş kazalarını önlemek üzere bulundurulması gerekli araçların ve alınacak güvenlik tedbirlerinin neler olduğunu belirtmektedir. Burada amaçlanan işvereni işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin tamamını almaya zorlayarak, yapılmakta olan iş nedeniyle işçinin vücut tamlığı ve yaşama hakkının önündeki tüm engellerin giderilmesidir.
Bu amaçla yapılan düzenlemeleri içeren 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77. maddesi uyarınca, işverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak, bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurma yükümlülüğü bulunmaktadır.
Uygulamada önemli olan, işverenin iş kazasına neden olacak şekilde, işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi bulunup bulunmadığının tespitidir.
Bu konuda yapılacak ilk yargı işlemi, mevcut hükümlere göre alınacak tedbirlerin neler olduğunun tespit edilmesidir. İş güvenliği ilkeleri gereğince mevzuat hükümlerince öngörülmemiş fakat alınması gerekli başkaca bir tedbir varsa bunların dahi tespitinin zorunluluğu bulunmaktadır. İşverenin koruma tedbiri alma yükümü kapsamında bunların işverence tam olarak alınıp alınmadığı, alınmamışsa zararın bundan doğup doğmadığı ile işçinin tedbirlere uyma yükümlülüğü kapsamında duruma işçinin tedbirlere uymamasının etkili bulunup bulunmadığı ve bu doğrultuda tarafların kusur oranı saptanmalıdır.
Sorumluluğun saptanmasında diğer bir kural ise sorumluluğu gerektiren ve yasada belirlenmiş bulunan durumun kendi özelliğini gözönünde bulundurmak ve araştırmayı bu özelliğe göre yürütmektir.
İş güvenliği kapsamında yapılmakta olan iş nedeniyle işçinin eğitimi sadece bir kısım mevzuatı hükümlerini içerir belgelerin kendisine verilmesi değil, eylemli olarak bu bilgilerin aktarımı ve öneminin kavratılması ile sağlanabilir. Eğitimden sonraki aşama ise, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemlerin alındığının ve uygulandığının denetlenmesidir.
Öte yandan, işyerinde çalışanlar bina veya bina kısmında, inşaatta, makinede, tesisatta, alette ve edevatta göreceği noksan veya tehlikeli durumu amirine veya bakım onarım işleriyle görevli olanlara hemen bildirilecek ve işveren de bu kusurları en kısa zamanda ve uygun şekilde giderecektir.
Mahkemece hükme dayanak kılınan bilirkişi raporlarında; müteveffanın % 100 oranında kusurlu olduğu, davalı işverenin ise kusursuz olduğu belirtilmişse de; 20.04.2009 tarihli ceza dosyasındaki maddi olgular, 02.10.2012 tarihli bilirkişi raporundaki azınlık görüşü ve 20.10.2011 tarihli kusur raporundaki görüşler hiç değerlendirilmemiştir. Şu durumda, mahkemenin hükme esas aldığı kusur raporlarının, 4857 sayılı Kanun’un 77. maddesinin öngördüğü koşulları içerdiğinden ve hükme dayanak alınacak nitelikte olduğundan söz edilemez.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olay itibariyle davalı işveren hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile kurulan hükmün belli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmediği ve herhangi bir sonuç doğurmadığı, bu nedenle Özel Dairenin bozma kararında Borçlar Kanununun 53. maddesinin açıklandığı kısmın çıkarılması ve bu değişik gerekçeyle hükmün bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O halde, yukarıda açıklanan nedenlerle ve bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.03.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.