(Kapatılan)14. Hukuk Dairesi 2011/15604 E. , 2012/265 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 27.02.1981 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve mera olarak sınırlandırma istenmesi üzerine bozmaya uyularak yapılan duruşma sonunda; davanın kısmen kabulüne kısmen reddine dair verilen 20.01.2011 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili ve müdahil davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı ..., dava ve birleştirilen davasında, 1018 ve 1162 sayılı parsellerin mera niteliğinde ve her iki köyün ortak kullanımında olduğunu belirterek davalı adına oluşturulan tapu kayıtlarının iptali ile mera olarak sınırlandırılması isteğinde bulunmuştur.
Davaya müdahil olarak katılan Hazine de, 1018 sayılı parselin mera olduğunu belirterek tapu kaydının iptali ile mera olarak sınırlandırılmasını istemiştir.
Davalı, dava konusu taşınmazların köyün özel mülkiyetine tabi olduğunu, gelir getiren başka kaynaklarının bulunmadığını, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davanın kabulü ile kullanım hakları ortak olmak üzere taşınmazların mera olarak sınırlandırılmasına karar verilmiştir.
Hükmü davalı vekilinin temyiz etmesi üzerine mahkemece 30.06.2009 tarihinde verilen karar dairemizce: “ Çekişme konusu 1018 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespitinin 06.04.1970 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 27.02.1981 tarihinde açıldığı, Hazinenin ise 23.09.1981 tarihinde davaya müdahil olarak katıldığı anlaşılmaktadır. ... ... Anılan hükümler gözetildiğinde
kadastro tespitinin kesinleştiği 06.04.1970 tarihi ile davanın açıldığı 27.02.1981 tarihi arasında Kadastro Kanununun değişik 12. maddesinde sözü edilen on yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği açıktır. Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler gereğince davanın hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bu parsel yönünden bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile bozulmuştur.
Bozma üzerine yapılan yargılama sonucu mahkemece, dava konusu 1162 parsel sayılı taşınmaz yönünden ilk yargılama sonunda verilen karar Yargıtayca onanarak kesinleştiğinden karar verilmesine yer olmadığına, dava konusu 1018 parsel sayılı taşınmaz yönünden açılan davanın ise 5841 sayılı kanunun 3.maddesi ile 3402 sayılı kadastro kanununa eklenen geçici 10.md.uyarınca reddine, karar verilmiştir.
Hüküm davacı vekili ve müdahil davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dava konusu 1018 parsel sayılı taşınmaz yönünden mahkemece verilen ilk hükme ilişkin Dairemizin bozma kararı 11.05.2010 tarihlidir. Ne var ki, ilk temyiz isteminin incelendiği tarihte yürürlükte bulunan 5841 Sayılı Kanunun 2. maddesi ile; 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. maddesinin 3.fıkrasına eklenen “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” cümlesinde yer alan "...iddia ve taşınmazın niteliğine" ibaresi ve 3. madde ile 3402 sayılı Kanuna eklenen “Geçici 10. madde” Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 günlü ve E.2009/31, K. 2011/77 sayılı kararı ile iptal edildiğinden davacının mera iddiasıyla açtığı iptal ve sınırlandırma davaları on yıllık hak düşürücü sürenin dışında bırakılmıştır.
Açıklanan bu durum usuli kazanılmış hakkın istisnasını oluşturacağından, uyuşmazlığın incelemenin yapıldığı tarihteki yasa kurallarına göre değerlendirilmesi gerekir.
Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen iptal kararı göz önüne alınarak çekişmenin esasının incelenmesi gerekirken, dava konusu 1018 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
2-Hükmün hangi hususları kapsayacağı 6100 sayılı HMK’nun 297.maddesinde belirtilmiştir. Ayrıca hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır, hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini ve ifa kabiliyetini yitirir.
Bozma kararından sonra bozmaya uyularak verilen hüküm yeni bir hükümdür. Bozmaya uyularak tesis edilen hükmün, tüm istekleri karşılar şekilde yeniden yazılması gerekir. Mahkemece 1162 parsel sayılı taşınmaz yönünden verilen ilk hüküm onanarak kesinleşmiş olduğundan bahisle “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde hüküm kurulması doğru olmamıştır.
Karar açıklanan nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatıranın iadesine, 16.01.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.