10. Hukuk Dairesi 2015/21093 E. , 2015/21148 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, rücuen alacak davasıdır.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın davalı ... yönünden kısmen kabulüne, diğer davalılar yönlerinden reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum ve davalılardan ... avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1- 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun “İşverenin sorumluluğu” başlığını taşıyan 26. maddesinin birinci fıkrasında, iş kazası ve meslek hastalığı işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya ve hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin hesaplanacak sermaye değerleri toplamının, sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirileceği belirtilmiş iken, maddede yer alan “sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla sınırlı olmak üzere” ibareleri, 21.03.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 23.11.2006 gün ve 2003/10 Esas - 2006/106 Karar sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiş, buna göre, sigortalı veya hak sahiplerinin tazmin sorumlularından isteyebileceği maddi zarar (gerçek zarar = dış tavan) tutarı ile sınırlı olan Kurumun rücu alacağı, iptal sonrasında, kanundan doğan, kendine özgü, sigortalı veya hak sahiplerinin hakkından bağımsız, basit rücu hakkına dönüşmüştür.
Şu durumda anılan madde kapsamında teselsül hükümlerine göre açılan rücu davalarında, gelirlerde oluşan artışlar istenilememeli, maddi zarar hesabı yapılmamalı, tazmin sorumlularının toplam kusur oranı, gelirlerin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerlerine uygulanarak hüküm kurulmalı, sorumluların sigortalıya veya hak sahiplerine yaptığı ödemelerin rücu alacağından düşülmesine olanak bulunmadığı gözetilmelidir.
Diğer taraftan 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “İş kazası ve meslek hastalığı ile hastalık bakımından işverenin ve üçüncü kişilerin sorumluluğu” başlığını taşıyan 21. maddesinin dördüncü fıkrasında, iş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir hükmü yer almaktadır.
506 ve 5510 sayılı Kanunlardaki farklı düzenlemeler karşısında, rücuan tazminat davalarının öncelikle yasal dayanağının saptanması zorunlu olup, bunun için de anılan 26. ve 21. maddelerin zaman bakımından uygulanması konusu irdelenmelidir. Kanunların geriye yürümesi veya yürümemesine ilişkin mevzuatımızda genel bir hüküm bulunmamakta ise de, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve kanunlara karşı güveni sağlamak, kanun koyucunun keyfi davranış ve tasarruflarını önlemek için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre özellikle hukuk güvenliği dikkate alındığında, Özel Hukuk ve Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır, o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarından birini, beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar oluşturmaktadır. Kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir. Şu durumda rücuan tazminat davaları bakımından; 5510 sayılı Kanunun 21. maddesinin 01.10.2008 tarihi öncesinde gerçekleşen kaza ve olaylara uygulanmasına olanak veren bir düzenleme bulunmadığı gibi, maddenin, yukarıda sıralanan istisnai durumlar kapsamında değerlendirilemeyeceği de açık olduğundan, 01.10.2008 gününden önce meydana gelen kaza ve olaylara 506 sayılı Kanunun 26. maddesi, anılan tarihten itibaren gerçekleşen kaza ve olaylara ise 5510 sayılı Kanunun 21. maddesi uygulanmalıdır.
Anılan yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığında dava değerlendirildiğinde; 29.3.2006 tarihinde gerçekleşen iş kazası sonucu sürekli işgöremezlik durumuna giren sigortalıya bağlana gelir ve yapılan sosyal sigorta yardımları nedeniyle uğranılan zararın davalı üçüncü kişiden rücuan alınması için açılan davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26/2. maddesidir.
2- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 74. (818 sayılı Borçlar Kanunu 53.) maddesi hükmü gereğince, hukuk hakimi kesinleşen ceza mahkemesi kararındaki maddi olgu ile bağlıdır. Ceza mahkemesi kendine has usuli olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle, hukuk hakiminin, ceza hakiminin fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağı
saptayan maddi vakıa konusundaki kabulü ve ceza mahkemesinin kabul ettiği olayın gerçekleşme şekli diğer bir deyişle maddi vakıanın kabulü konusunda kesinleşmiş olan bir mahkumiyet veya maddi vakıa tespiti yapan beraat hükmüyle bağlı olacağı hem ilmi (Prof Dr. ...r, “...’nın Türkçesi Üzerine”, ... Üniversitesi...Dergisi, Cilt 56, Sayı 2, 2007, s.45-61 ) hem de kökleşmiş kazai içtihatlarla benimsenmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, Hukuk Genel Kurulunun 01.02.2012 tarih ve 2011/19-639 Esas, 2012/30 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere, kesin bir mahkumiyet anlamında bulunmayan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının da hukuk hakimini bağlamayacağının kabulü gerekir.
Yukarıdaki açıklamalar gözetildiğinde, mahkemece hükme esas alınan kusur raporunda, davalılardan ..."a %50, kazalanan sigortalıya %50 oranında kusur verilmiş, ancak ceza davasında davalı ... hakkında, tahrik sebebiyle 3/4 oranında indirim yapılmış olması karşısında, anılan kusur değerlendirmeleri arasındaki çelişki giderilmeli, ceza dosyası getirtilerek yöntemince yeniden kusur raporu aldırılmalı, oluşan kazaya karşı hangi önlemlerin alınması gerektiği, bunların işverence alınıp alınmadığı ve alınmış tedbirlere sigortalı ve diğer ilgililerin uyup uymadığı hususları ortaya konulmalı, maddi oluşa ve kanuna uygun olarak kusur oran ve aidiyetleri usulünce belirlenmeli ve sonucuna göre karar verilmelidir. Bu yönde, Kurum sigortalı, ya da hak sahiplerinin işverene karşı açtıkları tazminat dosyasının tarafı olmadığından, o davada alınan kusur raporu, eldeki davada kesin delil niteliğinde değilse de, güçlü delil niteliğinde kabul edilmektedir. Bu nedenle, alınacak kusur raporunda, tazminat dava dosyasının akıbeti de araştırılıp, gerektiğinde dava dışı işverenin durumu da irdelenmelidir.
3- Kabul edilen miktar üzerinden, Harçlar Kanunu uyarınca binde 68.31 oranında karar ve ilam harcına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde harca hükmedilmemesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı Kurum ve davalılardan ... vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, temiyz harcının istem halinde davalılardan ..."a iadesine, 01.12.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.