20. Hukuk Dairesi 2016/13451 E. , 2019/2794 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili 09.11.2015 tarihli dilekçe ile; müvekkilinin maliki olduğu ... ilçesi, ... 21, 25, 48, 336, 522 ve 523 parsel sayılı taşınmazların bazılarının kısmen, bazılarının da tamamen kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle ... Asliye Hukuk Mahkemesinin kararları ile bedelsiz olarak hükmen tapularının iptaline karar verildiğini, kararların kesinleştiğini, tapunun iptal edilmesi sebebiyle müvekkilinin zararının oluştuğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı tutup 8.000.-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte Hazineden tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmış, 17.05.2016 tarihli harçlandırılmış dilekçesi ile talebini 29.976,00.-TL artırarak toplam 37.976,00.-TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsilini talep etmiştir.
Mahkemece davanın kısmen kabulü ile 28.482,00.-TL maddi tazminatın dava tarihi olan 09/11/2015 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazminat istemine ilişkindir.
Dosya kapsamındaki belgelerden, ... ilçesi, ..., 21 parselin 1.300 m2"sinin, 25 parselin 1.500 m2"sinin, 48 parselin 1.500 m2"sinin ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/783 E. - 2008/123 K. sayılı ilamı ile kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeniyle tapusunun iptaline karar verildiği, hükmün 02.01.2009 tarihinde kesinleştiği; 336 parselin ve 523 parselin tamamının ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/927 E. - 2006/210 K. sayılı ilamı ile kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeniyle tapusunun iptaline karar verildiği, hükmün 13.09.2006 tarihinde kesinleştiği; 522 parselin tamamının ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/176 E. - 2006/266 K. sayılı ilamı ile kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeniyle tapusunun iptaline karar verildiği, hükmün 11.10.2006 tarihinde kesinleştiği ve eldeki davanın 09.11.2015 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından, aynî hakkın saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir.
Anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğunun kapsamı, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini izleyen işlemler olup tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlardaoluşan hataları da kapsamaktadır. Bir başka deyişle, kadastro işlemleri, tapu kütüğünün oluşumuna dayanak oluşturduğundan, bu işlemler nedeniyle tapu kütüğünde oluşacak yanlışlıklar nedeniyle doğacak zararlar da TMK"nın 1007. maddesi kapsamındadır.
Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk niteliğinde olup, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (aynî) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukukî duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür.
4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E. - 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararı).
Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. 4721 sayılı TMK’nın 705/2. maddesi uyarınca tapu iptal ve tescil istekli davalarının kesinleştiği tarih itibariyle mülkiyet hakkı sona ereceğinden bu tarih itibariyle tapusu iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin zararı oluşacaktır. Dolayısıyla mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle taşınmazın değerinin tespit edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; kıyılar özel mülkiyete konu olamayacak ise de, genel arazi kadastrosu sırasında taşınmazlar hakkında kadastro tespit tutanağı düzenlenerek tapu kütüğünün gerçek kişi adına oluşturulduğu, bu şekilde tapu sicili hatalı olarak tutulduğundan, TMK"nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacının gerçek zararının tazmininin gerektiği açıktır.
Ancak, mahkemece raporu hükme esas alınan bilirkişi heyeti, bir ziraat bilirkişi ve bir gayrımenkul değerlendirme uzmanı avukat bilirkişiden oluşmakta olup, bilirkişi heyetinin oluşumu Bilirkişilik Kanununda açıklanan yönteme aykırıdır. Gerçek zararın, tapu iptal kararlarının kesinleşme günündeki net gelir metoduna göre hesaplanması zorunlu iken, mahkemece dava tarihi resmî rakamları esas alınarak yapılan değerlendirmeye göre hüküm kurulması doğru değildir.
Tüm bunların dışında; bilirkişilerce belirlenen değer üzerinden re"sen hakkaniyet indirimi yapılmış olması da doğru değildir.
Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra 09.11.2015 tarihinde açılmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hukukumuzda ilk derece yargılamasının beş temel aşamadan oluşması öngörülmüştür. Bunlar sırası ile dilekçelerin karşılıklı verilmesi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hükümdür. HMK’nın “ön incelemenin kapsamı” başlıklı 137. maddesinde “Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138. maddesi dikkate alınarak öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verileceği, gerektiği takdirde bu konuda karar verilmeden önce, tarafların ön inceleme duruşmasında dinlenebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyebileceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği belirtilmiştir. Ön inceleme duruşmasında dava şartları ve ilk itirazlar ile sınırlı olmak üzere tanık dinleme, belge inceleme, bilirkişi görüşü alma, keşif yapma ve yemin teklif etme gibi işlemler
yapılabilir, ancak tahkikata yönelik işlemler yapılamaz. Ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemez ve tahkikat için duruşma günü verilemez (m.137/2).
Temyize konu davada, ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden verilen ara kararla keşif günü verilmiş ve keşif yapılmış, kanunun aradığı anlamda ön inceleme yapılmamış, sonrasında tahkikat ve sözlü yargılama için duruşma günü verilmeden yapılan üç celsede hüküm açıklanmıştır. Mahkemece, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 137 ve devamı maddeleri gereğince belirlenen ön inceleme duruşma gününde usulüne uygun şekilde ön inceleme işlemlerinin yapılıp tamamlanması ve ön incelemenin tamamlandığının taraflara bildirilmesi suretiyle tahkikat aşamasına geçilmesi gerekirken, aynı kanunda öngörüldüğü şekilde ve usulüne uygun olarak ön inceleme aşaması gerçekleştirilip tamamlanmadan tahkikata geçilmesi ve yine sözlü yargılama için gün tayin edilip taraflara tebliğ edilerek ve sözlü yargılamada taraflara son sözleri sorularak hükmün açıklanması gerekirken, açıklanan sıra izlenmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulması da doğru görülmemiştir.
O halde, HMK"daki yargılama sırasına uyularak yargılama yapılıp mahkemece, çekişmeli taşınmazlar arazi niteliğinde olduğundan sulu-kuru olup olmadıkları, yerleşim alanlarına uzaklıkları, iklim şartları, arazinin toprak ve topoğrafik yapısı ve bölgesindeki konumları gözetilerek 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 39. maddesiyle değişik 15. maddesinde belirtilen yönteme göre oluşturulacak bilirkişi kurulu yardımıyla çevrede yetiştirilen ürünlerin münavebesi, dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri ilçe tarım müdürlüğünden getirtilmek suretiyle, elde edilen verilere uygun biçimde değerlendirme yapılarak net gelir yöntemiyle değerlendirme tarihlerindeki (tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarihlerdeki) gerçek değerlerinin hesaplattırılması, bu şekilde tapuları iptal edilen tapu sahibinin gerçek zararının saptanması, oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma sonucu yetersiz bilirkişi kurul raporuna dayalı verilen karar usûl ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacı ve davalı vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 18/04/2019 günü oy birliğiyle karar verildi.