Hukuk Genel Kurulu 2014/1417 E. , 2017/145 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Van İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.09.2013 gün 2012/176 E., 2013/397 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 27.01.2014 gün 2013/24466E. 2014/1312 K. sayılı kararı ile;
"…Davanın yasal dayanağı 1479 sayılı Yasanın mülga 35 ve geçici 10. maddeleridir. 13.01.1947 doğumlu olan davacıya, anılan yasal düzenlemeler çerçevesinde Kurumca 01.07.1998 tarihinden itibaren 9048 gün primi ödenmiş sigortalılık süresi üzerinden yaşlılık aylığı bağlandığı, 12.01.1982-12.03.1985 tarihleri arasını kapsayan 26 adet prim ödemesinin, yapılan denetim sonucu gerçeğe aykırı olarak, bilgisayar programı sayesinde ödenmiş gibi Kurum kayıtlarına işlendiğinin belirlenmesi nedeni ile bağlanan aylığın başlangıçtan itibaren iptal edildiği, mahkemece, anılan prim ödemelerinin hayali olduğuna dair yeterli kanaat oluşmadığı için davanın kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, öncelikle davacıdan, Kurumun gerçek olmadığını iddia ettiği primlere yönelik ödeme makbuzlarının bulunup bulunmadığı sorulmalı, ibraz edilememesi halinde, hayali prim ödemelerinin kapsadığı dönem haricinde, 8208 gün primi ödenmiş sigortalılık süresi bulunan davacının, 1479 sayılı Yasanın Geçici 10. maddesinin 3. fıkrasının (a) bendi gereği yaşlılık aylığı tahsisi için 15 yıl ve 56 yaş şartına tabi olduğu ve bu kapsamda 13.01.2003 tarihinde anılan şartları taşıdığı, 9048 gün primi ödenmiş sigortalılık süresi gözetilerek bağlanan aylık ile 8208 gün primi ödenmiş sigortalılık süresi gözetilerek bağlanacak olan aylık arasındaki farkların ve yersiz ödenen aylıklar ile tedavi gideri bedelinin Kurumca her zaman tahsilinin mümkün olduğu ve davacıya 56 yaş, 8208 gün primi ödenmiş sigortalılık süresi üzerinden 01.02.2003 tarihinden itibaren, 9048 gün primi ödenmiş sigortalılık süresi üzerinden ise prim borcunun ödendiği 08.09.2008 tarihini takip eden aybaşı olan 01.10.2008 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı tahsisi gerektiği nazara alınarak, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, hatalı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…"
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Sosyal Güvenlik Kurumunun davacının yaşlılık aylığının iptaline dair işleminin ortadan kaldırılması ile emekliliğin devamına, borçlu olmadığının tespitine, kesilen aylıkların yasal faizi ile birlikte ödenmesine, kazanılmış tüm sosyal hakların iadesine karar verilmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin prim borçlarını ödeyerek 1998 tarihinde emekliliği hak ettiğini, ancak davalı Kurumun yatırılan primlerin hayali prim olduğu gerekçesiyle emekliliğini iptal ettiğini, davacının yıllarca prim yatırdığı, hayali olduğu belirtilen prim tutarının o günkü koşullarda bile yüksek olmadığını, Kurum personelinin yasal olmayan işlemlerinden davacının sorumlu olmayacağını ileri sürerek davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) vekili Kurum tarafından yapılan teftişte emekli olan bazı sigortalıların kurumda çalışan personel ile maddi kazanç karşılığı işbirliği yapıp kayıtlarına hayali prim yüklendiğinin tespit edildiğini, emekliliklerin bu nedenle iptal edildiğini, emekli olmanın koşullarından birinin prim borcunun bulunmaması olduğunu belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece, davacının Bağ-Kur numarasına hayali olarak yüklendiği belirtilen prim tutarının 1,15 TL olduğu, yaşlılık sigortasından yararlanma aşamasına gelen davacının 1,15 TL için kurum çalışanları ile menfaat ilişkisine girmesinin beklenemeyeceği, öte yandan, hayali prim yüklenmesi eyleminin gerçek olduğu varsayılsa bile, davacı sigortalının bu eyleme katılıp katılmadığının maddi olarak belirlenemediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı ... vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçeler ile Özel Daire kararına direnilmiştir.
Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, hayali olarak yüklendiği belirtilen primler nedeniyle ortaya çıkan prim borcunun, Kurum tarafından iptal edilen yaşlılık aylığının tekrar bağlanmasına engel teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, sosyal güvenlik hakkı, temel insan haklarından olup, uluslararası hukuk normları ile Anayasada güvence altına alınmıştır. Bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi; sosyo – ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır. (K. Arıcı, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s.95). Ancak Sosyal güvenlik hakkının kullanımı yasa ile sınırlanmış ve belirli koşulların varlığına bağlanmıştır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, dava; 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 4/1-b bendi kapsamındaki sigortalılara ilişkindir, ancak 5510 sayılı Kanunun geçiş hükümlerini düzenleyen Geçici 7. maddesinde yer alan “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20"nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.” hükmü uyarınca ve kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağının mülga 1479 sayılı Esnaf Ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu olduğu belirgindir.
01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar (Bağ-Kur) Kanunu’nun 24. ve 25. maddelerinde “…kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı olan gerçek kişiler...”; “meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren” zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılmışken, anılan maddelerde 19.04.1979 gün ve 2229 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak, “kendi adına ve hesabına” çalışma koşulu ve belirtilen nitelikte çalışmaya başlama tarihi sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir.
20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemede ise, kendi adına ve hesabına çalışma koşuluna ek olarak “...gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar” için mükellefiyetin başlangıç tarihinden, “kendi adına ve hesabına bağımsız olarak çalışmakla beraber gelir vergisinden muaf olanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar” kayıt oldukları tarihten itibaren sigortalı kabul edilmişler, bununla birlikte 1479 sayılı Kanuna 2654 sayılı Kanun ile eklenen Ek Geçici 13. madde ile, “...sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olanların her türlü hak ve mükellefiyetleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği (20.4.1982) tarihinde” başlayacağı düzenlenmiştir.
1479 sayılı Bağ-Kur Kanununda 22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte ise, bu kez; “gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıtlı bulunanlar” dan, gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanlar da Esnaf ve Sanatkarlar Siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıt oldukları tarihten itibaren kendiliğinden sigortalı sayılmışlardır.
Öte yandan, 1479 sayılı Kanunun 34. maddesinde yaşlılık aylığı bağlanması yaşlılık sigortasından sağlanan bir yardım olarak belirtilmiştir. Kanun koyucu bu madde ile birlikte Bağ-Kur sigortalılarını yaşlılık risklerinden korumak amacıyla yaşlılık sigortasından yardım sağlamayı amaçlamıştır. (R. Aslanköylü, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Şerhi, Ankara 2015, s.1184).
1479 sayılı Kanunun 35. maddesinde yaşlılık aylığından yararlanma koşulları tek tek sayılmış ve Bağ-Kur sigortalısının yaşlılık aylığından yararlanabilmesi için 3396 sayılı Kanunun 4. maddesiyle değişik (a) bendi uyarınca Kuruma yazılı talepte bulunması, talepte bulunduğu tarihte prim ve her türlü borçlarını ödemiş olması, 3774 sayılı Kanunun 2. maddesi ile değişik (b) bendi uyarınca, kadın ise 20 tam yıl erkek ise 25 tam yıl sigorta primi ödemiş olması şarttı aranmıştır.Maddenin (c) bendinde ise kısmi aylık bağlanması için kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmakla beraber en az 15 tam yıl sigorta primi ödemiş olanlara da kısmi aylık bağlanacağı belirtilmiştir.
25.08.1999 tarihinde yürürlüğe giren 4447 sayılı Kanunun 28. maddesi ile 1479 sayılı Kanunun 35. maddesi değiştirilmiştir. Yapılan değişik ile Bağ-Kur sigortalısının yaşlılık aylığından yararlanabilesi için 1479 sayılı Kanunun 35. maddesi (a) bendi uyarınca yazılı talepte bulunması, talepte bulunduğu tarihte prim ve her türlü borçlarını ödemiş olması, (b) bendi uyarınca kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş ve 25 tam yıl sigorta primi ödemiş olması gerektiği belirtilmiş, son fıkrasında ise kısmi aylık bağlanabilmesi için kadının 60, erkeğin 62 yaşını doldurmuş ve en az 15 yıl prim ödemiş olması şartı aranmıştır.
Yine 4447 sayılı Kanunun 39. maddesi ile 1479 sayılı Kanuna Geçici 10. madde eklenmiş, ekli maddenin ikinci fıkrası Anayasa Mahkemesi’nin23/02/2001 tarihli ve E. 1999/42, K. 2001/41sayılı Kararı ile iptal edilmiş, iptal kararı sonrası 23.05.2002 tarihli 4759 sayılı Kanunun 7. maddesi ile yeniden düzenlemeye gidilmiştir. Yapılan düzenleme ile yaşlılık aylığı bağlanma şartlarında kademeli bir sistem benimsenmiştir.
Görüldüğü üzere, Bağ-Kur sigortalısının yaşlılık aylığından yararlanabilmesi için sadece yaşlanmış olması yetmez. Yaşlanmanın yanında 35. maddede sayılan tüm koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Bu koşullardan birisinin bile oluşmaması halinde sigortalı yaşlılık aylığından yararlanamaz (R. Aslanköylü, a.g.e., s. 1184).
Somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davacının 01.10.1972 tarihi itibariyleKurum tarafından resen kayıt ve tescilinin yapıldığı; Bağ-Kur kaydı nedeniyle ilk primin 21.07.1983 tarihinde rızaen tahsil edildiği, daha sonra davacının yaşlılık aylığı bağlanması talebi üzerine, 9048 gün Bağ-Kur hizmet süresi, 180 gün askerlik borçlanması olmak üzere toplam 9228 gün üzerinden 01.07.1998 tarihinden itibaren tarafına yaşlılık aylığı bağlandığı, davacı yaşlılık aylığı almakta iken 12.12.2006 tarih ve 3 sayılı müfettiş raporu ile Bağ-Kur numarasına bilgisayar programı sayesinde primler ödenmiş gibi Kurum kayıtlarına işlendiğinin ve bu şekilde hayali prim yüklemesi yapıldığının belirlendiği, 26.06.1998 tarihinde yapılan 26 adet prim ödemesinin hayali olduğundan bahisle iptali sonucunda 30.06.1998 tarihi itibariyle prim borcunun oluştuğu, bunun üzerine yaşlılık aylığı bağlanması şartlarından olan prim ver her türlü borçların ödemiş olması şartını yerine getirmediğinden bahisle yaşlılık aylığının iptal edildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, davacının 12.12.2006 tarih ve 3 sayılı müfettiş rapor ile Bağ-Kur numarasına hayali prim yüklemesi yapıldığının tespiti üzerine 30.06.1998 tarihi itibariyle prim borcu oluştuğunun belirtilmesi karşısında 1479 sayılı Kanunun yaşlılık aylığından yararlanma koşullarını belirten 35. maddesinin (a) bendinde yer alan prim ve her türlü borçların ödenmiş olması koşulunun tahsis talep tarihi itibariyle yerine getirilip getirilmediği Mahkemece açıklığa kavuşturulamamıştır.
Bu nedenle, Kurumun gerçek olmadığını iddia ettiği primlere yönelik ödeme makbuzlarının davacıda bulunup bulunmadığı, davacının toplam prim ödemesinin ne kadar olduğu, davaya konu hayali prim ödemelerinin ne kadarlık sigortalılık süresine tekabül ettiği, daha önceki ve hayali prim ödemesi olarak görülmeyen ödemelerin ne şekilde yapıldığı, hayali prim ödemelerinin güncelleştirilmiş miktarının Kurumca nasıl hesaplandığı sorulmalı, davacının prim borcunun bulunduğunun tespiti halinde Özel Daire bozma kararında belirtilen hususlar dikkate alınarak tahsis koşulları değerlendirilmelidir.
Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozma ilamında ve yukarıda gösterilen ilave nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda belirtilen ilaveli nedenlerden dolayı BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 25.01.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.