Hukuk Genel Kurulu 2015/1843 E. , 2017/431 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 18. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 05.07.2012 gün ve 2010/1070 E., 2012/505 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 25.09.2012 gün ve 2012/31860 E., 2012/31687 K. sayılı kararı ile;
"…A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini bildirerek kıdem ve ihbar tazminatı ile ulusal bayram genel tatil ve fazla çalışma ücretleri alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Mahkemece yapılan yargılama sonunda 05.07.2012 tarihli son duruşmada kısa karar
“Davanın KABULÜNE” şeklinde açıklanmıştır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297 nci maddesi uyarınca, mahkeme kararlarının;
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi, içermesi, hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi zorunludur.
Basit yargılama usulüne tabi yargılamalara ilişkin olarak 6100 sayılı HMK.nun “Hüküm” başlıklı 321. maddesinde aynen;
“Hüküm
MADDE 321- (1) Tahkikatın tamamlanmasından sonra, mahkeme tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Taraflara beyanda bulunabilmeleri için ayrıca süre verilmez.
(2) Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü düzenlenmiştir.
321. maddedeki “hükme ilişkin tüm hususlar” dan kastedilen HMK.nun 297. maddesindeki unsurlardır. Madde gerekçesinde tefhimin hüküm özetinin yazdırılması olduğu açıklanmıştır.
Bu nedenlerle basit yargılamada da tefhim edilecek hüküm HMK.nun 297/2. maddesindeki unsurları taşımakla birlikte HMK.nun 321. maddesi uyarınca gerekçeli olmak zorundadır. Ancak Mahkemelerin iş yoğunluğu ve buna bağlı olarak duruşma dosyalarının çokluğu nedeni ile gerekçenin duruşmada yazdırılamaması halinde gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.
Bu yasal şekil yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, hükmün infazında zorluklara ve tereddütlere, yargılamanın ve davaların gereksiz yere uzamasına, davanın tarafı bulunan kişi ve kurumların mağduriyetlerine sebebiyet verecek ve kamu düzeni ve barışını olumsuz yönde etkileyecektir (Hukuk Genel Kurulu - 2007/14-778 E, 2007/611 K, Dairemizin 01.04.2008 gün ve 2007/38353 Esas, 2008/7142 Karar sayılı ilamı).
Halen yürürlükte olan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 8 inci maddesine göre, iş mahkemelerince verilen nihaî kararlara karşı kanun yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.
Taraflar hükmün tefhiminin HMK.nun 297/2. maddesinde sayılan unsurları taşımaması halinde hak ve borçlarını bilemeyeceklerinden temyiz süresini kaçırmamak, hak kaybına uğramamak için kararı gereksiz yere temyiz etmek zorunda kaldıkları bir gerçektir.
Bu nedenlerle hükmün tefhimi sırasında HMK.nun 297/2. maddesinde belirtildiği üzere “taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Somut olayda, davacının birden fazla talebi olduğu halde hüküm “Davanın KABULÜNE” şeklinde açıklanmıştır.
Bu şekilde kurulan ve açıklanan hükümde taraflara yüklenen hak ve borçların açık ve şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde belirtilmediği ortadadır.
Açıklanan hüküm sonucunda davacının hangi taleplerinin reddedildiği, yargılama giderlerinin (masraf ve vekalet ücretleri) ne şekilde hüküm altına alındığı, kanun yoluna başvurma süresinin ne kadar olduğu Yasanın emredici hükmüne rağmen açıkça belirtilmemiştir.
6100 sayılı HMK.nun 298/2. maddesine göre “Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.”
Yukarıda belirtildiği üzere duruşmada açıklanan hüküm sonucu ile gerekçeli kararın hüküm sonucunun da aynı olduğu söylenemez.
Bu nedenlerle 6100 sayılı yasanın 297, 298/2 ve 321. maddelerinde belirtilen zorunlu unsurların hiç birisini içermeyen hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkili davacının iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili ise davacı işçinin devamsızlık yapması nedeniyle iki kez mazeretini bildirmesi için ihtarname keşide edildiği halde bu ihtarnamelere cevap vermediği gibi mazeret de bildirmediğini, yapılan araştırmada davacının bir başka işyerinde işe başladığının anlaşıldığını, ortada davalı işveren tarafından yapılan bir fesih işleminin de bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece davacı işçinin iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedenle feshedildiğinin ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün davalı işveren vekilince temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur.
Mahkemece dava konusu yapılan alacakların davacı tarafından ıslah sonucunda oluşan talebi üzerinden aynen kabul edildiği, yani reddedilen alacak kalemi veya miktarı söz konusu olmadığı, dolayısıyla kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki olduğunun da söylenemeyeceği, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 321/2 fıkrasına uygun tefhim edildiği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme hükmü davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık somut olayda mahkemece “davanın kabulüne” dair kısa karar oluşturulduğu, oluşturulan bu kararda dava konusu alacaklar ve miktarlarının açıkça belirtilmediği gibi temyiz süresinin ne zaman başlayacağının da yer almadığı, buna karşılık gerekçeli kararın hüküm fıkrasında talep konusu alacaklar ve miktarları ile faiz başlangıçları (vekalet ücreti ve yargılama giderleri dahil) tek tek belirtilerek gerekçeli kararın oluşturulduğu görülmekle; mahkemece oluşturulan kısa kararın 6100 sayılı HMK’nın 294, 297, 298/2 ve 321. maddelerinde belirtilen zorunlu unsurları taşıyıp taşımadığı, burada varılacak sonuca göre de kısa karar ile gerekçeli kararın çelişip çelişmediği noktalarında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 298. maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte mahkemenin yazmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E. ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü kararı).
Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294. ve 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.
Gerçekten de anılan maddeler kamu düzeni amacıyla konulmuş emredici hükümlerdendir. Bu maddeler uyarınca kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Yine Anayasanın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141. maddesinin 3. fıkrasında; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmüne yer verilmiştir.
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HMK’nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır. İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK"nın yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Diğer taraftan; iş yargılamasında uygulanmakta olan basit yargılama usulünü düzenleyen 6100 sayılı HMK’nın 321/2. fıkrasında; kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hallerde, hakim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; 05.07.2012 tarihli kararın Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenlerle bozulması üzerine Mahkemece 24.12.2012 tarihli direnmeye ilişkin kısa kararda, “ Mahkememizce verilen 05.07.2012 tarih 2010/1070 karar sayılı önceki kararda direnilmesi ile davanın kabulüne ilişkin ekli gerekçeli karar yanlar vekillerinin yüzlerine karşı tefhim ve tebliğden itibaren 8 günlük süre içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere açıkça okunup usulen anlatıldı” şeklinde hüküm kurulduğu, buna karşılık gerekçeli kararın hüküm fıkrasında ise dava konusu alacaklar yönünden miktar ve faizlerini gösterir şekilde, ayrıca vekalet ücreti ile yargılama giderleri de belirtilmek suretiyle hüküm kurulduğu görülmüştür.
Bununla birlikte, direnmeye konu 24.12.2012 tarihli kısa kararda “…davanın kabulüne ilişkin ekli gerekçeli karar…” denilmesine rağmen gerekçeli kararın hükmün tefhiminden sonra 14.01.2013 tarihinde yazıldığı dosya içeriğinden anlaşılmıştır.
Hal böyle olunca, dava yığılmasının etkin olduğu iş yargılamasında davacının birden fazla talebi olduğu halde “davanın kabulüne” şeklinde açıklanmayla yetinilmekle hükümde taraflara yüklenen hak ve borçların açık olarak şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde belirtilmediği, bu hali ile de gerekçeli kararın, tefhim edilen hüküm sonucuna uygun olduğunun söylenemeyeceği anlaşılmakla mahkemece 6100 sayılı HMK’nın 294, 297, 298/2 ve 321. maddelerinin açık hükümleri gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.
Direnme kararı sair temyiz itirazları incelenmeksizin bu nedenle usulden bozulmalıdır.
S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.