14. Hukuk Dairesi 2013/6837 E. , 2013/8416 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Tüketici Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 20.12.2002 gününde verilen dilekçe ile yükleniciden temlik alınan hakka dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.01.2013 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, yüklenicinin temliki işlemine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademedeki istek ise tazminat taleplerine ilişkindir.
Davalılardan arsa malikleri İsmail ve ... davacı ile aralarında herhangi bir hukuki ilişkinin söz konusu olmadığını, davalılardan yüklenici şirket, temlik sözleşmesini şirket yetkilisinin imzalamadığını, şirketi bağlamadığını ve davacının sözleşmede sahtecilik yaptığını, davanın reddini savunmuşlardır.
Dahili davalı ... Kaya, dava konusu daireyi 25.10.2002 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile yükleniciden satın aldığını ve Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/380 esas sayılı dosyasında tapu iptali ve tescil davası açtığını bildirmiş, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece mülkiyet aktarımı isteminin reddine, 42.500 YTL tazminatın davalılar ... İnş. Ltd. Şti. ve ...’den alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş, hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 15.06.2011 tarihli ve 2011/6816 – 7814 sayılı ilamı ile özetle “…davalıların ve dahili davalının el ve işbirliği içinde olup olmadığı, kısaca malikin Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin korumasından yararlanıp yararlanmayacağı araştırılmalı ve deliller toplanarak sonucuna göre karar verilmelidir…” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak, muvazaanın ispatlanamadığı belirilerek önceki hüküm gibi karar verilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle davalıların iyiniyetli olup olmadıkları üzerinde durulmalıdır.
Hukukumuzda, kişilerin satın aldığı şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişesi taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, satın alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bir tanımlama yapmak gerekirse iyiniyetten maksat hakkın doğumuna engel olacak bir hususun hak iktisap edilirken kusursuz olarak bilinmemesidir.
Belirtilen ilke, TMK’nun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki m.1024’de "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde vurgulanmıştır. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.
Ayni hak, kütüğe tescil yoluyla yazılmışsa kural olarak böyle bir tescile dayanan iyiniyetli kişinin iktisabı korunur. Fakat, tescilin yanı başında, bir de bunun haklı bir sebebe dayanması ve tescil talebinin o hak üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kimse (TMK m. 1013) tarafından yapılmış olması şarttır. Yetkisiz bir kimse tarafından yapılan talep veya haklı bir sebep olmadan yapılan bir tescil hakkı iktisap ettirmez. Ancak bu yönden tescil sakat dahi olsa, iyiniyetli, yani sakatlığı bilmeyen ve bilmeleri de kendilerinden beklenemeyen kimseler (TMK m. 3) karşısında geçerli bir tescilin sonuçlarını doğurur. Böyle bir tescile dayanarak iyiniyetle o gayrimenkul üzerinde ayni bir hak iktisap eden korunur (TMK m.1023). Yani iyiniyetli kimseler kütüğün görünüşüne inanmakta haklıdır. Bu kuralın tapu kütüğüne güven sağlamak için getirildiği kuşkusuzdur (TMK m.1020).
Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince; Davacı dava konusu bağımsız bölümü yükleniciden 25.01.2001 tarihli adi yazılı sözleşme ile satın almış ve 20.12.2002 tarihinde tescil davası açmıştır. Dahili davalı ... Kaya ise aynı daireyi yükleniciden 25.10.2002 tarihinde satış vaadi sözleşmesi ile satın almış ve bu sözleşmeye dayanarak bu davadan sonra 28.09.2006 tarihinde yüklenici ve arsa maliklerine karşı dava açmış, davalı yüklenici ve arsa maliklerinin davayı kabul etmeleri üzerine davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, temyiz edilmediğinden kesinleşmiş ve taşınmaz 16.04.2009 tarihinde
hükmen ... Kaya adına tescil edilmiştir. Davacı, dahili davalı ...’ye yapılan satışın ve yukarıda belirtilen tescil davasındaki kabulün muvazaalı olduğunu iddia etmiştir. Bozma ilamı doğrultusunda dinlenen davacı tanıkları, dava konusu taşınmazın davacı tarafından satın alındığını beyan etmişlerdir. Bu durumda mahkemenin kabulünün aksine davalı ...’ye yapılan satışın muvazaalı olduğu ispat edildiğinden tescil isteminin reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Davacının sözleşme gereğince bir kısım bedeli ödemediği anlaşılmaktadır. Mahkemece bu konuda bilirkişilerden ek rapor alınarak veya lüzumlu görülür ise yeniden yapılacak keşif ile dava konusu bağımsız bölümün rayiç değeri belirlenmelidir. Belirlenen bu değerden ödenmeyen kısım oranlanarak bulunmalı ve tespit edilen bu miktarı ödemesi için davacıya süre verilmelidir. Davacı tarafından bedel ödendiğinde tescile karar verilmeli, aksi takdirde şimdiki gibi tazminata hükmedilmelidir.
Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, 31.05.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.