11. Hukuk Dairesi 2020/1533 E. , 2020/5095 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 21. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında görülen davada Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 27/02/2018 tarih ve 2016/1237 E- 2018/191 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi"nce verilen 12/12/2019 tarih ve 2018/1753 E- 2019/1566 K. sayılı kararın Yargıtay"ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, 6100 sayılı Kanun"un 369. maddesi gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle
dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkili tarafından davalı aleyhine açılan alacak davasında Federal Almanya Cumhuriyeti Stuttgart Eyalet Mahkemesinin 12 O 338/06 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verildiğini ve kararın usulüne uygun olarak kesinleştiğini ileri sürerek, anılan yabancı mahkeme kararının tenfizine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, dava konusu kararın Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinin münhasır yetkisinde olan uyuşmazlığa ilişkin olduğunu, tenfiz koşullarının oluşmadığını, kararın müvekkiline usulüne uygun tebliğ edilmediğinden savunma haklarının kısıtlandığını savunarak davanın reddini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesince, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davaya konu yabancı mahkeme kararının 1965 tarihli Hukuki Ve Ticari Konularda Adli Ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı Memleketlilere Tebliğine Dair Sözleşmenin 10. maddesine Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin koymuş olduğu çekince doğrultusunda tenfizi istenen kararın davalı tarafa posta yoluyla tebliğ edildiği ve şeklen kararın kesinleştiği, posta yolu ile tebliğ yoluna gidilmesi ile usulüne uygun olarak yapılmayan karar tebliği nedeniyle davalının savunma ve temyiz hakkının kısıtlandığı ve engellendiği, yurtdışında faaliyet gösteren şirkete, yurtiçindeymiş gibi posta yoluyla tebligat yapılmasının kamu düzeninden olan Türk Usul ve Tebliğ Yasalarına aykırılık oluşturduğu, bu durumda MÖHUK’un 50. maddesi gereğince ortada kesinleşmiş bir karar olduğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesince, tüm dosya kapsamına göre; her ne kadar davacı vekilince daha sonra diplomatik yolla kararın tebliğinin sağlandığı belirtilmiş ise de davalı yanca diplomatik yolla yapılan tebliğden itibaren süresi içerisinde temyize başvurulmasına rağmen Alman Temyiz Mahkemesince temyizin süresinde yapılmadığından bahisle reddine karar verildiği, böylece diplomatik yolla yapılan tebligatın şekil olarak kalıp davalıya esasa ilişkin savunma hakkı kazandırmadığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Lahey Anlaşmasının 10. maddesine çekince koyarak adli belgelerin tamamının diplomatik yollarla yapılmasını istemekle, kendi vatandaşları ve kurumlarının savunma haklarını güvence altına aldığı, Alman Mahkemelerinin bu çekinceye rağmen ZPO hükümlerine göre adi posta ile tebligatı esas almalarının kendi iç hukuklarında hüküm ifade etse de davalının savunma hakkı kısıtlandığından çekince koyan devlet yönünden tenfize engel teşkil edeceği, esasen bu durumun MÖHUK"nın 54/c. maddesi gereğince kamu düzenine de aykırılık teşkil edeceği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına ve 07.12.2019 tarih ve 7194 sayılı Kanun’un 41. maddesinde emredici düzenleme uyarınca, yabancı mahkeme ilamının tenfizine karar verilmesinin 5718 sayılı MÖHUK’un 54/c maddesindeki tenfiz şartına aykırı bulunmasına göre davacı vekilince yapılan istinaf başvurusunun HMK"nın 353/1.b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK"nın 370/1. madddesi uyarınca ONANMASINA, HMK"nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 17.11.2020 tarihinde kesin olarak oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞIOY
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 50. maddesi, yabancı mahkemelerce hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş bulunan kararların, verildiği devlet kanunları uyarınca kesinleşmiş ise tenfiz kararı verilebileceğini öngörmektedir. Bu çerçevede, anılan kanun hükmünün, yabancı ilamın kesinleşmesi için, ilamın verildiği devletin kanunlarına atıf yapmakta olduğu ve şekli anlamda bir kesinleşmeyi gerekli ve yeterli bulduğu açıktır. Şu halde, o devlet ülkesinde kanun yollarından da geçerek yahut bu hak ilgilisi tarafından kullanılmaksızın şeklen kesinleşmiş olduğu karar üzerine şerh edilen yabancı ilamların, aslında o yer kanunlarına aykırı olarak kesinleştirildiğinin öne sürülebilmesinin, bu durum aynı zamanda ilgilinin savunma
hakkının kısıtlanması niteliğinde olmakla, 5718 sayılı Kanun’un 54/ç maddesine temas eden bir mahiyette olduğu kabul edilmek gerekir. Her ne kadar, 54/ç maddesinde de “o yer kanunları” ibaresine yer verilmiş ise de, savunma hakkının evrensel bir insan hakkı meselesi olması nedeniyle, 50. ve 54. maddelerde yer verilen bu ibarelerin birbirinden farklı anlamlar içerdiği ve farklı menfaatlere yöneldiği kabul olunmalı, 50. maddedeki düzenlemenin yukarıda da söz edildiği üzere şekli anlamda bir kesinliğe delalet ettiği, 54. maddedeki düzenlemenin ise savunma hakkının ihlali niteliğinde bir hal olup olmadığına dair daha derinlikli bir incelemeyi gerektirdiği dikkate alınmalıdır. Bu halde, söz konusu hususun tenfiz mahkemesince nazara alınması ve araştırılması, 54. madde hükmünde sınırlandırıldığı üzere, ancak, aleyhine tenfiz talep edilen tarafından Türk mahkemesinde bu hususun ileri sürülmesi koşuluna bağlıdır. Bu husus ileri sürülmemiş ise, tenfiz mahkemesince nazara alınmamalıdır.
Aksi halde, 50. maddedeki düzenlemenin şekli anlamda kesinlik dışında re’sen ve savunma hakkının ihlali mahiyetinde olup olmadığı hususu mahkemece araştırılacak olursa, bu durum, Dairemize yansıyan pek çok dava dosyasında görüldüğü üzere, Lahey Sözleşmesi’nin varlığına rağmen, kararın posta yolu ile yapılan tebligat ile Alman Kanunları mucibince kesinleştiği tespitinde bulunan Alman Temyiz Mahkemesi kararlarının yok sayılması anlamına geldiği gibi aynı zamanda o yer kanununa atıf yapan 5718 sayılı Kanun’un 50. maddesinin açık hükmünün de ihlali anlamına gelir ki, bu yaklaşımın pratik sonuçları itibariyle bir paradoksa yol açtığı da görülmelidir.
Dava dosyası içeriği uyarınca, davalının yabancı mahkemece savunma haklarının ihlal edildiği kabul olunmuş ise de, AİHM kararları çerçevesinde söz konusu ihlalin “ciddi” nitelikte olup olmadığı, buna bağlı olarak yabancı mahkeme kararının tenfizine engel nitelik teşkil edip etmediği hususları gerek ilk derece mahkemesince ve gerekse de bölge adliye mahkemesince gerekçelendirilmeksizin sonuca ulaşılması yerinde olmadığı gibi kararın kesinleşmemiş olduğu gerekçesine ve Dairemizin yerleşmiş kararlarına da aykırı düşecek biçimde, kararın Türk kamu düzenine aykırı nitelikte olduğu gerekçesine yer verilmek suretiyle sonuca varılmış bulunulması yerinde olmamıştır. Açıklanan nedenlerle Daire çoğunluğunun kararın onanmasına ilişkin görüşüne katılamıyoruz.