10. Hukuk Dairesi 2014/19741 E. , 2015/11261 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Davaya konu olayda; 2003/11. ay ile 01.10.2008 tarihleri arası döneme ilişkin dava dışı anonim şirketin prim borçlarından dolayı 6183 sayılı Yasa uyarınca 19 adet icra takibini yapıldığı, anonim şirket adına anılan takip dosyalarından tanzim edilen ödeme emrinin davacıya 27.03.2012 tarihinde tebliğ edildiği, davacı tarafından ödeme emirlerinin iptali istemi ile eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
6183 sayılı Kanunun 58. maddesi, Kurum alacakları yönünden tebliğ edilen ödeme emrine karşı dava açma hakkını 7 gün ile sınırlandırmıştır. İtiraz davası için öngörülen 7 günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.4.2001 gün ve 2002/21-201-297; 24.3.2004 gün ve 2004/10164-170 sayılı Kararları).
Eldeki davada, anılan hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahsedebilmek için öncelikle davacı adına tanzim edilen ve usulünce davacıya tebliğ edilen ödeme emirlerinin varlığı şarttır.Hal böyle olunca, öncelikle, her bir takipten davacı adına tanzim edilip tebliğ edilen ödeme emirlerinin varlığı araştırılarak, eldeki davanın hak düşürücü süre içerisinde açılıp açılmadığının tespiti gerekmektedir. Davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığının anlaşılması halinde şimdiki gibi karar verilmelidir. Davanın 7 günlük süre içerisinde açıldığının anlaşılması yada takip dosyalarından davacıya usulüne uygun ödeme emri tebliğ edilmemiş olması ve eldeki davanın bu halde herhangi bir süreye tabi olmayan menfi tespit davası niteliğinde olduğunun belirlenmesi halinde ise davacının anılan prim borçlarından sorumluluğunun irdelenmesi gerekmektedir.
01.10.2008 tarihinden önce tahakkuk eden prim borçları nedeniyle davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanunun 80/11. maddesinde, “Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzel kişiliği haiz diğer
./..
işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludurlar” hükmü öngörülmüştür. Anılan madde hükmüne göre, tüzel kişiliği haiz özel kuruluşta görev yapan kişinin primlerin ödenmesinden işverenle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olabilmesi için, primlerin tahakkuk ve ödenmesinde yetkili, üst düzey yöneticisi olması zorunludur. Bunun dışında kalan ve idare veya mali işlerinde doğrudan söz sahibi veya yetkili olmayan kişilerin işveren ile birlikte müşterek sorumluluğu düşünülemez.
Müteselsil borçlulukta alacaklı, alacağının tamamını veya bir kısmını karşısındaki borçlulardan dilediği birinden isteyebilmek imkânına sahip bulunduğu gibi, borçlular da alacaklıya karşı borç sona erinceye kadar hep birlikte sorumlu olmakta devam ederler. Borçlulardan birinin borç ödemeden aciz haline düşmesinin veya iflas etmesinin alacaklı için her hangi bir tehlikesi yoktur; zira diğer borçlulardan her biri borcun tamamını ifa etmek yükümlülüğü altında bulunmaktadır. Müteselsil borçluluk alacaklıya, borçluların içinden ödeme gücü en yüksek olanı seçerek edimin tamamını ondan isteyebilme yetkisini tanır.
Bu yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığı altında, davacının dava dışı anonim şirketteki sıfatının belirlenmesi için Ticaret Sicil Müdürlüğü kayıtları kayıtlar getirtilerek, gerektiğinde Kurum icra dosyaları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak, davacının sorumlu olduğu prim borçları belirlenerek varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin eksik araştırma ve hatalı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 08.06.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.