Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2015/828
Karar No: 2018/506
Karar Tarihi: 21.03.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/828 Esas 2018/506 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2015/828 E.  ,  2018/506 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)


    Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Terme 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesince davalılar ... ve ... aleyhine açılan davaların ayrı ayrı reddine, davalı ... aleyhine açılan davanın ise tefriki ile ayrı bir esasa kaydına dair verilen 11.06.2013 gün ve 2012/58 E., 2013/438 K. sayılı karar davacı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 03.04.2014 gün ve 2013/20012 E., 2014/7618 K. sayılı kararı ile,
    “…Davacı Kurum; davalı hak sahipleri Ali ve ... ile hakkındaki dava ayrılarak başka esasa kaydedilen ..."in murisi sigortalı ..."in bir kısım 1479 sayılı Kanun kapsamında Bağ-Kur sigortalılığının sahte ve buna bağlı olarak davalılara bağlanan ölüm aylıklarının yersiz olduğundan bahisle aylıkların yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, ölüm aylıklarının bağlanması ve işlem tarihleri itibariyle davalıların yaşlarının küçük olduğu, bu nedenle iyi niyetli oldukları, “...uyuşmazlık konusu döneme ilişkin primler Kurumca tahsil edilip uzun süre kullanıldıktan sonra iptal yoluna gidilmesinin iyi niyet ve dürüstlük kurallarıyla bağdaşmayacağı gerekçeleriyle davalılar Ali ve ... hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.
    1-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.07.2009 tarihli, 2009/21-286 Esas ve 2009/328 Karar sayılı ilamında ayrıntıları açıklandığı üzere; bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için, aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda bu bağlantı karşılığını, dava arkadaşlığı kurumunda bulmaktadır. Dava arkadaşlığı, zorunlu ve ihtiyari dava arkadaşlığı olmak üzere iki ana başlık altında ve zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmekte olup, anılan kavramların açıklanmasında yarar vardır.
    Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece, bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde, dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle bir hakkın, birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hallerde, bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.

    Bazı hallerde ise birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır. Bu durumda şekil bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.
    Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı halleri dışında ise dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57"nci maddesinde; “Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:
    A) Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması.
    B) Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri.
    C) Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.
    Şu durumda; maddede açıkça sayılan dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı veya benzer sebepten doğmuş olması hallerinde, birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.
    Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 166"ncı maddesinin 4"üncü fıkrasında “davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır.”, 2"nci fıkrada da; “Davalar, ayrı yargı çevrelerinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış ise bağlantı sebebiyle birleştirme ikinci davanın açıldığı mahkemeden talep edilebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, talebin kabulü ile davaların birleştirilmesine ilişkin kararın kesinleşmesinden itibaren, bununla bağlıdır” hükmü düzenlenmiştir.
    Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davanın niteliği gereği davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı şartları bulunmadığı açıktır. Ne var ki; davanın temelini oluşturan olaylar ile hukuki sebepleri aynı olduğundan birinde verilen kararın diğerini etkileyeceği dolayısıyla aralarında bağlantı bulunduğu nazara alınarak tüm hak sahipleri yönünden davaların birlikte görülmesi gerekir.
    2-Alacak davası davaya konu alacağın varlığına ilişkin bir tespiti ve buna bağlı olarak tahsili hükümlerini içerir. Eldeki davadaki tespit kısmı davalılara bağlanan aylıkların yersiz olduğuna ilişkin belirlemedir.
    Ayrıca davalılara ödenen ölüm aylığı şartlarının devamı durumunda kesilen aylıkların da yeniden bağlanması söz konusu olabilecektir. Bu nedenle davalılar tarafından açılmış davacı Kurum aleyhine muris sigortalının iptal edilen sigortalılığının geçerli olduğunun, aylıkların yeniden bağlanması gerektiğinin tespiti ya da Kurum işlemlerinin iptaline ilişkin davalar eldeki davanın tespite ilişkin kısmını etkileyecek, söz konusu davaların açıldığının ve kesinleştiğinin anlaşılması halinde eldeki davada güçlü delil niteliğinde bulunacaktır.
    3-Mahkemece aylıkların yersiz olup olmadığına ilişkin bir değerlendirme yapılmaksızın davacı Kurumun primleri tahsil ederek uzun yıllar kullandığı halde kötüniyetli olduğundan bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Ne var ki; muris sigortalının 27.08.1999 tarihinde öldüğü; sigortalılığına ilişkin primlerin ise hak sahipleri tarafından 2000 yılında ödenerek hemen akabinde ölüm aylığı bağlandığı anlaşıldığından davacı Kurumun primleri uzun süre kullandığından söz edilemez.
    4-Mahkemece, hükme dayanak aldığı anlaşılan ve uyuşmazlığa konu dönemde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanununun 61"inci madde haksız yere aylık alma şeklinde gerçekleşen paraları geri vermesi uyarınca, ilke olarak, sebepsiz zenginleşenin haksız yere aylık alma şeklinde gerçekleşen paraları, geri vermesi icabeder. Ne var ki, bu geri verme borcunun kapsamı, 63"üncü madde ile belirlenmiş olup, sebepsiz zenginleşen kötü niyetli ise, iadeye ilişkin ilke çevresinde işlem yapılacak ve zenginleşmenin azaldığını savunamayacaktır. Şayet, iyi niyetli ise, iade zamanında elinde kalanla sorumlu olacak, kendisinden iade talep olunduğu andaki fazlalığı geri vermekle yetinecektir. Şu var ki, zenginleşmenin azalması veya tamamen kalkması, açıkça iddia ve ispat olunması gerekir. Böyle bir iddia ve ispat olmadıkça, zenginleşmenin azaldığı ya da kalktığı re"sen kabul edilemez ve haksız zenginleşen zenginleşmenin başında iktisap ettiği miktarla sorumlu olur.
    Mahkemece; açıklanan maddi ve hukuki olgular nazara alınarak, hak sahipleri hakkındaki davacı Kurum tarafından açılan alacak davalarının yeniden birleştirilmesine karar verilmesi; davalıların açtığı herhangi bir tespit ve iptal davası olup olmadığının belirlenmesi; ölüm aylıklarının iptaline dair Kurum işlemine ilişkin tüm bilgi ve belgeler getirtilerek aylıkların yersiz olup olmadığının araştırılması; Borçlar Kanununun 63"üncü maddesi koşullarının bulunup bulunmadığı hususu ile tüm deliller birlikte değerlendirilerek; sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
    O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...”
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava yersiz ödenen aylıkların tahsili istemine ilişkindir.
    Davacı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili asıl ve birleşen davalarda Kurum müfettişlerince müteveffa ...’in Bağ-Kur sigortalılığı kapsamındaki hizmetlerinin sahte olduğunun tespit edildiğini, bu nedenle ...’in hak sahibi olan davalıların almış oldukları ölüm aylıklarının kesilerek 19.01.2001 ile 17.11.2006 tarihleri arasında haksız olarak ödendiği belirlenen aylıkların 5510 sayılı Kanunun 96/a maddesi uyarınca borç olarak tahakkuk ettirildiğini, ancak davalılar tarafından herhangi bir ödeme yapılmadığını ileri sürerek asıl davada ...’in oğlu ...’e yersiz olarak ödenen 5.535,71 TL ölüm aylığının, birleştirilen davada ise ...’in kızı ...’e yersiz olarak ödenen 5.864,87 TL ölüm aylığının ve yine birleştirilen diğer davada ...’in eşi ...’e yersiz olarak ödenen ölüm aylığının her bir aylığın ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalılar ..., ... ve ... vekili asıl ve birleşen davalarda Kurumun geçmişe yönelik prim tahsil ederek uzun süre bu primleri kullanmasının ardından ...’in vefatının üzerinden 12 yıl geçtikten sonra meslek odası kaydının usulsüz olduğundan bahisle sigortalılık hizmetini geçersiz sayarak müvekkillerinin aylığını iptal etmesinin Medeni Kanunun 2’nci maddesinde ifade edilen objektif iyi niyet kurallarıyla bağdaşmayacağını, kaldı ki ...’in Terme Şoförler ve Otomobilciler Odasına kayıtlı olduğunu, bu hususun 10.01.1992 tarihli Sürücü Çalışma Belgesinden de anlaşılacağını, öte yandan ...’in vefatı üzerine ölüm aylığı bağlandığında ...’in 11, ...’in ise 12 yaşında olduğunu, bu nedenle davalıların yaşı itibariyle kasıtlı ve kusurlu davranışlarından bahsedilemeyeceğinden, 5510 sayılı Kanunun 96/b maddesinin uygulanmasının gerektiğini, ilgili madde uyarınca aylığın ödendiği 17.11.2006 tarihinden itibaren 5 yıllık süre geçmiş olduğundan ödenen aylıkların istirdadının talep edilemeyeceğini, diğer taraftan 5510 sayılı Kanunda fazla ve yersiz ödemeden kaynaklanan Kurum alacaklarında zamanaşımı süresi yönünden bir düzenlemeye yer verilmediğini, bu nedenle Borçlar Kanunu’nun sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçerli olduğunu, Kurum müfettişinin 29.12.2010 tarihli raporu ile davacı Kurumun olaya muttali olduğunu, bu tarihten itibaren de 1 yılın geçtiğini, bu hâliyle zamanaşımı müddeti dolduktan sonra işbu davanın açıldığını, anne ...’in de iyi niyetli olduğunu belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
    Mahkemece ölüm aylığının bağlandığı tarih itibariyle ..."in 11, ..."in ise 12 yaşında olduğu, davalıların iyi niyetli oldukları, 11 ve 12 yaşından aylıklarının kesildiği tarihe kadar ölüm aylıklarını aldıkları, ölüm aylıklarının miktarı, günümüzün ekonomik koşulları ve paranın alım gücü birlikte değerlendirildiğinde Ali ve ..."in en son aylığı 2006 yılında almış olmasına göre istirdadın talep edildiği 2012 yılı itibariyle aldıkları aylıklara dayalı herhangi bir bedelin kaldığının düşünülemeyeceği, uyuşmazlık konusu döneme ilişkin primler Kurumca tahsil edilip uzun süre kullanıldıktan sonra iptal yoluna gidilmesinin de iyi niyet ve dürüstlük kurallarıyla bağdaşmayacağı gerekçesiyle adı geçen davalılar hakkındaki davaların ayrı ayrı reddine, ... aleyhine açılan davanın tefrikiyle ayrı bir esasa kaydına karar verilmiştir.
    Karar, davacı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilince temyize getirilmiştir.
    Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: somut olay bakımından tüm hak sahipleri yönünden davaların birlikte görülmesinin gerekip gerekmediği ile davalıların açtığı herhangi bir tespit ve iptal davasının bulunup bulunmadığının belirlenmesine, aylıkların yersiz olup olmadığının araştırılmasına ve Borçlar Kanununun 63"üncü maddesi koşullarının varlığının irdelenmesine yer olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre Kurum tarafından davalılara ödenen ölüm aylıklarının istirdadının talep edilip edilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
    Bilindiği üzere, sosyal güvenlik hakkı, temel insan haklarından olup, uluslararası hukuk normları ile Anayasada güvence altına alınmıştır. Bu hak bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi, sosyo – ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır (K. Arıcı, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s.95). Ancak sosyal güvenlik hakkının kullanımı yasa ile sınırlanmış ve belirli koşulların varlığına bağlanmıştır.
    Öncelikle belirtilmelidir ki 5510 sayılı Kanunun geçiş hükümlerini düzenleyen Geçici 7’nci maddesinde yer alan “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20"nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.” hükmü uyarınca ve kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağının mülga 1479 sayılı Esnaf Ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu olduğu belirgindir.
    01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar (Bağ-Kur) Kanununun 24’üncü ve 25’inci maddelerinde “…kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı olan gerçek kişiler...”; “meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren” zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılmışken, anılan maddelerde 19.04.1979 gün ve 2229 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak, “kendi adına ve hesabına” çalışma koşulu ve belirtilen nitelikte çalışmaya başlama tarihi sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir.
    20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemede ise, kendi adına ve hesabına çalışma koşuluna ek olarak “...gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar” için mükellefiyetin başlangıç tarihinden, “kendi adına ve hesabına bağımsız olarak çalışmakla beraber gelir vergisinden muaf olanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar” kayıt oldukları tarihten itibaren sigortalı kabul edilmişler, bununla birlikte 1479 sayılı Kanuna 2654 sayılı Kanun ile eklenen Ek Geçici 13’üncü madde ile, “...sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olanların her türlü hak ve mükellefiyetleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği (20.4.1982) tarihinde” başlayacağı düzenlenmiştir.
    1479 sayılı Bağ-Kur Kanununda 22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte ise bu kez; “gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, Esnaf ve Sanâtkarlar Siciline kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıtlı bulunanlar” dan, gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanlar Esnaf ve Sanatkârlar Siciline veya Kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıt oldukları tarihten itibaren kendiliğinden sigortalı sayılmışlardır. Anılan düzenleme 4956 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 02.08.2003 tarihine kadar geçerliliğini korumuştur.
    02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemede de; kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; “gelir vergisi mükellefi olanlar ile, gelir vergisinden muaf olanlardan Esnaf ve Sanatkâr Sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun olarak kayıt olanlar” sigortalı sayılmışlardır.
    Önemle belirtilmelidir ki 1479 sayılı Kanunun 24’üncü ve 25’inci maddelerinde yapılan değişiklikler, önceki mevzuatın öngördüğü koşullara sahip olan sigortalıların, sigortalılık niteliklerine son vermemekte, değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihten sonra Bağ-Kur sigortalılık niteliğini kazananlar yönünden yeni düzenlemeler içermektedir. Tersinin kabulü, kazanılmış hakları ortadan kaldırmak olur ki, bu durumun kabulü mümkün değildir.
    Görüldüğü üzere yapılan değişiklikler neticesinde 1479 sayılı Kanun kapsamına giren sigortalıların sosyal güvenlik haklarının sınırları ve koşulları belirlenmiştir. Bu nedenle Bağ-Kur sigortalılığının varlığının tespitinde sigortalının ilgili Kanun maddelerinde belirtilen değişiklikler ve getirilen koşullara sahip olup olmadığı titizlikle irdelenmelidir.
    Öte yandan, uyuşmazlığın çözümünde 11.09.2014 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 58’inci maddesiyle 5510 sayılı Kanuna eklenen Geçici 54’üncü madde üzerinde de durmakta yarar vardır. 5510 sayılı Kanunun Geçici 54’üncü maddesi;
    “Mülga 4355 sayılı Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf Odaları ve Ticaret Borsaları Kanunu, mülga 5373 sayılı Esnaf Dernekleri ve Esnaf Dernekleri Birlikleri Kanunu ve mülga 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Kanununa göre; esnaf ve sanatkâr siciline veya odasına ya da her ikisine birden kayıtları bulunmakla birlikte üye kayıtlarının mevzuata uygun olarak yapılmadığının tespit edilmesi üzerine, Kuruma kayıt ve tescili yapılmakla birlikte, 4"üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki sigortalılık süreleri geçersiz sayılarak iptal edilen sigortalılardan 22/3/1985 tarihinden sonraki sürelere ait prim, gecikme zammı ve gecikme cezalarının 31/12/2013 tarihine kadar ödenmiş olması şartıyla 4" üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki sigortalılıkları başlangıç tarihinden itibaren geçerli sayılır.
    4"üncü ve 7"nci maddeler ile 2926 sayılı Kanunun 21"nci, 5"inci ve 9"uncu maddelerine göre kayıt ve tescili yapılanların, sigortalılık tescil ve sürelerine esas tarımsal faaliyetleri ile ilgili kurum ve kuruluş üye kayıtlarının mevzuata uygun olarak yapılmadığının tespit edilmesi üzerine sigortalılıkları geçersiz sayılarak iptal edilenlerin, tescillerinin yapıldığı tarihten 31/12/2010 tarihine kadar geçen sürelere ait prim, gecikme zammı ve gecikme cezalarının 31/12/2013 tarihine kadar ödenmiş olması şartıyla, 4 "üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin (4) numaralı alt bendi kapsamındaki sigortalılıkları başlangıç tarihinden itibaren geçerli sayılır. Ancak, tevkifat kesintisine binaen geriye dönük yapılan tescillerden, tevkifatın yapıldığı tarihte ziraat odası kaydı bulunmayan, daha sonra geriye dönük tesis edilen kayıtlar geçerli kabul edilmez.”
    şeklinde düzenlenmiştir.
    5510 sayılı Kanuna eklenen Geçici 54’üncü maddesi ile esnaf ve sanatkâr siciline veya odasına ya da her ikisine birden kayıtları bulunan sigortalılardan üye kayıtları mevzuata uygun olarak yapılmadığından bahisle sigortalılığı iptal edilenlere sigortalılık sürelerinin başlangıç tarihi itibariyle yeniden geçerli sayılması imkânı getirilmiştir.
    Nihayet 5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesi ile yersiz ödemelerin geri alınmasına ilişkin esaslar düzenlenmiştir. Bu maddeye göre sebepsiz zenginleşmenin sigortalı veya hak sahibinin kasıtlı veya kusurlu davranışı ile Kurumun hatalı işleminden kaynaklanması hâllerine bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarlarının belirlenmesi ayrı ayrı esaslara bağlamıştır.
    5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesinin (a) bendinde; yersiz ödemenin kişilerin kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğması durumunda, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede, ödeme tarihinden itibaren hesaplanan kanuni faizi ile birlikte geri alınacağı hüküm altına alınmıştır. Bununla birlikte maddenin (b) bendinde; fazla veya yersiz ödemenin kurumun hatalı işleminden kaynaklanması hâlinde, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamının, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmi dört ay içerisinde ödenmesi durumunda faizsiz olarak tahsil edileceği belirtilmiş, bu sürenin geçmesinden sonra yapılacak ödemeler bakımından ise yirmi dört aylık sürenin sonundan itibaren hesaplanan kanuni faizi ile geri alınacağı ifade

    edilmiştir.
    Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde 818 sayılı Borçlar Kanununun 63’üncü madde hükmünün uygulama yeri olup olmadığı hususunun da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
    818 sayılı Borçlar Kanununun geri verilmesi gereken tutarın belirlenmesinde genel hüküm niteliğinde bulunan 63’üncü maddesi uyarınca; iyi niyetli zenginleşen, sebepsiz zenginleşme konusunun kendisinden istendiği tarihten önce elinden çıktığını iddia ve ispat ettiği miktar oranında ret ve geri vermekle yükümlü olmayacaktır. Buna karşın; zenginleşenin zenginleşme anında veya sonrasında mal varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığını biliyor veya bilmesi gerekiyor olması hâlinde kötü niyetli sayılacağında da kuşku bulunmamaktadır.
    5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesiyle, sebepsiz zenginleşmede geri verme konusunda genel hüküm niteliğindeki Borçlar Kanununun 63’üncü maddesine nazaran özel bir düzenleme getirilmiştir. Şu duruma göre, aynı konu hakkında bir tarafta genel kanunda kabul edilen yasa kuralı, bir tarafta da özel bir yasal düzenleme ortaya çıkmaktadır.
    Bu nedenle sorunun normlar hiyerarşisi kurallarına göre çözümlenmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.
    “Yasaların çatışması” olarak da adlandırılan bu gibi durumlarda; sonraki norm, öncekinin yerini alır (LexPesteriorderagetpriori); özel kanun, genel kanundan önce gelir, (Le Specialis Per generalemnonderegatur); açık anlamlı norm, kapalı anlamlı normdan önce gelir biçiminde kabul edilen temel ilkelerden yararlanılarak sonuca ulaşılmaktadır.
    Belirtilen ilkeler doğrultusunda yapılan değerlendirmede ise; 5510 sayılı Kanunun, 818 sayılı Borçlar Kanununa göre özel nitelikte olduğu; bu kapsamda 5510 sayılı Kanunun 96’ncı maddesi hükmünün sebepsiz zenginleşme nedeniyle yersiz ödemelerin Kuruma iadesi konusunda özel nitelikte düzenleme içerdiği açıktır.
    Bu durumda özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun, yine özel düzenleme içeren ve kamu düzenine ilişkin olan 96’ncı maddesi hükmü, genel nitelikteki 818 sayılı Borçlar Kanunun 63’üncü maddesi hükmüne nazaran uygulama önceliğine sahiptir.
    Bu ilkeler ve açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece öncelikle 1479 sayılı Kanun kapsamındaki Bağ-Kur sigortalılığı iptal edilen müteveffa ...’in Kurum kayıtlarında yer alan Bağ-Kur şahsi sicil dosyası, 29.12.2010 tarih 30611/SRS/05 numaralı müfettiş raporu, ölüm aylıklarının iptaline dair Kurum işlemleri ile iptale konu Terme Şoförler Esnaf Oda kaydına ilişkin tüm bilgi ve belgeler getirtilerek, sosyal güvenliğin vazgeçilmez ve kaçınılamaz kamusal yapısı ve resen araştırma ilkesi de göz önünde bulundurularak, müteveffanın 25.12.1986 – 30.09.1998 tarihleri arasında Terme Şoförler Esnaf Oda kaydının var olup olmadığı, kendi adına bağımsız çalışmasının bulunup bulunmadığı, kısacası iptal edilen Bağ-Kur sigortalılığının geçerli olup olmadığı hususu kuşku ve duraksamaya neden olmayacak şekilde tüm açıklığıyla ortaya konulmalıdır.
    Diğer taraftan 6552 sayılı Kanunun 58’inci maddesiyle 5510 sayılı Kanuna eklenen Geçici 54’üncü maddenin müteveffa yönünden uygulanmasının mümkün olup olmadığı da ayrıca irdelenmelidir. Müteveffanın Bağ-Kur sigortalılığının iptal edilme gerekçesi netleştirilmeli, iptalin üye kayıtlarının mevzuata uygun olarak tutulmamasından kaynaklandığının tespiti hâlinde Geçici 54’üncü madde uygulanmalıdır.
    Öte yandan yapılacak olan araştırma ve irdeleme neticesinde aylıkların yersiz olduğu kanaatine varıldığı takdirde özel düzenleme içeren ve kamu düzenine ilişkin olan 5510 sayılı Kanunun 96’ıncı maddesi uyarınca bir değerlendirme yapılması gerekmekte olup, ölüm aylığının bağlandığı 01.09.1999 tarihinde davalı ... 9, davalı ... ise 10 yaşında olduğundan ve yersiz ödemelerin davalıların yaşları dikkate alındığında kendi kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğması mümkün bulunmadığından yersiz aylıkların geri alınmasında 96’ıncı maddenin (b) bendinin uygulanması gerekmektedir.
    Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.
    S O N U Ç: Davacı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 21.03.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi