1. Hukuk Dairesi 2019/4877 E. , 2020/640 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-TENKİS
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılardan ... ve Ahmet Mithat tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..."un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Davacılar, asıl ve birleştirilen davalarında mirasbırakanları anneleri ...’nin sekiz parça taşınmazını davalı kızı ...’ye ölünceye kadar bakma akdiyle temlik ettiğini, ...’nin de bunlardan altısını komşu parsel maliki diğer davalılar Mehmet ve Ramazan’a devrettiğini, yapılan temlik işlemlerinin muvazaalı ve mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu, miras bırakanın temlik tarihinde fiil ehliyetinin olmadığını ileri sürerek, davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile miras payı oranında adlarına tapuya tesciline olmadığı takdirde tenkisine karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen karar, Dairece “...mirasbırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde terekenin elbirliği mülkiyetine tabi olması nedeniyle pay oranında dava açılamayacağından davanın reddedilmesi, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muvazaa iddialarının incelenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir’’ gerekçeleri ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan ...’nin 16.10.2002 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak davacı oğulları ...,..,...,... davalı ..., dava dışı oğlu ... ile ... ve ...’un çocukları olan dava dışı torunlarının kaldıkları, miras bırakanın maliki olduğu 59, 535, 754, 958, 980, 1354 ve 1499 parsel sayılı taşınmazlarını 07.09.2000 tarihli ölünceye kadar bakma akdi ile davalı kızı ...’ye temlik ettiği, ...’nin, 59 parsel sayılı taşınmazı 03.10.2001 tarihinde davalı ...’a, 1354 parsel sayılı taşınmazı 04.10.2002 tarihinde davalı ...’a; 754 parsel sayılı taşınmazı 14.10.2002 tarihinde davalı ...’e; 980 parsel sayılı taşınmazı ise 18.10.2002 tarihinde davalı ...’e satış suretiyle devrettiği, 535 ve 1499 parsel sayılı taşınmazların halen ... adına kayıtlı olduğu, Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Kurulundan alınan raporda mirasbırakanın temlik tarihinde fiil ehliyetini haiz olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)).
Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu"nun 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Mirasbırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Somut olay, yukarıdaki ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde; davalı ...’ye yapılan temlikler bakımından makul sınırın aşıldığı, bakım ve gözetim amacını taşınmazlarının bir kısmını vermek suretiyle de gerçekleştirebilecek iken yedi parça taşınmazın ölünceye kadar bakma akdi ile devredildiği, mirasbırakanın temlik harici bilinen terekesinin de bulunmadığı gözetildiğinde davalı ...’ye yapılan temliklerin muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır.
Davalı ...’nin bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine.
Davalı ...’ın temyiz itirazlarına gelince;
Bilindiği üzere, hukukumuzda diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlama düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989. maddelerinin ve tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu yüzden Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasında "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden, iktisapta bulunan kişinin iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Zira, bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise kendisi için maddi hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu bakımdan, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta şeklen iyi niyetli gözükeni değil özünde iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu kapsamda tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı"" ilkeleri 08.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Mahkemece, davalı ...’den diğer çekişmeli taşınmazları temlik alan davalıların iyiniyetli olup olmadıklarına yönelik yeterli bir araştırma yapıldığı söylenemez.
Hal böyle olunca; davalı ...’ın Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması, tarafların gösterdiği tüm tanıkların bu konuda yeniden usulünce dinlenilmesi (kararı temyiz etmeyen davalılar yönünden usuli kazanılmış hak ilkesi de gözetilmek suretiyle) ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması da isabetsizdir.
Kabule göre de; davacıların payları oranında iptal ve tescil isteminde bulunmalarına rağmen HMK 26.maddesine aykırı düşecek şekilde tüm mirasçılar adına tescil hükmü kurularak talepten fazlasına hükmolunması da doğru değildir.
Öte yandan; davalar birleştirilse de, ayrı dava olma özelliklerini koruduklarından her bir dava hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi de isabetsizdir.
Diğer taraftan; bilindiği üzere, devletin sicil oluşturmadan kaynaklanan görevi, (kamu düzeniyle ilgili olduğundan) re’sen gözetilmesi gerekmektedir. Kamu düzeninden olan doğru sicil oluşturma ilkesi gereğince hakimin infazı kabil karar verme yükümlülüğü vardır. HMK’nın 297/2. maddesinin açık hükmüne göre de, mahkemelerce kurulan hükümler infaz sırasında tereddüt ve şüphe yaratmayacak nitelikte olmalıdır.
Bu nedenle mahkemece, hangi taşınmazlar yönünden iptal-tescile; hangileri yönünden davanın reddine karar verildiğinin infazda tereddüt uyandırmayacak şekilde hüküm fıkrasından anlaşılabilmesi gereklidir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; mahkemece yapılması gereken iş, öncelikle davalı ...’den taşınmaz temlik alan davalıların iyi niyetli olup olmadıklarını belirlenmesi, iyi niyetli olduklarının anlaşılması halinde tenkis isteğinin değerlendirilmesi, aksi halde; usuli kazanılmış hak ilkesi de göz önünde bulundurularak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Davalı ...’ın bu yönlere değinen ve yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.