Esas No: 2014/21084
Karar No: 2015/9858
Karar Tarihi: 29.09.2015
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/21084 Esas 2015/9858 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Germencik Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25/04/2012
NUMARASI : 2002/172-2012/176
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili, davalı H.. D.. vekili ile davalı Karayolları Genel Müdürlüğü vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacılar vekili; davalının işleteni ve sürücüsü olduğu aracın davacıların desteği C.Al. idaresinde bulunan araca çarpması sonucu desteğin vefat ettiğini, davalı Hasan"ın 5/8 oranında kusurlu, yoldan kaynaklanan kusurun ise 3/8 oranında olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 5.000 TL maddi tazminat talep etmiş, açıklama dilekçesi ile davacı eş Hikmet için 2.000 TL, çocuk Ekin için 3.000 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Birleştirilen davada ise; kazanın meydana gelmesinde yoldan kaynaklanan hatanın 2/8 oranında etkili olduğunun belirlendiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 5.000 TL maddi tazminatın davalı Karayolları Genel Müdürlüğü"nden tahsiline karar verilmesini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini Hikmet için 222.752,14 TL, Ekin için 62.470,55 TL olarak ıslah etmiştir.
Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü vekili; müvekkiline kusur izafe edilemeyeceğini öne sürerek, davanın reddini savunmuştur.
Davalı H.. D.. vekili; kusur oranı ve tazminat miktarını kabul etmediklerini, ıslah dilekçesinin zamanaşımı süresi dolduktan sonra verildiğini öne sürerek, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece; bilirkişi raporu benimsenerek, davanın kısmen kabulüne, davacı Hikmet için 62.304,08 TL, Ekin için 13.576,46 TL"nin davalı H.. D..’tan; davacı Hikmet için 31.152,04 TL, Ekin için 6.788,23 TL"nin davalı Karayolları Genel Müdürlüğünden kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili, davalı H.. D.. vekili ile davalı Karayolları Genel Müdürlüğü vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, özellikle cenaze ve defin masraflarına ilişkin dava dilekçesinde miktarı ayrıca ve açıkça gösterilip, harcı yatırılarak usulüne uygun biçimde açılmış bir dava olmadığına göre, davacılar vekili ile davalı H.. D.. vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Birleştirilen 2003/351 Esas sayılı dosyada, davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün kazanın meydana geldiği karayolundaki bakım ve onarım görevini yerine getirmediğinden dolayı hizmet kusuruna dayalı olarak dava açılmıştır. Kamu hizmeti görmekle yükümlü olan idare, kamu hizmeti sırasında verdiği zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi değildir. Hizmet kusurundan dolayı açılan davaların 2577 sayılı İYUK." nun 2. maddesi hükmü uyarınca tam yargı davası olarak ikame edilmesi gerekmektedir.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden dikkate alınması zorunludur. O halde, mahkemece yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
Bozma kapsamına göre davalı Karayolları Genel Müdürlüğünün sair temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.
3-Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 Sayılı HMK."nun 297/1-b maddesinde tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile, TC kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresinin sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin gerekli olduğu düzenlenmiştir.
Somut olayda; 2002/172 Esas sayılı asıl dava ile birleştirilmesine karar verilen 2003/351 Esas sayılı dava dosyasının karar başlığında gösterilmemesi, yukarıda açıklanan usul hükümlerine aykırılığı nedeniyle doğru olmamıştır.
4-1086 sayılı HUMK"nın 83. maddesi (6100 sayılı HMK m. 176) uyarınca, ıslah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltilmesidir. Islahın amacı, yargılama süresinde, şekli ve süreye aykırılık sebebi ile ortaya çıkacak maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmaktır. Ancak, açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslah konusu olamaz.
Borçlar Kanunu"nun 41. maddesinde (6098 sayılı TBK m. 49) haksız fiil tanımlanmış, 60. maddesinde (TBK m. 72) de haksız fiilden zarar görenin bundan kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini istemi ile açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri özel olarak düzenlenmiştir. BK"nın 60. maddesinde üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüş olup bunlar, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıllık (TBK m. 72 gereğince 2 yıl) sübjektif ve nispi nitelikteki kısa zamanaşımı süresi, herhalde haksız fiil tarihinden itibaren 10 yıllık objektif ve mutlak nitelikte uzun zamanışımı süresi ile olağan üstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresidir (EREN Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, B. 9, İstanbul 2006, s. 794).
Buna karşılık, özel bir kanun hükmünün, özel olarak zamanaşımı süresi öngördüğü tehlike sorumluluklarında BK m. 60 uygulanmaz. 2918 sayılı KTK"nın 109/I. maddesinde "Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar" hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, "dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir" hükmüne yer verilmiştir.
2918 sayılı Kanunun anılan madde hükmünde, gözden kaçırılmaması gereken husus, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı süresinin, tazminat talebi ile açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece eylemin Ceza Kanununa göre suç sayılması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Bu düzenlemenin iki ayrı sonucu bulunmaktadır. Söz konusu yasa hükmü, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; bunun dışında, fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır. Dahası, söz konusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından sürücü ve diğer sorumlular (örneğin işleten) arasında bir ayrım da yapılmamış, böylece kuralın bunların tümü için geçerli olduğu, hepsi için aynı zamanaşımı uygulanacağı öngörülmüştür (HGK"nın 10.10.2001 gün 2001/19-652-705 ve HGK"nın 16.04.2008 gün, 2008/4-326-325 sayılı kararları ile uzamış ceza zamanaşımı benimsenmiştir).
Açıklanan ilkeler ışığında somut olay ele alındığında, desteğin ölümüne neden olan haksız fiil 08.12.2002 tarihinde meydana gelmiş, davacı yan davasını 18.07.2002 tarihinde açmış, ıslah dilekçesi ile talebini ise 25.03.2008 tarihinde arttırmıştır. Davacı yan davasını kısmi dava biçiminde açmış olup bilindiği gibi kısmı talep halinde saklı tutulan kısım, yani dava konusu edilmeyen kısım yönünden zamanaşımı süresi işlemeye devam etmektedir. Dava konusu somut olay yönünden bir kişinin ölümü, bir kişinin de hafif derecede yaralanması ile sonuçlanan kaza tarihi dikkate alındığında 765 sayılı TCK"nın 102/I-4. maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımı süresi sözkonusudur. Yine, KTK"nın 109/I. maddesinde öngörülen “her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmü gözden kaçırılmaması gerekir.
Davacının 25.03.2008 tarihli ıslah dilekçesine karşı, davalı Hasan vekili tarafından süresinde zamanaşımı defi ileri sürülmesine rağmen, mahkemece olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemesi isabetli bulunmamış, kararın bu yönden de bozulması gerekmiştir.
5-Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından vefat edenin yakınlarına bağlanan aylığın niteliği ve bağlanan aylığın rücuya tabi ödemelerden olup olmadığının belirlenmesi zararın tazmininden sorumlu olanların mükerrer ödeme yapmasının önüne geçilmesi ve zarar görenlerin gerçek zararlarının üzerinde sebepsiz zenginleşmemesi için önemlidir.
Sosyal Güvenlik Kurumunun 10.11.2008 tarihli yazısı ile, desteğin ölümü nedeniyle davacılara peşin sermaye değerli gelir bağlandığı bildirilmiş olup, mahkemece davacılara bağlanan gelirin rücuya tabi olmadığı gerekçesiyle tazminattan mahsubu yapılmamıştır.
Mahkemece desteğin eşi ve çocuğu olan davacılara SGK tarafından bağlanan maaşın rücuya tabi olup olmadığının araştırılması, rücuya tabi olduğunun anlaşılması halinde, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından bildirilen ilk peşin sermaye değerlerinin hesaplanan tazminattan mahsubu ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile hüküm kurulması isabetli olmamıştır.
6-Davalı Hasan vekilinin, müvekkilinin zorunlu mali sorumluluk sigortacısı tarafından, kaza nedeniyle davacılara ödeme yapılıp yapılmadığının araştırılmasına ilişkin savunması mahkemece değerlendirilmemiştir.
Bu durumda, mahkemece, davalının savunması üzerinde durularak, davalıdan yapılan ödemeye ilişkin kanıtları sorulup, ibraz ettiğinde değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
7-Destekten yoksun kalma tazminatı Borçlar Kanunu’nun 45/2. maddesinde (6098 sayılı TBK. md. 53/1-3) düzenlenmiş olup; "Ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir." şeklinde hükme bağlanmıştır.
Yasa metninden de anlaşılacağı gibi destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan zarardır. Buradaki amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır. Olaydan sonraki dönemde de, destek olmasa bile, onun zamanındaki gibi aynı şekilde yaşayabilmesi için muhtaç olduğu paranın ödettirilmesidir. Yani haksız bir eylem sonucu desteğini yitiren kimse BK."nun 45/2. (6098 sayılı TBK. md. 53) maddesine dayanarak uğradığı zararın ödetilmesini isteyebilir.
Davalı, destekten yoksun kalmadan ileri gelen somut zararı gidermek zorundadır. Bu nedenle tazminat hesabından önce zarar tutarını belirlemek gerekir.
Davacılar vekilince; desteğin vefat etmeden önce Kılıç Deniz ürünleri ve Bafa Su Ürünleri gibi iki işletmenin işletme müdürlüklerini yaptığı, aylık ortalama kazancının 5.000 TL olduğu iddia edilmiş olup; kaza sonrası SGK
müfettişince hazırlanan 21.05.2002 tarihli raporda desteğin iki işletmenin müdürü olduğunun tespit edildiği, Bafa Su Ürünleri Ltd. Şti."nin yazısında muris Cevat Ali"nin tesis müdürü sıfatıyla çalıştığı ve kaza tarihinde aylık net kazancının 210 TL olduğunun; İzmir Ticaret Odası"nın yazısında, 2001 yılı Kasım ve Aralık ayları itibariyle desteğin pozisyonunda çalışan bir kişinin 1.500-1.600 TL ücret alacağının; tanıkların beyanlarında ise desteğin iki işletmenin müdürü olduğu ve işyeri tarafından bildirilenden daha fazla gelirinin olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece, iki ayrı bilirkişi raporu alınmış, ilk raporda; desteğin yaptığı iş, eğitim durumu, piyasa koşulları ve genel yaşam deneyimleri ve ülkemizin ekonomik koşulları esas alınarak asgari ücretin 5 katı gelir elde edeceği kabul edilerek; ikinci raporda ise,......Su Ürünleri Ltd. Şti."nin bildirdiği aylık ücret esas alınarak tazminat hesabı yapılmış, mahkemece ikinci bilirkişi raporuna göre karar verilmiştir. Oysa, yukarıda açıklanan dosya kapsamındaki delillerden iki işletmenin müdürlüğünü yapan destek için 28.11.2007 tarihli ilk raporda belirlenen gelirin daha isabetli olduğu bellidir.
Bu itibarla, somut olaya daha uygun olan ve davacılar tarafından itiraza uğramayan 28.11.2007 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen gelirin hükme esas alınması gerekirken, diğer rapor benimsenmek suretiyle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
8-Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 Sayılı HMK."nun 297/1-ç maddesine göre, hükümde; yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesinin açık, şüphe ve terreddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin gerekli olduğu düzenlenmiştir.
Mahkemece, yukarıda belirtilen usul hükmüne aykırı olarak, yargılama giderlerinin eksik hesaplanması, dökümünün kararda gösterilmemesi, davacı vekiline depo ettirilen ve harcanmayan 440 TL gider avansının iadesine dair hüküm kurulmaması doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekili ile davalı H.. D.. vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine; (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı Karayolları Genel Müdürlüğü vekilinin; (3),(4),(5) ve (6) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davalı H.. D.. vekilinin; (7) ve (8) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle de davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan
harcın istek halinde temyiz eden davacılar, davalı H.. D.. ile davalı Karayolları Genel Müdürlüğü"ne geri verilmesine, 29.09.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.