Esas No: 2017/3629
Karar No: 2021/6375
Karar Tarihi: 17.05.2021
Danıştay 6. Daire 2017/3629 Esas 2021/6375 Karar Sayılı İlamı
T.C.
D A N I Ş T A Y
ALTINCI DAİRE
Esas No : 2017/3629
Karar No : 2021/6375
DAVACI : … Vakfı (…)
VEKİLİ : Av. …
DAVALI : … Bakanlığı - …
VEKİLİ : Av. …
DAVALI YANINDA MÜDAHİL : 1- … Bakanlığı - ….
VEKİLİ : Av. …
2- … Nükleer A.Ş.
VEKİLİ : Av. …
DAVANIN KONUSU :
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından 03/04/2017 tarihinde onaylanan 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Çevre Düzeni Planı Mersin İli Revizyonunun aşağıda ayrıntısına yer verilen nedenlerle hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
DAVACININ İDDİALARI : Uyuşmazlık konusu 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Çevre Düzeni Planının, aşağıda başlıklar halinde detaylı olarak yer verilen iddialar ile hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
DAVALININ SAVUNMASI: Dava konusu işlemde aşağıda ayrıntısı açıklanan nedenlerle hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın ve yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmesi gerektiği savunulmaktadır.
DAVALI YANINDA MÜDAHİLLERİN İDDİALARI: Nükleer Santral yapımının Türkiye ve Rusya Hükümetleri arasında yapılan uluslararası anlaşmaya dayandığı, dava konusu planın nükleer santral ile ilgili kısmında şehircilik ilkeleri ile planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği savunulmuştur.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ …'IN DÜŞÜNCESİ : Dosyada yer alan bilgi ve belgeler ile Dairemizin E:2014/59 sayılı dosyasında yer alan bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden aşağıda başlıklar halinde açıklanan sonuçlara ulaşılmıştır:
-Dava konusu planın plan uygulama hükümlerinin 7.30 sayılı maddesinin, çevre düzeni planında belirlenen kentsel ve kırsal gelişme alanlarının dışında konut üretilmesine yol açaçak dolayısıyla dava konusu planın bütününde sağlanmaya çalışılan nüfus, yoğunluk ve alan kullanımı dengesini bozabilecek olması nedeniyle plan hiyerarşisi ve çevre düzeni planı yapma amaç ve yöntemleriyle bağdaşmadı anlaşıldığından anılan maddenin iptaline,
-Dava konusu 8.38.3 sayılı plan hükmünün, yenilenebilir enerji üretim alanlarını dava konusu çevre düzeni planı kapsamı dışında bırakarak bu kullanımların, ilgili kurum ve kuruluşlardan alınan izinler ve/veya Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca verilecek lisans kapsamında Bakanlığın uygun görüşünün alınması kaydı ile alt ölçekli planlar ile belirlenmesi ve bu doğrultuda uygulamaya geçilmesini öngördüğü, bu durumda, bölgesel, hatta ülkesel düzeyde etkileri olan enerji üretim alanlarına ilişkin kararların, koruma-kullanma dengesinin sağlanması amacıyla korunması gereken alanlara ilişkin politika ve stratejileri belirleyen üst ölçekli plan niteliğindeki çevre düzeni planı kapsamında değerlendirilmeksizin alt ölçekli planlara bırakılmasınına neden olacağı anlaşıldığından iptaline,
-Dava konusu planın mutlak tarım alanları, dikili ve özel ürün alanlarında getirilen tarımsal amaçlı yapılara ilişkin yapılaşma koşullarının alanın özelliği ile bağdaşmadığı, bu yoğunlukta getirilen yapılaşma alanının ciddi bir tarımsal alanın kaybına yol açacağı, Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin 63. maddesinde tarımsal amaçlı yapılar için öngörülen yapılaşma emsalinin planı bulunmayan alanlara ilişkin bir düzenleme olduğu ve herhangi bir tarım arazisi sınıflandırması yapmadığı, planlama çalışmalarında da tarımsal arazilerinin korunmasının planın koruma ilke ve amaçları arasında yer aldığı, bu bağlamda getirilecek yapılaşma koşullarının ise bu ilke ve hedeflerle uyumlu olması gerektiği hususları dikkate alındığında anılan kısımların iptaline,
-Dava konusu planda gösterilen Atalar, Adanalıoğlu yerleşik alanları ile Yenice ve Bozyazı gelişme alanlarının ise, verimli tarım alanlarının üzerinde mevcut yerleşmelerin neredeyse 2-3 katına varan gelişme alanları önerildiği, yerleşik alanların tümüyle dolu varsayıldığı, potansiyellerin değerlendirilmediği, ayrıca etüd edilmeden plan kararlarının getirildiği, plan notlarıyla bu alanların denetim altına alınmasını denetleyecek kararlar getirilmediği, verimli tarım topraklarının elden çıkmasına yol açılacağı, bu nedenle şehircilik ilkelerine planlama esaslarına ve kamu yararına aykırı olduğu anlaşıldığından iptaline, dava konusu edilen diğer kısımlar yönünden ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
DANIŞTAY SAVCISI …'IN DÜŞÜNCESİ : Dava, 03/04/2017 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanan 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Çevre Düzeni Planı Mersin İl Revizyonunun iptali istemiyle açılmıştır.
Genel ilke olarak, plan kararları ile fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın korunma, kullanma dengesini en rasyonel biçimde belirlemek amaçlanır.
Bu amaç çerçevesinde, Çevre Düzeni Planı ölçeğinde hangi usül ve esaslara göre planlama yapılacağı ayrıntıları ile ilgili Kanun ve Yönetmeliklerde düzenlenmiştir.
2872 sayılı Çevre Kanununun 9. (b) maddesinde "Ülke fizikî mekânında, sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, koruma-kullanma dengesi gözetilerek kentsel ve kırsal nüfusun barınma, çalışma, dinlenme, ulaşım gibi ihtiyaçların karşılanması sonucu oluşabilecek çevre kirliliğini önlemek amacıyla nazım ve uygulama imar plânlarına esas teşkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.000-1/100.000 ölçekli çevre düzeni plânları Bakanlıkça yapılır, yaptırılır ve onaylanır. Bölge ve havza bazında çevre düzeni plânlarının yapılmasına ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." hükmü yer almış, 14.06.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin 38. maddesinin 2. fıkrası ile Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmelik yürürlükten kaldırılmış, Geçici 1. maddesinde, bu yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce onay makamına sunulan veya idare meclisinde gündeme alınan plan tekliflerinin bu yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuat hükümlerine göre sonuçlandırılacağı hüküm altına alınmıştır.
Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgeler ile Danıştay Altıncı Dairesinin E:2014/59 sayılı dosyasında yer alan bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesinden;
Dava konusu planın plan uygulama hükümlerinin 7.30 sayılı maddesinde, "Bu plan kapsamındaki Toplu Konut İdaresine (TOKİ) tahsis edilmiş alanlarda TOKİ tarafından üretilecek toplu konut alanlarına ilişkin başvurular, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanuna tabi alanlara ilişkin uygulamalar ve İller Bankası Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü tarafından 6107 sayılı Kanun uyarınca yapılacak uygulamalar; bu planın koruma, gelişme ve planlama ilkeleri ile nüfus kabulleri çerçevesinde, bu planda değişiklik yapılmaksızın, ilgili idaresince değerlendirilir. Bu doğrultuda hazırlanacak alt ölçekli planlar, sayısal ortamda veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir. Söz konusu taleplerin kentsel ye kırsal yerleşme alanları içerisinde kalması durumunda, imar planı bütünlüğü çerçevesinde ve nüfus kabulü dahilinde, ilgili idaresince alt ölçekli planlarda değerlendirilir." hükmü getirilmiş olup, bu hükümle çevre düzeni planında belirlenen kentsel ve kırsal gelişme alanlarının dışında konut üretilmesine yol açacağından dava konusu planın bütününde sağlanmaya çalışılan nüfus, yoğunluk ve alan kullanımı dengesini bozabilecek olması nedeniyle plan hiyerarşisi ve çevre düzeni planı yapma amaç ve yöntemlerine uymadığından, şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uygunluk görülmemiştir.
Dava konusu Mersin-Adana Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının Plan Uygulama Hükümlerinin 8.23.3 sayılı maddesinde; "Bu planda gösterilen askeri alanların Milli Savunma Bakanlığı tarafından "Askeri alan" dışına çıkarılarak ilgili idaresine tahsis edilmesi halinde çevre düzeni planı değişikliği yapılmaksızın bu alanlara ait ölçekli planlarda öncelikle eksik olan sosyal ve teknik altyapı alanı olarak kullanılmak üzere ilgili idaresince kentsel yerleşme alanı olarak planlanabilir. Onaylanan planlar veri tabanına işlenmek üzere sayısal ortamda bakanlığa gönderilir” hükmüne yer verilmiş olup, bu hükümle askeri alan dışına çıkarılarak ilgili idaresine tahsis edilen askeri alanların bu planda değişikliğe gerek olmaksızın öncelikle sosyal teknik alt yapı alanı olarak kullanılmak üzere kentsel yerleşme alanı olarak alt ölçekli planlarda planlanmasına imkan tanındığı, ancak bu ifadenin açık olmadığı, bu haliyle planda öngörülmeyen bir kentsel yerleşme alanın planlanmasına neden olacağı, dava konusu planın bütününde sağlanmaya çalışılan nüfus, yoğunluk ve alan kullanımı dengesini bozabilecek olması nedeniyle çevre düzeni planı değişikliği kapsamında ele alınması gereken bir konu olduğu, dava konusu plan hükmünün plan hiyerarşisi ve çevre düzeni planı yapma amaç ve yöntemleriyle bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
Dava konusu Çevre Düzeni Planının Plan Uygulama Hükümlerinin 8.26.1 sayılı maddesinde; "Bu planda gösterilenler dışında ihtiyaç olması halinde; en az 20 ha. olacak şekilde, il bazında bütüncül olarak hazırlanacak çevre düzeni planları/nazım imar planları veya İl Toprak Kurulu marifetiyle, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda, bu planda değişikliğe gerek olmaksızın yapılabilir. Bu alanlara ilişkin yapılaşma koşulları; tesis türleri, teknoloji ve yöresel özellikler dikkate alınarak alt ölçekli planlarda belirlenecektir. Seçilmiş alanlara ilişkin onaylanan planlar sayısal ortamda-koordinatlı olarak veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir. Bu alanlar amacı dışında kullanılamaz. İmar planları ilgili idarece onaylanmadan uygulamaya geçilemez." kuralı yer almış olup, yer seçimi kararının çevre düzeni planı kapsamından çıkarılarak, alt ölçekli planlamaya bırakılmasına yönelik söz konusu hükümde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Dava konusu Çevre Düzeni Planının 8.38.3 sayılı plan uygulama hükmünde; "Yenilenebilir enerji üretim alanlarında (rüzgar, güneş, jeotermal, HES vs.), ilgili kurum ve kuruluşlardan alınan izinler ve Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurulunca verilecek lisans kapsamında, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının uygun görüşü alınması koşuluyla, bu planda değişiklik yapılmaksızın, iigili kurum ve kuruluş görüşleri doğrultusunda hazırlanan imar planlarının ilgili idaresince onaylanmasını müteakip uygulamaya geçilir. Onaylanan planlar sayısal ortamda bilgi için Bakanlığa gönderilir." kuralına yer verilmiş; bölge ve havza ölçeğinde bu denli önemli kullanımlara ilişkin yer seçim kararlarının, tekil kullanımların yer seçimlerinin çevreye olan etkilerinin araştırılmasına yönelik ÇED değerlendirmesine terkedilmesi ve üst ölçekli planlama düzeyinde bir irdeleme ve değişiklik olmaksızın karar verilebileceğinin belirtilmesi, planlama esasları, şehircilik ilkeleri ve kamu yararı açısından uygun bulunmamıştır.
Dava konusu planda, mutlak tarım alanları için öngörülmüş olan emsal yapılaşma koşulları tarım arazilerinin korunması hedefi dikkate alındığında oldukça yüksek değerlerdedir. Bu değerler, kentsel bölgelerdeki değerlere yaklaştığı, bu yapılaşma koşullarında tarımsal toprağı koruma imkanının bulunmadığı, mutlak tarım alanlarında yapılaşma oranlarının artırılması tarım toprağının tarımsal üretim değerini kentsel değişim değeri karşısında zayıflatarak tarımsal toprağın kentsel gelişme uğruna yitirilmesine neden olacağı, mutlak tarım alanlarında tarımsal amaçlı yapılar için yapılaşma alanı belirlenirken, arazi büyüklüklerinden bağımsız olarak yapılaşma oranı ile yetinilmesinin, arazi büyüdükçe yapılaşma alanının artmasının ciddi bir tarımsal alanın kaybına ve yapılaşma alanlarının önemli ölçüde artışına yol açacağı, özel ürün arazileri ile dikili tarım arazilerindeki öngörülen 0,10 Emsal yapılaşma koşulu, dava konusu planın tarım arazilerinin korunması hedefi dikkate alındığında yüksek olduğu, dava konusu üst ölçekli planın bütünü içinde değerlendirildiğinde söz konusu yapılaşma hakkı artışının plan kapsamındaki tüm özel ürün arazileri ve dikili tarım arazilerinde uygulandığında ne kadarlık bir tarım toprağının yitirileceği anlaşıldığından, dava konusu planın mutlak tarım alanları, dikili ve özel ürün alanlarında getirilen tarımsal amaçlı yapılara ilişkin yapılaşma koşullarına ilişkin kısımlarında planlama esasları ve kamu yararına uygunluk bulunmamıştır.
Narlıdere sanayi alanı olarak ayrılan alanın Mut İlçesinin ve içinde yer aldığı bölgenin mevcut durumu ve doğal/coğrafi nitelikleri göz önüne alındığında, planın organik tarıma ve tarıma dayalı sanayiye ilişkin öngörülerinin oldukça yerinde olduğu, ancak böylesi önemli ve özgün niteliklere sahip olan bir bölgenin, orman ve önemli doğa alanları ile çevrili bir kesiminde yer alan taş ve maden ocaklarının, dava konusu planda sorgulanmadan veri alınarak bu tür faaliyetlerin daha da artmasına neden olacak bir sanayi alanı kararı getirilmesinin, plan kararları arasında bir tutarsızlık olduğu sonucuna ulaşıldığından yeterli analiz ve çalışma yapılmadan getirilen plan kararında şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına uygunluk bulunmamıştır.
Atalar, Adanalıoğlu yerleşik alanları ile Yenice ve Bozyazı gelişme alanlarına yönelik ise, mevcut yerleşmelerden çok daha geniş bir alanda, verimli tarım arazilerinin üzerinde yerleşim alanları önerildiği, kapsamlı inceleme ve analiz yapılmadan plan kararlarının getirildiği, plan notlarıyla bu alanların denetim altına alınmasını denetleyecek kararlar getirilmediği anlaşıldığından, bir çevre düzeni planında olması beklenen alt ölçekli plan çalışmalarını yönlendirecek strateji ve politikalar belirlenmeden, yerleşmeleri çarpık kentsel gelişme ve nüfus artışı baskısından korumaya yönelik ilkeler ortaya konulmadan ve kapsamlı inceleme ve analizlere dayanma plan kararlarının getirildiği, plan notlarıyla bu alanların denetim altına alınmasını denetleyecek kararlar getirilmediği, verimli tarım topraklarının elden çıkmasına yol açılacağı nedenleriyle şehircilik ilkelerine planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık görülmemiştir.
İncelenen davada, uyuşmazlık konusu Çevre Düzeni Planı Mersin İl Revizyonunun dava konusu edilen diğer konularında ise, şehircilik ilkelerine planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu Çevre Düzeni Planı Mersin İl Revizyonunun 7.30, 8.23.3, 8.26.1, 8.38.3, Narlıdere'de sanayi alanları ve tarım alanlarında getirilen kentsel kullanım kararları, mutlak tarım alanları, dikili ve özel ürün alanlarında getirilen tarımsal amaçlı yapılara ilişkin yapılaşma koşullarına ilişkin kısımları, Atalar, Adanalıoğlu yerleşik alanları ile Yenice ve Bozyazı gelişme alanlarına ilişkin kuralların iptaline, dava konusu plan revizyonunun iptali istenilen diğer bölümlerine yönelik olarak ise davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY:
Dava, 03/04/2017 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanan 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Çevre Düzeni Planı Mersin İli Revizyonunun aşağıda ayrıntısına yer verilen nedenlerle hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT:
2872 sayılı Çevre Kanununun 9. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde, "Ülke fizikî mekânında, sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, koruma-kullanma dengesi gözetilerek kentsel ve kırsal nüfusun barınma, çalışma, dinlenme, ulaşım gibi ihtiyaçların karşılanması sonucu oluşabilecek çevre kirliliğini önlemek amacıyla nazım ve uygulama imar plânlarına esas teşkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.000-1/100.000 ölçekli çevre düzeni plânları Bakanlıkça yapılır, yaptırılır ve onaylanır. Bölge ve havza bazında çevre düzeni plânlarının yapılmasına ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." hükmüne yer verilmiştir.
644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesinin 1.fıkrasının (a) bendinde, yerleşme, yapılaşma ve arazi kullanımına yön veren, her tür ve ölçekte fiziki planlara ve uygulamalara esas teşkil eden üst ölçekli mekânsal strateji planlarını ve çevre düzeni planlarını ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak hazırlamak, hazırlatmak, onaylamak ve uygulamanın bu stratejilere göre yürütülmesini sağlamak, (c) bendinde ise, havza ve bölge bazındaki çevre düzeni planları da dâhil her tür ve ölçekteki çevre düzeni planlarının ve imar planlarının yapılmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek, havza veya bölge bazında çevre düzeni planlarını yapmak, yaptırmak, onaylamak ve bu planların uygulanmasını ve denetlenmesini sağlamak, Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılmıştır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca çıkarılan 14.06.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin 4.maddesinin 1.fıkrasının (c) bendinde, "Çevre düzeni planı: Varsa mekânsal strateji planlarının hedef ve strateji kararlarına uygun olarak orman, akarsu, göl ve tarım arazileri gibi temel coğrafi verilerin gösterildiği, kentsel ve kırsal yerleşim, gelişme alanları, sanayi, tarım, turizm, ulaşım, enerji gibi sektörlere ilişkin genel arazi kullanım kararlarını belirleyen, yerleşme ve sektörler arasında ilişkiler ile koruma-kullanma dengesini sağlayan 1/50.000 veya 1/100.000 ölçekteki haritalar üzerinde ölçeğine uygun gösterim kullanılarak bölge, havza veya il düzeyinde hazırlanabilen, plan notları ve raporuyla bir bütün olarak yapılan planı ifade eder." kuralı yer almaktadır.
Yönetmeliğin "Planlama alanı" başlıklı 18.maddesinde, "Çevre düzeni planı; coğrafi, sosyal, ekonomik, idari, mekânsal ve fonksiyonel nitelikleri açısından benzerlik gösteren bölge, havza veya en az bir il düzeyinde yapılır." kuralına, "Plan ilke ve esasları" başlıklı 19. maddesinin 1.fıkrasında ise, "Çevre düzeni planları hazırlanırken; a) Varsa mekânsal strateji planlarına uygunluğun sağlanması, b) Yeni gelişmeler ve bölgesel dinamiklerin dikkate alınması, c) İlgili kamu kurum ve kuruluşlarının mekânsal kararları etkileyecek nitelikteki bölge planı, strateji planı ve belgesi, sektörel yatırım kararlarının dikkate alınarak değerlendirilmesi, ç) Sürdürülebilir kalkınma amacına uygun olarak ekolojik ve ekonomik kararların bir arada değerlendirilmesi, d) Tarihi, kültürel yapı ile orman alanları, tarım arazileri, su kaynakları ve kıyı gibi doğal yapı ve peyzajın korunması ve geliştirilmesi, e) Doğal yapının, ekolojik dengenin ve ekosistemin sürekliliğinin korunması amacıyla arazi kullanım bütünlüğünün sağlanması, f) Ulaşım ağının arazi kullanım kararlarıyla birlikte ele alınması suretiyle imar planlarında güzergahı netleştirilecek yolların güzergah ve yönünün genel olarak belirlenmesi, g) Çevre sorunlarına neden olan kaynaklara yönelik önleyici strateji ve politikaların belirlenerek arazi kullanım kararlarının oluşturulması, ğ) İmar planlarına esas olacak şematik ve grafik dil kullanılarak arazi kullanım kararları ile koruma ve gelişmenin sağlanması, h) Afet tehlikelerine ilişkin mevcut raporlar ve jeolojik etütler dikkate alınarak afet risklerini azaltıcı önerilerin dikkate alınması esastır." kuralına yer verilmiştir.
Anılan maddenin 2. fıkrasında, "Çevre düzeni planlarının hazırlanması sürecinde, planlama alanı sınırları kapsamında aşağıda genel başlıklar halinde belirtilen konular ile diğer konularda ilgili kurum ve kuruluşlardan veriler elde edilir; bu veriler kapsamında analiz, etüt ve araştırmalar yapılır: a) Sınırlar. b) İdari ve bölgesel yapı. c) Fiziksel ve doğal yapı. ç) Sit ve diğer koruma alanları, hassas alanlar, doğal karakteri korunacak alanlar. d) Ekonomik yapı. e) Sektörel gelişmeler ve istihdam. f) Demografik ve toplumsal yapı. g) Kentsel ve kırsal yerleşme alanları ve arazi kullanımı. ğ) Altyapı sistemleri. h) Yeşil ve açık alan kullanımları. ı) Ulaşım sistemleri. i) Afete maruz ve riskli alanlar. j) Askeri alanlar, askeri yasak bölgeler ve güvenlik bölgeleri. k) Planlama alanına yönelik bölgesel ölçekli kamu projeleri ve yatırım kararları. l) Her tür ve ölçekteki plan, program ve stratejiler. m) Göller, barajlar, akarsular, taşkın alanları, yeraltı ve yüzeysel su kaynakları ve benzeri hidrolojik, hidrojeolojik alanlar. n) Çevre sorunları ve etkilenen alanlar." düzenlemesine yer verilmiştir.
Aynı maddenin 3. fıkrasında, "Çevre Düzeni Planlarının hazırlanması sürecinde planlama alanı sınırları kapsamındaki tüm veriler 1/25.000 ölçekli harita hassasiyetinde hazırlanır." kuralı, 4. fıkrasında, "Plan hazırlık sürecinde ihtiyaç duyulan veri, bilgi ve belgeler; ilgili veriyi hazırlamakla sorumlu kurum ve kuruluşlardan, bilimsel çalışmalardan ve uzmanlarca arazide yapılacak çalışmalardan elde edilir." kuralı, 5. fıkrasında, "Planlama sürecinde coğrafi bilgi sistemleri ve uzaktan algılama yöntemleri kullanılarak güncellenebilir ve sorgulanabilir sayısal veri tabanı oluşturulur." kuralı bulunmaktadır.
Yönetmeliğin "Revizyon ve değişiklikler" başlıklı 20. maddesinin 1. fıkrasında, "Çevre düzeni planının ihtiyaca cevap vermediği hallerde veya planın vizyonu, amacı, hedefleri, stratejileri, ilke ve politikaları açısından plan ana kararlarını, sürekliliğini, bütünlüğünü etkilemesi halinde çevre düzeni planı bütününde revizyon yapılır. Çevre düzeni planı revizyonu; a) Nüfusun yerleşim ihtiyaçlarının karşılanamaması, b) Planın temel strateji ve politikalarını değiştirecek bölgesel ölçekli yatırımların ortaya çıkması, c) Yeni verilere bağlı olarak, sonradan ortaya çıkabilecek ve bölgesel etkiye yol açabilecek arazi kullanım taleplerinin oluşması, ç) Yeni gelişmeler ve bölgesel dinamiklerde değişiklik olması, durumunda yapılır." düzenlemesine, 2. fıkrasında da, "Çevre düzeni planı ana kararlarını, sürekliliğini, bütünlüğü bozmayacak nitelikte, plan değişikliği yapılabilir. Çevre düzeni planı değişikliklerinde; a) Kamu yatırımlarına, b) Çevrenin korunmasına, c) Çevre kirliliğinin önlenmesine, ç) Planın uygulanmasında karşılaşılan güçlükler ve maddi hataların giderilmesine, d) Değişen verilere bağlı olarak planın güncellenmesine, dair yeterli, geçerli ve gerekçeleri açık olan, altyapı etkilerini değerlendiren raporu içeren teklif ve talepler; idarece planın temel hedef, ilke, strateji ve politikaları kapsamında teknik ve yasal çerçevede değerlendirmeye alınarak sonuçlandırılır." düzenlemesine yer verilmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
Davacı tarafından, davaya konu çevre düzeni planının iptali istemiyle açılan bu davada, hem plan hükümlerinin hem de planla getirilen mekansal kullanım kararlarının iptali istenmektedir. Dava konusu çevre düzeni planı değişikliği öncesinde 16/09/2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanan 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Çevre Düzeni Planının iptali istemiyle davacı tarafından açılan Dairemizin E:2014/59 sayılı dava dosyasında, bu dava ile ortak itirazlarda bulunularak plan hükümlerinin ve planla getirilen mekansal kullanım kararlarının iptali istenildiği görülmektedir. Bu bakımdan, E:2014/59 sayılı dosyada planın ilgili mevzuatta belirlenen kurallara, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olup olmadığının belirlenmesi amacıya resen seçilen Prof. Dr. …, Prof. Dr. … ve Doç. Dr. …'ın katılımıyla mahalinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen bilirkişi raporu bu davada iptali istenilen konuların birçoğunun aynı olması nedeniyle hükme esas alınabilecek nitelikte görülmüş olup davacının dava dilekçesindeki iddiaları, davalının savunması ve E:2014/59 sayılı dosyada yer alan bilirkişi raporunun bu davayla ilgili kısımları, konular itibariyle ayrı ayrı karara yansıtılmıştır.
Yerleşik İdare Hukuku ilkelerine göre; iptal davası açılabilmesi ve davanın görülebilmesi için davacının iptali istenilen işlem nedeniyle davanın açıldığı sırada menfaatinin ihlal edilmesi yeterli olup; alınacak yeni bir idari kararla, davacının iptali istenilen işlemle ilişkisini kesmek ya da yeni bir işlemle geriye dönük olarak işlemin hukuka uygunluğunu sağlamaya çalışmakla, hukuka aykırılığı ileri sürülen işlemin yargısal denetim dışında bırakılması sonucu doğacaktır. Kaldı ki, İdari işlemlerin tesis edildikleri tarih itibariyle yargısal denetiminin yapılması gerekmektedir.
Davalı idarece savcılık düşüncesine beyan dilekçesinde Mersin ili Çevre Düzeni Planı çalışmalarına koşut olarak davaya konu planda 29/07/2020 tarihinde (görülmekte olan davada yürütmenin durdurulması isteminin kısmen kabulü, kısmen reddine yönelik Dairemiz kararına karşı yapılan itiraz incelemesi neticesinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca 22/01/2020 tarihinde verilen karardan sonra) revizyon yapılarak plan kapsamında Mersin iline yönelik kullanım kararları ile davacının itiraz ettiği bazı plan kararları ve plan hükümlerine (Atalar, Adanalıoğlu, Yenice ve Bozyazı yerleşmelerinde kullanım kararları ile 7.30 ve 8.38.3 sayılı plan hükümlerinin yeniden düzenlendiği) yönelik olarak düzeltmeler yapıldığı belirtilmiş ise de incelemenin dava konusu işlemin tesis tarihi itibarıyla yapılması ve 29/07/2020 tarihli ÇDP revizyonunun yargı kararının uygulanması amacına dayanması nedeniyle yargı kararının uygulanmasının bu kısımlara yönelik olarak davayı konusuz bırakmayacağı sonucuna ulaşıldığından uyuşmazlığın esası değerlendirilerek hüküm kurulmuştur.
Dairemizce davacının davacının dava dilekçesindeki iddiaları, davalının savunması, davacı tarafından, 16/09/2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onaylanan 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Çevre Düzeni Planının iptali istemiyle açılan Dairemizin E:2014/59 sayılı dava dosyasında yerinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen raporun görülmekte olan davanın konusunu oluşturan plan notları ve kullanım kararlarına ilişkin kısımlarına yönelik (görüş belirtilmeyen konular hariç olmak üzere) değerlendirmeler çerçevesinde konular itibariyle ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
Bu itibarla öncelikle:
A. Dava konusu planın hazırlanma yönteminde; temel ilke ve hedeflerin tanımlanması, gerekli verilerin toplanması, kamu kurumları ve yerel yönetimlerle yapılan görüşmeler, toplanan verilerin değerlendirilmesi, analiz ve sentezinin yapılmasında yasal açıdan uyulması gereken idari ve teknik usullere herhangi bir aykırılık ve izlenen yöntemde bir şekil yanlışlığın bulunmadığı tespit edilmiştir.
B. Dava konusu planın kapsadığı illerin coğrafi, ekonomik, toprak, iklim ve bitki özelliklerinin benzerliği göz önüne alındığında türdeş bir bölge ve havza olarak tanımlanmasının yerinde olduğu, coğrafi sınırlar, dava konusu plan içinde yer alan iki ilin idari sınırları ile birebir çakışmasa da, ülkemizde tüm alanlara ilişkin istatistiksel bilgilerin istatistiki bölge (İBB) düzeylerine göre toplandığı göz önüne alındığında, idari sınırların esas alınmasında, bilgi ve verilerin toplanmasında ve yönetsel açıdan bir sorun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
1-Dava dilekçesinde; plan uygulama hükümlerinin 7.10 sayılı maddesinde, "Bu planın onama tarihinden önce mevzuata uygun olarak onaylanmış mevzi imar planları geçerlidir. Bu alanlarda yoğunluk artışı ve tür değişikliği getirecek plan değişikliği/revizyonu yapılamaz." hükmünün yer aldığı, planların kademeli birlikteliği gereği, her bir planın üst ölçekli imar planı doğrultusunda hazırlanması gerektiği, örneğin, 1/1.000 ölçekli uygulama imar planının, 1/5.000 ölçekli nazım imar planına, 1/5.000 ölçekli nazım imar planın da 1/25.000 ölçekli il çevre düzeni planına aykırı kararlar içeremeyeceği, bir bölgede üst ölçekli plan yapıldığı zaman, daha önce onaylanmış olan alt ölçekli planların, bu plana göre revize edilmesi gerektiği, aksi takdirde planların kademeli birlikteliği ilkesine aykırılık oluşacağı, 03/04/2017 tarihinde onaylanan dava konusu planının kapsadığı alan içerisinde daha önceki tarihlerde onaylanmış mevzi imar planlarını şartsız olarak (uygulama gören kısımları hariç vb. kısıtlamalar getirmeden) geçerli kabul etmenin planların kademeli birlikteliği ilkesine aykırı olduğu, mevzuatta yaşanan değişimler de göz önünde bulundurulduğunda, bir planın onaylandığı tarihteki mevzuata uygun olmasının, sonrasında hazırlanan üst ölçekli plana da uygun olduğu anlamına gelmeyebileceği, yapılması gerekenin, önceden onaylı tüm alt ölçekli planların, sonradan onaylanan üst ölçekli planla (kazanılmış imar hakları korunarak) uyumlulaştırılması olduğu, dolayısıyla, plan hükümlerinin 7.10. maddesindeki "Bu planın onama tarihinden önce mevzuata uygun olarak onaylanmış mevzi İmar planlan geçerlidir." bölümünün iptal edilmesi gerektiği iddia edilmiştir.
Savunmada, 14/06/2014 tarihli, 29030 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinde artık mevzi imar planı tanımına yer verilmediği, mevzi imar planının, Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelikte “yürürlükteki her tür ve ölçekteki plan sınırları dışındaki alanlarda, planla bütünleşmeyen konumdaki imar planları" olarak ifade edildiği, dava konusu Çevre Düzeni Planının Plan Hükümlerinin “7. Genel Hükümler” başlığı altında, Çevre Düzeni Planının onay tarihinden önce onaylanmış imar planlarının temel olarak iki maddede ele alındığı, 7.9 sayılı maddesinde, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının onayından önce onaylanmış nazım imar planları ve uygulama imar planlarının, bu plan kararlarına ve hükümlerine aykırı olmayan karar ve hükümlerinin geçerli olduğu, imar uygulaması görmüş olan alanlarda, imar planlarında verilmiş haklar çerçevesinde uygulamalara devam edileceği, 7.10 sayılı maddesinde, bu planın onama tarihinden önce mevzuata uygun olarak onaylanmış mevzi imar planlarının geçerli olduğu, bu alanlarda yoğunluk artışı ve tür değişikliği getirecek plan değişikliği/revizyonu yapılamayacağının belirtildiği, 7.9 sayılı plan hükmü ile yerleşme bazında/ölçeğinde hazırlanan imar planlarının Çevre Düzeni Planına aykın olmayan karar ve hükümlerinin geçerli kılındığı, aykırı olanlardan da imar uygulaması görmüş alanlarda uygulamalara devam edilebileceğinin hüküm altına alındığı, dikkat edilecek olursa, bu hükümde işaret edilen imar planlarının, belli bir nüfus projeksiyonuna sahip, sosyal ve teknik altyapı ve çalışma alanlan ile birlikte kurgulanmış, bu yönüyle nüfus etkilerine sahip olduğu kadar geniş alanları kapsadığı için doğal yapı üzerinde de etkileri bulunan imar planları olduğu ve bu planların Çevre Düzeni Planında onaylandığı şekliyle kabul edilmediği, ancak 7.10 sayılı plan hükmü, daha çok parsel ölçeğinde hazırlanarak onaylanmış ve bu yönüyle kurum ve kuruluşların uygun görüşleri de alınarak onaylanmış mevzi imar planlanına ilişkin bir hüküm olup ve mevzi imar planlarının uygulamalarının büyük ölçüde tamamlanmış olduğu söylenebileceğinden, 7.10 sayılı maddesi ile planların kademeli birlikteliği ilkesinin bozulmuş olacağı yönündeki iddiaların kabul edilebilir olmadığı, zira bu plan hükmündeki “Bu alanlarda yoğunluk artışı ve tür değişikliği getirecek plan değişikliği/revizyonu yapılamaz.” ifadesi ile plan döneminde bu planlar için geçerli olan koşullara da yer verilmiş olduğu savunulmuştur.
Dairemizce yapılan değerlendirmede;
Kazanılmış hakların korunması ilkesi, hukukun genel ilkelerinden olduğundan dava konusu planın onayından önce yasal olarak geçerli olan mevzi imar planlarına bağlı olarak kazanılmış hakların korunmasına ilişkin dava konusu plan notunda hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan dava konusu çevre düzeni planının plan hükümleri ile bu alanlarda yoğunluk artışı ve tür değişikliği getirecek plan değişikliği/revizyonu yapılamayacağı düzenlenmiş olup dava konusu planın onaylanmasından sonra çevre düzeni planına aykırı alt ölçekli plan kararı üretilmesinin önlendiği görüldüğünden davacının iddiaları yerinde görülmemiştir.
2-Dava dilekçesinde, plan uygulama hükümlerinin 4.40. maddesinde "organize tarım ve hayvancılık alanları/bölgelerinin" tanımlandığı, 8.26 sayılı bölümde de uygulama hükümlerine yer verildiği, tarımla ilgili tüm bilimsel kaynaklarda "tarım; toprak, su ve diğer doğal olanaklardan yararlanarak ve girdi kullanarak, bitkisel, hayvansal ve su ürünleri üretimini gerçekleştirmektir" biçiminde tanımlandığından tarımın bir alt sektörü olan hayvancılığı, tarımdan ayrı ve bağımsız bir sektör olarak tanımlayan bu tip bir ifadenin kullanılmaması, sadece tarım demekle yetinilmesi ve açıklama gerekiyor ise "bitkisel ve hayvansal üretim’' ifadelerinin kullanılması gerektiği, organize tarım ve hayvancılık alanları olarak adlandırılan bu tip alanların amacı tam olarak açıklanmadan, tarımla doğrudan ilgisi olmayan sosyal ve kültürel donatı alanları, sağlık ve eğitim tesisleri, rekreasyon alanları vb. kullanımların da yer alabileceğinin belirtilmesinin, yer seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlara yer verilmemesinin son derece sakıncalı olduğu, günümüze kadar yanlış arazi kullanım kararları yüzünden gerektiği gibi korunamayan verimli tarım arazileri ve doğal yem üretim alanları olan meralar açısından artık zengin olmayan Türkiye'de, ülke tarımsal yapısıyla ne ölçüde örtüşeceği belli olmayan bu tür kararların planda yer almasının ve hayvancılığın doğal yollarla yapılması yerine, endüstriyel hayvancılık adı altında hayvanların meralardan kopartılarak kapalı alanlara alınmasının, meralarda doğal olarak otlanması yerine yemlerle beslenmesinin, hastalıklara karşı antibiyotikler verilmesinin insan ve çevre sağlığı açısından son derece sakıncalı olduğu, ayrıca, bu tip uygulamalar nedeniyle küçük işletmelerin kapanmakta ve dolaylı olarak kente göçün teşvik edilmekte olduğu, bölgenin en büyük potansiyelinden biri olan tarımın gerektiği gibi değerlendirilebilmesi için ilk olarak yapılması gerekenin yerel olarak tarımla uğraşan çiftçilerin korunması, onların üretimlerinin geliştirilmesinin sağlanması olduğu, her zaman için önceliğin, dışarıdan gelecek yatırımcıya değil, bölgede yaşayan insanlara tanınması gerektiği, bölgenin bu şekilde gerçek anlamda kalkınabileceği, yerel üreticilerin büyük şehirlere göç etmesi ve yatırımcıların bölgede toplanması ile kalkınma sağlanamayacağı, bu nedenlerle, tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgeleri varken, mevzuatta da tanımlanmamış organize tarım ve hayvancılık alanlarının planda üstelik nerede, ne kadar alanda hangi işletmelerin kurulabileceği belirlenmeden önerilmesinin sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir yaşam ilkesi ile bağdaşmadığı, dolayısıyla, plan hükümlerinin 4.40 sayılı maddesi ile 8.26 sayılı bölümünün iptal edilmesi gerektiği, Danıştay Altıncı Dairesinin E:2014/59 sayılı dosyasına sunulan bilirkişi raporunun da bu görüşleri destekler nitelikte olduğu iddia edilmiştir.
Savunmada, dava konusu Mersin-Adana Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Revizyon Çevre Düzeni Planının, imar mevzuatı gereği, 14/06/2014 tarihli, 29030 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği”nin eki “Gösterimler”e uygun olarak hazırlandığı ve arazi kullanım kararlarının bu yönde belirlendiği, organize tarım ve hayvancılık alanının da bir arazi kullanım kararı/türü olarak Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin eki “Gösterimler” bölümünde yer aldığı, dolayısıyla 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planları ile, planlama alanının tanmsal potansiyelleri doğrultusunda organize tarım ve hayvancılık alanlarının belirlenmesinde mevzuata aykırılık bulunmadığı, dava konusu planın Plan Hükümlerinin “4. Tanımlar” başlığı altında 4.40 sayılı maddesinde, "Organize Tarım Ve Hayvancılık Alanları/Bölgeleri: 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’na göre statü kazanmasına gerek olmaksızın; tarım ve hayvan yetiştiriciliğini destekleyen, hububat, meyve, sebze üretimi için uygun tarım alanları, meralar, mantarcılık, orman ürünleri, sebze ve çiçek yetiştiriciliği için seralar, depo veya soğuk hava deposu, mandıra vb. sadece 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun 3. maddesinde tanımlanan “tarımsal yapılar” ile besicilik, süt sığırcılığı, meyvecilik, sebzecilik, seracılık, çiçekçilik vb. tarımsal üretim ve ürün işleme faaliyetlerinin bir arada yapıldığı, tek elden sevk ve idare edildiği entegre veya entegre nitelikte olmayan tarımsal amaçlı yapılar ve tarımsal sanayi tesislerinin yer alabileceği alanlardır." şeklinde tanımlandığı, 8.26.1 sayılı maddesinde "Bu planda gösterilenler dışında ihtiyaç olması halinde; en az 20 ha olacak şekilde, il bazında bütüncül olarak hazırlanacak çevre düzeni planları/nazım imar planları veya İl Toprak Kurulu marifetiyle, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda, bu planda değişikliğe gerek olmaksızın yapılabilir. Bu alanlara ilişkin yapılaşma koşulları; tesis türleri, teknoloji ve yöresel özellikler dikkate alınarak alt ölçekli planlarda belirlenecektir. Seçilmiş alanlara ilişkin onaylanan planlar sayısal ortamda-koordinatlı olarak veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir. Bu alanlar amacı dışında kullanılamaz. İmar planları ilgili idarece onaylanmadan uygulamaya geçilemez." hükmü, 4.2.sayılı maddesinde "Bu alanlarda, tarım ve hayvancılığa yönelik araştırma ve geliştirme birimleri, ürün toplama, depolama, saklama alanları, ürün işleme tesisleri ve besicilikte kullanılacak yem üretim alanları ile tarımsal amaçlı yapılar ve tarımsal amaçlı entegre tesisler, ayrıca çalışanların ihtiyacına yönelik sosyal ve kültürel donatı alanları, sağlık ve eğitim tesisleri, gereksinimlere ve planlama ilkelerine uygun, toplu olarak yer alabilecektir." hükmü, 8.26.3 sayılı maddesinde "Bu alanlarda çevre sorunlarını önlemeye yönelik, her türde atığa ilişkin teknik altyapı önlemleri alınacaktır" hükmünün yer aldığı, bu hükümlerde organize tarım ve hayvancılık alanlarında hangi fonksiyonların yer alabileceğinin açık bir şekilde tanımlandığı, tanımındaki faaliyetlere ilişkin tesislerin alan büyüklükleri, hangi ölçü ve oranlarda olacağı ise teknoloji ve yöresel özelliklerin daha ayrıntılı çalışılacağı alt kademedeki planlara bırakıldığı, böylece alt ölçekli planlamanın konusu olan çalışmaların geçersiz kılınmadığı ayrıca, planda öngörülen organize tarım ve hayvancılık alanlarının, tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgeleri ile benzer fonksiyonları ve amacı kapsamakla birlikte, tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerinin, 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun 26/A maddesi uyarınca yer seçimi yapılarak ilan edilen alanlar olduğu, alanda öngörülen organize tarım ve hayvancılık alanlarının ise, 4562 sayılı Kanunda belirtilen yer seçimi sürecine tabi olmaksızın, planda öngörülenlerin yanı sıra doğrudan yereldeki İl Toprak Kurulu marifetiyle veya alt ölçekli planlarda yer seçimi yapılması öngörülen alanlar olduğu, tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgeleri ile ayırt edici noktalara da plan hükümlerinde yer verildiği, diğer taraftan, dava konusu Çevre Düzeni Planında, dava dilekçesinde yer alan hayvancılığın tarımdan koparıldığı ve tarımdan ayrı bir bağımsız sektör olarak değerlendirildiği iddiasının doğru olmadığı, şöyle ki, Plan Açıklama Raporu incelendiğinde tarımı oluşturan tüm unsurlara ilişkin (hayvancılık dahil) hedef ve stratejiler ile potansiyeller çerçevesinde tarımın nasıl geliştirileceğine yönelik kararların oluşturulduğunun görüleceği, ayrıca, Plan Açıklama Raporunda hayvancılığın, tarım başlığı altında irdelenen ve değerlendirilen bir konu olarak ele alındığı, tarımın bitkisel ve hayvansal üretimin tamamını ifade ettiği, Çevre Düzeni Planında tarımı tanımlama gereği duyulmadığı, zira plan raporlarında tüm sektörlere yönelik literatür tanımlarına yer verilmesinin plan yapım tekniği ile bağdaşmadığı, dolayısıyla Çevre Düzeni Planında hayvancılığın yani hayvansal üretimin tarımdan koparılmasının söz konusu olmadığı, planın araştırma ve sentez çalışmaları sonucunda, bölgenin önemli potansiyellerinden birini tarım (bitkisel ve hayvansal üretim) sektörünün oluşturduğu, bu çerçevede yalnızca tarımsal (bitkisel ve hayvansal) üretimin artırılmasına yönelik değil, aynı zamanda bu ürünlerin modern teknoloji kullanılarak depolanması, işlenerek katma değeri yüksek mamul madde haline getirilmesi ve bu alanların başta sağlık, eğitim, güvenlik vb. sosyal ve teknik donatılarla eksiksiz işleyen üretim merkezleri haline getirilmesi amacıyla düzenlemeler yapılmasının planda tanmsal üretimin güçlendirilmesinde temelleri oluşturduğu, bununla birlikte söz konusu faaliyetlerin neden olabileceği çevresel etkiler de göz ardı edilmeyerek bu faaliyetlerin, ilgili kurum ve kuruluşlarca mevzuata uygun bir şekilde belirlenecek sınırlı bölgeler dahilinde, bir bütün halinde planlı ve denetimli bir şekilde gerçekleştirilmesine yönelik düzenlemeler getirilmeye çalışıldığı, diğer yandan, küçük işletmelerin de tarımsal faaliyetlerini sürdürmelerine herhangi bir engel bulunmamakla birlikte tarımsal üretimin küresel pazarda rekabet edebilirliğinin sağlanması ve üretim süreci ile ürün kalitesinin artırılması amacıyla profesyonelleşmenin kaçınılmaz olduğu düşünüldüğünde bilimsel temellere dayalı üretimi teşvik edecek düzenlemelerin getirilmiş olmasında herhangi sakınca bulunmadığı, kaldı ki çevre düzeni planlarının tarımsal üretim politikaları ve stratejilerini belirlediği, sektörden sorumlu kurum ve kuruluşlarca belirlenen politika ve stratejilerin mekana yansımasına yönelik genel arazi kullanım kararlarını oluşturduğu, bu kapsamda üretim esasına (bitkisel, hayvansal veya su ürünleri vb.) ve üretim sürecine (teknoloji, yöntem, hammadde vb.) bağlı olarak organize tarım ve hayvancılık alanlarının gereksinmelerinin ve önceliklerinin birbirinden farklı olabileceği, önceden kestirilemeyen bu kapsamdaki kullanımlara ilişkin yer seçim çalışmalarının ilgili kurum ve kuruluşlarca ortaklaşa belirlenmesinin esas olduğu, dolayısıyla davacının bu konudaki itirazlarının nedenlerine bakıldığında, kabul edilebilir nitelikte olmadığı, organize tarım ve hayvancılık alanlarının uygulanması ve gerçekleşmesinin bölgenin gelişmesinde büyük rol oynayacağı, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planında organize tarım ve hayvancılık alanlarının öngörülmesinin amacının, tarımın doğal teknikler kullanılarak geliştirilmesini engellemek değil, sadece daha komplike, teknoloji kullanan ve kirlilik oluşturan tarımsal işletmelerin (entegre tanmsal sanayilerin) bu alanlarda yer almasının sağlanarak çevre, insan ve hayvan sağlığı bakımından uygun tanmsal üretim alanlanlarının oluşturulması, bu işletmelerin tarım arazilerinin tamamına yaygınlaştınlmamasının sağlanarak tarım arazilerindeki yapılaşmanın önlenmesi olduğu, zira Çevre Düzeni Planında meralarda hayvan otlatılmasını kısıtlayan, tarım alanlarında doğal yollardan tarımın yapılmasını engelleyen, küçük işletmelerin kurulmasını engelleyen bir amaç, hedef, strateji, plan kararı veya plan hükmü bulunmadığı savunulmuştur.
Konuya ilişkin Dairemizin E:2014/59 sayılı dosyasında yer alan bilirkişi raporunda: "Davacı, “Organize Tarım ve Hayvancılık Alanları” olarak adlandırılan alanların amacı tam olarak açıklanmadan, tarımla doğrudan ilgisi olmayan sosyal ve kültürel donatı alanları, sağlık ve eğitim tesisleri, rekreasyon alanları vb. kullanımların da yer alabileceğinin belirtilmesine, Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri varken, mevzuatta tanımlanmamış olan Organize Tarım ve Hayvancılık Alanları öngörülmesine itiraz etmiştir.
Bilirkişi Kurulumuz davacı iddialarının irdelenmesine geçmeden önce söz konusu kullanımla ilgili tanımlar konusunda belirli saptamalarda bulunma gereği duymuştur. Davacı, dava konusu planlardaki “Organize Tarım/Hayvancılık Alanları” kullanımına itiraz etmektedir. Dava konusu plana ait Plan Hükümlerinin Tanımlarla ilgili 4.41 ve Uygulama Hükümleri ile ilgili 8.17.1 Maddeleri “Organize Tarım/Hayvancılık Alanları” hakkındadır.
Plan Uygulama Hükümlerinin Tanımlar Bölümünde 4.41. Organize Tarım/Hayvancılık Alanları maddesinde söz konusu alanlar şu şekilde tanımlanmıştır:
4.41. “Bu alanlar tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin sürdürüleceği ve tarımsal ürünlerin katma değerlerini artırmaya yönelik araştırma, geliştirme ve üretim birimleri ile ürün toplama, depolama, saklama alanları; tarımsal amaçlı yapılar ve tarımsal amaçlı entegre tesislerin toplu olarak (organize şekilde) yer alabileceği alanlardır.”
Plan Hükümlerinin 8.17 Bölümünde 8.17.1 Maddesinde Organize Tarım/Hayvancılık Alanlarının yer seçimlerine, planlama ve uygulama süreçlerine ilişkin hükümlere yer verilmektedir. Buna göre;
8.17.1. “Bu alanların yer seçimi; planda tanımlanan alanlar dikkate alınarak ve en az 20 ha olacak şekilde, bu planda değişikliğe gerek olmaksızın, İl Toprak Kurulu marifetiyle, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda yapılabilir.
Bu alanlara ilişkin yapılaşma koşulları, tesis türleri, teknoloji ve yöresel özellikler dikkate alınarak imar planlarında belirlenecektir. Seçilmiş alanlara ilişkin onaylanan planlar sayısal ortamda-koordinatlı olarak veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir. Bu alanlar amacı dışında kullanılamazlar. İmar planları ilgili idarece onaylanmadan uygulamaya geçilemez.”
“Bu alanlarda, tarım ve hayvancılığa yönelik araştırma ve geliştirme birimleri, ürün toplama, depolama, saklama alanları, ürün işleme tesisleri ve besicilikte kullanılacak yem üretim alanları ile tarımsal amaçlı yapı ve tarımsal amaçlı entegre tesisler, ayrıca çalışanların ihtiyacına yönelik sosyal ve kültürel donatı alanları, sağlık ve eğitim tesisleri, gereksinmelere ve planlama ilkelerine uygun, toplu olarak (organize şekilde) yer alabilecektir.”
Diğer yandan, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı, Plan Açıklama Raporu’nda Genel Arazi Kullanım Kararları başlığı altındaki bölümde 4.1.2.2.c Maddesinde “Organize Tarım/Hayvancılık Alanları” ile ilgili kullanım kararları yer almaktadır:
4.1.2.2.c. “Organize Tarım/Hayvancılık Alanları”: “Çevre Düzeni Planı kapsamında, tarım sektörünün desteklenmesi ve katma değerinin artırılması amacıyla, entegre ya da entegre olmayan küçük ölçekte tesislerin toplu olarak yer alabilmesini sağlamak üzere; Mersin Merkez İlçeye bağlı Bahçeli Beldesi, Gülnar İlçe merkezinde ve Erdemli İlçesinde, Adana İlinde Merkez ve Ceyhan İlçesinde Organize Tarım/Hayvancılık Alanları oluşturulmuştur.”
Plan Hükümleri ile Plan Açıklama Raporu’nda “Organize Tarım/Hayvancılık Alanları” tanımı kullanılmaktadır. Buna karşın, 1/100.000 ölçekli dava konusu planın lejantında bu tanım/kullanım yerine “Organize Tarım/Hayvancılık Bölgeleri” kullanımına yar verilmiştir.
Bilirkişi Kurulumuzca bu tanım farklılığının bir yazım yanlışından kaynaklanmış olması olasılık içinde olmakla birlikte esas olarak 1/100.000 ölçekli planlamanın ele alınışındaki bir eksiklikten kaynaklandığı düşünülmektedir.
Kurulumuz, “Bölge” (Zone) kavramı yerine “Alan” kavramının yeğlenmesini 1/100.000 ölçekli bir planlamanın kapsamı içinde değerlendirecektir.
Plan açıklama Raporu ile Plan Hükümlerinde “Organize Tarım/Hayvancılık Alanı”, Plan Lejantında ise 1/100.000 ölçekli bir planlamanın diline çok daha uygun olan “Organize Tarım/Hayvancılık Bölgesi” gibi iki farklı tanım/kullanım yer almıştır. “Organize Tarım/Hayvancılık Bölgesi” kavramı tanımı gereği söz konusu faaliyetlerin gerçekleşeceği bölgelerin belirlenmesine yönelik iken, “Organize Tarım/Hayvancılık Alanları” 1/100.000 ölçeğinde doğrudan söz konusu faaliyetlerin gerçekleşeceği yeri belirlemeye yöneliktir. Nitekim dava konusu plan lejantında “Bölge” kavramı kullanılmış, buna karşın plan üzerinde somut yer belirlenmiştir. Bu yapılarak alt ölçekli planlamalarda ancak ortaya çıkabilecek somut yer seçimlerine ilişkin irdelemeler ve değerlendirmeler doğrudan 1/100.000 ölçekli bir planda başından bitirilmiş hale gelmektedir.
Bu rastlantısal bir eksiklik değildir. Dava konusu kullanımla ilişkili olarak kavram karışıklığına yol açan “Alan” ve “Bölge” şeklindeki iki ayrı kavram kullanılmaktadır. Dava konusu plandaki gösterimler, Plan Hükümleri arasında ifade edilen “Organize Tarım/Hayvancılık Alanı” tanımına uymakla birlikte, 1/100.000 ölçekli bir planda doğrudan alan kullanımları yerine –Plan Hükümleri arasında belirtilen- Organize Tarım/Hayvancılık faaliyetlerinin geliştirileceği önemli merkezlerin/bölgelerin belirlenmesi söz konusu planlama ölçeğine en uygun olandır. Söz konusu bölgelerin nerelerde oluşturulacağı, olması gerektiği, bölgelerin tarım ve hayvancılık potansiyellerinin değerlendirilmesi, tanımla ilgili örgütlenmiş bir faaliyet olarak, bu bölgelerde değerlendirilmesi söz konusu olan tarım ve hayvancılık kaynakları ile söz konusu bölgelerin ilişkilerinin nasıl kurulacağı vb. konular, söz konusu bölgeler ile önemli dağıtım merkezleri ve aktarma bölgeleri arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı gibi konulara bu ölçekte açıklık getirilmelidir. Oysa “Alan” şeklinde ifade edilen doğrudan alan kullanımları ise alt ölçekli planlamayı geçersiz hale getiren planlama kararlarına dönüşmektedir. O nedenle, söz konusu kullanımla ilgili olarak öncelikle “Alan” ve “Bölge” arasındaki kavram karışıklığının giderilmesinde yarar bulunmaktadır. Kurulumuz, gerek Plan Hükümleri gerekse Plan Açıklama Raporunda yer alan “Organize Tarım/Hayvancılık Alanları” tanımında yer alan amaçlara katılmakla birlikte dava konusu planın söz konusu kullanımın planlama bölgesi içindeki dağılımına/yer seçimlerine ilişkin olarak bir bölgeleme yaklaşımının ya da ilkesinin varlığını gözlememiştir.
Kurulumuzca, dava konusu planın plan uygulama hükümleri dikkate alındığında, tarım ve hayvancılık faaliyetiyle ilişkili araştırma, işleme ve depolama ve saklama faaliyetlerinin korunacak tarım alanlarına zarar vermeksizin nasıl düzenleneceği, ne tür mekânsal düzenler kurulacağı konusunun belirsiz bırakıldığı gözlenmektedir. Ana faaliyet olan tarımsal üretim ve hayvancılık faaliyetinin temelini oluşturan tarımsal alanın yitirilmesine yol açmayacak yer seçim ve yapılaşma koşullarının neler olacağı ve olması gerektiği konusu Plan Uygulama Hükümlerinde belirsiz bırakılmıştır. Dava konusu plan lejantında “Organize Tarım ve Hayvancılık Bölgesi” olarak gösterilen söz konusu kullanım, plan üzerinde “OTH” işareti ile alansal olarak gösterilmiştir. Kurulumuz, 1/100.000 ölçekli plan üzerinde söz konusu kullanımla ilgili olarak doğrudan alan gösterimini olumsuz değerlendirmiştir.
Dava konusu kullanımların yer seçimleri, ilgili plan paftalarından aktarılan bölümler üzerinde aşağıdaki şekillerde gösterilmektedir. Alansal gösterimleri yapılan söz konusu kullanımların dağılımlarının herhangi bir yer seçim ilkesine dayandığı söylenememektedir. Bu yer seçimleri rastlantısal izlenimi vermektedir. Bu alanların dağılımında, örnek olarak yerleşmelerle, sanayi bölgeleri ya da ilişkili olabilecekleri merkez ve alt merkezlerle ortak bir düzen oluşturdukları konusunda bu ölçekli bir plana özgü bir ilkeye rastlanamamaktadır.
Organize Tarım/Hayvancılık Bölgeleri yer seçimi kuşkusuz ard bölgenin tarım ve hayvancılık potansiyelleri ile ilişkili olmak durumundadır. Bu bölgelerin belirlenmesi, Kurulumuzca, 1/100.000 ölçekli planlamanın, değerli tarım topraklarına zarar vermeksizin koruma gereklerini gözeten bir çerçevede bu bölgeler içinde doğru alan kullanımlarının belirlenmesi ise alt ölçekli planlamaların konusu olacaktır. Ancak 1/100.000 ölçekli dava konusu plan doğrudan yer belirleyerek itirazlara zemin hazırlamaktadır. Bu şekilde tarım topraklarına zarar vermeyecek yer seçimlerinin yapılması imkânı başından üst ölçekli planlamadaki doğrudan alan gösterimi yaklaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmaktadır. Bu konunun alt ölçekli planlamanın konusu olacağı açıktır. Oysa üst ölçekli plan kararlarını alt ölçeklerde yönlendirmesi beklenen uygulama hükümleri davacı kaygılarını destekleyen belirsizlikler üretmektedir:
8.17.1. “Bu alanların yer seçimi; planda tanımlanan alanlar dikkate alınarak ve en az 20 ha olacak şekilde, bu planda değişikliğe gerek olmaksızın, İl Toprak Kurulu marifetiyle, ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda yapılabilir…”
Bilirkişi Kurulumuzca, bu şekilde, OTH alanlarının yer seçimi, yerleşmelerin nazım ve uygulama imar planı çerçevelerinden bağımsız bir sürece dönüştürülmektedir. Kuşkusuz, nazım ve uygulama imar planı süreçlerinde söz konusu kullanıma ilişkin doğru yer seçim ve yapılaşma koşullarının oluşturulması açısından her aşamada ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerine başvurulması planlama esasları açısından gereklidir. Bununla birlikte, dava konusu planın uygulama hükümlerinde, OTH Bölgeleri tanımına uygun olarak bu süreçte izlenmesi gereken yönlendirici bölgeleme, yer seçim ve yapılaşma esasları belirlenmeliydi. Söz konusu yer seçimlerinin yerleşmelerin nazım ve uygulama imar planlama sürecinden bağımsız biçimde gerçekleştirilecek olmasını olumsuz değerlendiren Kurulumuz, 1/100.000 ölçekli planın, koruma-kullanma, tarımsal üretimin geliştirilmesi vb hedeflerinin, arazi kullanımına yönelik plan uygulama hükümleri nedeniyle tam tersi yönde gerçekleşmesi kaygılarını taşımaktadır.
1/100.000 ölçekli bir planda bu bölgelerin nasıl bir düzen içinde yer seçecekleri konusunda plan kararı oluşturulması beklenmemekle birlikte, bu bölgelerin dağılımı ve diğer sistemlerle ilişkilerine ilişkin esasların ortaya konması, alt ölçekli planlarda koruma-kullanma dengelerini gözeten somut yer seçimlerini yönlendirecek plan hükümlerinin belirtilmesi beklenirdi. Buna karşın, dava konusu üst ölçekli planın bu kullanımlarla ilgili olarak somut yer öngörmesi Kurulumuzca doğru bulunmamıştır. Bu bölgelerin konumlanacağı kentsel ya da kırsal merkezlerin belirtilmesi ve şematik gösterimlerle yetinilmesi yeterli olacaktı. Nitekim bu, Mekânsal Planlar Yönetmeliği’nin Çevre Düzeni Planına Dair Esaslara ilişkin 18. Maddesinde öngörülen “Çevre Düzeni Planları hazırlanırken; … ğ) İmar Planlarına esas olacak şematik ve grafik dil kullanılarak arazi kullanım kararları ile koruma ve gelişmenin sağlanması… esastır” hükmü gereğidir. Bölge/havza düzeyinde dağılımları şematik biçimde gösterilen kullanımların, yerleşmeler düzeyinde, koruma-kullanma dengesi, tarımsal alanların korunması hedefleri açısından nasıl somut arazi kullanımlarına dönüştürüleceği konusunda plan hükümleri bir sonraki ölçekteki planlamalara yol göstermeli ve düzenleyici ilkeler oluşturmalıdır. Oysa ilgili plan uygulama hükümleri belirsizlikler üretmekte, bir sonraki planlama aşamasını geçersizleştirmektedir.
Gerek Planlama Raporunda gerekse Plan Uygulama Hükümlerinde verilen tanımlara göre, Organize Tarım ve Hayvancılık Alanları esas olarak tarım ve hayvancılık faaliyetinin yanı sıra bunlarla bütünleşen üretim, araştırma, depolama, saklama faaliyetleri ile ilişkili tesisleri kapsayacaktır. Bu tanıma göre, aynı yer seçimi üzerinde bir mekânsal düzen öngörülmektedir. O nedenle, bu faaliyetlerle ilişkili tesislerin ve tarımsal alan büyüklüklerinin hangi ölçü ve oranlarda yer alacakları, üst ölçekli planın hedefleri açısından önem kazanmaktadır. Bu ölçülerin, asli tarım ve hayvancılık faaliyetinin önüne geçmesi tarımsal toprağın ve kaynağın yitirilmesine yol açacaktır. Kurulumuza göre, OTH Alanları tanımında, aynı yerde tarımsal/hayvancılık faaliyeti ile ilgili araştırma, depolama, üretim faaliyetinin mekansal bütünlüğünün sağlanması öngörülmektedir. Üst ölçekli planın öngörüsü, aynı zamanda arazi kullanımı açısından da belirli oranlar ve ölçüler konusudur. Kurulumuzca, dile getirilen nedenlerle, dava konusu Çevre Düzeni Planının anılan plan hükümlerinin belirsizlik yaratmakta olduğu saptanmaktadır.
Bilirkişi Kurulumuzca, dava konusu 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planında yer alan, tarım ve hayvancılığın, kendisi ile ilişkili üretim, dağıtım, araştırma faaliyetleriyle bütünleştirilerek ele alınması ve buna uygun mekânsal düzenlemelere gidilmesi son derece önemlidir. Bu ise yalnızca bu bölgeler için uygun yer seçimi ve kendi iç düzenlerinin planlanması ve tasarımı ile sınırlı bir konu olmayıp, kentsel sektör ile tarım sektörü arasında ilişkilerin kurulması, bu bölgelerin bulundukları yerler ile yerleşmeler arasındaki mekânsal düzenlerin gerçekleştirilmesi gibi konuları içeren bir planlama konusudur. O nedenle, üst ölçekli planlardan başlayarak alt ölçeklere kadar yakın çevredeki alt ölçeklerdeki kent planlama faaliyetleri ile birlikte yürütülmesi gerekli bir konudur. Bunun ana çerçevesi ise Çevre Düzeni Planlaması ile oluşturulabilecektir.
Benzer amaçlara yönelik olarak mevzuatta Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri öngörülmüştür. Kurulumuz, her iki kullanım arasındaki ayırt edici noktaların dava konusu Plan Uygulama Hükümlerinde yeterince konulmadığı kanısındadır." tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede;
Davacı tarafından, dava dilekçesinde hayvancılığın tarımdan ayrı ve bağımsız sektör olarak ele alınmaması gerektiği ileri sürülmüştür.
Davaya konu plan notlarının 4.41 sayılı maddesinde organize tarım ve hayvancılık alanları tanımlanmış, 8.17 sayılı maddesinin alt maddelerinde bu alanlarda bulunabilecek kullanımlar belirlenmiştir.
Planın 8.17.3 sayılı maddesinde, bu alanlarda çevre sorunlarını önlemeye yönelik her türlü önlemlerin alınmasının zorunlu olduğu, 8.17.1 sayılı maddesinde, bu planda gösterilenler dışında ihtiyaç olması halinde bu alanların yer seçiminin en az 20 ha olacak şekilde il toprak kurulu marifetiyle ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda yapılabileceği, yer seçimi yapılan alanlara ilişkin imar planı yapılmasının gerekli olduğu durumlarda bu planda değişikliğe gerek olmaksızın imar planlarının hazırlanıp onaylanacağı hüküm altına alınmıştır.
Dava konusu plan açıklama raporunda alana ilişkin tarım sektörüne yönelik ana stratejilerin belirlendiği, burada hayvansal üretime ilişkin strateji ve uygulama stratejilerinin oluşturulduğu görülmektedir.
Davalı idarece de bölgenin önemli potansiyellerinden birinin tarım (bitkisel ve hayvansal üretim) olduğunun, bu potansiyelin değerlendirilmesi için plan kararları getirildiğinin, küçük işletmelerin faaliyetlerini sürdürmelerine engel bulunmadığının ifade edildiği dikkate alındığında, bölgede organize tarım ve hayvancılık bölgeleri kullanımının öngörülmesinin ve gerçekleşmesinin bölgenin gelişmesinde büyük rol oynayacağı değerlendirilmektedir.
Bu itibarla, plan hükümlerinin yeterli korumayı sağladığı, getirilen uygulamanın bölgenin özelliğine uygun olduğu, davaya konu plan hükümlerinde şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu nedenle, en az 20 ha olacak şekilde belirlenen organize hayvancılık ve tarım alanlarında tarım ve hayvancılık amaçlı yapının ve bu yapıların içerisinde çalışanların ihtiyacına yönelik sosyal kültürel donatı alanları, sağlık ve eğitim tesislerinin de yapılmasının öngörülmesinin bu kullanımların yerleri, büyüklükleri ve yapı yoğunluklarının alt ölçekli imar planlarıyla belirlenecek olması karşısında 20 ha büyüklüğündeki bir alanda tarımsal üretimin ve üretimde çalışanların ihtiyacının sağlanmasına yönelik olarak getirilen düzenlemede mevzuata aykırılık görülmemiş, plan lejantlarında organize tarım ve hayvancılık alanları lejantının yer alması nedeniyle atıfta bulunulan bilirkişi raporunda bölge/alan ayrımına yönelik tespitlere itibar edilmemiştir.
Bununla birlikte, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 27/08/2015 tarihli oluru ile onaylanan Antalya-Burdur-Isparta Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının, 9.39 sayılı plan uygulama hükmünde de organize tarım ve hayvancılık alanlarının yer seçimine yönelik olarak dava konusu hüküm ile benzer nitelikte kurallar öngörülmekte olup söz konusu planın iptali istemiyle açılan davada, anılan hükme yönelik olarak Danıştay Altıncı Dairesinin 05/12/2018 tarih ve E:2016/1179 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiş, söz konusu karara yapılan itiraz Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 04/12/2019 tarih ve Yd İtiraz No: 2019/944 sayılı kararıyla kabul edilerek, "organize tarım ve hayvancılık alanlarının üst ölçekli çevre düzeni planı çerçevesinde ve bu plan kararları doğrultusunda öngörülmesi gerekirken, yer seçimi kararının çevre düzeni planı kapsamından çıkarılarak alt ölçekli planlamaya bırakılmasına yönelik dava konusu planın 9.39 sayılı plan uygulama hükmünde hukuka uyarlık bulunmadığı" gerekçesiyle, söz konusu plan hükmünün yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
Ancak, Dairemizce yapılan yargısal inceleme, davacının iddiaları kapsamında ve bu iddialar ile sınırlı olduğundan ve uyuşmazlıkta, dava konusu Çevre Düzeni Planının 8.26.1 sayılı plan uygulama hükmünde, organize tarım ve hayvancılık bölgelerinin yer seçimine yönelik davacı tarafından herhangi bir iddiada bulunulmadığından yukarıda yer verilen hususa ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
3-Dava dilekçesinde, dava konusu planın plan uygulama hükümlerinin 7.30 sayılı maddesinde, "Bu plan kapsamındaki Toplu Konut İdaresine (TOKİ) tahsis edilmiş alanlarda TOKİ tarafından üretilecek toplu konut alanlarına ilişkin başvurular, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanuna tabi alanlara ilişkin uygulamalar ve İller Bankası Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü tarafından 6107 sayılı Kanun uyarınca yapılacak uygulamalar; bu planın koruma, gelişme ve planlama ilkeleri ile nüfus kabulleri çerçevesinde, bu planda değişiklik yapılmaksızın, ilgili idaresince değerlendirilir. Bu doğrultuda hazırlanacak alt ölçekli planlar, sayısal ortamda veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir. Söz konusu taleplerin kentsel ve kırsal yerleşme alanları içerisinde kalması durumunda, imar planı bütünlüğü çerçevesinde ve nüfus kabulü dahilinde, ilgili idaresince alt ölçekli planlarda değerlendirilir." hükmünün yer aldığı, bu durumda, çevre düzeni planında belirlenen kentsel ve kırsal gelişme alanlarının dışında da konut üretilmesinin önünün açılmasının, üstelik plan revizyonunu ortadan kaldırarak, plan hiyerarşisi ve çevre düzeni planı yapma amaçlarıyla bağdaşmadığı, bu tür plan hükümlerinin, üst ölçekli mekansal planlamayı, insan kaynaklı arazi kullanım ihtiyaçlarını yönlendiren ve yöneten bir süreç olmaktan çıkardığı, birbirinden kopuk ve bağımsız bir biçimde alınan arazi kullanım kararlarının bir araya getirildiği, dolayısıyla, Plan Uygulama Hükümlerinin 7.30. maddesindeki "bu planda değişiklik yapılmaksızın" bölümünün hukuka aykırı olduğu iddia edilmiştir.
Savunmada, 7.30 sayılı plan hükmünün, 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun ve 6107 sayılı Kanun kapsamında yapılacak iş ve işlemleri yürütmekle yetkili kurumlara özgü uygulamaları kapsamakta olduğu, anılan Kanunların kapsamı dışındaki toplu konut alanlarını kapsamadığı, ayrıca söz konusu plan hükmünde, ilgili kurumlarca yapılacak uygulamaların çevre düzeni planının koruma, gelişme ve planlama ilkeleri doğrultusunda yapılması ve çevre imar bütünlüğü içerisinde değerlendirilmesi ilkesinin esas olduğunun belirtildiği, bu doğrultuda üst ölçekli planda düzenleme yapılmadan alt ölçekli planlar ile uygulamaya geçilmesine ilişkin plan hükmü düzenlenmiş olduğundan planlama hiyerarşisine aykırı bir durum bulunmadığı, zira bir uygulama planı olmayan çevre düzeni planı söz konusu hüküm ile bu konuda plan kararı getirerek çevre düzeni planının amaç, ilke ve hedefleri doğrultusunda yapılacak irdeleme sonrasında gerekli görülmez ise alt ölçekli planlar ile uygulamaya geçilebileceğine ilişkin karar oluşturulduğu, bu bakımdan da davacı taraf iddialarının haksız ve hukuka aykırı olduğu savunulmuştur.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
Davaya konu plan notuyla Çevre Düzeni Planında belirlenen kentsel ve kırsal yerleşme alanlarının dışında da üst ölçekli çevre düzeni planı kararı olmadan ve bu plana aykırı bir şekilde arazi kullanım kararı belirlenmesine yol açacak şekilde bu alanlarda plan değişikliğine gerek olmaksızın TOKİ tarafından plan hazırlanarak konut inşa edilebileceğinin öngörüldüğü, bu nedenle dava konusu plan notunun çevre düzeni planında belirlenen kentsel ve kırsal gelişme alanları dışında konut üretilmesine yol açacak ve dolayısıyla dava konusu planın bütününde sağlanmaya çalışılan nüfus, yoğunluk ve alan kullanımı dengesini bozabilecek nitelikte olduğu, bu nedenle dava konusu plan notunun plan hiyerarşisi ve çevre düzeni planı yapma amaç ve yöntemleriyle bağdaşmadığı anlaşıldığından anılan plan notu bakımından hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
4-Dava dilekçesinde, dava konusu planın plan uygulama hükümlerinin 8.38.3 sayılı maddesinde, "Yenilenebilir enerji üretim alanlarında (rüzgar, güneş, jeotermal, HES vs.), ilgili kurum ve kuruluşlardan alınan izinler ve Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurulunca verilecek lisans kapsamında, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının uygun görüşü alınması koşuluyla, bu planda değişiklik yapılmaksızın, iigili kurum ve kuruluş görüşleri doğrultusunda hazırlanan imar planlarının ilgili idaresince onaylanmasını müteakip uygulamaya geçilir. Onaylanan planlar sayısal ortamda bilgi için Bakanlığa gönderilir." hükmünün yer aldığı, anılan hükmün plan tadilatını işlevsiz bırakacak nitelikte olduğu, 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarının havza ölçeğinde değerlendirme, planlama imkanı veren planlar olduğu, söz konusu maddenin ise, bölge planlamayı reddederek, plan revizyonu prosedürünün plan hükmünde tanımlanan fonksiyonlar için kaldırılması ve bu konudaki denetimin sadece idari olarak sağlanmasına yol açarak hem mevzuata hem de şehircilik ve planlama ilkelerine aykırı uygulamalara neden olacağı, özellikle, HES'lerin havza planlaması yapılmadan, proje bazında değerlendirilerek uygulamaya geçilmesi, Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere, ülke genelinde doğal çevre üzerinde geri dönüşü olmayan tahribatlara neden olduğu, mevcutta böylesine ciddi bir sorun yaşanırken, hidroelektrik üretim alanları için plan değişikliğine gerek görmeyen bir plan hükmü getirmenin planlamayı tümden reddetmek olduğu, dolayısıyla, Plan Uygulama Hükümlerinin 8.38.3 sayılı maddesindeki "bu planda değişiklik yapılmaksızın" bölümünün iptal edilmesi gerektiği iddia edilmiştir.
Savunmada, dava konusu 8.38.3 sayılı plan hükmünün tüm enerji üretim faaliyetlerini kapsamamakta olduğu, yalnızca “yenilenebilir enerji üretim” faaliyetlerinin tanımlanan kapsamda yapımına yönelik bölgenin planlama yaklaşımını yansıttığı, plan hükümlerinin tamamı enerji üretim faaliyetlerine yönelik olarak incelendiğinde ise yenilenebilir enerji üretim tesisleri dışında bulunan diğer enerji üretim tesislerinin sadece planda tanımlanan bölgelerde yer alabileceği ve bu tesislerin yer seçimi için plan değişikliğinin gerekmekte olduğu, 8.38.3 sayılı plan hükmünün, planlama bölgesinde yenilenebilir enerji üretim tesislerinin desteklenmekte olduğunun bir göstergesi olarak da sayılabileceği, ayrıca anılan plan hükmünde, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayanan yeni enerji üretim taleplerinde çevre düzeni planı kapsamında Bakanlıklarının uygunluk görüşünün alınması şartı getirildiği, bu doğrultuda söz konusu plan hükümlerinin davacı tarafından iddia edildiği üzere planlama ilke ve esaslarına aykırı olduğu iddiasının mesnetsiz olduğu savunulmuştur.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
Ölçeği gereği leke plan niteliğinde bulunan dava konusu Mersin-Adana Planlama Bölgesi 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı, koruma-kullanma dengesinin sağlanması için alt ölçekli plan kararlarına esas olacak yapılaşma şartlarını ortaya koyan, genel arazi kullanım kararlarının üretildiği bir plan olup, bilirkişi raporundaki tespitler de göz önünde bulundurulduğunda, bölgesel ya da bazı durumlarda ülke düzeyinde etkileri olan enerji üretim alanlarının üst ölçekli çevre düzeni planı kapsamında değerlendirilmesi ve planda bu hususlara yönelik alt ölçekli planları yönlendirecek temel ilke ve politikaları içeren hükümlerin bulunması gerektiği açıktır.
Uyuşmazlık konusu plan hükmünde ise, yenilenebilir enerji üretim alanları dava konusu çevre düzeni planı kapsamı dışında bırakılarak, bu kullanımların, ilgili kurum ve kuruluşlardan alınan izinler ve/veya Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca verilecek lisans kapsamında, Bakanlığın uygun görüşünün alınması kaydı ile alt ölçekli planlar ile belirlenmesi ve bu doğrultuda uygulamaya geçilmesi öngörülmüştür.
Bu durumda, bölgesel, hatta ülkesel düzeyde etkileri olan enerji üretim alanlarına ilişkin kararların, koruma-kullanma dengesinin sağlanması amacıyla korunması gereken alanlara ilişkin politika ve stratejileri belirleyen üst ölçekli plan niteliğindeki çevre düzeni planı kapsamında değerlendirilmeksizin alt ölçekli planlara bırakılmasını öngören dava konusu plan hükmünde, şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarına uyarlık bulunmamaktadır.
Öte yandan, 16/09/2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanan 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Çevre Düzeni Planının inceleme konusu plan notu ile aynı nitelikteki 8.10.1 sayılı plan notuna ilişkin yapılan değerlendirme neticesinde verilen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 10/03/2021 tarihli, E:2020/2062, K:2021/449 sayılı kararı da bu yöndedir.
5-Dava dilekçesinde, dava konusu planın plan uygulama hükümlerinin, 8.23.3. maddesinde, "Bu planda gösterilen askeri alanların Milli Savunma Bakanlığı tarafından askeri alan dışına çıkarılarak ilgili idaresine tahsis edilmesi halinde, çevre düzeni planı değişikliği yapılmaksızın bu alanlar alt ölçekli planlarda öncelikle sosyal ve teknik altyapı alanı olarak kullanılmak üzere, ilgili idaresince kentsel yerleşme alanı olarak planlanabilir. Onaylanan planlar veri tabanına işlenmek üzere sayısal ortamda Bakanlığa gönderilir." hükmüne yer verildiği, bu maddenin plan değişikliğini işlevsiz bıraktığı, askeri alan dışına çıkarılacak alanlarda hangi tür kullanımların yer alacağı, bunların çevresel etkileri, nüfus yaratıp yaratmayacağı, ulaşım talebi üzerindeki etkileri vb. konuların çevre düzeni planları ile analiz edilip, öneri ve önlemlere yönelik kararlar üretilmesi gereken konular olduğu, bu tip konularda çevre düzeni planı değişikliğine gerek olmadığını belirtmenin planlamayı yok saymak anlamına geldiği, ayrıca, bir önceki planda, en azından, askeri alanların öncelikle eksik olan sosyal donatı ve teknik altyapı alanları için kullanılacağına yer verilmesinin kısmen de olsa doğru bir yaklaşım olduğu, fakat yapılan değişiklik ile söz konusu maddenin tek olumlu yanı olan bu bölümün de kaldırıldığı, dolayısıyla, 8.23.3 sayılı maddedeki "çevre düzeni planı değişikliği yapılmaksızın" bölümünün iptal edilmesi gerektiği iddia edilmiştir.
Savunmada, öncelikle, 8.23.3 sayılı plan hükmünde, Milli Savunma Bakanlığı tarafından askeri alan dışına çıkarılarak ilgili idaresine tahsis edilen alanların, ancak sosyal ve teknik altyapı alanı olarak düzenlenmesi halinde çevre düzeni planında değişiklik yapılmayacağının hükme bağlandığı, diğer arazi kullanımları için çevre düzeni planında değişiklik yapılması gerektiği, ayrıca plan değişikliği koşulu aranmayan sosyal ve teknik altyapı kullanımlarının, nüfus hareketi yaratan ve büyük çevresel etkilere sahip kullanımlar olmadığı nüfusun ihtiyaçları doğrultusunda ayrılan ve imar mevzuatmda asgari alan şartı getirilen, daha çok alt kademedeki planların konusu olan ve tüm bu yönleriyle çevre düzeni planlarında değişiklik yapılmaksızın alt ölçeklerde çalışılarak yer seçimine konu edilmesinde sakınca bulunmayacak arazi kullanımları olduğu, bu kapsamda, dava konusu plan hükmüne ilişkin davacı iddialarının yersiz olduğu, davacı tarafından bir önceki planda en azından “askeri alanların öncelikle eksik olan sosyal donatı ve teknik altyapı alanları için kullanılacağına” yer verilmesinin kısmen olsa da doğru bir yaklaşım olduğu sonucuna nasıl varıldığının anlaşılamadığı savunulmuştur.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
Plan hükümlerinin ilgili maddesi ile, bu planda gösterilen askeri alanların Milli Savunma Bakanlığı tarafından askeri alan dışına çıkarılarak ilgili idaresine tahsis edilmesi halinde, çevre düzeni planı değişikliği yapılmaksızın alt ölçekli planlarda öncelikle sosyal ve teknik alt yapı alanı olarak ayrılabileceğinin düzenlendiği görülmektedir. Bu alanlara ilişkin yerleşik alanların ya da gelişme alanlarının ihtiyacı olan sosyal ve teknik alt yapı alanları, alt ölçekli planlarda netleştirilebileceğinden 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında bir değişikliğe gerek bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bununla birlikte, davalı idarenin savunmasında da belirtildiği üzere, dava konusu düzenlemede, bu alanlarda yer alacak kullanımların, ancak kentsel yerleşmeler içerisinde yer alabilecek kullanımlar olabileceğinin hükme bağlandığı, bu nedenle zaten kentsel yerleşmeler içerisinde veya bitişiğinde yer alabilecek kentsel kullanımların planın kararlarını veya kurgusunu etkileyebilecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, bu haliyle söz konusu plan hükmünde şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık görülmemiştir.
Öte yandan, sadece alt ölçekli plan konusu olmayıp plan lejantında yer alan bir kullanım kararı (örneğinin bölge parkı gibi) getirildiğinde davalı idarece dava konusu planda da değişiklik yapılacağı kuşkusuzdur.
Davacı tarafından, dava konusu plan ile askeri alanların öncelikle eksik olan sosyal donatı ve teknik altyapı alanları için kullanılacağı yönündeki yaklaşımın kaldırıldığı iddia edilerek, söz konusu plan hükmün iptali talep edilmekte ise de, anılan plan hükmünde bu ibarenin yer aldığı, dolayısıyla davacının iddia ettiği hukuka aykırılık sebebinin uyuşmazlıkta oluşmadığı açıktır.
6-Dava dilekçesinde, plan uygulama hükümlerinin 8.24.1 sayılı maddesinde, "Plandaki gösteriminde farklılıklar olsa dahi, özel kanunlara tabi alanlarla ilgili olarak, yetkili kurumlarca belirlenmiş olan sınırlar geçerlidir. Bu sınırlarda değişiklik olması durumunda, kabul edilen yeni sınırlar bu planda değişiklik yapılmaksızın geçerli olacaktır. İlan edilen sınırlar sayısal ortamda- koordinatlı, bu planın veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir." hükmünün yer aldığı, görüldüğü üzere, plan değişikliğininin ortadan kaldırılmasının, planın genelinde benimsenmiş bir yöntem olarak karşımıza çıktığı, yine 4.37 sayılı maddede de, özel kanunlara tabi alanların, "Özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, tabiatı koruma alanları, tabiat parkları, tabiat anıtları, yaban hayatı geliştirme sahaları, TOKİ alanları ve organize sanayi bölgeleri vb, gibi özel kanunlara tabi ya da planlama yetkileri farklı kurumlara ait olan alanlardır." şeklinde tanımlandığı, bu durum da, organize sanayi bölgeleri, TOKİ alanları vb. yapılaşmanın olacağı, arazi kullanımlarını etkileyecek, çevresel etkileri geniş fonksiyonlar ve doğa koruma alanları konusunda çevre düzeni planının işlevsiz bırakıldığı, dava konusu plan hükmünün mevzuata, şehircilik ve planlama ilkelerine aykırı olduğu, dolayısıyla, plan notlarının 8.24.1 sayılı maddesindeki "bu planda değişiklik yapılmaksızın" bölümünün iptal edilmesi gerektiği iddia edilmiştir.
Savunmada, dava konusu çevre düzeni planının plan hükümlerinin 4.37 ve 8.24 sayılı maddelerinin, planlama yetkisi özel kanunlarla farklı kurumlara verilmiş olan ve daha çok koruma statüsüne sahip alanlara ilişkin olduğu, 4.37 sayılı maddede belirtilen alanların hepsinin özel kanununun bulunduğu, bu kanunlarda hangi tür ve ölçeklerde plan hazırlanacağının ve bu planların onay merciinin tanımlandığı, ancak Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) mevzuatına bakıldığında, bu alanlara ilişkin üst ölçekli planlar için Bakanlığımız dışında başka bir onay mercii tanımlanmadığının görüleceği, dava konusu çevre düzeni planının plan hükümlerinin 8.19.3 sayılı maddesinde, "Organize Sanayi Bölgelerinde, OSB Yer Seçim Komisyonunca yer seçimi yapılan alanlar için Bakanlıkça bu planda değişiklik yapılır.” hükmü uyarınca, OSB’lerde Bakanlıkça çevre düzeni planında değişiklik yapılarak alt ölçekli planlara ve uygulamalara geçilebileceğinin açık olduğu, dolayısıyla, doğa koruma alanı satatüsü bulunan alanlara ilişkin ve çevresel etkileri geniş olan kullanımlarla ilgili olmadığı görülen dava konusu plan hükmünde mevzuata, şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına aykırılıktan bahsedilemeyeceği savunulmuştur.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
Dava konusu çevre düzeni planının plan hükümlerinin 4.37 sayılı maddesinde özel kanunlara tabi alanlar, "Özel Çevre Koruma Bölgeleri, Milli Parklar, Tabiatı Koruma Alanları, Tabiat Parkları, Tabiat Anıtları, Yaban Hayatı Koruma ve Geliştirme Sahaları, Turizm Merkezleri, Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri, özelleştirme kapsam ve programındaki alanlar vb. özel kanunlara tabi ya da planlama yetkileri farklı kurumlara ait olan alanlardır." şeklinde tanımlanmıştır.
Plan hükümlerinin 8.24 sayılı maddesinde ise "Özel Kanunlara Tabi Alanlar” başlığı altında, 8.24.1 sayılı maddede, "Plandaki gösteriminde farklılıklar olsa dahi, özel kanunlara tabi alanlarla ilgili olarak, yetkili kurumlarca belirlenmiş olan sınırlar geçerlidir. Bu sınırlarda değişiklik olması durumunda, kabul edilen yeni sınırlar bu planda değişiklik yapılmaksızın geçerli olacaktır. İlan edilen sınırlar sayısal ortamda-koordinatlı, bu planın veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir." 8.24.2 sayılı maddede, "Bu alanlarda, yetkili kurum ve kuruluşlarca yapılacak planlama çalışmalarının, bölgesel bütünlük ve sürdürülebilir kalkınma gözetilerek bu plan kararları doğrultusunda yapılması esastır.", 8.24.3 sayılı maddede, " Milli parklar, tabiat anıtı, tabiat parkları, tabiatı koruma alanlarında ilgili kanun hükümleri doğrultusunda hazırlanacak plan kararlarına uyulur.", 8.24.4 sayılı maddede, "Bu alanlarda çevre kirliliğini önlemek için her tür önlemin alınması zorunludur. Her tür atığın bertarafı için gerekli tesisler yapılır ve atıklar, önlemler alınmadan alıcı ortama verilemez.", 8.24.5 sayılı maddede "Bu alanlar içerisinde yer alan içme ve kullanma suyu ile yüzeysel su kaynaklarının korunması esas olup su kirliliği kontrolü yönetmeliği hükümlerine uyulacaktır. ” hükümleri yer almaktadır.
Davaya konu planda özel statülü alanlar, özel kanunlara tabi alanlar ile önemli doğa alanlarının plan hükümlerinde korumaya alındığı, ilan edilmiş yasal statülü alanların ve bu alanlara ilişkin verilerin plana aktarıldığı, hakkında veri bulunmayan alanların ise statülerine göre sınırsal ve sembolik gösterimler ile ifade edilerek plan hükümleriyle desteklendiği, ayrıca çevre düzeni planı üzerinden ölçü alınarak uygulama yapılamayacağından alt ölçekli planlarda ilgili idarelerin yetkileri dahilinde uygulama yapılabileceği, davacının öne sürdüğü iddiaların planı kusurlandırmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
7-Dava dilekçesinde, plan uygulama hükümlerinin 8.25.1.1 sayılı maddesinin ikinci paragrafı ile 8.25.1.6. maddesinin tarım arazilerinin korunmasını güçleştirecek nitelikte olduğu, öncelikle, mutlak tarım arazilerinde emsal değerin 0,20 olarak belirlenmesi ve birtakım projelerle ilgili tesislerde emsal değerin %50 oranında arttırılması yönünde düzenlemelerin yapılması ile adeta tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasının amaçlandığı, mutlak tarım arazilerinin, bitkisel üretimin esas kabul edilmesi gereken ve bu yönde kararlar alınması gereken alanlar olduğu, çünkü bitkisel üretim için gerekli koşulların yapay ortamlarda sağlanamayacağı, doğal olarak oluşan yerlerin olduğu gibi korunması gerektiği, ülkemizde tarım işletmelerinin sahip oldukları arazilerin miras ve diğer nedenlerle her geçen gün küçüldüğü, 50 dekar ve altına düştüğü, dolayısıyla işletme sayısının arttığı, bu nedenden ötürü, zorunlu hallerde her birim araziye inşaat izni verme yerine her işletmeye inşaat izni verilmesi gerektiği, (işletme başına 7 parça arazi düşmektedir) yine işletmedeki arazi parçası büyüklüğünün dikkate alınması ve belli bir dekarın (örnek 50 dekar) altındaki arazi parçasına sahip işletmelere inşaat izni verilmesi gerektiği, son olarak, Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğine atıfta bulunulmasının da planlama usul ve esasları açısından kabul edilemeyeceği, şöyle ki, mevzuatımızda arazi kullanımının ana kuralı olan 3194 sayılı İmar Kanununun 3.maddesine göre, herhangi bir alanın, her ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılamayacağı, ancak, bir yerin herhangi bir ölçekte planı yoksa ve o yer herhangi bir arazi kullanım yasağı ve kısıtlaması olan alanlar içerisinde yer almıyorsa, bu alandaki yapılaşmada Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği hükümlerinin esas alınacağı, buradan da anlaşılacağı üzere, mevzuatın, arazi kullanım kararlarının öncelikle plan esaslarına göre verilmesi gerektiği üzerinde durduğu, buna karşın söz konusu plan hükmünde, Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği uyarınca yapılaşma öngörüldüğü, bir planın, plansızlığı öngörmemesi gerektiği, ayrıca, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu uyarınca, tarım arazileri sınıflandırılması yapılmadan, söz konusu maddenin tüm tarım alanları için geçerli olmasının tarım arazilerinin korunmasını güçleştireceği, tarım arazilerindeki uygulamalarda tarım arazileri sınıflandırılmasının esas alınması gerektiği, dolayısıyla, plan uygulama hükümlerinin 8.25.1.1. maddesinin ikinci paragrafındaki "Mutfak Tarım Arazilerinde E=0,20' yi” bölümü ile 8.25.1.6 sayılı maddenin iptal edilmesi gerektiği iddia edilmiştir.
Diğer yandan, plan uygulama hükümlerinin, 8.25.1.13. maddesinin birinci paragrafındaki, "Bu alanlarda; tarımsal amaçlı yapılar yapılabilir. Çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup, inşaat alanı 75 m2' yi geçemez. E(emsal)=0,20 'dir:" hükmünün de mutlak tarım arazilerinde yapılaşmanın artmasına neden olacağı, bitkisel üretimin esas alınması kaydıyla korunması gereken mutlak tarım arazilerinde inşaat alanı katsayısının (E):0,05' den fazla olmaması gerektiği, ayrıca, çiftçinin barınması için yapılacak yapılarda inşaat alanının 100 m2' yi geçemeyeceğinin belirtildiği ancak bu değerin taban alanını mı yoksa toplam inşaat alanını mı ifade ettiğinin açıklanmadığı, bu ayrımın planda net bir şekilde ifade edilmemiş olmasının uygulamada çok farklı sonuçların oluşmasına neden olacağı, bu nedenle, söz konusu bölümde inşaat alanı katsayısının (E):0,05 olarak belirlenmesi ve inşaat alanının da "toplam inşaat alanı 100 m2'yi geçemez" olarak düzenlenmesi gerektiği, dolayısıyla, 8.25.1.13. maddenin birinci paragrafının iptal edilmesi gerektiği, özel ürün ve dikili tarım arazilerinin de mutlak tarım arazileri gibi korunması gereken alanlar olduğu, plan uygulama hükümlerinin 8.25.1.14. ve 8.25.1.15. maddelerinde "Bu alanlarda. 3194 sayılı İmar Kanununun 27.maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılmasına izin verilmez. Çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup, inşaat alanı 75 m2'yi geçemez, tarımsal amaçlı yapılar için E(emsal) = 0,10'dur." hükümlerinin mutlak tarım arazilerinde olduğu gibi, bu alanların korunmasını güçleştirecek şekilde düzenlendiği, mutlak tanm arazilerinde olduğu gibi, özel ürün ve dikili tarım arazilerinde de inşaat alanı katsayısının (E):0,05'den fazla olmaması gerektiği, ayrıca, çiftçinin barınması için yapılacak yapılarda inşaat alanı 75 m2'yi geçemez denildiği ancak bu değerin taban alanını mı yoksa toplam inşaat alanını mı ifade ettiğinin belirtilmediği, bu ayrımın planda net bir şekilde ifade edilmemiş olmasının uygulamada çok farklı sonuçların oluşmasına neden olacağı, bu nedenle, söz konusu bölümde inşaat alanı katsayısının (E):0,05 olarak belirlenmesi ve inşaat alanının da "toplam inşaat alanı 75 m2'yi geçemez" olarak düzenlenmesi gerektiği, dolayısıyla, 8.25.1.14. ve 8.25.1.15. sayılı maddelerin iptal edilmesi gerektiği iddia edilmiştir.
Sonuç olarak, mutlak, özel ürün ve dikili tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapılar için yapılaşma oranı belirlenirken, alan büyüklüklerinin göz ardı edilmesi, bu oranların arazi büyüklükleri ile ters orantılı olacak şekilde belirlenmesine yönelik plan hükmünün eklenmemesinin hukuka aykırı olduğu, şöyle ki, arazi büyüklüklerinden bağımsız olarak, genel bir oranın belirlenmesinin arazi büyüdükçe yapılacak yapının da büyümesine neden olacağı ve dolayısıyla tarım arazilerinde üst sınırı olmayan bir yapılaşmanın önünü açacağı, bu nedenlerle, bitkisel üretimin devamlılığının sağlanması adına, tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapılar için yapılaşma oranı belirlenirken mutlaka toplam inşaat alanının geçemeyeceği üst değerin de belirlenmesi gerektiği, ayrıca, bir önceki 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana ÇDP ile ilgili Danıştay Altıncı Dairesinin E; 2014/59 sayılı dava dosyasına sunulan bilirkişi raporunun da görüşlerini destekler nitelikte olduğu (Bilirkişi Raporu s. 62-65) ileri sürülmüştür.
Savunmada, dava konusu çevre düzeni planının plan hükümlerinde, tarım arazilerinde yapılabilecek yapıların tarif edildiği, bu yapılara ilişkin yapılaşma koşullarının (emsal değerleri ve yükseklik değerleri) belirlendiği ve tarım arazilerindeki parsel büyüklüklerinin 5403 sayılı Kanunda belirtilen büyüklüklerden küçük parsellere bölünemeyeceğinin hükme bağlandığı, üst kademedeki bir bölge planının konusu olmayan daha ayrıntıda iş ve işlemlerin (yola ve parsel sınırına mesafe, alınacak izinler, yapı ruhsatı, yanı izni vb.) ise Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin 6. maddesinde belirtilen esaslara göre yapılabileceğinin hükme bağlandığı, plan hükümlerinde Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin zikredilmesinin sebebinin ölçeği 1/100.000 olan çevre düzeni planının dil ve yapım tekniğine göre plan kararlarının oluşturulması olduğu, dolayısıyla uygulamada, sadece çevre düzeni planında ölçeği gereği yer almayan konularda “Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğİnin 6. maddesinde belirtilen hususlara bakılacağı, plan hükümlerinde “Tarım alanlarında yapılacak tarımsal amaçlı yapılarda, bu plan ile verilmiş olan yapılanma koşullarını aşmamak kaydıyla...” ifadesi ile de bu durumun net bir şekilde açıklandığı, dolayısıyla çevre düzeni planının amacının, tarım alanlarının yine tarımsal amaçla kullanılmasını sağlamak olduğu, dava dilekçesindeki iddiaların yersiz olduğu, zira plan hükümlerinde 5403 sayılı Kanunun birçok yerde zikredilmiş olduğu ve tarım arazileri için oluşturulan plan uygulama hükümlerinin zaten 5403 sayılı Kanun esas alınarak hazırlandığı savunulmuştur.
Diğer taraftan, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu uyarınca belirlenmiş olan tarımsal amaçlı yapılar, tarımsal üretimin bir parçası olarak kabul edildiğinden, tarımsal amaçlı yapıların tarım arazilerinde yapılmasında tarımsal bütünlüğü bozucu veya tarım topraklarının kaybına yol açacak bir durum bulunmadığı, ayrıca plan hükümlerinin, "5403 sayılı Toprak Koruma Ve Arazi Kullanımı Kanunu’na Tabi Araziler” başlığı altında yer alan “8.25.1.2 sayılı maddesinde, "5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda dikili, özel ürün, fiilen sulanan veya sulama projesi kapsamında kalan tarım arazilerinde 3194 sayılı İmar Kanununun 27.maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılmasına izin verilmez.” hükmü doğrultusunda, sulanabilir tarım arazilerinde hayvancılık amaçlı tarımsal amaçlı yapılara izin verilmediğinin göz önünde bulundurulması gerektiği, söz konusu plan hükümlerindeki yapılaşma oranlarının düşürülmesi durumunda tarım arazilerinde denetimsiz, gelişigüzel ve plandan bağımsız yapılaşmanın önünün açılmış olacağı, Bakanlıkça farklı bölgelerde daha önceden yapılan planlama çalışmalarında, yalnızca toplam inşaat alanı kısıtlamasına gidilerek tarım arazilerinin korunmasına yönelik stratejiler benimsendiği, ancak, geçen süre zarfında bölgede yapılan uygulamalardan planda yer alan kısıtlayıcı katı yaptırımların bölgede oluşan tanmsal yatırımların ihtiyacını karşılayabilecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle uygulanmadığının anlaşıldığı, hatta bu durumda ilgili kurum ve kuruluşlarca 5403 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, hemen her tarımsal amaçlı yatırım için projesine uygun büyülükteki tanm arazisinin kullanımına izin verilerek tamamen plandan bağımsız, denetimsiz bir şekilde gelişigüzel yapılaşmalarla tarım arazilerinin çok daha fazla miktarda tahrip edildiğinin görüldüğü, bu nedenle, Bakanlıkça yeni yaklaşımlar benimsendiği, yalnızca tarımsal amaçlı yapıların verimli tarım alanları üzerinden vasfı düşük tarım arazilerine kaydırılabilmesini sağlamak üzere, kısıtlayıcı ve sert uygulanamaz önlemler almak yerine teşvik edici ve yönlendirici kararlann alınmasının daha uygulanabilir olduğunun değerlendirildiği, planlama bölgesinin barındırdığı nüfus, tarımsal verimlilik, tarımsal katma değer oluşturulması gibi hususlar göz önüne alındığında, tarım arazilerinde yalnızca tarımsal amaçlı yapılar için teşvik edici yönde yapılaşma koşullarının arttırılmasının hedeflendiği hususları savunulmuştur.
Ayrıca dava dilekçesinde, çiftçinin barınabileceği yapılar için verilen inşaat alanının taban alanı mı yoksa toplam inşaat alanı mı olduğunun plan hükümlerinde belirtilmediğinin iddia edildiği, dava konusu çevre düzeni planının plan hükümleri incelendiğinde; “8.25.1.13- Mutlak Tarım Arazileri”, “8.25.1.14- Özel Ürün Arazileri” ve “8.25.1.15- Dikili Tarım Arazileri” başlıkları altında “... Çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup inşaat alanı 75 m2,yi geçemez. ...” hükmü, “8.25.1.16- Marjinal Tarım Arazileri” başlığı altında ise “... Çiftçinin barınabileceği yapının inşaat alanı 150 m2’ yi geçemez. ...” hükmünün yer aldığı görülecek olup anılan plan hükümlerinde çiftçinin bannabileceği yapılar için verilen değerin “toplam inşaat alanı” olduğunun açıkça görüldüğü bu nedenle söz konusu iddiaların da haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu savunulmuştur.
Konuya ilişkin Dairemizin E:2014/59 sayılı dosyasında yer alan bilirkişi raporunda:
"Davacı, mutlak tarım arazilerinde emsal değerin 0,20 olarak belirlenmesi ve birtakım projelerle ilgili tesislerde emsal değerin %50 oranında arttırılması yönünde düzenlemelerin yapılmasının tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasına yol açacağını, "Plansız Alanlar Yönetmeliği"ne atıfta bulunulmasının planlama usul ve esasları açısından kabul edilemeyeceğini, mevzuatın, arazi kullanım kararlarının öncelikle plan esaslarına göre verilmesi gerektiği üzerinde durduğunu, söz konusu plan hükmünde, Plansız Alanlar Yönetmeliği uyarınca yapılaşma öngörüldüğünü, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu uyarınca, tarım arazileri sınıflandırılması yapılmadan, söz konusu maddenin tüm tarım alanları için geçerli olmasının tarım arazilerinin korunmasını güçleştireceğini, Plan Uygulama Hükümleri 8.18.1. Maddesinde mutlak tarım alanlarında çiftçinin barınabileceği yapının inşaat emsalinin mutlak tarım arazilerinde yapılaşmanın artmasına neden olacağını, özel ürün ve dikili tarım arazilerinde E:0,20 inşaat emsalinin, bu alanların korunmasını güçleştireceğini ileri sürmüştür.
4.38.1. “Mutlak tarım arazileri: bitkisel üretimde; toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin kombinasyonu yöre ortalamasında ürün alınabilmesi için sınırlayıcı olmayan, topoğrafik sınırlamaları yok veya çok az olan; ülkesel, bölgesel veya yerel önemi bulunan, hâlihazırda tarımsal üretimde kullanılan veya bu amaçla kullanıma elverişli olan arazilerdir.”
8.18. “Bu planda 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamındaki tarım arazilerinde (özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri, örtü altı tarım alanları, fiilen sulanan veya ilgili kurum ve kuruluşlarca sulama projesi kapsamında olan alanlar hariç) yapılacak olan tarım ve hayvancılık amaçlı yapılara ilişkin;
Mutlak tarım arazilerinde E=0,20’ yi, marjinal tarım arazilerinde E=0,30’ u geçmemek, ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerine uyulmak kaydı ile ilgili idaresince, bu planda değişikliğine gerek olmaksızın, 3194 sayılı İmar Kanunu kapsamında işlem tesis edilir. Yapılan işlemlere ilişkin veriler sayısal ortamda veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir.
T.C.Başbakanlık, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, ilgili Bakanlıklar ve bunların bağlı kuruluşları tarafından desteklenen projeye dayalı tarımsal faaliyetlerde, tarımsal amaçlı yapı yapılması durumunda (tarımsal kalkınma kooperatiflerince uygulanan projeler, üretici birlikleri/kooperatifleri tarafından uygulanan projeler, Avrupa Birliği kaynaklı projeler, Dünya Bankası destekli projeler, sosyal riski azaltma projesi kapsamında uygulanacak projeler, kırsal kalkınma yatırımlarının desteklenmesi programı kapsamında uygulanacak projeler gibi) ve şahısların süt inekçiliği ve besi hayvancılığı ile ilgili yapacakları en az 100 büyükbaş, 200 küçükbaş ve üzeri kapasiteli hayvancılık veya 50.000 adet ve üzeri kapasiteli kanatlı hayvancılık yatırımlarının yukarıda belirtilen yapılaşma emsal değerleri (E) %50 oranında arttırılabilir.
Tarım alanlarında yapılacak tarımsal amaçlı yapılar için bu plan ile verilmiş olan yapılanma koşulları aşılmamak kaydıyla, 3194 sayılı İmar Kanunu “Plansız Alanlar Yönetmeliği”nin 6. Bölümünde belirtilen esaslara uyulur.”
8.18.1. Mutlak Tarım Arazileri: Bu alanlarda; tarımsal amaçlı yapılar yapılabilir. Çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup, yapının inşaat alanı 75 m2’yi geçemez. Emsal (E): 0,20’dir. Örtü altı tarımın yapıldığı, fiilen sulanan veya ilgili kurum ve kuruluşlarca sulama projesi kapsamında olan mutlak tarım arazilerinde 3194 sayılı İmar Kanununun 27.maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılmasına izin verilmez.
Bilirkişi Kurulumuza göre, mutlak tarım alanları için öngörülmüş olan emsal yapılaşma koşulları tarım arazilerinin korunması hedefi dikkate alındığında oldukça yüksek değerlerdedir. Bu değerler, kentsel bölgelerdeki değerlere yaklaşmaktadır. Bu yapılaşma koşullarında tarımsal toprağı koruma imkanı bulunmamaktadır. Tarımsal üretim alanlarında yapılaşma koşulları belirlenirken tarım toprağı üzerindeki esas faaliyet olan tarımsal üretim ile üreticinin yaşam mekânı arasındaki işlevsel ilişkinin göz ardı edilmemesi gerekir. Mutlak tarım alanlarında yapılaşma oranlarının artırılması tarım toprağının tarımsal üretim değerini kentsel değişim değeri karşısında zayıflatacak ve tarımsal toprağın kentsel gelişme uğruna yitirilmesine katkıda bulunacaktır.
30.04.2014 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan ve 3.7.2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun 1 inci maddesinde değişiklik yapan 6537 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 1. maddesinde kanunun amacı şu şekilde konmuştur:
“Madde 1 – Bu Kanunun amacı; toprağın korunması, geliştirilmesi, tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi ve bölünmelerinin önlenmesi, tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerin çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak planlı kullanımını sağlayacak usul ve esasları belirlemektir.”
Yasada tarımsal toprağın korunması, amaç dışı kullanımların önlenmesi ve korumaya yönelik önlemler öngörülmüştür. Kurulumuz, söz konusu yapılaşma koşullarının, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun amaç maddesinde ortaya konan esas ve ilkelere aykırı olduğu değerlendirmesini yapmaktadır.
Bunların yanı sıra Kurulumuz, mutlak tarım alanlarında tarımsal amaçlı yapılar için yapılaşma alanı belirlenirken, arazi büyüklüklerinden bağımsız olarak yapılaşma oranı ile yetinilmesinin, arazi büyüdükçe yapılaşma alanının artmasının ciddi bir tarımsal alanın kaybına ve yapılaşma alanlarının önemli ölçüde artışına yol açacağına işaret etme gereği duymaktadır.
Planda Özel Ürün Arazileri İle Dikili Tarım Arazilerindeki Yapılaşma Koşullarına İlişkin Değerlendirme,
Davacı, Plan Uygulama Hükümleri, 8.18.2. ve 8.18.3 no.lu maddelerde, özel ürün arazileri ve dikili tarım arazilerinin korunmasını güçleştirecek kararların alındığını, özel ürün ve dikili tarım arazilerinde de inşaat alanı katsayısı (E) 0.05'den fazla olmaması gerektiğini, çiftçinin barınması için yapılacak yapılarda inşaat alanının 75 m2'yi geçemeyeceği belirtilmesine karşın bu değerin taban alanını mı yoksa toplam inşaat alanını mı ifade ettiğinin belirtilmediğini, bu ayrımın planda net bir şekilde ifade edilmemiş olmasının uygulamada çok farklı sonuçların oluşmasına neden olacağını ileri sürmüştür.
4.38.2. “Özel ürün arazileri: Mutlak tarım arazileri dışında kalan; toprak ve topografik sınırlamaları nedeniyle yöreye adapte olmuş bitki türlerinin tamamının tarımının yapılamadığı, ancak özel bitkisel ürünlerin yetiştiriciliği ile su ürünleri yetiştiriciliğinin ve avcılığının yapılabildiği; ülkesel, bölgesel veya yerel önemi bulunan arazilerdir.”
4.38.3. “Dikili tarım arazileri: Mutlak ve özel ürün arazileri dışında kalan ve üzerinde yöre ekolojisine uygun çok yıllık ağaç, ağaççık ve çalı formundaki bitkilerin tarımı yapılan, ülkesel, bölgesel veya yerel önemi bulunan arazilerdir.”
8.18.2. Özel Ürün Arazileri: Bu alanlarda, 3194 sayılı İmar Kanununun 27.maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılmasına izin verilmez. Çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup, inşaat alanı 75 m2’yi geçemez, Tarımsal amaçlı yapılar için E(Emsal) = 0,10’dur.
8.18.3 Dikili Tarım Arazileri: Bu alanlarda; 8.18.2 maddesindeki koşullar geçerlidir.
Özel ürün arazileri ile dikili tarım arazilerindeki öngörülen 0,10 Emsal yapılaşma koşulu, dava konusu planın tarım arazilerinin korunması hedefi dikkate alındığında yüksek bulunmuştur. Söz konusu emsal yapılaşma artışının tek parsel düzeyinde sonuçları önemsiz görülebilirse de, dava konusu üst ölçekli planın bütünü içinde değerlendirildiğinde söz konusu yapılaşma hakkı artışının plan kapsamındaki tüm özel ürün arazileri ve dikili tarım arazilerinde uygulandığında ne kadarlık bir tarım toprağının yitirileceği üzerinde durulmalıdır. Tarımsal üretim alanlarında yapılaşma koşulları belirlenirken tarım toprağı üzerindeki esas faaliyet olan tarımsal üretim ile üreticinin yaşam mekanı arasındaki işlevsel ilişkinin göz ardı edilmemesi gerekir. Mutlak tarım alanlarında yapılaşma oranlarının artırılması tarım toprağının tarımsal üretim değerinin kentsel değişim değeri karşısında zayıflatacak ve tarımsal toprağın kentsel gelişme uğruna yitirilmesine katkıda bulunacaktır.
Bunların yanı sıra Kurulumuz, özel ürün arazileri ile dikili tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapılar için yapılaşma alanı belirlenirken, arazi büyüklüklerinden bağımsız olarak yapılaşma oranı ile yetinilmesinin, arazi büyüdükçe yapılaşma alanının artmasının ciddi bir tarımsal alanın kaybına ve yapılaşma alanlarının önemli ölçüde artışına yol açacağına işaret etme gereği duymaktadır." tespit ve değerlendirmelerinde bulunulmuştur.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
Davaya konu 8.25 sayılı plan hükmü ve devamı maddelerinde, tarım alanlarında yapılacak tarımsal amaçlı yapılar için genel hükümler getirilerek Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinde yer alan yapılaşma koşullarına atıfta bulunulduğu, plan hükümlerinin devamı maddelerinde mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile ilgili olarak ayrıntılı yapılaşma koşullarının getirildiği görülmektedir.
Plan uygulama hükümlerinin 8.25.1. maddesinde, "5403 Sayılı Toprak Koruma Ve Arazi Kullanımı Kanunu’na tabi arazilerde yapılacak ifraz işlemlerinde, 5403 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayanılarak çıkarılmış yönetmelik hükümleri uyarınca işlem yapılır. Tarım arazileri sınıflaması, T.C. Gıda, Tarım Ve Hayvancılık Bakanlığınca yapılacak/yaptırılacaktır. Bu alanlardaki tarımsal amaçlı yapılaşmalar, tarım arazileri sınıflamalarına göre aşağıda belirlenen koşullara göre gerçekleştirilecektir:
8.25.1.1- "Bu planda 5403 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” kapsamındaki tarım arazilerinde (özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri, örtü altı tarım alanları, fiilen sulanan veya ilgili kurum ve kuruluşlarca sulama projesi kapsamında olan alanlar hariç) yapılacak olan tarım ve hayvancılık amaçlı yapılara ilişkin;
- Mutlak tarım arazilerinde E=0,20’yi, marjinal tarım arazilerinde E=0,30’u geçmemek, ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerine uyulmak kaydı ile ilgili idaresince, bu planda değişikliğe gerek olmaksızın, 3194 sayılı “İmar Kanunu” kapsamında işlem tesis edilir. Yapılan işlemlere ilişkin veriler sayısal ortamda veri tabanına işlenmek üzere Bakanlığa gönderilir.
- T.C. Başbakanlık, T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ilgili Bakanlıklar ve bunların bağlı kuruluşları tarafından desteklenen projeye dayalı tarımsal faaliyetler kapsamında tarımsal amaçlı yapılar (tarımsal kalkınma kooperatiflerince uygulanan projeler, üretici birlikleri/kooperatifleri tarafından uygulanan projeler, avrupa birliği kaynaklı projeler, dünya bankası destekli projeler, sosyal riski azaltma projesi kapsamında uygulanacak projeler gibi) ile destekleme projeleri ile en az 100 büyükbaş, 200 küçükbaş ve üzeri kapasiteli hayvancılık veya 50.000 adet ve üzeri kapasiteli kanatlı hayvancılık yatırımlarında yukarıda belirtilen yapılaşma emsali(E) %50 oranında arttırılabilir. " hükmü yer almaktadır.
-8.25.1.6 sayılı maddesinde, "Tarım alanlarında yapılacak tarımsal amaçlı yapılar için bu plan ile verilmiş olan yapılanma koşulları aşılamaz. Maksimum bina yüksekliği ihtiyaç doğrultusunda Tarım ve Orman Bakanlığı/Tarım ve Orman İl Müdürlüğü tarafından projesine uygun olarak belirlenecektir. Bu planda yer almayan hususlarda ise 3194 Sayılı İmar Kanunu Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin 6. Bölümünde belirtilen esaslara uyulur." hükmüne yer verilmiştir.
-8.25.1.2 sayılı maddesinde, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda dikili, özel ürün, fiilen sulanan veya sulama projesi kapsamında bulunan tarım arazilerinde 3194 sayılı İmar Kanunun 27.maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılaşmasına izin verilmeyeceği düzenlenmiştir.
-Yine plan hükümlerinin 8.25.1.13 sayılı maddesinde, "Mutlak tarım arazileri: Bu alanlarda; tarımsal amaçlı yapılar yapılabilir. Çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup inşaat alanı 75 m2’yi geçemez. E(emsal)= 0,20’dir. Örtü altı tarımın yapıldığı, fiilen sulanan veya ilgili kurum ve kuruluşlarca sulama projesi kapsamında olan mutlak tarım arazilerinde, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 27. maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılmasına izin verilmez." hükmü, 8.25.1.14 sayılı maddesinde, "Özel ürün arazileri: Bu alanlarda, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 27. maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılmasına izin verilmez. çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup inşaat alanı 75 m2’yi geçemez, tarımsal amaçlı yapılar için E(emsal)= 0,10’dur." hükmü, 8.25.1.15 sayılı maddesinde, "Dikili tarım arazileri: bu alanlarda, 3194 sayılı imar kanunu’nun 27. maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılmasına izin verilmez. Çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup inşaat alanı 75 m2’yi geçemez, tarımsal amaçlı yapılar için E(emsal)= 0,10’dur." kuralı, 8.25.1.16 sayılı maddesinde ise, "Marjinal tarım arazileri: Marjinal tarım arazilerinde, tarımsal amaçlı yapılar yapılabilir. Tarımsal amaçlı yapılar için E(emsal)= 0.30’dur.Çiftçinin barınabileceği yapının inşaat alanı 150 m2 ’yi geçemez. Bu yapılar, tarımsal amaçlı yapılar için belirlenmiş emsale dahildir. Örtü altı tarımın yapıldığı, fiilen sulanan veya ilgili kurum ve kuruluşlarca sulama projesi kapsamında olan marjinal tarım arazilerinde, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 27. maddesi kapsamında kalan hayvancılık amaçlı yapılar hariç, hayvancılık tesisi yapılmasına izin verilmez." hükmü yer almaktadır.
-Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin, yapı şartları başlıklı, 63. maddesinin 1. fıkrasında, üst ölçekli planı bulunmayan iskan dışı alanda bulunan parsellerde inşaat alanı katsayısı %5'den fazla olmamak, yapı inşaat alanları toplamı hiçbir koşulda 250 m²'yi geçmemek, saçak seviyelerinin tabi zeminden yüksekliği (6,50) m' yi ve 2 katı aşmamak, yola ve parsel sınırına (5.00) m' den fazla yaklaşmamak şartı ile bir ailenin oturmasına mahsus bağ ve sayfiye evleri, kır kahvesi, lokanta ve bu tesislerin müştemilat binalarının yapılabileceği; bu alanlarda tarımsal üretimi korumak amacı ile üretimden pazarlamaya kadar tarımsal faaliyetleri içeren entegre tesis niteliğinde olmamak kaydıyla konutla birlikte veya ayrı ayrı yapılan mandıra, kümes, ahır, ağıl, su ve yem depoları, hububat depoları, gübre ve silaj çukurları, avhaneler, balık üretim tesisleri ve un değirmenleri gibi konut dışı yapılar mahreç aldığı yola (10) m'den parsel hudutlarına (5.00) m'den fazla yaklaşmamak, parselde bulunan bütün yapılara ait inşaat alanı katsayısı %40'ı ve yapı yüksekliği (6.50) m'yi ve 2 katı aşmamak şartı ile yapılabileceği, bu yapıların birinci fıkra koşullarına uyulmak üzere yapılacak konutla birlikte yapımı halinde de, inşaat alanı katsayısının %40'ı geçemeyeceği, hükme bağlanmıştır.
Bu bağlamda, plan notlarında yukarıda değinilen Yönetmelikte belirtilen %40 emsalin altında 0,20 emsal verildiği görülmüştür. Davacının sözünü ettiği 0,05 emsal ise sözü edilen yönetmeliğin 63. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen yapılaşma emsali olup buna göre, E:0,05 emsalin bir ailenin oturmasına elverişli bağ ve sayfiye evine ilişkin olduğu, tarımsal faaliyeti içeren entegre nitelikte olmayan konutla birlikte veya ayrı ayrı yapılan mandıra, kümes, ahır, ağıl, su ve yem depoları, hububat depoları, gübre ve silaj çukurları, avhaneler, balık üretim tesisleri ve un değirmenleri gibi konut dışı yapılar için emsalin 0,40 olarak belirlendiği görülmektedir.
Planın tarım alanlarına ilişkin maddeleri ile bu planda 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kapsamındaki tarım arazilerinde yapılacak olan tarımsal yapıların yapımı öngörülerek mutlak tarım arazilerinde E:0,20 dikili ve özel ürün arazilerinde E:0,10 olarak belirlenmektedir.
Davaya konu planda tarım alanı olarak belirlenmiş olan alanlar ile tarım alanlarının kullanım ve yapılaşma koşullarının geçerli olduğu alanlarda, bu plan ile belirlenmiş olan yapılaşma koşullarının maksimum değerler olduğu, bu değerlerin yetiştirilen ürün ve toprak özelliklerine bağlı olarak gerekiyorsa belirli kesimlerde alt ölçekli plan kararları ile sınırlanabileceği, planla getirilen yapılaşma değerlerinin mutlak olmadığı, bu değerlerin maksimum değerler olarak belirlendiği görülmektedir.
Diğer taraftan, planın Mutlak Tarım Arazileri başlıklı 8.25.1.13 sayılı maddesinde bu alanlarda, tarımsal amaçlı yapıların yapılabileceği belirtilmiş, yine özel ürün arazileri başlıklı 8.25.1.14 sayılı maddesinde ve dikili tarım arazileri başlıklı 8.25.1.15 sayılı maddesinde de aynı düzenleme yer almıştır.
4.39. sayılı maddesinde ise, tarımsal amaçlı yapılar "toprak koruma ve sulamaya yönelik alt yapı tesisleri, entegre nitelikte olmayan hayvancılık ve su ürünleri üretim ve muhafaza tesisleri ile zorunlu olarak tesis edilmesi gerekli olan müştemilatı, mandıralar, üreticinin bitkisel üretime bağlı olarak elde ettiği ürünü için ihtiyaç duyacağı yeterli boyut ve hacimde depolar, un değirmeni, tarım alet ve makinelerinin muhafazasında kullanılan sundurma ve çiftlik atölyeleri, seralar, tarımsal işletmede üretilen ürünün özelliği itibariyla hasattan sonra iki saat içinde işlenmediği takdirde ürünün kalite ve besin değeri kaybolmasının söz konusu ise bu ürünlerin işlenmesi için kurulan tesisler ile T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından tarımsal amaçlı olduğu kabul edilen entegre nitelikte olmayan tesisler " olarak tanımlanarak 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki tanımla uyumlu bir tanımlama yapılmıştır.
3194 sayılı İmar Kanununun 27. maddesinde entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar hariç dikili, özel ürün, fiilen sulanan veya sulama projesi kapsamında bulunan tarım arazilerinde hayvancılık tesisi yapılaşmasına izin verilmeyeceği plan hükümlerinde açıklanmıştır.
Belirtilen hususların birlikte değerlendirilmesinden, tarım alanlarında, 5403 sayılı Kanunda öngörülen ve 4.39. sayılı plan notunda belirtilen kullanımlar dışında bir yapı yapmanın mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
Kaldı ki 5403 sayılı Kanun ve plan hükümleri uyarınca tarım arazilerinin bölünemeyeceği açık olduğundan tarım topraklarında tarımsal faaliyetleri geliştirilmesi amacıyla mutlak tarım arazilerinde tarımsal amaçlı yapılar için E:0,20, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri için E:0,10 yapılaşma koşullarının getirilmesinin mevzuata aykırı olmadığı, diğer taraftan çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup toplam inşaat alanı ifadesinin de tüm katların toplam alanını ifade ettiği, dolayısıyla yeniden düzenlenmesine gerek olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Diğer taraftan, davaya konu planda, tarımsal vasfı yüksek olan alanlardan daha düşük olan alanlara doğru bir yapılaşma artışı öngörüldüğü, tarımsal işletmelerin desteklenmesi amacıyla sadece Başbakanlık, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ilgili bakanlıklar ve bunlara bağlı kuruluşlar tarafından desteklenen projeye dayalı tarımsal faaliyetler bağlamında tarımsal amaçlı yapılar ile destekleme projeleriyle en az 100 büyükbaş, 200 küçükbaş vaya 50.000 adet ve üzeri kapasiteli kanatlı hayvancılık tesislerinde yapılaşma şartlarının %50 artırılmasının yörenin özelliği, ihtiyacı ve bölgesel ve yerel kalkınmayı sağlayabilmek açısından uygun olduğu ayrıca Plansız Alanlar İmar yönetmeliğine atıfta bulunan plan hükmü uyarınca maksimum emsal oranının %40' ı geçemeyeceği dikkate alındıında bu konuya ilişkin olarak da hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Davacı tarafından yukarıda yer verilen plan hükmü belirtilerek birtakım projelerle ilgili tesislerde emsal değerin %50 oranında arttırılması yönündeki düzenlemenin tarım alanlarının yapılaşmaya açılmasına yol açacağı iddia edilmekte ise de mutlak, özel ürün ve dikili tarım arazilerinde söz konusu plan hükmündeki koşulların sağlanmasına bağlı olarak emsalin %50 arttırılması durumunda dahi, emsal değerlerinin Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin 63. maddesi ile öngörülen 0.40' değerini aşmayacağı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, sadece marjinal tarım arazilerinde emsalin %50 artırılmasına bağlı olarak emsal değerinin 0.45'e çıkabileceği ve bu durumda Plansız Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinde öngörülen en yüksek 0.40 olan emsal değerinin aşılması durumunun ortaya çıkabileceği değerlendirilebilir ise de bu halde davalı idare tarafından Plansız Alanlar Tip İmar Yönetmeliğinin 63. maddesinde öngörülen usul ve esaslara uyulmak suretiyle uygulama yapılabileceği açıktır.
8-Dava dilekçesinde, plan uygulama hükümlerinin, 8.25.2. maddesinde, tarım arazilerinin, 5403 sayılı Kanuna tabi araziler ile 3083 sayılı Kanuna tabi araziler olmak üzere iki gruba ayrıldığı, 3083 sayılı Kanunun özünde, tarım arazilerinin mülkiyetiyle ilgili düzenlemeleri içerdiği bu arazilerin korunması ve amaç dışı kullanımlarının engellenmesi yönünde herhangi özel bir misyona sahip bulunmadığı, ancak 5403 sayılı Kanunun, amaç maddesinde tanımlandığı üzere "Ülkenin tüm toprak varlığı ve arazi kaynaklarının korunması, geliştirilmesi, doğru değerlendirilmesi ve amaç dışı kullanımların önlenmesi' hedefine özel olarak yer verildiği. yani 5403 sayılı Kanunun 3083 sayılı Kanuna tabi arazileri de kapsadığı, dolayısıyla, plan uygulama hükümlerinde bu yönde bir ayrım yapmanın mevzuata aykırı olduğu, bu nedenle 8.25.2. bölümün iptal edilmesi gerektiği iddia edilmiştir.
Savunmada, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanununa tabi olduğu tespit edilen herhangi bir alanın tarım dışı amaçlı kullanımının Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca 5403 sayılı Kanuna göre değerlendirilmediği, bu alanların 3083 sayılı Kanuna göre ele alınması gerektiği, plan hükümlerinde bu şekilde bir ayrıma gidilmesindeki temel nedenin tarım arazilerinden ve sulama alanlarından sorumlu kurum/kuruluşların bu yöndeki uygulamaları olduğu, diğer taraftan, 5403 ve 3083 sayılı Kanunların kapsamının, anılan Kanun metinlerinde açıkça ifade edildiği davacı tarafından bu husustaki plan hükümlerinin mevzuata aykırı olduğu sonucuna nasıl varıldığının da anlaşılamadığı savunulmuştur.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
Dava konusu plan uygulama hükümlerinin, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanununa Tabi Arazileri düzenleyen 8.25.2.1 sayılı maddesinde "Bu alanlarda yapılacak ifrazlarda 3083 sayılı “Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanunu” ve ilgili Yönetmelik hükümleri uyarınca işlem yapılacaktır." hükmü yer almaktadır.
Devamında yer alan 8.25.2.2 sayılı maddesinde, "Bu arazilerin tarımsal üretim amaçlı korunması esastır. Uygulama alanlarında, imar planları ve mücavir alanlar dışında kalan ve “Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu Uygulama Yönetmeliği” hükümlerine göre sahibine bırakılan, dağıtılan veya T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın emrine geçen tarım arazileri, tarım dışı amaçla kullanılamaz.", 8.25.2.3 sayılı maddesinde "Bu arazilerde; tarımsal amaçlı yapı ile çiftçinin barınabileceği yapı ve müştemilatları dışında yapı yapılamaz. Çiftçinin barınabileceği yapı emsale dahil olup inşaat alanı 75 m2’yi geçemez. Emsal: 0,20’dir.", 8.25.2.4 sayılı maddesinde, "Tarımsal faaliyetin gerektirdiği çiftçinin barınabileceği yapı haricinde barınma amaçlı yapı yapılamaz.", 8.25.2.5 sayılı maddesinde, 3083 sayılı “Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanunu” kapsamı dışına çıkarılması durumunda, bu arazilerde, “8.25.1.” nolu plan hükümlerine uyulacaktır." hükümleri yer almaktadır.
3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanununun 19. maddesinde ise, uygulama alanlarında bulunan tarım arazilerinin, zorunlu sebepler olmadıkça tarım dışı amaçlarla kullanılmayacağı, ancak zorunlu hallerde, ilgililerin tarım dışı amaçla arazi kullanımı talepleri hakkında 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Anılan hüküm uyarınca davacının iddia ettiği gibi 3083 sayılı Kanunun uygulama alanlarının tarım dışı amaçla kullanılmasının 5403 sayılı Kanundan ayrı bir düzenlemeye tabi tutulmadığı gibi plan uygulama hükümlerine göre bu arazilerin tarımsal üretim amaçlı korunmasının esas olduğu ve tarım dışı amaçla kullanılmasının engellendiği görüldüğünden davacının bu konudaki iddialarında isabet bulunmamaktadır.
9-Dava dilekçesinde, plan uygulama hükümlerinin, 8.29.2. maddesinde, "Planda "çayır ve mera alanı" olarak gösterilmiş alanlarda Mera Kanunu dışında ve özel mülkiyete konu alanlar bulunması halinde, bu planın tarım arazilerine ilişkin plan hükümleri uygulanır" hükmüne yer verildiği, bu plan hükmünün de, mevzuata ve planlama ilkelerine aykırı olduğu, 4342 sayılı Mera Kanununa göre, meraların orman alanı içindeyse orman rejimine tabi olduğu ya da köy tüzel kişiliği veya belediye tüzel kişiliği adına kayıtlı olduğu, mera alanlarından tarım alanı vasıflı olup da özel mülkiyete tabi olanların kamulaştırılması, hazineye aitse devletin hüküm ve tasarrufu altındaki meralara dönüştürülmesi için, mera tespit ve tescil komisyonunca belirlenmesi ve bilahare hangi köy tüzel kişi veya kişilerine mera tahsisi yapılacaksa kararın komisyon tarafından alınıp valilik tarafından onayı müteakip mera özel siciline tescil edilmesi gerektiği, görüldüğü üzere iptali istenen maddenin, 4342 sayılı Mera Kanunu ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda mera alanları ile ilgili olarak belirlenen kararlara aykırı olarak düzenlendiği, bu nedenle 8.29.2. maddenin iptal edilmesi gerektiği, ayrıca, bir önceki 1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Planlama Bölgesi Çevre Düzeni Planı ile ilgili olarak Danıştay Altıncı Dairesinin E: 2014/59 sayılı dava dosyasına sunulan bilirkişi raporunun da görüşlerini destekler nitelikte olduğu(Bilirkişi Raporu s. 65-66) iddia edilmiştir.
Savunmada, dava konusu çevre düzeni planında tarım, orman, mera vb. verilerin, çevre düzeni planının hazırlanması aşamasında ilgili kurum ve kuruluşlardan elde edildiği ve plana yansıtıldığı, ancak ülkemizde bir çok kurumun kendi yetki ve görev alanı dahilindeki alanlara ilişkin sağlıklı/düzenli envantere ne yazık ki sahip olmadığı, bazı çalışmaların yürütüldüğü, bir kısmının sonuçlandırıldığı, bir kısmının ise devam ettiği, bu kapsamda, 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planının Plan Hükümlerinin de bu husus dikkate alınarak hazırlandığı, planda mera alanı olarak gösterilse de bu alanlar içinde mülkiyeti şahıslar adına tescil edilmiş parsellerin (veya mera olmayan alanların) yer alabileceği düşünülerek dava konusu 8.29.2. maddesinin oluşturulduğu, diğer taraftan, bilindiği üzere, meralar Mera Kanununa tabi olup bu alanlardaki her türlü iş ve işlemlerin Mera Kanunu kapsamında yürütüldüğü, Plan Hükümlerinin 8.29 sayılı maddesinde, "Çayır ve Mera Alanları” başlığı altında "Bu alanlarda 4342 sayılı “Mera Kanunu” kapsamında uygulama yapılacaktır. Planda hangi kullanımda kaldığına bakılmaksızın, Mera Kanunu’na tabi olduğu tespit edilen alanlarda “Mera Kanunu ” hükümlerine uyulur" hükmünün yer aldığı, mera alanlarındaki uygulamanın nasıl yapılacağının 4342 sayılı Mera Kanunu’na bağlandığı, zaman içerisinde kanunlarda olabilecek değişiklikler nedeniyle sık sık çevre düzeni planı değişikliği yapılmasına sebebiyet vermemek için de dava dilekçesindeki iddiada yer alan mera alanlarının tescil edilmesine ilişkin iş ve işlemlere plan hükümlerinde yer verilmediği, bu durumda Mera Kanunu hükümlerinin çevre düzeni planında tekrar tekrar yer almasının gerekçesinin bulunmadığı, bir alanın “mera alanı” olarak ifade edilebilmesi için o alanın Mera Kanunu uyarınca “mera” olarak tescil edilmesi gerektiği, oysa söz konusu davacı taraf iddialarının, mera tahsisi henüz yapılmamış alanların tahsisinin yapılmasından ibaret olduğu, dolayısıyla, sadece mera vasfında olan arazilerin Mera Kanununa tabi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, dava konusu plan hükmündeki “Mera Kanunu dışında” ve “alanın tarımsal arazi sınıfına göre” ifadesinden, bu plan hükmü ile anlatılmak istenen alanların Mera Kanuna tabi olmayan alanlar olduğu, mera alanlarında yapılacak uygulamaların zaten Mera Kanunu çerçevesinde olacağı için, iddia edildiği gibi plan hükümlerinde iptali gerektiren ve mera alanlarının yapılaşmaya açılmasını teşvik eden bir durumun bulunmadığı savunulmuştur.
Konuya ilişkin Dairemizin E:2014/59 sayılı dosyasında yer alan bilirkişi raporunda:
Davacı, Plan Uygulama Hükümlerinin 8.30.2. Maddesinde yer alan “Planda "çayır ve mera alanı" olarak gösterilmiş alanlarda Mera Kanunu dışında ve özel mülkiyete konu alanlar bulunması halinde, alanın tarım arazisi sınıfına göre plan hükümlerinin tarım arazilerine ilişkin plan hükümleri uygulanır" hükmünün mevzuata ve planlama ilkelerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
Davacı, 4342 sayılı Mera Kanunu’na göre, meralar orman alanı içindeyse orman rejimine tabi ya da köy tüzel kişiliği veya belediye tüzel kişiliği adına kayıtlı olduğunu, mera alanlarından tarımsal amaçlı kullanılanlar kamulaştırılarak, hazineye aitse devletin hüküm ve tasarrufu altındaki meralara dönüştürülmesi için, mera tespit ve tescil komisyonunca belirlenmesi ve daha sonra hangi köy tüzel kişi veya kişilerine mera tahsisi yapılacaksa kararın komisyon tarafından alınıp valilik tarafından onayı sonrasında mera özel siciline tescil edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Davacı, iptali istenen plan uygulama hükmünün, 4342 sayılı Mera Kanunu ile 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda mera alanları ile ilgili olarak belirlenen kararlara aykırı olarak düzenlendiğini ileri sürmüştür.
8.30.1. “Bu alanlarda 4342 sayılı “Mera Kanunu” kapsamında uygulama yapılacaktır. Planda hangi kullanımda kaldığına bakılmaksızın, Mera Kanunu’na tabii olduğu tespit edilen alanlarda Mera Kanunu hükümlerine uyulur.”
8.30.2. “Bu planda Çayır ve Mera olarak gösterilmiş alanlarda, Mera Kanunu dışında ve özel mülkiyete konu alanların bulunması halinde, alanın tarım arazisi sınıfına göre plan hükümlerinin tarım arazilerine ilişkin plan hükümleri uygulanır”.
Bilirkişi Kurulumuz, anılan plan uygulama hükmündeki ifade biçimini doğru bulmamıştır. Burada gerçekte mera olmadığı halde üst ölçekli planın genel gösterimi içinde mera olarak gösterilen alanlar arasında kalan tarımsal alanlardan söz edildiği anlaşılmakla birlikte Kurulumuz bu ifade biçiminin, uygulamada yanlış yorumlamalara izin verebileceğini düşünmektedir. Davalı idarenin açıklamaları anlaşılır olmakla birlikte, yanlış anlama ve uygulamada yanlış yorumlamalara izin vermeyecek şekilde söz konusu Plan Uygulama Hükmü yeniden yazılmalıdır.
4342 sayılı Mera Kanununun hükümleri çok açıktır. Plan uygulama hükümlerinin de bu hükümlerin önüne geçmesi de zaten mümkün değildir. Yasanın 4. Maddesinde, mera, yaylak ve kışakların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, özel mülkiyete geçirilemeyeceği, sınırlarının daraltılamayacağı, amaç dışı kullanılmak suretiyle vasıfları bozulan mera, yaylak ve kışlakların tekrar eski konumuna getirmek amacıyla yapılan masrafların sebebiyet verenlerden tahsil edileceği belirtilmiştir. Ayrıca, üzerinde mera bitki örtüsü yitirilmiş olsa da Mera Kanunu’na göre meraların tarımsal amaçla kullanımı mümkün değildir. Yasa, mera bitki örtüsünü tarımsal amaçla kullanım nedeniyle yitirmiş dahi olsa, bu tür alanlarda mera niteliğinin yeniden kazandırılmasını yükümlülük haline getirmektedir. Buna karşın, Bilirkişi Kurulumuz davacının iddiasını yanlış bir yorum olarak değerlendirmek yanlısı değildir. Söz konusu plan uygulama hükümlerindeki niyetin davacı iddialarından farklı olduğu anlaşılmakla birlikte, yanlış yorumlara açık olması nedeniyle uygulamada yasanın kapsamına aykırı sonuçlar doğurması olası plan uygulama hükümlerinin yeniden yazılmasında yarar bulunmaktadır." tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
Planın uygulama hükümlerinin 8.29.1 sayılı maddesinde “Bu alanlarda 4342 sayılı “Mera Kanunu” kapsamında uygulama yapılacaktır. Planda hangi kullanımda kaldığına bakılmaksızın, Mera Kanunu’na tabii olduğu tespit edilen alanlarda Mera Kanunu hükümlerine uyulur.” hükmüne yer verilmiştir.
8.29.2 sayılı maddesinde de, "Planda “çayır ve mera alanı” olarak gösterilmiş alanlarda “Mera Kanunu” dışında ve özel mülkiyete konu alanlar bulunması halinde, bu planın tarım arazilerine ilişkin plan hükümleri uygulanır." hükmü yer almaktadır.
Sözü edilen madde ile planda mera olarak gösterilmiş olmakla birlikte gerçekte Mera Kanunu kapsamı dışında kalan ve özel mülkiyete konu alanlar olması durumunda tarım alanlarına ilişkin hükmün uygulanacak olması, meraların Mera Kanununda belirlenen kurallara aykırı kullanılmayacağı, yetkili idareler tarafından bu kanun uyarınca yapılacak işlemlerin plan hükmü olarak ayrıca yazılmasına gerek olmadığı dikkate alındığında plan uygulama hükümlerinin bu alanlara ilişkin yeterli korumayı sağladığı sonucuna ulaşıldığından anılan plan hükümlerinde hukuka aykırılık görülmemiştir.
10-Dava dilekçesinde, bölgesel ve ulusal ölçekte doğal alanlara yönelik en ciddi tehdidin, Planın P31 numaralı paftasında önerilen Akkuyu Nükleer Enerji Santrali olduğu, enerji kaynaklarının yenilenemeyen enerji kaynakları (kömür, petrol, doğalgaz ve nükleer enerji) ve yenilenebilen enerji kaynakları (odun, bitki atıklan, tezek, jeotermal enerji, güneş, rüzgâr, hidrojen, hidrolik, gelgit ve dalga enerjisi) şeklinde sınıflandırıldığı, temiz enerji amacıyla Türkiye'de yapılması planlanan nükleer enerji santrallerinin artık sanıldığı kadar temiz, güvenilir ve ucuz olmadığı, enerji santrallerinin elektrik üretimi sırasında atmosfere ne kadar karbondioksit saldığıyla ilgili yapılan hesaplamaların genelde santralin elektrik ürettiği zamanla sınırlı bırakıldığı, sadece santrallerin üretim sürecinde değil, yaşam döngüsü diye adlandırabileceğimiz yakıtın elde edilmesinden dönüştürülmesine, santrallere ulaştırılmasından santralin inşası sırasında atmosfere salınan tüm karbondioksit miktarının hesaplanması gerektiği, böylece, o santralin tüm yaşam döngüsü içinde küresel ısınmaya ne kadar katkı yaptığının görülebileceği, nükleer enerji santrallerinin de diğer birçok enerji santrali gibi yakıtın (nükleer için uranyum) çıkarılması, hazırlanması ve santralin inşası gibi üretimi gerçekleştirebilmek için bazı ek faaliyetlere ihtiyaç duyduğu, üretimden sonra atıkların işlenmesi ve depolanması gibi yapılması gereken faaliyetlerin de olduğu, tüm bunlar göz önüne alındığında doğrudan olmasa bile dolaylı yoldan atmosfere salınan karbondioksit miktarının nükleer enerji santrallerinde görünenden çok daha fazla olduğunun görüleceği ileri sürülmüştür.
Diğer taraftan, nükleer enerji santrallerine yönelik olarak, güvenlik önlemlerinin eksiksiz alınabileceğinin sıkça vurgulandığı, ancak, yıllardır yaşananların bu iddiayı boşa çıkardığı, nükleer enerji santrallerinin son derece kompleks bir yapılanmadan meydana geldiği ve en ufak bir sorunun büyük bir felakete yol açtığı, devasa bir radyasyon kazanı olan nükleer reaktörde gerçekleşecek kazanın milyonlarca insanı ve milyonlarca kilometre karelik bir alanı tehdit ettiği, üstelik bu tehdidin on yıllarca sürecek ölümcül boyutta olduğu, sadece Amerika Birleşik Devletlerin'de bugüne kadar, Nükleer Denetleme Komisyonu'nun (NRC) kayıtlarına göre, felakete yol açabilecek derecede 169 tane kaza olduğu, Japonya’da 1992 yılında tam 20 tane önemli kaza rapor edildiği, 1992 yılında Rusya'nın, uluslararası kuruluşlara 205 tane kaza rapor etmek mecburiyetinde kaldığı, İngiltere’de ise gizlenen ve sonra ortaya çıkarılan 17 tane ciddi nükleer kazanın yaşandığı, ayrıca Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun yaptığı araştırmalara göre nükleer santrallerin civarında yaşayanlarda kanser vakalarında yüzde 400'lük artışın, genetik mutasyonlar sonucu normal olmayan doğumların, yaygın lösemi hastalıklarının tespit edildiği, diğer sakıncalı bir durumun da atıklar olduğu, dünyanın henüz hiçbir bölgesinde nükleer atıkların saklanması için lisanslı bir depolama alanı bulunmadığı, üstelik nükleer atığın çevresine yaymış olduğu radyasyon etkisinin uzun yıllar sürdüğü, bu atıkların milyarlarca dolarlık ek maliyet getirmesinin yanında, çevre açısından da çok ciddi bir tehdit olduğu, atıkların saklanacağı yerlere taşınması sırasında olabilecek trafik kazaları gibi veya uluslararası terörizmin hedefi haline gelmesi durumunda oluşabilecek olumsuz etkilerin de göz ardı edilmemesi gerektiği, nükleer enerji santrallerinde kullanılan soğutma suyunun da bir diğer çevresel tehdit olduğu, fosil yakıtlı santrallerde olduğu gibi nükleer enerji santrallerinde de soğuk suyun nehir veya gölden alınıp, sıcak su olarak alıcı ortama geri verildiği, bu sıcak su atıklarının, denizlerin, nehirlerin ve göllerin sıcaklıklarını oldukça yükselttiği bu durumun da, ekolojik dengeyi bozarak, bazı bakterilerin büyümesine, istenmeyen mavi-yeşil yosunlar ve bir takım patojenik organizmaların oluşmasına neden olduğu ifade edilmiştir.
Akkuyu'da yapılması planlanan nükleer enerji santralinin yer seçimi açısından da sakıncalı olduğu, TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu) tarafından da yapımı esnasında uyulması gereken kriterleri arasında belirtildiği gibi, böyle bir tesisin, bölgede nesli tehlikeye düşmüş, koruma altına alınmış veya önemli sayılan biyolojik türlerin varlığına herhangi bir risk anında zarar vermeyecek bir bölgede yapılması gerektiği, fakat Akkuyu'da kurulması düşünülen nükleer santralin, Aydıncık ve Ovacık Kıyıları Önemli Doğa Alanı sınırları içerisinde bulunduğu, Aydıncık ve Ovacık kıyılarında, dünyada sadece burada bulunan "Crucianelia sorgerae" ve endemik olan "Colchicum imperatoris-friderici" gibi bitki türlerinin yaşadığı, özellikle alanda bulunan adalarda gökdoğan (Falco peregrinus) ve ada martısı (Larus audouinii) ürediği, alanda bulunan kayalık alanların, nesli dünya ölçeğinde tehlikede olan Akdeniz fokunun (Monachus monachus) ürediği alanlardan biri olduğu, Ovacık kıyılarında fokların kullandığı belirlenen 2 üreme ve 6 aktif dinlenme mağarasının bulunduğu, bölgesel ölçekte tehlike altında olan bavius [Pseudophilotes bavius), Himalaya mavi kelebeği {Pseudophilotes vicrama) ve sarı lekeli zıpzıp (Thymelicus acteon) gibi türlerin alanda görülen kelebek türleri olduğu, görüldüğü üzere, yer seçimi yapılırken bu özelliklerin göz ardı edildiği, ayrıca, nükleer enerji santrali için seçilen alanın Göksu Deltası Özel Çevre Koruma Bölgesi yakınında olduğu, bölgenin, Göksu Nehrinin Akdeniz'e döküldüğü yerde oluşmuş bir sulak alan olduğu, Akdeniz kıyılarındaki en önemli sulak alanlardan biri olarak çok zengin bir biyolojik çeşitliliğie sahip olduğu, alanın etkin bir şekilde korunması gerekirken herhangi bir risk anında bölgede geri dönüşü olmayacak zararlara neden olacak nükleer enerji tesisinin kurulmasının kabul edilemeyeceği, ülkemizin enerjide dışa bağımlılığının arttığı bugünlerde, nükleer enerji gibi dışa bağımlılığımızı daha da artıracak olan bir elektrik üretim yönteminden kaçınılması, çevreci teknolojilerle çalışan yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımlara öncelik verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür.
Diğer bir sakıncalı konunun da, 27.08.2010 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti'nde Akkuyu Sahası'nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma" olduğu, söz konusu anlaşma incelendiğinde, Türkiye aleyhinde maddelerin olduğu, bunların:
"-Santralin sahibi proje şirketi, %100 Rus hisse payıyla kurulacak ve Rusların payı hiçbir zaman %51'in altına düşmeyecek.
-Proje şirketi, üretilen elektrik de dâhil olmak üzere, santralin sahibi olacak.
-15 yıldan daha erken olmamak kaydıyla" gibi ne zaman başlayacağı kesin olmayan ucu açık bir ifade ile proje şirketi net karının %20'sini verecek.
-Türkiye, ihtiyacı olmasa bile, fazla üretim gerçekleşmesi durumunda, fazla üretilen bu elektrik miktarını satın alacak.
-Türkiye tarafından satın alınacak elektriğin fiyatı 12,35 sent olarak belirlense de, projenin geri ödenmesinin sağlanması için bu fiyat 15,33 sente kadar çıkartılabilecek.
-Herhangi bir uyuşmazlık durumunda, konu uluslararası tahkim kuralları çerçevesinde ele alınacak."
şeklinde olduğu, görüldüğü üzere, söz konusu sözleşmenin, Türkiye'yi enerjide dışa bağımlılıktan kurtarmaktan son derece uzak hatta aksine daha da dışa bağımlı hale getirecek nitelikte olduğu iddia edilmiştir.
Ayrıca, yine P31 numaralı paftada, Kemer ve Kargıcak kıyılarında, Akdeniz Foku Yaşam Alanı sınırları içerisinde kültür ve turizm koruma ve gelişim alt bölgesi önerildiği, dolayısıyla, plan açıklama raporunun 18 ve 19. sayfaların, 4.3.2.4. Enerji Üretim Alanları Bölümünün Akkuyu Nükleer Güç Santrali ile ilgili kısmının, planın P31 numaralı paftasının Akkuyu Nükleer Enerji Santrali ile Kemer ve Kargıcak kıyılarında kültür ve turizm koruma ve gelişim alt bölgesi önerilen bölümlerinin iptal edilmesi gerektiği, ayrıca, Nükleer Güç Santrali ile ilgili olarak, bir önceki 1/100.000 ölçekli Mersin- Adana Çevre Düzeni Planı ile ilgili Danıştay Altıncı Dairesinin E: 2014/59 sayılı dava dosyasına sunulan bilirkişi raporunun da görüşlerini destekler nitelikte (Bilirkişi Raporu s. 71-78) olduğu iddia edilmiştir.
Öte yandan, dava konusu planın plan açıklama raporunun 18 ve 19. sayfalarında, taraf olunan uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğunun açıklandığı, bahsi Geçen "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti İle Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyetinde Akkuyu Sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletmesine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma" nın hukuki yönden değerlendirilmesine gelince, bu antlaşmanın ekonomik, ticari ve teknik bir anlaşma olduğu ve Anayasa 90. maddesinin son cümlesi doğrultusunda temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma niteliğinde olmadığından kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklardaki hükümlerinin esas alınmaması gerektiği, özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında Sözleşme (RAMSAR-1971), Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme (PARİS-1972), Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunmasına Ait Sözleşme, (BARCELONA-1976), Akdeniz'in Kara Kökenli Kaynaklardan Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü (SYRACUSE-1996), Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi (BERN-1979), Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (RIO-1992), Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (RlO-1992) gibi milletlerarası antlaşmaların Anayasa 90. maddesi (ve 244 sayılı Kanun) gereği usulüne göre onaylanmış kanun hükmünde, yani temel hak ve özgürlüklerle ilgili (özellikle Anayasanın 56.maddesi) olup da, farklı hükümler oluştuğunda esas alınacak milletlerarası antlaşmalar niteliğinde bulunduğu, bu nedenle Anayasanın 11,13, 56 ve 90 maddelerine ve Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesinin 26. ve 53. maddeleri gereği Akkuyu Nükleer Güç Santralinine ilişkin antlaşmanın hukuka aykırı olduğu iddia edilmiştir.
Savunmada, dava dilekçesinde bahsi geçen, planın P31 numaralı paftasında, Kemer ve Kargıcak kıyılarında Akdeniz Foku Yaşam Alanı sınırları içerisinde «Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi” önerilen bölüme ilişkin olarak, bilindiği üzere, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezlerinin, 4957/2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 3. maddesi uyarınca, Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri ile Turizm Merkezlerinin Belirlenmesine ve İlanına İlişkin Yönetmelik doğrultusunda Kültür ve Turizm Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu Kararı ile ilan edildiği ve ilan edilen bu alanların Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, bu kapsamda, Bakanlar Kurulu Kararı ile ilan edilmiş olan (dava dilekçesinde Kemer kıyıları olarak ifade edilen) alanın “Mersin Silifke Ovacık Turizm Merkezi” ve (dava dilekçesinde Kargıcak kıyıları olarak ifade edilen) alanın “Mersin Silifke Kargıcık Turizm Merkezi” olarak Bakanlar Kurulu Kararının gereği dava konusu çevre düzeni planına işlendiği savunulmuştur.
Dava dilekçesinde bahsi geçen, P29 numaralı plan paftasında, Anamur-Bozdoğan arasında, Akdeniz Foku Yaşam Alanı sınırları içerisinde «Ekoturizm” ve “Tercihli Kullanım Bölgesi” önerilen bölüme ilişkin olarak, Anamur ilçesinin kıyı kesiminin, dava konusu çevre düzeni planında, turizmin geliştirilmesinin hedeflendiği ilçeler arasında bulunduğu, “Türkiye Turizm Stratejileri-2023 Raporu”nda da Anamur ilçesinin yeni turizm kentleri arasında yer aldığı, bu bağlamda bölgenin gelişiminde deniz turizm faaliyetlerinin önem arz ettiği ve bu yönde plan kararlarının alındığı, planda Akdeniz Foku Yaşam Alanı olarak tanımlanan alanlar kesin sınırlan ifade etmemekle birlikte, bölgede yapılacak alt ölçekli plan çalışmalarında, ilgili kurum ve kuruluşların bu ekosistem bölgesine yönelik uygulamayı yönlendirici kararları kapsamında turizm alanlanının yer seçiminin, fonksiyonel içeriğinin vb. unsurların belirlenerek planlara yansıtılmasının mümkün olduğu, diğer taraftan, ekoturizmin doğal ve kültürel çevreyi koruyan ve yerel halkın refahını gözeten, doğal alanlara karşı duyarlı, düşük ziyaretçi etkisi olan seyahat biçimini ifade ettiği, doğa turizminin bir alt türü olarak da ele alınan eko turizm açısından Mersin bütününün potansiyel arz ettiği, bu doğrultuda Anamur ilçesinde doğaya duyarlı bir turizm faaliyeti olan ekoturizmin önerilmesinin Mersin ilinin turizm potansiyelleri açısından uygun olacağı, ayrıca mevzuat açısından Akdeniz Foku Yaşam Alanları olarak tanımlanmış alanlarda turizm faaliyetlerinin yapılamayacağına ilişkin herhangi bir hükmün de bulunmadığı, bu nedenlerle davacının iddialarının haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu savunulmuştur.
Dava dilekçesinde yer alan P31 numaralı paftada önerilen “Akkuyu Nükleer Santral Alanı”na ilişkin plan kararına ilişkin olarak, Akkuyu Nükleer Güç Santralinin planda yer almasından önce, Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan “T.C. Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti'nde Akkuyu Sahası ’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” hükümleri ile 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri çerçevesinde mülga Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onaylı 1/25.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı ile söz konusu alanın “Akkuyu Nükleer Güç Sahası” olarak planlandığı, dava konusu işlemin, nükleer güç santralinin, imzalanmış olan uluslararası anlaşma hükümleri uyarınca önceden de bu kullanıma yönelik planlanmış bir alanın üst ölçekli (1/100.000) planlarda yer almasının sağlanması niteliğinde olduğu, ayrıca, dava konusu “Nükleer Güç Santrali” olarak tanımlanmış alana Türkiye Atom Enerjisi Kurumunca 1976 yılında lisans verilmiş olduğu, EÜAŞ tarafından verilen taahhüt senetleri uyarınca da alanın “nükleer amaçlı” olarak kullanılmak üzere Orman Genel Müdürlüğü’nce tahsis edildiği, 15.07.2010 tarihli, 6007 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ve Bakanlar Kurulunun 27.08.2010 tarihli kararı ile onaylanan Uluslararası Anlaşmanın 7. maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti'nin “Nükleer Güç Santral Bölgesi” olarak belirlenen alanı yükleniciye lisansı ve altyapısı hazır bir şekilde tahsis etmekle, 8. maddesi uyarınca da yüklenicinin gerekli tüm lisans, izin ve onaylarını ilgili hükümetin kuruluşlardan almakla yükümlü kılındığı, diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesi gereği usulüne uygun olarak yürürlüğe konulan uluslararası antlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bu kapsamda, davaya konu plan kararının uluslararası antlaşma hükümleri çerçevesinde yerine getirilmesi gereken ulusal bir yükümlülük ve yasal bir zorunluluk olarak değerlendirilmesi gerektiği, aynca mülga Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 9. Kalkınma Planının 412. maddesinde enerji arzında sağlıklı bir çeşitlendirme yaratmak için elektrik üretim kaynakları arasında nükleer enerjinin de dahil edileceği, Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan 10. Kalkınma Planı’nın 72. maddesinde de nükleer enerjinin elektrik üretiminde kullanılmasının önem taşıdığının, 784. maddesinde ise 4.800 MW gücünde Akkuyu Nükleer Güç Santralinin (NGS) yapımı için Rusya Federasyonu ile antlaşma imzalandığının belirtildiği, dava konusu plan kararının, nükleer atıklarla ilgili olarak hiçbir plan ve program yapılmadan veya önlem alınmadan anılan nükleer santralin inşa edilmesi anlamına gelmediği, kaldı ki imar mevzuatı gereği 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planları üzerinden doğrudan uygulamaya geçilemeyeceği de göz önünde bulundurulduğunda, santralin yapımına ilişkin kesin sınırların ve detaylı düzenlemelerin imar planları ve diğer nükleer enerji ve atıklanna ilişkin mevzuat çerçevesinde ortaya konulması gerektiği, bu kapsamda, nükleer güç santraline ilişkin işbirliği anlaşması ve diğer mevzuat çerçevesinde belirlenmiş bir yatırım kararına yönelik risk analizinin de bütünüyle çevre düzeni planı çalışmalarına yüklenmesinin akılcı bir yaklaşım olmadığı, ÇED sürecinde incelenmesi gereken atık yönetimi vb. konuların planlama sürecinin içerisinde kabul edilmesinin, kirlilik, su kullanımı, jeoloji, vb. konuları içeren risk analizinin bütünüyle çevre düzeni planlarında yapılması gerektiğinin savunulmasının doğru bir yaklaşım olmadığı, faaliyet kapsamında alt ölçekli planlar yapılmadan önce ÇED sürecinin tamamlanması ve alt ölçekli planlann yapımı sırasında bütün kurum ve kuruluşlardan görüş alınması gerektiği, bu durumun, üst ölçekli mekansal planın yapım tekniği, dili ve içeriği ile bağdaşmadığı, mekansal planlama süreçleri dışındaki diğer süreçleri de (alt ölçekli mekansal planlama süreci, ÇED, vb.) göz ardı eden bir değerlendirmeyi yansıttığı, dava konusu planın plan hükümlerinin “7. Genel Hükümler” başlığı altında, 7.2 sayılı maddesinde, "Bu plandan ölçü alınarak uygulama yapılamaz. Bu planda öngörülen arazi kullanım kararlarına ilişkin sınırlar, ilgili idaresince yürütülecek alt ölçekli planlama çalışmalarında, ilgili kurum ve kuruluş görüşleri ile doğal, yapay ve yasal eşikler doğrultusunda kesinleştirilir.” hükmü ve 7.19 sayılı maddesinde "Alt ölçekli planların hazırlanması aşamasında, ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınması, afet riskinin (deprem, sel heyelan sibi) değerlendirilmesi ve plan ölçeğinin gerektirdiği detayda mevzuata uygun jeolojik/jeoteknik etütlerinin yapılması zorunludur.” hükmünün yer aldığı, bu hükümler uyarınca, jeolojik yönden sakıncalı, afet riski taşıyan alanların planda öngörülmüş alanlar olsa dahi alt ölçekli planlarının hazırlanmasının mümkün olmadığı, ayrıntılı jeolojik çalışmaların ve etütlerin mevzuat gereği alt ölçekli planlamanın konusu olduğu, nitekim, Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin 21. maddesinde “ Onaylı jeolojik- jeoteknik veya mikro bölgeleme etüt raporu bulunmayan alanlarda imar planları hazırlanamaz.” hükmü, 22. maddesinde ise “Eşik analizinde; topografik, jeolojik-jeoteknik, hidrojeolojik yapı özellikleri ile arazi kullanımı, tarım ve orman alanları, içme suyu havzaları, sit ve diğer koruma alanları, hassas alanlar, kıyı, altyapı, doğal ve fiziki veriler ile afet tehlikeleri analiz edilerek bir arada değerlendirilir. İmar planlarının hazırlanması sürecinde eşik analizinin yapılması zorunlu olup, plan kararlarının oluşturulmasında temel plan altlığı olarak kullanılır.” hükümlerinin yer aldığı savunulmuştur.
Konuya ilişkin Dairemizin E:2014/59 sayılı dosyasında yer alan bilirkişi raporunda:
"Dava konusu plan gibi 1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planı özelinde ancak planda yer alan somut enerji yatırımlarının yer seçimine İlişkin itirazlar konu edilebilir. Bu çerçevede, Bilirkişi Kurulumuz davacının nükleer santrale ilişkin genel eleştiri ve itirazlarının (enerjide dışa bağımlılık, uluslararası anlaşmalara aykırılık, vb.) dava konusu plan özelinde değerlendirilmesinin uygun olmadığı görüşündedir.
"1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planı, tüm ülkeyi ilgilendiren sektörel yatırım ve politika tercihlerinin ele alınıp karara bağlanabileceği bir planlama çalışması değildir. Hem ölçek hem de içerik itibariyle çevre düzeni planlarından bu tür bir İşleve sahip olmaları beklenemez. Bu çerçevede, Türkiye'nin ulusal enerji politikasının ana hatları ve öncelikli yatırım tercihlerine ilişkin eleştiri ve itirazların, dava konusu çevre düzeni planı bağlamında ele alınıp değerlendirilmesi uygun değildir. Enerji gibi ekonomik ve toplumsal gelişme bakımından yaşamsal öneme sahip bir sektöre İlişkin ülke (ulusal) politikasının temel bileşenleri; Enerji Sektörü Stratejik Planı ve Kalkınma Planı gibi ulusal ölçekteki politika dokümanları ve plan belgeleri ile belirlenmektedir. Dolayısıyla, enerjide dışa bağımlılığın nasıl giderileceği, enerji verimliliğinin nasıl sağlanacağı, enerji arzı İçinde enerji kaynaklarından hangisine öncelik verileceği ve yenilenebilir enerjinin nasıl teşvik edileceği gibi konulara ilişkin eleştiri ve İtirazlar, bu tür ulusal politika dokümanlarının konusu olabilir."
Öte yandan, ulusal ve bölgesel nitelikli somut enerji yatırımlarına ilişkin (örneğin nükleer enerji üretim tesisleri, termik santraller, hidroelektrik santralleri, enerji amaçlı barajlar vb.) kullanım ve yer seçimi kararlarının verileceği en uygun planlama ölçeği 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarıdır. Daha önce de belirtildiği gibi 1/100.000 ölçekli bir planda, bu ölçeğin doğası gereği, bazı kararlar şematik, başka bazı kararlar ise kesinlik ihtiva eden çizgiler ile gösterilmek durumundadır. Kesinlik ihtiva eden çizgilerle gösterilmesi gereken karara da en uygun örneklerden birisi de ulusal ya da bölgesel nitelikli somut enerji yatırımlarına İlişkin kullanım kararlarıdır. Bu kullanımlann yer seçimine İlişkin kararların; çevresel etkiler ve oluşabilecek riskler, yakın çevredeki yerleşmelerin konumu ve niteliği, jeolojik ve benzeri doğal tehlikelere maruz kalma gibi durumlar göz önünde bulundurularak titiz bir inceleme sonunda verilmesi gerekir. Dahası, bu inceleme sürecinin sonucunda ulaşılan bulgular somut plan kararları ve stratejilerine dönüştürülmeli ve bunlar gerek lejant maddeleri arasında gerekse plan uygulama bükümleri ve açıklama raporunda açık ve net bir biçimde yer almalıdır. Oysa dava konusu planda, söz konusu nükleer enerji tesisi kararı özelinde bu tür bir yaklaşım izlenmemiştir. Plan uygulama hükümleri arasında nükleer santrale İlişkin doğrudan bir hüküm ya da düzenleme yer almazken, plan raporunda nükleer santrale ilişkin son derece genel düzeyde bir açıklama ile yetinilmiştir, örneğin, nükleer santralin yer seçiminde hangi ölçütlerin dikkate alındığı, ne tür inceleme ve değerlendirme süreçlerinin işletildiği, yatırım öncesi ve sonrası olası risklerin nasıl azaltılacağı ve yönetileceği gibi önemli konulara dair planda ve ilgili belgelerinde hemen hiçbir bilgi ve öngörü bulunmamaktadır
Davalı idarenin yanıtlarından ve dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, dava konusu planlama sürecinde Akkuyu'da yapılması düşünülen nükleer santral veri/girdi olarak alınmış ve plana işlenmiştir. Plancı, söz konusu enerji tesisine ilişkin kararla, plan paftasına aktarmakla yetinmiş, bunun doğru ve yeterli bir yaklaşım olduğu düşünülmüştür Oysa bölge ölçeğinde yürütülen bir planlama çalışmasında nükleer santral gibi ülke mekânında bir ya da birkaç yerde yapılacak bir yatırıma ilişkin kullanım kararının daha farklı bir biçimde ele alınması ve karara bağlanması gerekirdi. Bu aşamada, plancının, nükleer santral yatırımına dair bir yerindelik incelemesi yapması elbette beklenemez. Ancak yer seçimine ilişkin daha kapsamlı ve özenli bir İnceleme yapması ve söz konusu yerin, itiraza konu kullanım olan nükleer santral için uygun olup olmadığını ele alması ve tartışması beklenirdi. Bu İnceleme ve tartışma kapsamında; itiraz konusu nükleer enerji tesisinin söz konusu yerdeki olası çevresel etkileri ve yaratacağı risklerin değerlendirilmesi, bu risk ve etkileri en aza indirecek önlem ve düzenlemelerin planın yapısal bileşenleri olarak üretilmesi gerekirdi. Kurulumuz, dava konusu planın Akkuyu'da yapılması düşünülen nükleer santrale ilişkin kararının, bu tür bir planlama yaklaşımı sonucunda üretilmediğini tespit etmektedir.
Daha açık bir İfadeyle, Bilirkişi Kurulumuz, ülke içinde bir ya da birkaç yerde olması söz konusu olan nükleer enerji tesisini çok önemli bîr yatırım kararı olarak kabul etmekte ve bu tür bir yatırım kararının planlaması sürecinde önemli eksikliklerin bulunduğu kanaatini taşımaktadır. Planlama sürecinde, kapsamlı bir etki ve risk analizi yapılmalı ve bu analizin sonuçları dava konusu planın kararlarına yansıtılmalıydı. Davalı İdarenin; “çevre düzeni planlarının sektörel kararlar ile genel arazi kullanım kararlarının belirlendiği üst ölçekli planlar olduğu ve ölçekleri gereği bir uygulama planı olmadıkları iddiasının nükleer santral kararı özelinde geçerliliği bulunmamaktadır. Üst ölçekli bölge planları niteliğinde olan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarının, belirli yatırım kararları özelinde, kesinlik arz eden ve uygulamayı yönlendiren kararlar içermesi söz konusudur. Nükleer santral yatırımının yer seçimi ve planlanması, bir başka deyişle akılcılaştırılması, 1/100.000 ölçekli bir planın ele alması ve çözümlemesi gereken bir konudur. Bu çerçevede, bölge ölçeğini de aşan ulusal ölçekli bir yatırım olan nükleer enerji tesisinin, 1/100.000 ölçekte verilen ya da "plana İşlenen" yer seçimi kararının kesinlik sunduğu açıktır. Alt ölçekli nazım ve uygulama imar planı çalışmalarında bu tür bir yatırımın yer seçiminin iptal edilmesi ya da yerinin değiştirilmesinin söz konusu olmayacaktır. Bu durum ülke ya da bölge ölçeğinde verilen önemli sektörel yatırım kararlarının (bölgesel nitelik arz eden bir havaalanı, baraj gibi) tümü için geçerlidir. Bu nedenle, 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında nükleer santral için verilen yer seçimi kararı kesin olup, bu kararın santral İle ilgili uygulamayı yönlendirecek ana plan kararı olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda, planlama mevzuatında alt ölçekli planlama çalışmaları kapsamında yapılması öngörülen analitik etüt çalışmalarının, nükleer santral ve benzeri bölgesel/ülkesel yatırım kararları özelinde uygulamaya esas ana planlama ölçeği olan 1/100.000 ölçekte yürütülmesi gerekir. Bu durum, planlama esaslarının bir gereği olarak kabul edilmelidir. Bilirkişi Kurulumuz, nükleer santralin kurulacağı bölgeye ilişkin jeolojik etüt çalışmalarının hangi aşamada yapılacağı konusunun da bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir.
Bilirkişi Kurulumuz, nükleer santral yer seçimi kararının güncel jeolojik etüt çalışmalarına dayandırmamasını ve depremsellik incelemesinin alt ölçeklere bırakılmasını önemli bir eksiklik olarak değerlendirmektedir. Nükleer santral yatırımının uygulamaya yönelik ana planlama ölçeğinin 1/100.000 ölçekli bölge planı olduğu açıktır. Bu nedenle, yer seçimine kesinlik kazandıran inceleme ve analitik etüt çalışmalarının bu ölçekte yapılması gerekir. Oysa dava konusu yer seçimi kararı, güncelliğini yitirmiş, yaklaşık 35-40 yıllık yer bilimsel veriler ışığında yapılmıştır. Yer bilimsel verilerin sıklıkla yenilenmesi bilimsel bir gerekliliktir. Zira eskiden bilinmeyen pek çok fay kırığı ve benzeri jeolojik oluşumlar zaman içinde yenilenen çalışmalar sonucu ortaya çıkarılabilmektedir. Çanakkale'de son aylarda meydana gelen depremler zinciri (ya da deprem fırtınası), o bölgenin jeolojik durumuna İlişkin bilinmeyen bazı durumlar olduğunu ortaya koymaktadır. Uzmanlar, o bölgede yeni faylar olduğunun ve bilinen eski fayların ise deprem üretme kapasitesine sahip olduklarının bu son depremlerle birlikte anlaşıldığını ifade etmişlerdir. Dolayısıyla, bir tehlike durumunda olumsuz sonuçları tüm ülkeyi hatta ülkemiz komşuluğundaki pek çok ülke ve bölgeyi de etkileyecek bir nükleer santralin yer seçimi kararının, bölge planlama ölçeğinde güncel jeolojik veri ve bilgilere dayanmadan verilmiş olması Kurulumuzca önemli bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir
Dava konusu nükleer santralin yakın çevredeki ekosistem alanları, doğal ve çevresel değerler İle kaynak sistemlerini olumsuz etkileyeceğine dair iddialar önemlidir Ancak Bilirkişi Kurulumuzun uzmanlığı, bu tür çevresel etkilerin değerlendirilmesi için uygun değildir. Bu İddiaların yanıtları, kapsamlı bir çevresel etki değerlendirmesi analizi sonucunda belli olacaktır. Her ne kadar, ÇED analizi ve çevre düzeni planlarının hazırlanması birbirlerinden bağımsız süreçler olarak mevzuat düzenlemelerinde yer alsalar da, bir bölge planlama çalışmasının kamu ve toplum yararına sonuçlar üretebilmesi, anlamlı ve akılcı yatırım ve yer seçimi kararları geliştirebilmesi için ÇED süreci ile sıkı bir biçimde ilişkilendirilmesi gerekmektedir Nükleer santral örneğinde bunun çok daha fazla hassasiyetle yerine getirilmesi beklenir. İlgili planlama çalışması kapsamında verilecek, ülke ve bölge ölçeğini ilgilendiren sektöreI yatırım kararlarının ÇED İncelemesinin, plan çalışmasından önce sonuçlandırılması ve ilgili plan kararlan üretilirken bu sonuçların göz önünde bulundurulması aklın ve bilimin bir gereğidir. Bu çerçevede Kurulumuz, davalı İdarenin, farklı mevzuatlara tabi olmaları nedeniyle ÇED ve çevre düzeni planlaması süreçlerinin birbirinden bağımsız süreçler olduğunu iddia etmesini yadırgamaktadır. Zira son yıllarda, ÇED ve planlama süreçleri arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi gerektiğine dair çok sayıda ulusal ve uluslararası yayın ve çalışma yapılmıştır. Bu çerçevede. Stratejik Etki Değerlendirmesi (ya da Stratejik Çevresel Değerlendirme - Stratejik ÇED) kavramı geliştirilmiş ve pek çok ülkede uygulamaya sokulmuştur. Stratejik ÇED çevresel etki değerlendirmesi analizi ile planlama çalışmalarını daha sıkı bir biçimde ilişkilendirme ve bütünleştirme amacının bir sonucudur. Uygulamaya konulduğu örneklerde, Stratejik ÇED süreci planlama sürecinin başlamasıyla birlikte başlamakta ve planlama süreci içinde her aşamada devreye sokulmaktadır. Ülkemizde de Stratejik ÇED kavramını yürürlüğe sokmak yönünde çalışmalar olduğu, hatta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nezdinde bir yönetmelik taslağı hazırlandığı bilinmektedir. Tüm bunlar ortadayken, ÇED süreci ve planlama sürecinin, mevzuatlarının farklı olması nedeniyle, birbirinden bağımsız süreçler olması gerektiğinin iddia edilmesi, bilimsel ve akademik bilginin günümüzde ulaştığı düzeyin göz ardı edilmesi olacaktır
Daha önce de belirtildiği gibi Kurulumuz, dava konusu nükleer santralin yer seçimi kararı ile İlgili olarak kapsamlı ve çok boyutlu bir risk analizinin yapılmış olması gerektiği görüşündedir. Bu risk analizinin bir bölümü, yatırım öncesinde yapılıp olası risklerin en aza indirilmesi İçin alınması gereken önlemleri saptamalı, diğer bölümü ise yatırım sonrasına odaklanarak santral faaliyete geçtikten sonraki olası risk durumunun yönetimini kapsamalıdır. Yatırım öncesi risk analizinin en temel konusunu; Jeolojik etütlerin planlama süreci öncesinde güncellenmesi ve bu verilerin alt ölçeğe bırakılmadan, 1/100.000 ölçekli planlama çalışması kapsamında mikro düzeyde incelenmesi oluşturmalıydı. Yatırım sonrasına ilişkin risk analizi kapsamında ise faaliyet sonrası olası bir tehlike durumunda, olumsuz etkilerin nasıl azaltılıp bertaraf edileceğine dair bir yaklaşım geliştirilmeliydi. Bu yaklaşımın ana hatlarını oluşturacak önlem ve kararların, dava konusu çevre düzeni planına yansıtılması gerekirdi.
Nükleer enerji tesislerinin İşletilmesi sürecinin en önemli sonuçlarından birisi de açığa çıkan nükleer atıklardır Bu atıkların uygun yöntemlerle taşınması ve bertaraf edilmesi yaşamsal önemdedir. Atık taşınması süreci başlı başına bir risk ve tehlike durumudur. Atık taşınmasından kaynaklanacak risklerin neler olabileceği, bu risklerin nasıl bertaraf edileceği gibi konular, dava konusu planlama çalışmasında ele alınmalıydı. Kuşkusuz, nükleer enerji tesislerinin işletilmesine ilişkin başka bazı çalışmalar kapsamında bu konular ele alınacaktır. Ancak bu durum, 1/100.000 ölçekli bir planlama çalışmasında bu konuların ihmal ya da göz ardı edilmesinin gerekçesi olarak kabul edilemez. Bu ölçekteki bir planlama çalışmasında, nükleer santral gibi son derece önemli bir yatırım kararının yakın çevresindeki yerleşmeler İle kuracağı İlişkilere ve acil durum yönetimine dair ilke ve önlemlerin geliştirilmiş olması ve tüm bunların da söz konusu ölçekteki plana ve plan notlarına yansıtılması gerekirdi.
Özetle, Bilirkişi Kurulumuz, dava konusu planın, en önemli sektörel yatırım kararlarından birisi olan nükleer santrale İlişkin yer seçimi ve kullanım kararının, 1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planından beklenen kapsam ve içerikte geliştirilmediğini düşünmektedir." tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir.
"TC Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 16 Eylül 2013 tarih ve 14396 sayılı oluru İle Mersin Valiliğince onaylanan 1/100.000 ölçekli Mersin- Adana Çevre Düzeni Planının öncelikle yürütmesi durdurularak iptali istemiyle açılan davada Bilirkişi Kurulumuz aşağıdaki sonuç görüşlerine ulaşmıştır:
Dava konusu planın nükleer santral ile ilgili kararı, hükümetler arasında imzalanan uluslararası bir anlaşmaya dayandırılmış, bu çerçevede nükleer santral kararı veri ya da girdi olarak alınarak ciddi bir inceleme ve değerlendirmeye tabi tutulmadan plan paftasına aktarılmıştır.
1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planı, tüm ülkeyi İlgilendiren sektörel yatırım ve politika tercihlerinin ele alınıp karara bağlanabileceği bir planlama çalışması olmadığından, Türkiye'nin ulusal enerji politikasının ana hatları ve öncelikli yatırım tercihlerine ilişkin eleştiri ve itirazların, dava konusu çevre düzeni planı bağlamında ele alınıp değerlendirilmesi uygun değildir.
Öte yandan, ulusal ve bölgesel nitelikli somut enerji yatırımlarına kullanım ve yer seçimi kararlarının verileceği en uygun planlama ölçeği 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarıdır.
1/100.000 ölçekli bir planda, bu ölçeğin doğası gereği, kesinlik ihtiva eden çizgilerle gösterilmesi gereken kararlara en uygun örneklerden birisi ulusal ya da bölgesel nitelikli somut enerji yatırımlarına İlişkin kullanım kararlarıdır. Bu kullanımların yer seçimi kararları; çevresel etkiler ve riskler, yakın çevredeki yerleşmelerin konumu, jeolojik ve benzeri doğal tehlikelere maruz kalma durumu gibi konular göz önünde bulundurularak titiz bir inceleme sonunda verilmeli, dahası bu süreçte ulaşılan bulgular somut plan kararları ve stratejilerine dönüştürülerek lejant maddeleri İle plan uygulama hükümleri ve açıklama raporuna yansıtılmalıdır.
Dava konusu planda nükleer enerji tesisinin yer seçimine ilişkin olarak bu türden bir yaklaşım izlenmemiştir. Plan uygulama hükümleri arasında nükleer santrale ilişkin doğrudan bir hüküm ya da düzenleme yer almazken, plan raporunda nükleer santrale ilişkin son derece genel düzeyde bir açıklama ile yetinilmiştir. Nükleer santralin yer seçiminde hangi ölçütlerin dikkate alındığı, ne tür inceleme ve değerlendirme süreçlerinin işletildiği, yatırım öncesi ve sonrası olası risklerin nasıl azaltılacağı ve yönetileceği gibi önemli konulara dair planda ve ilgili belgelerinde hemen hiçbir bilgi ve öngörü bulunmamaktadır Bilirkişi Kurulumuz, ülke içinde bir ya da birkaç yerde olması söz konusu olan nükleer enerji tesisi gibi çok önemli bir yatırım kararının planlaması sürecinde önemli eksiklikler bulunduğu kanaatini taşımaktadır.
1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında nükleer santral için verilen yer seçimi kararı kesin olup, bu kararın santral ile ilgili uygulamayı yönlendirecek ana plan kararı olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu bağlamda, planlama mevzuatında alt ölçekli planlama çalışmaları kapsamında yapılması öngörülen analitik etüt çatışmalarının, nükleer santral ve benzeri bölgesel/ülkesel yatınm kararları özelinde uygulamaya esas ana planlama ölçeği olan 1/100.000 ölçekte yürütülmesi gerekir. Bu durum, planlama esaslarının bir gereği olarak kabul edilmelidir.
Bu çerçevede, nükleer santral yer seçimi kararının güncel jeolojik etüt çalışmalarına dayandırılması ve depremsellik incelemesinin alt ölçeklere bırakılması önemli bir eksikliktir Nükleer santral yatırımının uygulamaya yönelik ana planlama ölçeği 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planıdır. Bu nedenle, yer seçimine kesinlik kazandıran inceleme ve analitik etüt çalışmalarının bu ölçekte yapılması gerekir. Oysa dava konusu yer seçimi kararı, güncelliğini yitirmiş, yaklaşık 35-40 yıllık yer bilimsel veriler ışığında yapılmıştır. Olası bir tehlike durumunda olumsuz sonuçları tüm ülkeyi hatta ülkemiz komşuluğundaki pek çok ülke ve bölgeyi de etkileyecek bir nükleer santralin yer seçimi kararının, bölge planlama ölçeğinde güncel jeolojik veri ve bilgilere dayanmadan verilmiş olması Kurulumuzca önemli bir eksiklik olarak değerlendi rilmiştir.
Dava konusu nükleer santralin yakın çevredeki ekosistem alanları, doğal ve çevresel değerler ile kaynak sistemlerini olumsuz etkileyeceğine dair iddialar önemlidir. Bu iddiaların yanıtları, kapsamlı bir çevresel etki değerlendirmesi analizi sonucunda belli olacaktır. Her ne kadar, ÇED analizi ve çevre düzeni planlarının hazırlanması birbirlerinden bağımsız süreçler olarak mevzuat düzenlemelerinde yer alsalar da, bir bölge planlama çalışmasının kamu ve toplum yararına sonuçlar üretebilmesi, anlamlı ve akılcı yatırım ve yer seçimi kararları geliştirebilmesi İçin ÇED süreci ile sıkı bir biçimde ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Ülke ve bölge ölçeğini İlgilendiren sektörel yatırım kararlarının ÇED incelemesinin, plan çalışmasından önce sonuçlandırılması ve ilgili plan kararları üretilirken bu sonuçların göz önünde bulundurulması aklın ve bilimin bir gereğidir. Bu çerçevede Kurulumuz, Davalı İdarenin, farklı mevzuatlara tabi olmaları nedeniyle ÇED ve çevre düzeni planlaması süreçlerinin birbirinden bağımsız süreçler olduğunu iddia etmesini yadırgamaktadır. ÇED süreci İle planlama sürecinin, mevzuatlarının farklı olması nedeniyle, birbirinden bağımsız süreçler olması gerektiğinin iddia edilmesi, bilimsel ve akademik bilginin günümüzde ulaştığı düzeyin göz ardı edilmesi olacaktır.
Nükleer santralin yer seçimine ilişkin olarak dava konusu planda verilen karar sürecinde, kapsamlı ve çok boyutlu bir risk analizinin yapılmamış olması da önemli bir eksikliktir. Oysa böylesi üst ölçekli ve önemli bir kullanım kararının, birincisi yatırım öncesi (risk azaltımı hedefli), İkincisi ise yatırım sonrası (risk yönetimi hedefli) olmak üzere iki eksenli bir risk analizine dayanarak verilmesi gerekirdi,
Nükleer enerji tesislerinin işletilmesi sürecinin en önemli sonuçlarından birisi olan nükleer atıkların uygun yöntemlerle taşınması ve bertaraf edilmesi konusu planda göz ardı edilmiştir. Atık taşınmasından kaynaklanacak risklerin neler olabileceği, bu risklerin nasıl bertaraf edileceği gibi konuların, dava konusu planlama çalışmasında ele alınması gerekirdi.
Kuşkusuz, nükleer enerji tesislerinin işletilmesine ilişkin konulann bir bölümü, dava konusu plan dışında başka bazı çalışmalar kapsamında ele alınacaktır. Ancak bu durum, 1/100.000 ölçekli bir planlama çalışmasında bu konuların ihmal ya da göz ardı edilmesinin gerekçesi olarak kabul edilemez. Bu ölçekteki bir planlama çalışmasında, nükleer santral gibi son derece önemli bir yatırım kararının yakın çevresindeki yerleşmeler ile kuracağı ilişkilere ve acil durum yönetimine dair îlke ve önlemlerin geliştirilmiş olması ve tüm bunların da söz konusu ölçekteki plana ve plan notlarına yansıtılması gerekirdi.
Bilirkişi Kurulumuz, dava konusu planın en önemli sektörel yatırım kararlarından birisi olan nükleer santrale ilişkin yer seçimi ve kullanım kararının, üst ölçekli bir çevre düzeni planından beklenen kapsam ve içerikte geliştirilmediğini düşünmektedir." tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
-Genel ilke olarak davaya konu çevre düzeni planının değerlendirilmesi;
Çevre düzeni planı kararlarının, kurumlardan ve arazi çalışmalarından elde edilen veriler, nüfus projeksiyonları ve yerel idarelerin imar planları, bölgesel yatırım kararları, koruma statülü alanlar, ulaşım ağları gibi plana girdi sağlayan verilerin değerlendirilmesi sonucunda oluşturulması gerekmektedir. Dolayısıyla nüfus projeksiyonlarına göre, yerleşim alanlarının belirlenmesi, bu doğrultuda, tarım alanları, orman alanları, meralar, jeolojik açıdan sakıncalı alanların korunması, bu tür alanlarda, münferit kentsel gelişme taleplerinin ise plan bütünlüğü gözönünde bulundurularak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Genel ilke olarak, plan kararları ile fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın korunma, kullanma dengesini en rasyonel biçimde belirlemek amaçlanır.
Bu amaç çerçevesinde, Çevre Düzeni Planı ölçeğinde hangi usül ve esaslara göre planlama yapılacağı ayrıntılı bir şekilde ilgili Kanun ve Yönetmeliklerde düzenlenmiştir.
Stratejik mekânsal planlama, kentsel gelişimi yalnızca fiziksel gelişim kapsamında ele alan bir yaklaşım değildir. Fiziksel gelişmenin yanı sıra, kentteki sosyal, kültürel, ekonomik, yerel örgütsel gelişime ilişkin stratejileri de içerir. Diğer bir deyişle, kentsel gelişme; hem mekânsal, hem de mekânsal olmayan (mekânda dolaylı olarak etkileri olan sosyal / kültürel / ekonomik / yerel örgütsel) etmenler çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu yaklaşımda, çeşitli karar vericilerin birbirleriyle eşgüdümünün sağlanması önemli bir gerekliliktir.
Çevre düzeni planlarının leke plan olmaları nedeniyle uygulama imar planları gibi değerlendirilmeyeceği gerektiğinde şüphe bulunmamaktadır. Nitekim 3194 sayılı Yasanın 8. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca kentsel asgari standartların, Bakanlıkça belirlenen esaslar doğrultusunda çevre düzeni planı ile belirlenebileceği, uygulamaya ilişkin kararların yörenin koşulları, parselin bulunduğu bölgenin genel özellikleri, yapının niteliği ve ihtiyacı, erişebilirlik, sürdürülebilirlik, çevreye etkisi dikkate alınarak ve ölçüleri verilerek Bakanlıkça belirlenen esaslara göre uygulama imar planında belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin 21. maddesinin altıncı fıkrasında "(6) onaylı jeolojik jeoteknik veya mikro bölgeleme etüt raporu bulunmayan alanlarda imar planları hazırlanamaz. "hükmü, 22. maddesinin ikinci fıkrasında "(2) eşik analizinde; topografik, jeolojikjeoteknik, hidrojeolojik yapı özellikleri ile arazı kullanımı, tarım ve orman alanları, içme suyu havzaları, sit ve diğer koruma alanları, hassas alanlar, kıyı, altyapı, doğal ve fiziki veriler ile afet tehlikeleri analiz edilerek bir arada değerlendirilir." hükmü ile üçüncü fıkrasında ise "(3) imar planlarının hazırlanması sürecinde eşik analizinin yapılması zorunlu olup, plan kararlarının oluşturulmasında temel plan altlığı olarak kullanılır." hükümleri yer almaktadır.
Davaya konu planın genel hükümler başlığı altında toplanan hükümlerin 7.1 sayılı maddesinde bu planın plan paftaları, plan hükümleri ve plan açıklama raporuyla bir bütün olduğu, 7.2 sayılı alt maddesinde bu plandan ölçü alınarak uygulama yapılamayacağı, bu plan ile belirlenen kenstel/kırsal kullanım alanlarının, bu alanların tamamının yapılaşmaya açılacağını göstermeyeceği, bu sınırlar ölçeğin gerektirdiği üzere makroformu/gelişme yönünü gösterecek şekilde şematik olup alt ölçekli planlama çalışmalarında ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri doğrultusunda doğal, yapay ve yasal eşikler çerçevesinde bu planın nüfus kabullerine göre belirlenen alansal büyüklüğü aşmayacak şekilde kesinleştirileceği, 7.19 sayılı maddesinde, alt ölçekli planların hazırlanması aşamasında ilgili kuruluşların görüşlerinin alınması, afet riskinin (deprem, sel heyelan gibi) değerlendirilmesi ve plan ölçeğinin gerektirdiği detayda mevzuata uygun jeolojik/jeoteknik etütlerin yapılmasının zorunlu olduğu düzenlenmiştir.
Leke plan niteliğinde bulunan dava konusu planın ölçeği (1/100.000) gözönünde bulundurulduğunda parsel bazında kararların üretilmesinin mümkün olamayacağı gibi genel arazi kullanım kararlarının değerlendirildiği, planın bölge ve havza bazında ve mevzuata uygun olarak tesis edildiği, planlama bölgesinde koruma kullanma dengesinin gözetilmesi gereken alanlardaki yapılaşmalarda, keyfiliğin önlenmesi ve azami ölçüde korumanın sağlanması için alt ölçekli plan kararlarına esas olacak yapılaşma şartlarını ortaya koyan genel arazi kullanım kararları üretildiği görülmektedir.
Dairemizce bu safhadan sonra uyuşmazlık konusu planla getirilen yer seçimine ilişkin kararlar bu doğrultuda ve belirlenen çerçevede değerlendirilecektir.
-Dava konusu Akkuyu Nükleer Güç Santraline ilişkin iddialar özelinde değerlerlendirme yapıldığında ise aşağıdaki tespitlere ulaşılmıştır:
Uyuşmazlık konusu planda söz konusu nükleer güç santrali yer seçimi kesinleştirilerek gösterilmiştir. E:2014/59 sayılı dosyaya sunulan bilirkişi raporunda, bu hususa ilişkin olarak ulusal ve bölgesel nitelikteki somut enerji yatırımlarına ilişkin (örneğin nükleer enerji üretim tesislerini, termik santraller, hidroelektrik santralleri...) kullanım ve yer seçimi kararlarının verilebileceği en uygun plan ölçeğinin 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planları olduğu, bu ölçeğin doğası gereği bazı kararların şematik, bazı kararların kesinlik içeren çizgilerle gösterilmesi gerektiği, bunun en uygun örneklerinden birisinin de ulusal veya bölgesel nitelikli somut enerji yatırımları olduğu belirtilmiştir.
Nitekim davaya konu çevre düzeni planının plan açıklama raporunda 3.3.1.7.a sayılı maddesindeki "Büyükeceli Beldesi" başlığı altında, T.C. Hükümeti ile Rusya Federasyonu arasında 12/05/2010 tarihinde imzalanan ve TBMM'de 15/07/2010 tarihinde onaylanarak 06/10/2010 tarih ve 27721 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış olan "Akkuyu Sahasında Nükleer Güç Santralinin tesisine ve işletimine dair işbirliği anlaşmasına konu olan Büyükeceli Beldesine bağlı, Akkuyu'da Nükleer Güç Santralinin tanımlandığı ifade edilmiştir.
Bu bağlamda davaya konu santralin yeri planda kesinlik içerecek şekilde belirlenmiştir.
Davacı tarafından, 1/100.000 ölçekli planda yeri kesin olarak belirlenen nükleer güç santrali kararına karşı açılan bu davada ülkenin enerji politikalarına yönelik eleştirilerde bulunulmuştur.
Yukarıda aktarılan bilirkişi raporunda bu hususa ilişkin olarak; dava konusu plan gibi 1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planı özelinde ancak planda yer alan somut enerji yatırımlarının yer seçimine ilişkin itirazların konu edilebileceği, bu çerçevede, davacının nükleer santrale ilişkin genel eleştiri ve itirazlarının (enerjide dışa bağımlılık, uluslararası anlaşmalara aykırılık, vb.) dava konusu plan özelinde değerlendirilmesinin uygun olmadığı, 1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planının, tüm ülkeyi ilgilendiren sektörel yatırım ve politika tercihlerinin ele alınıp karara bağlanabileceği bir planlama çalışması olamayacağı, hem ölçek hem de içerik itibariyle çevre düzeni planlarından bu tür bir işleve sahip olmalarının beklenemeyeceği, bu çerçevede, Türkiye'nin ulusal enerji politikasının ana hatları ve öncelikli yatırım tercihlerine ilişkin eleştiri ve itirazların, dava konusu çevre düzeni planı bağlamında ele alınıp değerlendirilmesinin uygun olmadığı, enerji gibi ekonomik ve toplumsal gelişme bakımından yaşamsal öneme sahip bir sektöre ilişkin ülke (ulusal) politikasının temel bileşenlerinin; Enerji Sektörü Stratejik Planı ve Kalkınma Planı gibi ulusal ölçekteki politika dokümanları ve plan belgeleri ile belirlendiği, dolayısıyla, enerjide dışa bağımlılığın nasıl giderileceği, enerji verimliliğinin nasıl sağlanacağı, enerji arzı içinde enerji kaynaklarından hangisine öncelik verileceği ve yenilenebilir enerjinin nasıl teşvik edileceği gibi konulara ilişkin eleştiri ve itirazların bu tür ulusal politika dokümanlarının konusu olabileceği değerlendirmesi yapılmıştır.
Bilirkişi raporunda ifade edildiği üzere enerji politikalarının tartışılmasının herhangi bir ölçekteki planın konusu olmadığı, enerji sektörü yatırımlarının stratejik plan veya kalkınma planı gibi ulusal ölçekli politika dokümanlarının konusu olduğu kuşkusuzdur. Burada tartışılacak olan husus enerji politikaları sonucunda kesinleştirilen bir yatırımın 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında gösterilip gösterilmeyeceği ya da ne türlü süreçler izlenerek plana işleneceğidir.
Bu bağlamda bilirkişi raporunda plan yapımına ve nükleer santralin plana işlenmesine yönelik olarak dile getirilen görüşler plana yönelik makul kabul edilebilecek düzeyde eleştiriler olarak değerlendirilmiş ancak sözü edilen tespitler bir hukuka aykırılık nedeni olarak görülmemiştir.
Davalı idarenin savunmasında belirtildiği gibi TBMM tarafından kabul edilen ve kesinlik kazanan uluslararası anlaşmanın 7. maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyetinin nükleer güç santral bileşeni olarak belirlenen alanı yükleniciye lisansı ve alt yapısı kesin bir şekilde tahsis etmekle yükümlü kılındığı gözetildiğinde yer seçimi yapılıp Türkiye Atom Enerjisi Kurumunca 1976 yılında lisans verilen ve Orman Genel Müdürlüğünce arazi tahsisi yapılan bir kamu yatırımın 1/100.000 ölçekli plana işlenmesinin planlama sürecinin doğal ve zorunlu bir parçası olduğu açıktır.
Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ile plan hükümlerinden alt ölçekli planlar yapılırken alana ilişkin ayrıntılı jeolojik-jeoteknik incelemenin ve etüdlerin yapılacağı, 1/100.000 ölçekli dava konusu planda böyle bir çalışma yapılmamasının ölçeği nedeniyle planı kusurlandırmayacağı gibi plan yapılırken alana yönelik verilerin gözönünde bulundurulduğu görülmektedir.
Diğer taraftan, davacının iddialarının daha çok alt öçekli planlara ve ÇED süreci sonunda oluşturulan kararlara yönelik açılacak davanın konusu olabileceği dikkate alındığında Mersin İli, Gülnar İlçesi, Büyükeceli Beldesinde yapımı planlanan "Akkuyu Nükleer Güç Santrali (Nükleer Güç Santrali, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı ve Yaşam Merkezi)" projesi hakkında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürlüğünce verilen 01/12/2014 günlü, 3688 sayılı "ÇED Olumlu" kararı ile dayanağı 25/11/2014 günlü, 29186 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin Geçici 1. maddesindeki "Bu Yönetmeliğin lehte olan hükümleri ve/veya" ibaresinin iptali istemiyle açılan davada, Danıştay Ondördüncü Dairesi'nin 23/11/2017 günlü, E:2014/11695, K:2017/6248 sayılı kararıyla;
"-Davanın, 25/11/2014 günlü, 29186 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin Geçici 1. maddesindeki "Bu Yönetmeliğin lehte olan hükümleri ve/veya" ibaresi yönünden; uyuşmazlığa konu Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin, 2872 sayılı Çevre Kanununun 10. maddesi uyarınca; Çevresel Etki Değerlendirmesine tabi projeleri ve bu projeler için Çevresel Etki Değerlendirme sürecinde uyulması gereken idari ve teknik usul ve esasları belirlemek amacıyla yürürlüğe konulduğu ve 2872 sayılı Kanunun uygulanmasının sağlanmasının ve bu Kanun hükümlerine paralel düzenlemeler içermesinin yürürlüğe konuluş amacının doğal sonucu olduğu hususu göz önüne alındığında, ÇED sürecinde yürürlükte olan ancak ÇED Olumlu kararı verilmeden önce yürürlükten kalkan yönetmelik hükümleri yerine 25/11/2014 tarihli, 29186 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin lehe olan hükümlerinin uygulanmasını sağlayan düzenlemenin, çevre mevzuatına veya çevrenin korunması ilkelerine aykırılık oluşturacağının bir ön kabul olarak değerlendirilemeyeceği, diğer yandan; dava konusu düzenleme ile geçiş döneminde hangi hukuk kurallarının uygulanacağı belirlendiğinden ve bu düzenlemenin ilgililerin başvuru tarihinde lehlerine olabilecek düzenlemenin daha sonraki düzenleme ile kaldırılması halinde müktesep haklarının korunmasına yönelik olduğu şeklinde anlaşılması gerektiğinden, Anayasa Mahkemesi kararlarında da ifade edildiği gibi, hukuk devletinin unsurlarından olan ve hukuk normlarının öngörülebilir olmasını gerektiren “hukuki güvenlik” ilkesi ile maddi hukuk ve usul kurallarının önceden öngörülebilir bir açıklıkta olmasını ve kişilerin haklı beklentilerini bertaraf etmeyecek düzenlemeler yapılmasını gerektiren "hukuki belirlilik" ilkesinin ihlal edildiğini de kabul etmeye olanak bulunmadığı;
- Davanın, 01/12/2014 tarihli, 3688 sayılı "ÇED Olumlu" kararının iptali istemi yönünden ise; Dairelerince yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen rapor ile dosyadaki bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden; davacılar tarafından, dava konusu ÇED Olumlu kararının dayanağı olan Nihai ÇED raporunda, nükleer santrallerin risk potansiyellerinin bilimsel kurallara uygun biçimde ortaya konulmadığı, nükleer santrallerin işletimi sırasında kaza dışında da insan ve çevre sağlığına zararlarının olduğu, bu konuların yeterince değerlendirilmediği, raporda, radyasyonun kanserojen etkilerine, genetik mutasyon ve kromozom anomalilerine yol açtığına ilişkin bilgilere yer verilmediği ve süregelen etkilerinin değerlendirilmediği, ayrıca santralde çalışacak işçiler için radyasyona yönelik bir önlem belirtilmediği, Uluslararası Atom Enerji Ajansının güvenlik prensiplerine yer verilerek, bu prensipler ile ulusal mevzuata uyulacağının taahhüt edilmesiyle yetinildiği, güvenliğin sağlanmasına yönelik olarak alınacak önlemlerin açıklanmadığı, Acil Eylem Planının net bir şekilde tartışılmadığı, yakın çevrenin tahliyesine ilişkin yeterli bilgi bulunmadığı, sağlık koruma bandı mesafesinin 800 metre olarak belirlenmesine karşın, nihai olarak tasarım dökümanında değerlendirildikten sonra tespit edileceğinin ifade edilmesinin çelişkili ve tutarsız olduğu ileri sürülmekte ise de; bilirkişi raporunda; Nihai ÇED raporunda nükleer kazalar, enerji ihtiyacının karşılanması, seçilen teknolojinin yeterliliği ve diğer enerji kaynakları ile karşılaştırılması seçilen teknolojinin alternatif teknolojiler arasındaki yeri, nükleer santrallerin uluslararası denetim usul ve esasları hakkında genel uygulama çerçevesinde projenin uluslararası kriterlere uygunluğu hususlarının ÇED raporunda yeterli derecede ele alındığı ve raporun bu bakımlardan yeterli olduğu, proje uygulaması sırasında alınacak tedbirlerin santralin güvenli işletimi için uluslarası nükleer güvenlik, nükleer güvence denetimi ve nükleer emniyet usul ve uygulamalarındaki kriterlere uygun olduğu, eksiklik olarak belirtilen hususların Ön Güvenlik Analizi Raporu (ÖGAR) aşamasında yer alması gereken hususlar olduğunun belirtildiği, Nihai ÇED raporunda önerilen VVER reaktörlerinin günümüz nükleer santrallerinde kullanılan standartlara uygun bir sisteme sahip olduğu, Uluslararası Atom Enerji Ajansı tarafından önerilen güvenlik ve işletme standartlarına uygun özellikleri bünyesinde taşımakta olduğu, projeden kaynaklanacak tüm çevresel etkilerin; su, hava, toprak kirliliği, gürültü, titreşim, ışık, ısı, radyasyon ve benzeri kirleticilerin miktarının alıcı ortamla etkileşiminin ve bu etkilere karşı alınacak önlemlerin detaylı şekilde incelendiği, alınması planlanan tedbirlerin bilimsel metodlar açısından yeterli özellikleri taşıdığı, alınacak önlemlerin projenin yöre tarımına, su ürünlerine, hayvancılığa, turizme olumsuz etkisinin azalması sonucunu doğuracağı, tüm bu önlemlerle, tesisin çevresindeki söz konusu alanlara ve turizme etkisinin bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeylerde kalacağının belirtildiği, ayrıca davacılar tarafından nihai ÇED raporunda yer almadığı belirtilen hususların dava konusu nükleer tesise yer, inşaat ve işletme lisansı verilmesi aşamasında yer alması gereken hususlar olduğu, nihai ÇED raporunda projenin halk sağlığı açısından olumsuz etkilerinin asgaride kalması için her türlü güvenlik sisteminin bulunduğu ve gerekli önlemlerin alındığı belirtildiğinden, davacıların iddialarının yerinde görülmediği, aynı şekilde; 01/12/2014 günlü, 3688 sayılı "ÇED Olumlu" kararının dayanağı ÇED raporunda, nükleer santralden kaynaklanan atıkların kontrolü, yönetimi, depolanması ve bertarafı konularında açıklık bulunmadığı davacılar tarafından ileri sürülmekte ise de; mahallinde yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen bilirkişi raporunda; Akkuyu NGS için kurulum, işletme ve devreden çıkarma aşamalarında oluşacak katı, sıvı ve gaz formundaki atıklarla ve kullanılmış yakıtlarla ilgili tip, miktar, kimyasal ve fiziksel özellikler, depolama ve bertaraf koşulları, oluşacak emisyonlar ve bunların mevzuatta izin verilen sınırlar içinde kalması konuları ile ilgili Nihai ÇED raporunda kapsamlı bilgi verildiği ve yürürlükteki mevzuata göre izin verilen üst sınırların altında kalınacağının taahhüt edildiği, katı, sıvı ve gaz atık ve kullanılmış yakıtların türleri ve depolama, bertaraf ve emisyon konularında öngörülen tür, miktar ve yöntemlerin bir nükleer santral için uygun olduğu görüşlerine yer verildiğinden söz konusu iddiaların da işlemi kusurlandırır nitelikte görülmediği, bu durumda; ÇED raporunda, gerçekleştirilmesi planlanan projenin, çevreye olabilecek olumsuz etkilerinin belirlenmesi, olumsuz yöndeki etkilerinin önlenmesi ve çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için ilgili mevzuat ile bilimsel esaslar uyarınca gereken tedbirlere yer verildiği ve söz konusu raporda belirlenen eksikliklerin çevrenin korunması yönünden olumsuz etkilerinin olmayacağı hususlarının bilirkişi raporu ile ortaya konulması karşısında, Mersin İli, Gülnar İlçesi, Büyükeceli Beldesinde yapımı planlanan "Akkuyu Nükleer Güç Santrali (Nükleer Güç Santrali, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı ve Yaşam Merkezi)" projesi hakkında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürlüğünce tesis edilen 01/12/2014 günlü, 3688 sayılı "ÇED Olumlu" kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle" davanın reddine karar verildiği, bu kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 20/06/2018 tarihli, E:2018/1068, K:2018/377 sayılı kararıyla onandığı anlaşılmıştır.
Bu itibarla; Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin 6. maddesinde, çevresel etki değerlendirmesi olumlu ya da çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili hiç bir teşvik, onay, yapı kullanım ya da kullanma izni verilemeyeceği hükmünün yer aldığı gözönünde bulundurulduğunda, davacının iddialarının alt ölçekli planlara ve ÇED süreci sonucunda oluşturulan kararlara yönelik açılacak davaların konusu olabileceği, sözü edilen ÇED sürecinde ve bu süreç sonucunda oluşturulan kararda yargı kararı ile mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşıldığı gibi bilirkişi raporunda ÇED sürecine ilişkin eleştirilerin sonra da olsa giderildiği kuşkusuzdur.
Ayrıca, Mersin İli, Gülnar İlçesi, Hürriyet Mahallesi, Büyükece Beldesi sınırlarında planlanan "Akkuyu Nükleer Güç Santrali" için verilen güncelleştirilmiş yer raporunun uygun bulunmasına ilişkin …. tarih ve … sayılı işlemin iptali istemiyle … İdare Mahkemesinin E:… sayılı dosyasında açılan davada … tarihli, K:… sayılı kararla;
"Dava dosyasında mevcut bilirkişi raporu ile diğer bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden; Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin kuruluşuna izin verilen yerin önemli bir kısmının orman vasfında olduğu, 6831 Sayılı Kanunun ilgili hükümlerine göre kesin izin ve irtifak hakkı tesisi için gerekli olan bütün çalışmaların tamamlandığı, orman arazisinin kullanımı yönünden bir sorun görülmediği, Akkuyu mevkiinin su ihtiyacının, Kocasu ve Soğuksu kaynaklarından sağlandığı, su kaynaklarının söz konusu tesislerin içme suyu gereksinimini sağlamak için uygun ve yeterli düzeyde olduğu, proje alanında ve yakınında deniz kıyısında Akkuyu ve Aksaz koylarının yer aldığı, çalışma sonuçlarına göre soğutma suyunun Akkuyu Koyu'ndan alınıp, Aksaz Koyu'ndan boşaltılacağı, belirtilen çalışma sonuçlarına göre soğutma suyunun yeterli miktarda ve kullanıma uygun olduğu, dava konusu santral projesi için hazırlanan yer değerlendirme raporunda jeolojik jeoteknik etüd bilgilerin mevcut olduğu, santral alanının çevresinde bulunan en önemli fayın kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan Ecemiş Fayı olduğu, Akkuyu NGS kuruluş alanının 25 km yakınındaki iki teknonik zon ile sınırlandırılmış bir alanı kapsadığı, dava konusu alanda problemli bir yapının olmadığı, santral sahasının doğu kesiminde Ecemiş Fayı ve batı kısmında ise Hadım Faylarına bağlı olarak yakın geçmişte herhangi bir hareketin gerçekleşmediği, santral mahallinde çığ, su baskını, heyelan ve kaya düşmesi gibi doğal afet riski bulunmadığı, santral kuruluş alanında sıvılaşmaya hassas zeminlerin olmadığı, Eskişehir Fay Zonu, Simav-Sultandağı Fayı, Fethiye-Burdur Fayı, Kıbrıs Hendeği, Ölüdeniz Fayı, Hatay Fayı, Kozan-Savran Fay Zonu, Beyşehir Fayı, Ecemiş Fayı, Tuz Gölü Fayı, Namrun Fayının sismik kaynaklar olarak değerlendirildiği, her kaynak için depremsellik karakteristiklerinin ayrıca belirlendiği, araştırma sonuçları ve bilimsel çalışma sonuçlarına göre anılan fay zonlarının yapılması planlanan nükleer tesise olumsuz etkilerinin bulunmadığı, davacı tarafların dilekçelerinde ve keşif sırasında iddia ettiklerinin aksine sadece 1970'li yıllara ait veri tabanı kullanılarak kuruluş yeri seçiminin yapıldığı iddiasının yerinde olmadığının saptandığı, yeni teknolojiye dayalı yerel deprem ağı ve değerlendirme yazılımları ile Temmuz 2011 tarihinden itibaren proje alanı yakın bölgesinde mikrodeprem izleme çalışmalarının devam etmekte olduğu, dava konusu santral sahasına ilişkin olarak olası bir deprem risk kaydına rastlanmadığı, davacı tarafın dilekçesinde iddia ettiği gibi Ecemiş fayının santral sahası yakınlarına sanıldığından daha fazla yaklaştığı, hatta denizde devamı olduğu iddiasının da bu konuda yapılan deniz sismiği yansıma yöntemi çalışmasından edinilen bilgiler ışığında değerlendirildiği, Akkuyu NGS ÇED Raporu Ek IV. 2.4.-1 sayfa-17'de değinildiği üzere yapılan deniz sismiği yansıma yöntemi çalışmaları neticesinde Ecemiş fayının denizde devamının olmadığının açık biçimde ifade edildiği, diğer yandan Akkuyu NGS ÇED raporunda bölüm IV.2.4.5.2.3.'te sismotektonik model çalışmaları kapsamında Ecemiş fayı için her iki durumun da dikkate alındığı, (Rizzo sismotektonik Model-1 ve Model-2) nihai Çed raporu içeriğinden, sismoteknotik modellerde deprem riski oluşturabilecek bölgesel olası bütün fayların dikkate alındığı, Ecemiş fayının denizde devamının olmadığı veya izinin santral sahasının içinde yer almadığının anlaşıldığı, proje kapsamında jeoloji, jeofizik ve jeoteknik açıdan son derece detaylı zemin ve kaya mekaniği incelemelerinin yapıldığı, proje sahasında zemin ve kaya yapısının santral projesine uygun bir şekilde incelendiği, davacı tarafların dilekçelerinde iddia ettikleri gibi 50 yıllık süreçte örneğin iklim değişikliği nedeniyle kıyılarda oluşabilecek deniz seviyesi yükselmesi ve bu nedenle proje alanının deniz suyu tarafından istilası riskinin modellemede doğrudan dikkate alındığına dair ÇED raporunda tsunami modellemesi ile ilgili bölüm IV.2.4.6’da açık bir ibare bulunmamakla birlikte modelleme çalışmalarında sadece tsunami dalga yüksekliğini değil aynı zamanda gel-gitler, fırtına kabarmaları ve dalga tırmanması gibi etkileri birlikte kümülatif olarak ele aldığı, bu nedenle tsunami dalga yüksekliği üzerine bir emniyet payı ilave edildiği, Akkuyu NGS ÇED raporunda tsunami dalga yüksekliği model sonuçları verilmiş olmasına karşılık tsunami tasarım duvar yüksekliğinin verilmediği, ancak tsunamiye karşı koruma önlemlerinin Akkuyu NGS ÇED raporunda “Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) yetkili uzmanlarının incelemesine tabi olacak santralin Güvenlik Analiz Raporu’nda açıklanacaktır” (Bölüm IV.2.4.6.5 Sonuçlar, sayfa: 162) şeklinde ifade edildiği, davacı tarafların keşif sırasında ifade ettikleri gibi tarihsel depremlerin yetersiz bir şekilde sismolojik veri tabanına dahil edildiği iddiası üzerine nihai ÇED raporunda yapılan incelemede (Bölüm IV.2.4.5.1.1) proje bazında hazırlanan sismolojik veri tabanı tarihsel dönem kayıtlarının ulusal ve uluslararası kaynaklardan yararlanılarak hazırlandığı ve sismolojik çalışmalar için yeterli olduğunun nihai ÇED raporu içeriğinden anlaşıldığı, santralin yapımı aşamasında ÇED raporundaki hususların dikkate alınması aşamasında projenin bitki örtüsü ve orman ekosistemi üzerindeki etkisinin ciddi bir sorun oluşturmayacağı, orman mevzuatına göre bölge için gerekli tüm izinlerin alınmış olduğu, ulusal ve uluslararası yasal düzenlemeler açısından da bir olumsuzluk içermediği, dava konusu santral sahasına ilişkin kuruluş yeri raporuna esas dökümanlar üzerinde yapılan ayrıntılı inceleme ve değerlendirmelerle olası radyoaktivite salımların doz etkilerine ilişkin hesaplama sonuçları dikkate alındığında söz konusu tesislerin çevre yerleşimleri, yerleşik halk ve doğal çevre için önemli bir tehlike riski oluşturmayacağı, dava konusu santralde olası en büyük kaza durumunda, çevreye olabilecek salımların radyolojik etkilerinin ayrıntılı incelendiği, kaza durumunda reaktörden salınabilecek kritik önemdeki fisyon ürünleri için atmosferik dağılım modelleri de dahil, Çernobil ve Fukuşima reaktör kazaları sonuçları da dikkate alınarak, gıda zincirindeki olası bulaşma (kontaminasyon) durumunda halkın tüketimine izin verilen spesifik aktivite (Bq/kg) değerleri hesaplanarak raporda yer aldığı, olası büyük kaza sonuçlarının; halkın radyasyon sağlığına ve güvenliğine ilişkin TAEK mevzuatındaki sınır değerlerin aşılmayacağının gösterildiği, Akkuyu NGS tesisi projesi kapsamında dört reaktörün inşaat alanında güvenli işletme için emniyetli koruma bandının bulunduğu, liman sahası, yakıt depolama tesislerinin kurulacağı alan, konut alanları ve diğer mekanların fiziksel ve nükleer emniyeti dahil, normal işletme ve kaza hallerinde olası çevresel doz etkilerinin halkın radyasyon sağlığını ve güvenliği ile çevreyi koruyabilecek şekilde gerekli olabilecek bütün tedbirlerin alındığı uygun bir reaktör sahasının tesis edilecek olduğu sonucuna varılmıştır.
Gerçekleştirilmesi planlanan projenin yer seçiminin, çevreye olabilecek olumsuz etkilerinin belirlenmesi, olumsuz yöndeki etkilerinin önlenmesi ve çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için ilgili mevzuat ile bilimsel esaslar uyarınca gereken tedbirlere yer verilerek belirlendiği, buna göre, Mersin İli, Gülnar İlçesi, Hürriyet Mahallesi, Büyükeceli Beldesi sınırlarında kurulması planlanan "Akkuyu Nükleer Güç Santrali" için verilen güncelleştirilmiş yer raporunun uygun bulunmasına ilişkin … tarih ve … sayılı işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. " gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir.
Belirtilen yargı süreci sonunda alana ilişkin güncelleştirilmiş yer seçim raporunun uygun bulunmasına ilişkin işlemde mahkeme kararı ile hukuka uygun bulunmuştur.
Bu durumda, yukarıda ayrıntısı ile yer verilen tespitler doğrultusunda dava konusu işlemde şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına, kamu yararına ve mevzuata aykırılık görülmemiştir.
Diğer taraftan, ilan edilmiş turizm merkezlerinin plana işlenmesi yasal zorunluluk olduğundan davacının Kemer ve Kargıcak kıyılarındaki turizm merkezine yönelik iddiaları bakımından da yürütmenin durdurulması koşullarının oluşmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
11-Dava dilekçesinde, planda gösterilen düşük yoğunluklu, geniş alanlara yayılan yerleşmelerin verimsiz arazi kullanımı, yetersiz kamusal alan, tarım alanlarının yapılaşması, yüksek altyapı yatırım maliyeti gibi olumsuzlukları da beraberinde getirebildiği, bu yüzden, yeni gelişme alanları önerilirken, yerleşik doku içerisindeki boşlukların doldurulmasının öncelikli olması ve yoğunluklar da düşük tutularak geniş alanlara yayılmak yerine yoğunluk-alan arasındaki denge uygun değerde tutularak gelişmeye açılacak alanların sınırlandırılmasının gerektiği, bu sayede şehirlerin etrafındaki verimli toprakların korunabileceği, dolayısıyla planın 033 numaralı paftasında, Arpaçsakarlada önerilen lojistik bölgenin, Mersin Büyük Ova Koruma Alanı sınırları içerisinde kalan Atalar ve Adanalıoğlu kırsal yerleşik alanlarının, Kazanlı sahildeki kültür ve turizm koruma ve gelişim alt bölgesi ile Tarsus ile Kazanlı sahildeki turizm tesis alanını bağlayan iki adet ikinci derece yolun, planın … numaralı paftasınında Mersin Büyük Ova Koruma Alanı sınırları içerisinde kalan Mersin Çİçekli'de havalimanınının, Yenice gelişme alanı ve lojistik bölge önerilen bölümlerinin ve planın … numaralı paftasının Bozyazı'da gelişme alanı önerilen bölümünün iptal edilmesi gerektiği iddia edilmiştir.
Savunmada, davacının söz konusu iddialarına yönelik olarak, Mersin ve Tarsus aksı üzerinde önemli yatırım kararlarını içeren bölgede, demiryolu ve karayolu ulaşım bağlantıları da göz önünde bulundurularak, Mersin Limanını barındıran Akdeniz İlçesi’nde entegre ulaşım sisteminin sunduğu olanakların yanı sıra bölgede yer alan sanayi alanlarının yığılma avantajı kullanılarak, Mersin İl bütünü için de hayati öneme sahip olan lojistik bölge işlevinin geliştirilmesinin öngörüldüğü, bu yönüyle, dava dilekçesinde belirtilenin aksine Arpaçsakarlar mevkiinde Lojistik bölge önerilmesinde planlama ilke ve esaslarına aykın bir durumun bulunmadığı, dava dilekçesinde bahsi geçen, Atalar ve Adanalıoğlu Kırsal Yerleşik Alanları, Kazanlı sahildeki “Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi” ile Tarsus ile Kazanlı sahildeki Turizm Tesis Alanını bağlayan iki adet ikinci derece yola ilişkin 033 nolu plan paftasına yönelik iddiaya gelince, söz konusu kullanım kararlarının Mersin Büyük Ova Koruma Alanı sınırları içerisinde önerildiğinin belirtildiği, daha önce de ifade edildiği üzere, “Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri” ile “Turizm Merkezleri”nin, 4957/2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 3. maddesi uyannca, Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri ile Turizm Merkezlerinin Belirlenmesine ve İlanına İlişkin Yönetmelik doğrultusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edildiği ve ilan edilen bu alanların Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği, bu kapsamda, Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edilmiş olan alanların dava konusu çevre düzeni planına işlendiği savunulmuştur.
Diğer taraftan, dava konusu Çevre Düzeni Planının plan hükümlerinin 4.7 sayılı maddesinde, "Kırsal yerleşme alanları: kentsel yerleşme alanları dışında kalan köy ve mezraları kapsayan, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ilgili yönetmeliği uyarınca köy yerleşik alanı veya köy yerleşik alanı ve civarına ilişkin sınır tespiti yapılmış/yapılmamış ve bu planda sınırları şematik olarak gösterilmiş veya plan ölçeği gereği gösterilememiş olan alanlardır. 442 sayılı Köy Kanunu uyarınca belirlenmiş olan alanlar ile 3194 sayılı Kanunun 8 maddesinin (ğ) bendi kapsamına giren kırsal kimlik taşıyan alanlar da bu kapsamdadır" tanımın yer aldığı 8.2 sayılı maddesinde, “Bu planda sınırları şematik olarak gösterilmiş olan kırsal yerleşmeler ile bunların mahalle ve bağlı mezralarını kapsayan alanlarda, koruma ve gelişim ilkelerine uygun imar planlarının hazırlanması esastır, planı bulunmayan köy ve mezralar ile belediye sınırları içine katılarak mahalleye dönüştürülmüş/dönüştürülecek kırsal yerleşmelerin yerleşik alanlarında uygulama imar planları yapılıncaya kadar aşağıdaki koşullar uygulanır." hükmü, 8.2.1 sayılı maddesinde, "Kırsal yerleşme alanlarında, konut, tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar, turizm tesisleri, ticaret üniteleri, kamu hizmetine yönelik yapılar, sosyal ve teknik altyapı alanları, açık ve yeşil alanlar yer alabilir." hükmü, 8.2.2 sayılı maddesinde "Bu alanlarda, konut, tarım ve hayvancılık amaçlı yapılara ilişkin uygulamalar, bu plan ile verilmiş olan yapılanma koşullarını aşmamak kaydıyla, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği ”nin 5. bölümünde belirtilen esaslara göre yapılır. Planlı kırsal yerleşme alanlarında onaylı imar planları geçerlidir" hükmü. 8.2.4 sayılı maddesinde, "İmar planı olmayan kırsal yerleşme alanlarında konut, tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar ile turizm tesislerinde yapılanma koşulları: maks. bina yüksekliği = 6,50 m. (2 kat), maks. Emsal=0,50’dir. Silo, samanlık, yem deposu, vb. yapılar için maksimum bina yüksekliği ihtiyaç doğrultusunda belirlenir." hükmü, 8.2.5 sayılı maddesinde, "Bu alanlardaki yapılaşmalarda, renk, çatı kaplaması, cephede doluluk ve boşluk oranları, bina birim ölçüleri vb. gibi konularda çevre karakteristiklerine uyularak, bölgenin tarihi ve kültürel kimliği korunacaktır." hükmü, 8.2.6 sayılı maddesinde, "İmar planı olmayan kırsal yerleşme alanlarında, yerleşmenin ihtiyacına yönelik olarak ilk ve ortaöğretim tesisi, ibadet yeri, sağlık tesisi, güvenlik tesisi gibi yapılar için imar planı şartı aranmaz. Ancak, bu kullanımların yer seçimi, bağlı bulunduğu belediyesince oluşturulan bir komisyon tarafından, halihazır harita veya kadastro paftaları üzerinde kesin sınırları ile belirlenir. Bu yapı ve tesislere, uygulama projelerine göre, ilgili kurum ve kuruluş adına yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilir. Bu kullanımlar haricindeki tüm kullanımlar için imar planı yapılması zorunlu olup yapılaşma koşulları imar planlarında belirlenecektir." hükmü, 8.2.7 sayılı maddesinde, "Bu planda kırsal yerleşme alanı olarak belirlenen alanların baraj gölü altında kalması durumunda, bu alanlara ilişkin yeni yer seçimleri ve alt ölçekli planları ilgili kurum ve kuruluş görüşleri doğrultusunda, çevre düzeni planı değişikliği yapılmaksızın ilgili idarelerce yapılır ve onaylanır. Onaylanan planlar veri tabanına işlenmek üzere sayısal ortamda Bakanlığa gönderilir" hükmünün yer aldığı, bu kapsamda, dava konusu çevre düzeni planında kırsal yerleşmelerin sınırlarının 1/100.000 ölçeği gereği şematik olarak gösterildiği, bu yerleşmelerin ilgili mevzuat doğrultusunda belirlenmiş yerleşik alanlarında, imar planı yapılıncaya kadar, ancak çevre düzeni planının yukarıda belirtilen hükümleri çerçevesinde uygulama yapılabileceği, dolayısıyla adı geçen kırsal yerleşmelerin Mersin Ovası içerisinde kalması nedeniyle ovadaki tarım topraklarında yapılaşma baskısı yaratmayacağı ileri sürülmüştür.
Ayrıca, dava konu Çevre Düzeni Planının Plan Açıklama Raporunda da açıklandığı üzere, D-400 - Mersin Konteyner Limanı bağlantısından, sahil şeridine paralel devam eden 2. derece bir karayolu aksı önerilerek, bu aksın Atalar yerleşmesi üzerinden kuzeyde Tarsus- Otoyol (Batı) bağlantısı ve Tarsus Çayının batısından kuzeye hareketle Tarsus ilçe merkezine bağlanmasının (dava dilekçesinde bahsedilen Tarsus ile Kazanlı ikinci derece yol bağlantısı) önerildiği, önerilen bu yollarla Akdeniz ilçesinde D-400’ün güneyinde yer alan Karaduvar, Kazanlı yerleşmeleri ve turizm alanlarının ulaşım altyapısının iyileştirilmesi ve bu alanlara olan erişilebilirliğin arttırılması ile Mersin İlinin doğu sahillerinin ana ulaşım aksları ile ilişkisinin kurulmasının hedeflendiği, plan hükümlerinin 7.14 sayılı maddesinde, "Bu planda öngörülen devlet yatırımlarına (demiryolu, karayolu, havayolu, denizyolu v.s. ulaşım güzergahları/elemanları, okul, hastane v.b. sosyal/teknik altyapı yatırımları) ilişkin kullanım kararlarının işlerlik kazanabilmesi için, ilgili kurum/kuruluşça yatırım programına alınması gereklidir. Güzergahlar/yer seçimleri şematik olup ilgili kurum/kuruluşça yapılacak teknik etüt çalışmalarından sonra kesinlik kazanacaktır. Bu planın onayından sonra karara bağlanan devlet yatırımları, bu planın hedef/ilkeleri ve stratejileri doğrultusunda bu plana işlenir.” hükmünün yer aldığı, dava konusu yol bağlantısının, bir plan önerisi olarak çevre düzeni planında yer almakta olduğu, 7.14. maddesi uyarınca, ancak ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri ve yatırımcı kurumun yatırım programına alması ile kesinlik kazanacağı ileri sürülmüştür.
Dava dilekçesinde bahsi geçen, Mersin Çiçekli’deki Havalimanı, Yenice Gelişme Alanı ve Lojistik Bölge önerisine ilişkin olarak söz konusu kullanım kararlarının Mersin Büyük Ova Koruma Alanı sınırlan içerisinde önerildiğinin belirtildiği, üst ölçekli mekansal plan çalışmalannda (çevre düzeni planı çalışmalannda), temel sektörlerden olan ve konut, sanayi, turizm, lojistik gibi farklı arazi kullanımlannın yer seçiminde önemli etkenlerden olan ulaşıma ilişkin hedef, strateji ve plan kararlarının şüphesiz geliştirilmesinin gerektiği, bu yönüyle Mersin-Adana Planlama Bölgesi 1/100.000 Ölçekli Revizyon Çevre Düzeni Planının planlama bölgesinin ulaşıma yönelik kararlarını barındırdığı, ancak, ulaşım, tarım, turizm, sanayi gibi sektörlere yönelik mekansal plan kararlarının, bu sektörlerde çalışan, ülke çapında oluşturulan politika ve stratejilerle bu sektörlere yön veren ilgili kamu kurum ve kuruluşlarımızın sektörel projelerinden bağımsız olarak geliştirmenin, mekansal plan kararlarının uygulanabilirliğini zayıflatan temel faktörlerden olduğu, bu doğrultuda, planlama sürecinin önemli ayağını planlama alanına ilişkin sektörel politikalann/projelerin araştınlmasının, planlama alanına ilişkin diğer verilerle sentezlenerek karar oluşturma sürecinde farklı arazi kullanımları ile entegrasyonunun sağlanmasının oluşturduğu, bu kapsamda, Çukurova Bölgesel Havaalanının, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca geliştirilen yeni bir havayolu projesi olarak dava konusu planda yer almasının sağlandığı ve planın hedef yılına yönelik arazi kullanım kararlarının Çukurova Bölgesel Havaalanı da göz önünde bulundurularak oluşturulduğu, Çukurova Bölgesel Havaalanının yer aldığı plan paftası incelendiğinde, mevcut kırsal yerleşmeler dışında, bulunduğu aksta veya çevresinde, bulunduğu bölgedeki tarım arazileri üzerinde baskı yaratacak veya yapılaşmayı bu bölgeye yönlendirecek herhangi bir kentsel arazi kullanımı öngörüsünün/kararının (konut, sanayi, vb.) yer almadığı ileri sürülmüştür.
Dava dilekçesinde iptali istenilen Yenice gelişme alanına ilişkin olarak, Yenice yerleşiminin, Adana-Tarsus-Mersin gelişme aksında, D-400 Karayolunun çevresinde gelişen bir yerleşim olduğu, bu bölgede mevcut demiryolu hattının, üniversite alanı, kentsel servis alanları, vb. çalışma alanları gibi yeni yatırımların bulunmasının bölgenin gelişimini etkilemekle birlikte yeni kentsel gelişme alanı ihtiyacını da ortaya çıkadığı, ayrıca Yenice'nin, T.C, Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü tarafından Türkiye çapında oluşturulması planlanan ve ulaşım sistemleriyle entegre olma avantajı taşıdığı için lojistik köy olarak adlandırılacak merkezlerden biri olduğu, Mersin’de planlanan havaalanı, serbest bölge ve Türkiye’nin ithalat-ihracat kapılarından biri niteliğindeki limanın varlığı birlikte düşünüldüğünde de, lojistik bölge ihtiyacının gündeme geldiği, buradan hareketle Yenice yerleşmesinde D-400 karayolunun kuzeyinde yer alan bölgede lojistik bölge önerildiği, Yenice yerleşiminin belirtilen bu gelişme potansiyelleri göz önünde bulundurularak da kentsel gelişme alanlarının önerildiği ileri sürülmüştür.
Dava dilekçesinde iptali istenilen, Bozyazı gelişme alanına ilişkin olarak, dava konusu çevre düzeni planının plan açıklama raporunda da ifade edildiği üzere Bozyazı'nın, turizm bölgesine sahip olmasının yanı sıra alternatif turizm potansiyellerine de sahip olduğu, çevre düzeni planı ile tarım faaliyetlerini çeşitlendirmek ve sektöre dayalı sanayi alanlarının kümeleneceği organize tarım alanının, Tekedüzü Mahallesi ile D-400 arasındaki alanda geliştirildiği, bununla birlikte, küçük sanayi alanı ile tali merkez işlevlerinin Bozyazı Merkezde D-400 karayolu üzerinde konumlandırıldığı, tüm bu gelişmelerin ışığında, Bozyazı İlçe Merkezi kentsel nüfusu çevre düzeni planı hedef yılı olan 2035 için mevcut imar planı kapasitesinin, plan döneminde oluşacak gelişme için yeterli olmadığından, yerleşmeye yeni kentsel gelişme alanları önerildiği ileri sürülmüştür.
Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı taraf iddialarının mesnetsiz olduğu savunulmuştur.
Konuya ilişkin Dairemizin E:2014/59 sayılı dosyasında yer alan bilirkişi raporunda:
Mersin Çiçekli’deki havaalanı yer seçimi (Planın O34 paftası), iki ayrı davanın konusudur. Söz konusu havaalanının yer seçimine iki yönüyle itiraz edilmiştir. 2014/59 Esas sayılı davada itiraz konusu havaalanının yer seçiminin yapıldığı bölgenin doğal yapı özelliklerinin korunması ile ilişkilidir. Yeni havaalanının yer seçimine söz konusu bölgenin doğal yapı nitelikleri yönüyle itiraz edilmektedir. Bu davada, davacı TEMA Vakfı, dava konusu havaalanının “önemli doğa alanları sınırları içerisinde kaldığını”, “Çukurova’nın verimli tarım arazilerinin ortasında, tarımsal bütünlüğü bozacak ve çevresinde yapılaşma baskısına neden olacak şekilde yer seçimi” yapıldığını ileri sürmüştür. İkinci itiraz konusu, yer seçiminin üst ölçekli planlamanın kurgusu içinde nasıl ele alındığı ya da alınması gerektiği ile ilişkilidir. 2014/1779 Esas sayılı davada söz konusu havaalanının yer seçimine değil havaalanının çevresi ile ilişkilerinin düzenlenmemiş olmasına itiraz edilmektedir. Davacı Mersin Sanayi ve Ticaret Odası, planda Havaalanı ile Tarsus kıyı kesimi Turizm Bölgesi arasında karayolu erişiminin öngörülmediğini, Havaalanı, Lojistik Merkez ve Konteyner Limanı arasında demiryolu ve otoyol bağlantılarının unutulduğunu ileri sürmüştür. Bilirkişi Kurulumuz, dava konusu yer seçimine yönelik iki itirazın birbirleriyle ilişkilendirilerek değerlendirilmesinde yarar görmektedir. Mersin Çiçekli’de Havaalanı yer seçimi konusu iki yönüyle irdelenmelidir.
Birincisi uçuş güvenliği, yeterli büyüklükte alanın varlığı vb. konulardır. Bir başka deyişle, havaalanı kullanımının zorunlu ölçüleri, koşulları ve standartları açısından söz konusu yerin uygun olup olmadığı ile ilişkilidir. Ancak bu, havaalanı kullanımının kendi mantığı ve teknik gereksinmeleri açısından bir ele alış olacaktır.
İkinci konu, söz konusu yerin kendi koşulları ve özellikleri açısından uygun olup olmadığıdır; örneğin bölgenin koruma zorunlulukları, doğal yapı nitelikleri nedeniyle söz konusu kullanıma ayrılmaması gerektiği konusu. Kuşkusuz her iki uygunluk durumunun denk düşmesi kamusal yararlar açısından en uygun olanıdır.
Dava konusu havaalanının güneyinde kıyı bölgesinde, Dipsiz Göl, Doymaz Gölü, Akyatan Gölü çevresinde “Önemli Doğa Alanı”, “Doğal ve Ekolojik Niteliği Korunacak Alanlar”, “Yaban Hayatı Koruma Geliştirme Alanı” bulunmaktadır. Bu bölgede sulak alan çevresinde Ramsar Sınırları işlenmiştir. Buna karşın, “Koruma Statüsüne Sahip Alanlar”, “Doğal Karakteri Korunacak Alanlar”, “Koruma Alanları” kapsamında yer alan bu alanlar havaalanı içerisinde olmayıp, plana işlenmiş olan havaalanı koruma/risk kuşaklarının da dışındadır. Buna karşın, Bilirkişi Kurulumuz söz konusu yatırım ile verimli ve önemli büyüklükte bir tarım toprağının yitirileceği savına katılmaktadır. Kentsel gelişmenin ister istemez bir anlamda tarımsal ya da tarım amacıyla kullanılabilecek toprağın kaybı olduğu belirtilmelidir. Söz konusu yatırım ve kullanım sonucunda doğal çevrenin ne şekilde etkileneceği konusu Çevresel Etki Değerlendirmesinin konusudur.
Havaalanına yönelik trafiğin, uçak iniş ve kalkışlarının yaratacağı gürültü ve kirlenmenin yakın bölgedeki Koruma Alanları, Yaban Hayatı Koruma Geliştirme Alanı üzerinde yaratabileceği dolaylı etkiler konusu Kurulumuzun uzmanlık alanı dışında kalmaktadır. Bu açıklamalara karşın Kurulumuz, havaalanının yer seçiminden çok –dile getirilen koruma alanlarını içeren- kıyı bölgesinde bir Turizm Bölgesi ile davacı Mersin Sanayi ve Ticaret Odası’nın itirazlarındaki havaalanı ile Turizm Bölgesi arasında –yoğun bir taşıt trafiği yaratması olası- bir karayolu bağlantısı önerisinin koruma alanları açısından daha fazla olumsuz etki yaratacağı düşüncesine sahiptir.
Blirkişi Kurulumuz bu konuda planlama sürecini yönlendirecek bir Çevresel Etki Değerlendirmesi yapıldığını gösteren bir bilgi ya da belgeye dava dosyasında rastlamamıştır. Bununla birlikte, Ülkenin ulaşım politikalarının belirlenmesinin yeri 1/100.000 ölçekli bir planlama çalışması değildir. Mekânsal bir plan ya da planlama, gelişme politikalarının mekânsal olarak akılcılaştırılması ve düzenlenmesidir. Bir havalimanı/havaalanı yer seçimi söz konusu olduğunda, mekânsal planlamanın problemi, planlama esasları ve şehircilik ilkeleri açısından en uygun yer seçiminin yapılması, buna bağlı olarak o yer seçiminin gerektirdiği akılcı düzenlemelerin gerçekleştirilmesi, söz konusu yer seçiminin olumlu etkilerinin ve katkısının diğer sektörler ve kullanımlar açısından önce öngörülmesi, daha sonra da bu olumlu etkilerin en çok kamusal yarar getirecek şekilde düzenlenmesidir. Bu konu, davalı yanıtlarında dile getirilen, “Çukurova Bölgesel Havaalanı’nın, planlama çalışmaları kapsamında, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’ndan elde edilen veriler doğrultusunda plana işlenmesi” konusunun ötesinde, söz konusu yerde bir havaalanının demiryolu, karayolu ve hatta denizyolu ağlarıyla bütünleşme problemlerinin dava konusu planlama ölçeğinde ele alınması beklenirdi.
Davalı “Çukurova Bölgesel Havaalanının dava konusu planla üretilmiş kullanımlar arasında yer almadığını, Çukurova Bölgesel Havaalanı Çevre Düzeni Planının onayı öncesinde Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yer seçimi yapılmış olup gönderilen veriler doğrultusunda plana aktarılmıştır” iddiasında bulunmuştur. Bilirkişi Kurulumuzca, yatırımcı Bakanlığın Bölgesel Havaalanı kararı, planlama sürecinde ulusal ve uluslararası bağlantılarıyla bu ölçekteki bir ulaşım odağının ele alınmasındaki zorunlu mekânsal düzenlemelerle birlikte geliştirilmiş olsa idi, davacının itirazına yer kalmayacaktı. Bu ölçekteki bir planlama, ilgili yatırımcı Bakanlığın öngörülerinin doğru mekânsallaştırılması, akılcılaştırılması, olumlu etkilerinin düzenlenmesi ve olumsuz etkilerinin giderilmesi sürecidir. Diğer yandan, doğru planlama, doğru yer seçimi ile sınırlı değildir. Söz konusu kullanımın çevresindeki kullanımlarla birlikte oluşturacakları düzenin kurulması, buradaki faaliyetin çevredeki olası etkileri kestirilerek önceden düzenlenmesi de planlamanın konusunu oluşturur. Ülkenin ulaşım politikalarındaki tercihler konusunun 1/100.000 ölçekli bir planlamanın konusu olmadığı önceki satırlarda belirtilmiş idi. Buna karşın, planlama bölgesi içinde söz konusu kullanıma yönelik yer seçim seçeneklerinin ortaya konulması ve şehircilik ilkeleri ve planlama esasları açısından en uygun olanın seçilmesinin bu ölçekteki bir planlamanın konusu olduğu belirtilmelidir.
Adana-Tarsus-Mersin bölgesinde yeni bir havaalanının gerekliliği ya da gereksizliği konusunda dava dilekçesinde herhangi bir sav bulunmamaktadır. Benzer şekilde, yer seçimine ilişkin olarak söz konusu kullanımın farklı bir yerde olması konusunda da herhangi bir iddiaya rastlanmamıştır. Bilirkişi Kurulumuz, dava konusu yer seçimine ilişkin irdelemelerini önce Adana Şakirpaşa Havalimanı’na ilişkin değerlendirmelerinden hareketle yapacaktır. Yeni bir havaalanı gereksinmesi, Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın risk koşulları dikkate alınarak değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü Hava Alanları Mânia Kontrol Yönergesinin 7. Maddesinde yer alan “Kısıtlama Uygulanan Sahalar ve Kısıtlamalar”dan hareketle, Bilirkişi Kurulumuzca, 1942 tarihinde kentin yayılım alanını gösteren şema üzerinde risk kuşakları ile kentin yayılımı karşılaştırılmıştır. (Not: Adana kentinin 1942 tarihli kentsel yayılım alanı, İller Bankası Genel Müdürlüğü (1966) Adana İl Analitik Etütleri, Ajans Türk Matbaası çalışmasından derlenmiştir). (Not: Dava konusu plan üzerinde gerek yeni havaalanının gerekse Şakirpaşa ve İncirlik Havaalanlarının “Kısıtlama Uygulanan Sahalar ve Kısıtlamalar”dan hareketle çizilen kuşakları gösterilmiştir. Buna karşın, bu gösterimin ne anlama geldiği ne tür kısıtlamalar içerdiği konusunda ne planın lejant notlarında ne de Planlama Raporunda herhangi bir bilgi verilmemektedir. Bu konunun lejant maddeleri arasında yer almasında yarar bulunmaktadır). Adana Havaalanı’nın inşaatına 1937 yılında başlanmıştır. Herman Jansen tarafından hazırlanmış olan imar planı da aynı tarihlidir. 1940 tarihli Nüfus Sayımı sonuçlarına göre Seyhan İline bağlı Adana Merkez İlçesinin kent nüfusu 88119 kişidir. Aynı nüfus sayımı verilerine göre Mersin ve Tarsus kentlerinin nüfusları sırasıyla 30007 ve 27643’dür. Günümüzün önemli kentsel yerleşme koridorunu oluşturan bu kentlerin nüfusları toplamı 1940 yılında 118769’dur.
Havaalanının o günkü konumu, o tarihlerde nüfusu 100.000’e henüz ulaşmamış bir kent açısından herhangi bir sorun oluşturmamaktadır. O tarihlerdeki kentsel alan, günümüzün havacılık teknolojisinin koşullarına ve standartlarına göre belirlenmiş olan risk kuşaklarının dışında kalmaktadır. Dile getirilen risk kuşaklarının günümüzün uçakları dikkate alınarak belirlenmiş olduğu ve o günün uçaklarının sınırlı kapasitesi dikkate alındığında havaalanının konumunun o tarihlerde kent açısından yarattığı herhangi bir riskten söz etme imkânı bulunmamaktadır. Kentin ölçüleri Havaalanını etkileyecek boyutlarda değildir. Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın şu anki konumunun önemli riskler sunduğu belirtilmelidir. Adana kentinin yoğun yapılaşmış merkez bölgesi risk kuşakları içinde kalmaktadır.
Diğer yandan, Mersin, Tarsus, Adana kentleri bir bütün olarak önemli bir kentsel yerleşmeler koridoru oluşturmaktadır. Yeni bir havaalanı yer seçiminin dile getirilen kentsel yerleşmeler koridoru dikkate alınarak yapılmış olması Bilirkişi Kurulumuzca anlamlı ve yerinde bulunmuştur. Bu kentsel yerleşmeler koridoru üzerindeki kentsel nüfus 2.830.657 olarak hesaplanabilir. Bu kentsel bütünlüğün ve büyüklüğün havaalanı gereksinmesinin, Adana kentinin içinde kalmış olması nedeniyle uçuş güvenliği açısından önemli riskler sunan bir havaalanı ile karşılanması Kurulumuzca olanaklı gözükmemektedir.
Havaalanlarının yer seçimi açısından oldukça geniş bir arazi tükettikleri, bu arazilerin de uçuş güvenliği dikkate alındığında topografik koşullar açısından uygun araziler olması gerektiği açıktır. Çok özel örnekler sayılmaz ise, bunların da çoğunlukla tarıma uygun topraklar oldukları bilinen bir gerçektir. Tarımsal toprağın yitirilmesi kuşkusuz önemli bir sorundur. Buna karşın Bilirkişi Kurulumuz, havayolu taşımacılığı ya da diğer toplu taşımacılık türleri arasında, havayolu taşımacılığının öne çıkarılması konusundaki tercihlerin 1/100.000 ölçekli bir mekânsal planlama kapsamında yapılamayacağı düşüncesine sahiptir. Mekânsal planlama açısından temel sorun alanları, gelişmenin ne olacağı sorusundan çok gelişmenin mekânda düzenlenmesinin sağlayacağı kamusal yararların ve akılcılıkların elde edilmesidir. Bu nedenle, bu ölçekteki bir planlama açısından sorulabilecek soru yeni bir havaalanı şeklindeki bir gelişmenin mekânda nasıl düzenlenmesi gerektiği sorusudur. Bu çerçevede, dava konusu planda öngörülen havaalanının yer seçiminin doğru olup olmadığı, farklı seçeneklerin bulunup bulunmadığı tartışması, şu anki havalimanının koşulları, büyüme imkânlarının bulunup bulunmadığı konularındaki tartışma ile doğrudan ilişkilidir.
Havaalanı şehrin içinde kalmıştır. Yıllık inen ve kalkan uçak sayısı o günün verileri ile karşılaştırılamayacak kadar artmıştır. Havaalanı, yönlenme (kuzey-güney) olanakları yanı sıra topografik veriler ile rüzgâr yönü açısından uygun bir alanda kurulmuş olmasına karşın Adana kent merkezinin ve yerleşim alanlarının büyük bir bölümü havaalanının risk kuşakları içinde kalmaktadır. Havaalanının hizmete girdiği tarihlerde olmasa bile, bugün kent üzerindeki hava trafiği önemli bir risk etkeni oluşturmaktadır. Bunlara, İncirlik Hava Üssü’nün yarattığı riskler eklendiğinde Adana Kenti üzerindeki hava trafiğinin kent açısından önemli riskler taşıdığı belirtilmelidir.
Havaalanı kente çok yakındır. Havaalanından Adana kentine erişim süresi çok kısa olmakla birlikte havaalanından yararlanan Mersin ve Tarsus kentlerinin havaalanına erişim süreleri yüksektir. DLH Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2007 yılında Ülkemizde hava limanı ve hava alanlarına iniş ve kalkış yapan uçak sayısı 688468’dir. Bu sayı 2016 yılı sonunda 1190610’a ulaşmıştır. Aradan geçen süre içinde %72,93’lük bir artış gerçekleşmiştir. Adana Şakirpaşa Havalimanı da benzer artışları yaşamıştır. 2007 yılında toplam 26007 iniş ve kalkış gerçekleşirken bu sayı 2016 yılında 48556’ya ulaşmıştır. Aradan geçen süre içinde Adana’ya yıl içinde inen ve kalkan uçak sayısında %86,70’lik bir artış olmuştur. Mersin-Tarsus-Adana kentsel koridorundaki büyüme etkenleri dikkate alındığında, havayolu taşımacılığındaki payların artmasına bağlı olarak, bu sayıların artması beklenmelidir. Havaalanının stratejik önemindeki ve taşıdığı yükte beklenecek artışların giderek daha fazla risk getireceği dikkate alınmalıdır. Dile getirilen risklerin yalnızca uçak ve yolcularıyla sınırlı olmayacağı belirtilmelidir. İniş ve kalkış güvenliği konusundaki tehlikeler, olası bir kazanın yerdeki sonuçlarını da içermektedir.
Mersin-Adana Bölgesinde öncelikle sanayi ve giderek de turizm sektöründeki büyümeye bağlı olarak havaalanı ile ilgili olarak zaman içinde dile getirilen risk etkeninin boyutlarının daha da artması beklenmelidir. Bu veri kabul edildiğinde risklerin azaltılması konusu bugünkünden çok daha önemli bir soruna dönüşecektir. Şüphesiz, yapı ve insan yoğunluğunun göreli olarak daha az olduğu bölgelerdeki yer seçimleri yeğlenmesi gereken plan kararları olacaktır. Bu açıdan, dava konusu havaalanının yer seçimi Kurulumuzca olumsuz değerlendirilmemiştir.
Adana kentindeki kentsel gelişme ve büyümenin boyutları risk etkenleri açısından havaalanının konumunu zaman içinde tartışmalı hale getirmiştir. Adana gibi değerli tarım topraklarına sahip bir bölgede yeni bir havaalanı yeri seçeneğinin kuşkusuz iktisadi ve toplumsal maliyetleri bulunmaktadır. Bu tartışma ister istemez kent planlamanın alanını aşarak üstün kamusal yararlar konusu ile ilişkili hale gelmektedir. Buna karşın, bu riskler Havaalanının ilk kuruluş yıllarındaki yer seçiminden kaynaklanmamaktadır. Bunun nedenleri, zaman içinde hızlı kentsel gelişmenin yönlendirilmesinde, Havaalanının konumunun dikkate alınmamış olmasında aranmalıdır. Geçmiş yanlışların yinelenmemesi açısından özellikle yeni havaalanı çevresindeki gelişmeler konusunda titiz davranılması, bölgede ve özellikle de risk kuşakları içinde yapılaşmaya izin verilmemesi gerektiği açıktır. Adana Havaalanı’nın kurulduğu dönemde çevresinde herhangi bir yerleşim bulunmamaktadır. Bu, havaalanlarının ve limanlarının planlanması ve tasarımı ilkeleri ve ölçütleri açısından son derece önemlidir. Özellikle yeni havaalanı çevresindeki olası yapılaşma eğilimleri üzerinde dikkatle durulması ve planlamalarda gerekli önlemlerin alınması beklenirdi. Dava konusu planın bu konuda herhangi bir stratejik öngörüde bulunmadığı gözlenmektedir.
Risk etkenlerinin yanı sıra Havaalanının yol açtığı çevresel kirlilikle (hava kirliliği, gürültü kirliliği vb.) doğrudan karşı karşıya kalan bir kent çevresi yaratılmıştır. Havaalanları çevresinde oluşan kirlilik kentsel alan içinde sıkışmakta ve toplanmaktadır. Şakirpaşa Havalimanı ile kent merkezi arasında kesintisiz kentsel alanın varlığı çevresel etkiler açısından sakıncalıdır. Bu yüzden mevcut Havaalanının kullanımında ısrar edilmesinde kamusal bir yarar bulunmamaktadır.
Bölgedeki doğal yapı özellikleri önemli olmakla birlikte Mersin-Tarsus-Adana kentsel yerleşmeler koridorunda –yalnızca talep artışına bağlı olarak değil, mevcut havaalanının kent açısından yarattığı riskler dikkate alınarak- yeni bir havaalanının gerekliliğinden söz edilecek ise dava konusu havaalanının yer seçimi Kurulumuzca uygun değerlendirilmektedir. Bu seçenek karşısında başka bir seçenek yönünde bir itirazın dava dosyasında yer almadığı saptanmaktadır.
Bu açıklamalara karşın, dava konusu havaalanının 1/100.000 ölçekli planlamanın genel kurgusu içinde kapsamlı biçimde ele alınmadığı izlenimi edinilmiştir. Doğru planlamanın doğru yer seçimi ile sınırlı olmadığı, doğru yer seçiminin, çevresindeki olası etkileri ve ilişkileri ile ele alınarak gerekli mekânsal düzenlemeleri de içermesi gerektiğine daha önce işaret edilmişti. Oysa dava örneğimizde bölgesel gelişme açısından önemli etkileri olacak olan yeni havaalanının yer seçiminin yeterince düzenlenmemiş olduğu gözlenmektedir. Bu konu bir sonraki planlama ölçeğinde çözülecek bir konu olarak görülmemelidir. Ulusal ve uluslararası taşımacılık işlevlerine sahip olan bir havaalanı yalnızca bir arazi kullanımı olmayıp ulusal ve uluslararası ağlar içinde bir düğüm noktası özelliğine sahiptir. Bu nedenle, diğer ulusal ve uluslararası ulaşım sistemleriyle nasıl ilişkileneceği konusu önemlidir. Havalimanına erişim kanallarının çeşitlendirilmesi, diğer ulaşım türleriyle ilişkilendirilmesi, havalimanı merkezli bir eklem noktası yaratılması doğrudan 1/100.000 ölçekli bir planlamanın konusu olmalıdır. Havalimanının bölgenin toplu ulaşım sisteminde önemli durak yerlerinden biri olarak çözülmesi beklenirdi. Planın demiryolu ve diğer raylı sistemler ile ana bağlantılarını göstermesi, deniz taşımacılığı ve limanlarla nasıl ilişkilendirileceğinin gösterilmesi üst ölçekli planlamanın konusudur. Başarılı Dünya örneklerinde, önemli havaalanları ulusal ve uluslararası ulaşım sisteminin önemli düğüm noktalarıdır. Havaalanından doğrudan ulusal ve uluslararası diğer ulaşım sistemlerine geçiş ve aktarma kolayca yapılabilmektedir. Bu nitelikteki havaalanlarının, dile getirilen özellikleriyle öne çıkmakta ve önemli bir talebi kendilerine çekmekte oldukları göz ardı edilmemelidir. Havaalanlarının yer seçimleri yanı sıra yol ağı içinde nasıl konumlandıkları, farklı ulaşım türleriyle nasıl bütünleştikleri konusu 1/100.000 ölçekli bir planlamada çözülmesi gereken konulardır. Oysa dava konusu havaalanına ilişkin planlamada bu tür kaygılar taşınmadığı, söz konusu planlamanın, uygun büyüklükte ve konumda bir arazinin bulunmasının ve ilgili paftasının üzerine işlenmesinin ötesine geçemediği gözlenmektedir.
Diğer yandan, dava konusu yer seçiminin bir dönem sonra mevcut havaalanının durumuna benzer biçimde riskli hale gelmesi olasılığına karşı, özellikle risk kuşakları içinde kentsel gelişmenin sınırlanması konusunda planın belirli stratejiler geliştirmesi beklenirdi. Dava konusu planda bu yapılmayarak yeni bir havaalanının gerekçelerini oluşturan konularda yeniden belirsizlikler yaratılmakta olduğu izlenimi edinilmiştir.
Bunların yanı sıra, kentsel alanın içinde kalmış olması sonucunda riskleri nedeniyle yeni bir havaalanının gerekliliğini ortaya çıkaran Adana Şakirpaşa Havalimanı’nın bulunduğu alanın ne olacağı konusunun dava konusu planda ele alınmamış olması ciddi bir eksikliktir. Dava konusu planda Şakirpaşa Havaalanı korunmuş gözükmektedir. Bu havaalanını korumakta ısrar eden bir planlama yaklaşımının yeni havaalanı yer seçiminin gerekçelerini başından geçersiz hale getireceği açıktır. Yeni bir havaalanı öngören bir planın mevcut havaalanı konusunda yaklaşım geliştirmemiş olması Kurulumuzca önemli bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.
Önemli büyüklükte bir arazi ve doğal kaynak tüketecek olan yeni havaalanı karşılığında terk edilecek havaalanı arazisinin doğal bir kaynak olarak yeniden üretilmesi kuşkusuz öğretici olması yanı sıra kentin ova yönünde gelişimini de teşvik etmeyen bir planlama yaklaşımı olacaktır. Dile getirilen neden ve düşüncelerle dava konusu planda, yenisi öngörülen mevcut havaalanının planda gösterilmesi, mevcut havaalanı ile ilgili herhangi bir yaklaşım geliştirilmemiş olması Kurulumuzca yadırganmıştır. Bunun nedeni, Çiçekli’de yeni bir havaalanı öngörüsünün en önemli gerekçesinin mevcut havaalanının yarattığı sorunlardır.
Planda Kentsel Yerleşmelerin Gelişme Alanlarına İlişkin Değerlendirme
Davacının iddialarının önemli bir bölümünü, planlama alanı içerisindeki çok sayıda yerleşme için önerilen gelişme alanları oluşturmaktadır. İtirazların merkezinde ise bu gelişme alanlarının, tarım arazileri ile doğal çevreyi olumsuz etkileyecek nitelikte olması yer almaktadır. Davacı, aşağıda listesi sunulmakta olan kentsel gelişme alanlarının iptal edilmesi gerektiğini savlamaktadır.
Davalı idare, bu iddialara yönelik olarak; havza ve bölge ölçeğinde hazırlanan çevre düzeni planları ile kentsel yerleşme alanlarında yoğunluk kararları getirilmediğini yalnızca yerleşimlerin projeksiyonuna bağlı gelişme potansiyelleri çerçevesinde plan kararları oluşturulduğunu ve kent makroformlarının belirlendiğini, ayrıca alt ölçekli planlara esas teşkil edecek yönlendirici ve düzenleyici kararlar üretildiğini belirtmiştir. Planda, “Kentsel Yerleşik Alan” ve “Kentsel Gelişme Alanı” olarak tanımlanmış alanların yalnızca konut alanı olarak kullanılacağının düşünülmemesi gerektiği, bu alanlarda; konut ve konut kullanımına hizmet verecek sosyal, kültürel donatı ve teknik altyapı tesisleri ile toptan ve perakende ticaret türlerinin de yer alabileceği, dolayısıyla gelişme alanlarının, yerleşimlerin konut ihtiyaçları ile birlikte kent nüfusuna hizmet edecek ticaret, sosyal ve teknik altyapı, yeşil alan, turizm, yol, ticari depolama, küçük sanayi sitesi gibi tüm kentsel ihtiyaçların karşılanacağı alanlar olduğu vurgulanmıştır. Bunların yanı sıra, davalı idare, Kentsel Gelişme Alanlarının belirlenmesinde göz önünde bulundurulan önemli bir etmenin, çevre düzeni planında yer alan yeni yatırım kararları ile yerleşmelerin projeksiyon nüfus hesaplamalarına bağlı olarak öngörülen planlama nüfusları olduğunu belirtmiştir.
Bilirkişi Kurulumuz, dava konusu çevre düzeni planının yeni gelişme alanları ile ilgili yaklaşımına dair genel bir değerlendirme yapmanın uygun olacağı kanaatini taşımaktadır. Davacının belirttiği özel alanlardaki tartışmalı durumlar; planın, belirli büyüklükteki yerleşmelerin nasıl büyüyecekleri ve bu süreçte makroformlarının nasıl geliştirileceği sorularına yanıt oluşturacak genel yaklaşımına ilişkin sorundan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Kurulumuz, tek tek her alan özelinde bir değerlendirme yapmak yerine planın genel yaklaşımındaki sorunlara işaret etmenin daha anlamlı olacağı görüşündedir.
1/100.000 ölçekli bir çevre düzeni planı; bölgesel ölçekte büyük arazi kullanımları ve koruma alanları ile planlama bölgesindeki kentsel ve kırsal yerleşmeleri kapsayan üst ölçekli bir planlama çalışmasıdır. Bu niteliğine uygun olarak çevre düzeni planının gösterim dili; yer yer kesinlik sunan çizgiler, yer yer ise şematik gösterimleri içerir. Önemli koruma ve statü alanları ile bölgesel ve ülkesel ölçekteki sektörel yatırımlara ilişkin arazi kullanım kararlarında kesinlik sunan çizgiler olması beklenirken, kentsel ve kırsal yerleşimlere ilişkin yeni gelişme alanları ve yerel ölçekli kentsel kullanımlara ilişkin kararlarının daha şematik bir dille gösterilmesi gerekir. Bunun nedeni, somut yere özel bilginin aktarıldığı ölçeğin alt ölçekli çalışmalar olmasıdır. Üst ölçekli planlamalarda bu ayrıntılar ölçeğin gereği olarak göz ardı edilmek durumdadır. 1/100.000 gibi üst ölçekli, özellikle de havza veya bölge ölçeğindeki, planlamalarda yerleşmelerin ne yönde büyüyeceklerinin gösterilmesinin anlamı da bulunmamaktadır. Bu sorunun yanıtının, somut yere özel bilginin aktarıldığı alt ölçekli planlamalarda (özellikle 1/5000) verilmesi daha doğru olacaktır. 1/100.000 ölçeğindeki planlamalarda yerleşmelerin, yerleşme kademelenmesindeki yerinin, hangi işlevlerde geliştirileceklerinin gösterilmesi yeterli olacaktır.
Şematik gösterimlere konu olan kullanımlar ile bu kullanımların oluşturacakları mekânsal düzenin alt ölçekli planlama çalışmalarına aktarılması, planlar arasında kademelenme ve üst ölçekli planların genel fikrinin alt ölçeklere taşınması yanı sıra yere özel/uygun kararların üretilmesi ve somut yeni verilerin kullanılması ile üst ölçekli plan kararlarının zenginleştirilmesi imkânını yaratmaktadır. Ancak bu süreç, dikkatle yürütülmesi gereken bir süreç olup, koruma-kullanma dengesinin her aşamada sağlanması ve yeniden kurulması gerekir. Şematik bir dille gösterilen kullanımların, alt ölçekli çalışmalara uygun bir biçimde aktarılabilmeleri ve yere özgü yeni bilgi ve verilerle gözden geçirilip geliştirilebilmeleri için, planlarda yer alacak şematik gösterimler yeterli değildir. Bu gösterimlere konu kararların dayandığı yerleşme ve yapılaşma ilkeleri, planlama esasları, koruma ve kullanıma ilişkin koşullar ve benzeri hüküm ve stratejilerin plan paftalarında ve lejant maddeleri ve/veya plan uygulama hükümleri arasında yer almaları gerekir. Bu tür açıklayıcı ve alt ölçekteki çalışmaları yönlendirici, ilke, hüküm ve stratejilerin yeterli düzeyde tanımlanmaması durumunda, planda şematik olarak yer aldığı düşünülen kararların belirli bir kesinlik arz ettiği algısı/fikri oluşabilir. Bu çerçevede, yerleşmelerin gelişme alanlarının alt ölçekte nasıl planlanacaklarını belirleyen/yönlendiren ilke ve stratejilerin, plandaki gösterimlere eşlik etmemesi durumunda, bu gösterimlerin şematik olduğu ve yeni gelişmenin alacağı biçimin alt ölçekte belirleneceği iddiası havada kalmaktadır.
Mersin-Adana planlama bölgesi, doğal alanlar ve verimli tarım toprakları bakımından oldukça zengin bir bölgedir. Bu bölge için yapılan 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı çalışmasının, planlama alanı içinde verimli tarım alanları ile yaşamsal öneme sahip doğal alanların ve ekosistemlerin yoğunlaştığı kesimlerde yer alan kentsel yerleşmelere yönelik özel bir yaklaşım geliştirmesi beklenir. Bu özel yaklaşımın temel hedefi, ilgili yerleşmelerin makroformlarının gelişimi ile yakın çevrelerindeki doğal alanlar ve verimli tarım topraklarının korunması arasında uyum sağlamak olmalıdır. Diğer bir deyişle, doğal değerlerin yoğunlaştığı alt bölgeleri ve bu alt bölgelerdeki yerleşmeleri, kentsel gelişme ve nüfus artışı baskısından koruyacak ilke ve stratejilerin geliştirilmesi 1/100.000 ölçekli bir üst planın temel hedeflerinden birisi olmak zorundadır.
Bu stratejilerin başında, planlama bölgesi içinde koruma-kullanma dengesinin sağlanması için “kullanma/yapılaşma” açısından görece daha uygun yerleşmelerin belirlenmesi ve özellikle göç kaynaklı nüfus hareketliliğinin bu yerleşmelere yönlendirilmesini özendirecek önlemlerin alınması gelmektedir. Gıda kıtlığının giderek arttığı ve dolayısıyla gıda güvenliğinin toplumlar için önemli bir hedef haline geldiği günümüzde tarımsal toprak gibi önemli bir toplumsal değer ve zenginlik unsurunun korunmasını ve etkin kullanımını sağlamak için nüfus ve kentsel gelişme baskısının yönlendirilmesi amacıyla uygun büyüme odakları belirlenmesi üst ölçekli strateji planlarından beklenen temel işlevlerdendir. Böylelikle, tarımsal potansiyelin yoğunlaştığı alt bölgelerin, nüfus artışı ile bundan kaynaklanan gelişme alanı baskısından kurtarılması ve tarım alanlarının tarımsal amaçlarla kullanılması için gereken olanakların/fırsatların yaratılması sağlanabilir.
Bu bağlamda, üst ölçekli stratejik planlardan beklenen diğer bir temel strateji de, tarımsal ve ekolojik potansiyelleri yüksek alt bölgelerde bulunan yerleşmelerin gelecekteki büyümelerini denetim altına alacak uygun önlem ve politikaları belirlemektir. Böylelikle, hemen her kentte var olan kentsel yayılma/saçılma eğiliminin yerine, kentlerin yakın çevrelerindeki tarım alanlarının ve doğal değerlerin korunmasına olanak tanıyacak ne tür büyüme biçim ve yaklaşımlarının uygulanabileceği konusunda açılım yapılmış olacaktır. Kentlerin büyüme taleplerinin ne kadarının mevcut kentsel alan içinde yoğunlaşarak ya da kentsel dönüşüm projeleri uygulayarak, ne kadarının uydu kentler ve benzeri uygulamalar ile karşılanabileceğine dair kapsamlı incelemeler yapılmalı ve bu incelemeler doğrultusunda alt ölçekli plan çalışmalarını yönlendirecek strateji ve politikalar, dava konusu plan gibi üst ölçekli strateji planlarında belirlenmelidir.
Oysa dava konusu plan, bu tür bir özel yaklaşım geliştirmemekte, planlama alanındaki yerleşmelerin büyüme dinamiklerini mevcut eğilimler çerçevesinde hesaplanan kestirimlerle ele almaktadır. Her ne kadar, plan araştırma ve açıklama raporlarında tarım topraklarının ve doğal alanların korunacağı gibi hedefler ve ilkeler belirtilmekteyse de, planın yerleşmelerin gelişimine yönelik kararları bu hedeflerini destekler nitelikte değildir. Diğer bir deyişle, -en azından yerleşmelerin gelişme alanlarının planlanması açısından- planın ilke ve hedefleri ile mekânsal planlama kararları açısından uyumsuzluk söz konusudur.
Örneğin, planlama bölgesinin güneydoğusunda, önemli doğal alanların (Akyatan ve Agyatan Gölleri, Yumurtalık Tabiat Koruma Alanı vb.) yoğunlaştığı alt bölgede bulunan Karataş yerleşmesinin gelişimine ilişkin kararlar buna iyi bir örnektir. Önemli doğa alanları ve verimli tarım toprakları ile çevrili Karataş yerleşmesi, mevcut durumda kıyı boyunca dağınık ve boşluklu bir yapıda gelişmiş olup, plansız saçaklanma eğilimi gösteren bir kentsel alan olarak dikkat çekmektedir (aşağıdaki resimde görülmektedir). Dava konusu plan gibi bir üst ölçekli planın, oldukça hassas bir bölgede yer alan Karataş yerleşmesinin makroform gelişimini disiplin altına alacak, özellikle ikincil konut gelişmesinden kaynaklanan saçaklanma ve kıyılaşma eğilimlerini denetleyecek ilke ve stratejileri geliştirmesi ve bu yolla alt ölçekli plan çalışmalarına önemli girdiler sağlaması beklenir. Oysa aşağıdaki resimde de görüldüğü gibi dava konusu plan Karataş’taki mevcut saçaklanma ve yaygın gelişme eğilimlerini veri alan tarzda ve mevcut yerleşik alanın 3 katı yeni gelişme alanları öngörülmektedir.
Benzer bir durum, İmamoğlu yerleşmesi yeni gelişme alanları için de geçerlidir. İmamoğlu yerleşmesi, verimli tarım toprakları ile çevrili yaklaşık 30.000 nüfuslu bir kentsel yerleşmedir. Aşağıdaki resimde sunulan uydu görüntüsünden de anlaşılacağı üzere İmamoğlu, dağınık, düşük yoğunluklu ve seyrek dokulu bir gelişme desenine sahiptir. Planın bu yerleşme için gelişme öngörüsü, herhangi bir makroform oluşturma kaygısı ya da tarım topraklarını koruma kaygısı taşımamaktadır. Plan, kentin hemen her yöne yayılarak büyümesini ve bu büyüme sürecine kentin yerleşik alanının şimdikinin yaklaşık iki katı büyüklüğüne ulaşmasını öngörmektedir. Oysa yoğunluk artışı ve içte büyüme olanaklarının kullanılması yönünde bir ilke ile alt ölçekli planlama çalışmaları yönlendirilebilse, kentin çevresindeki tarım toprakları kaybedilmeden gelecekte ihtiyaç durulan kentsel kullanım alanları oluşturulabilirdi. 1/100.000 ölçekli bir planda bu tür öngörüler, somut gelişme alanı öngörüleri şeklinde değil, ilgili yerleşmelerin makroform gelişimine ilişkin plan ilke ve stratejileri olarak yer alabilir.
Dava konusu planın Adana İli Kozan yerleşmesi için öngördüğü gelişme şemasında da makroform (üst biçim) yönetimine ilişkin herhangi bir kaygı ya da tutuma rastlanmamaktadır. Bölgedeki pek çok yerleşme gibi Kozan da dağınık ve düşük yoğunluklu bir biçimde gelişmiştir. Aşağıdaki resimde yer alan uydu görüntüsünden de anlaşıldığı üzere kentin yakın çevresinde verimli tarım alanları ile orman alanları yer almaktadır. Böylesi düşük yoğunluklu ve yaygın kent dokusuna sahip, aynı zamanda son derece değerli tarım toprakları ile çevrili bir yerleşme için en akılcı mekânsal gelişim stratejisi, gelecekteki büyüme talebini kentin mevcut yerleşik alanı içinde çözmektir. Diğer bir deyişle, “içten büyüme stratejisi”nin (grow-in strategy) uygulanmasıdır. Bu stratejinin temel araçları ise, kentsel dönüşüm uygulamaları ile kent içindeki boş alanlarının orta veya yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açılmasıdır. Bu strateji ve araçların kullanılması ile kentte yoğunluk artışı sağlanabilir, mevcut kentsel alan daha etkin kullanılabilir ve kent çevresindeki gelişme baskısı azaltılabilir. Oysa dava konusu plan, böylesi bir yaklaşım yerine, kenti gelişme talebinin olduğu her yönde yayarak geliştirmeyi tercih etmiştir. Kentin tüm yönlerde, adeta yağ lekesi biçiminde gelişmeye devam etmesi öngörülmüştür. Diğer bir ifadeyle dava konusu plan, ölçeği itibariyle konusunu oluşturmayan bir hususa ilişkin karar üreterek bir sonraki ölçeklerde gelişme ve koruma imkânlarını kısıtlamaktadır. Bu sorunlu yaklaşımın bir nedeni planın nüfus kabulleridir. Kozan İlçesinin merkez yerleşmesinin 2012 yılı nüfusu 78.587 kişi olarak belirtilmektedir. Dava konusu plan, 2025 yılı için Kozan Merkez İlçe nüfusunun 138.000-180.000 kişi aralığında olmasını öngörmektedir. Diğer bir deyişle plan, 13 yıllık bir dönemde Kozan kenti nüfusunun 1.8 ila 2.3 kat arasında bir artış göstereceğini öngörmektedir. Bilirkişi Kurulumuz, hem artışın bu denli yüksek olmasının hem de projeksiyon aralığının bu denli geniş tutulmasının nedenlerini anlamakta zorluk çekmiştir. 13 yıllık bir dönem için 42.000 kişilik (mevcut nüfusun yarısı dolayında) tahmin aralığı gereğinden fazla alanın gelişme alanı olarak belirlenmesi sonucunu doğurmakta, bu nedenle de ciddi mali kaynak israfına yol açmaktadır. Bu durum ayrıca, alt ölçekli planlama çalışmaları üzerindeki “imara açma” baskısını da yoğunlaştırmaktadır.
Bu örnekler de göstermektedir ki, dava konusu plan, bölgedeki mevcut yerleşmelerin nüfusunu, belirli planlama hedef ve stratejileri doğrultusunda belirlememiş, geçmiş ve mevcut eğilimler çerçevesinde ileriye yönelik kestirimlerden hareketle artan nüfusun gereksinimine karşılık geleceği düşünülen büyüklükte yeni gelişme alanları açmayı yeterli görmüştür. Yerleşmelerin var olan yerleşik alanlarının ne oranda yapılaşmış olduğu, yoğunlaşma ve dönüşüme yönelik potansiyelleri araştırılmamış, bu yerleşik alanların tümüyle dolu olduğu varsayılmıştır. Bu süreçte ayrıca, onaylı alt ölçek planlarda imara açılan alanların veri alınıp üst ölçek plana aktarıldığı da düşünülmektedir. 1/100.000 ölçekli bir planlama disiplininin olmadığı koşullarda, gelişmeleri kentlerine çekme isteğindeki belediyelerin, gereğinden fazla imarlı alan yaratma çabaları bilinmektedir. Bunun sonucu olarak, ülkemizde çok sayıda küçük belediye çok büyük alanları gelişmeye açmış, bunun sonucu olarak gelişme imkânları olmayan imarlı alanlar stoku ortaya çıkmıştır. 1/100.000 ölçekli bir planlama çalışmasının geçmiş bu yanlışlıkları düzeltmesi ve yerleşmelerin gelişme konularını disiplin altına alması beklenirken, dava konusu planda bu gelişme öngörülerinin 1/100.000 ölçekli plana aynen aktarılması şehircilik ilkeleri ve planlama esasları ile bağdaşmamaktadır.
Bilirkişi Kurulumuz, dava konusu planın, yeni gelişme alanlarının belirlenmesindeki yaklaşımının ciddi sorunlar taşıdığı kanaatindedir. Yeni gelişme alanları belirlenirken kentlerin üst biçiminin (makroformunun) gelişimine ve gelecekte alacağı biçime dair bir kaygı güdülmemiş, yerleşmelerin mevcut eğilimler ve talepler çerçevesinde hemen her yönde yağ lekesi gibi yayılan yeni gelişme alanları ile büyümelerine izin verilmiştir. Oysa güncel şehircilik ve planlama yazını, özellikle iklim değişikliği ve küresel ısınma gibi çevre sorunları ile buna bağlı afet olayları, enerji, su ve gıda kıtlığı gibi sorunlardan hareketle kent formlarını, yapı yoğunluğunu arttırarak daha derişik (compact) tutmanın, bu yolla kentsel yayılma ve saçaklanmayı önlemenin önemini vurgulamaktadır. Kentleri daha az yayılmış ve saçaklanmış bir biçimde geliştirmenin sağlayacağı ekonomik, toplumsal ve çevresel yararları gösteren araştırmaların sayısı her geçen gün artmaktadır. Uluslararası düzeyde bu tür gelişmeler yaşanırken, ülkemizde verimli tarım topraklarının ortasında kalan kentsel yerleşmelerin denetimsiz bir biçimde büyümelerine ve yayılmalarına olanak veren üst ölçekli strateji planlarının yapılması kabul edilebilecek bir durum değildir. Bilirkişi Kurulumuz, dava konusu planın; mevcut eğilimleri plan kararı haline getirerek planlama alanındaki yerleşmelerin daha fazla yayılmasına ve verimli tarım toprakları ile doğal alanların kaybına neden olacak kentsel gelişme sürecinin önünü açan tutumunun planlama ilkeleri ve şehircilik ilkelerine aykırı olduğu görüşündedir.
Dava konusu plan, bölgedeki yerleşmelerin nasıl büyüyecekleri sorunsalını, geçmiş ve mevcut eğilimler çerçevesinde ileriye yönelik kestirimlerden hareketle artan nüfusun gereksinimine karşılık geleceği düşünülen büyüklükte yeni gelişme alanları açarak çözmeyi hedeflemiştir. Bu çerçevede, yerleşmelerin var olan yerleşik alanlarının ne oranda yapılaşmış olduğu, yoğunlaşma ve dönüşüme yönelik potansiyelleri araştırılmamış, bu yerleşik alanların tümüyle dolu olduğu varsayılmıştır. Bu süreçte ayrıca, onaylı alt ölçek planlarda imara açılan alanların veri alınıp üst ölçek plana aktarıldığı da düşünülmektedir. Bu ise oldukça sorunlu bir yaklaşımdır.
Davacı TEMA vakfı, dava konusu planda yer alan sanayi yer seçimi kararlarından bazılarına itiraz etmektedir. Bunlardan ilki, Mut İlçesinin kuzey kesiminde Narlıdere yerleşmesi yakınında önerilen sanayi alanı kararıdır. Diğer itirazlar ise Mersin Yenitaşkent bölgesinde yer alan lojistik alanı ile Mersin-Tarsus 2. OSB gelişme alanına ilave yapılan bölüme yöneliktir.
Narlıdere sanayi alanına ilişkin olarak Davacı, planın O30 nolu paftasında gösterilen ve orman alanları ile çevrili bir bölgede yer alan sanayi alanının, bölgedeki orman varlığını olumsuz etkileyeceği ve ormanların korunmasını güçleştireceği iddialarını öne sürmektedir. Buna karşın, Davalı İdare, Narlıdere ve çevresinde mevcut taş ocaklarının yoğunlukta bulunduğunu, itiraza konu sanayi alanının bu maden ocaklarına hizmet etmesi amacıyla öngörüldüğünü, bölgede çıkarılan hammaddenin işlenmesi amacıyla kurulacak tesislerin (özellikle mermer sanayine yönelik) toplu halde yer almasının çevrenin korunması açısından daha uygun olacağını belirtmektedir. Anlaşıldığı üzere, aşağıdaki resimde gösterilen sanayi alanı kararının dayanağını, bölgedeki mevcut taş ve maden ocakları oluşturmakta, plan bu ocaklardan çıkarılacak hammaddenin yakın bir bölgede işlenmesini öngörmektedir.
Narlıdere yerleşmesi, Mut İlçesinin kuzeyinde, aşağıdaki resimde görüldüğü üzere “orman alanı” ve “önemli doğa alanı” diye tanımlanmış bir bölge içerisinde yer almaktadır. İtiraza konu, sanayi alanı Narlıdere yerleşmesinin hemen güneyinde yer alacak şekilde, “orman alanı” ve “önemli doğa alanı” olarak tanımlı bölge içine konumlandırılmıştır.
Davalı İdare, itirazlara cevaben, her iki kullanım kararının güncel ihtiyaç ve taleplerden yola çıkarak, ilgili mevzuata uygun olarak verildiğini belirtmektedir. Mersin kentinin konumu, ulaşım ilişkileri ile mevcut ve planlanan yatırım kararları göz önünde bulundurulduğunda, lojistik hizmetlerine ilişkin ihtiyaçların organize bir şekilde karşılanmasının kaçınılmaz hale geldiği, bu çerçevede, bölgede yapılan planlama toplantıları sonucunda Mersin Lojistik Platformu öncülüğünde, kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin ortak çalışmaları sonucunda Yenitaşkent'te önerilen “Lojistik Tesis Alanı”nın yer seçiminin yapıldığı ve plana yansıtıldığı ifade edilmektedir. Mersin-Tarsus 2. OSB gelişme alanına ilişkin yer seçimi işlemlerinin ise, 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu kapsamında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın öncülüğünde ilgili kurum ve kuruluşlardan oluşan Yer Seçimi Komisyonu marifetiyle yürütülerek kesinleştirildiği, ayrıca bu alanın dava konusu planda, “OSB Gelişme Alanı” olarak değil “OSB Alanı” olarak gösterildiği belirtilmektedir.
İtiraza konu bölge, Mersin İlinde sanayi faaliyetlerinin yoğunlaştığı ve sanayi-ticaret-ulaştırma sektörlerinde bir kümelenmenin ortaya çıktığı bir alt bölgedir. Bu bölgede çok sayıda sanayi tesisi, organize sanayi bölgesi, akaryakıt depolama alanları, ticaret kullanımları, serbest bölge, liman ve benzeri ulaşım bağlantıları yer almaktadır. Tüm bu kullanımların bu bölgede yoğunlaşması, 1950’lerin ortalarından itibaren yaşanan ekonomik gelişmelerin bir sonucudur. Mevcut eğilimler, bu bölgedeki ekonomik gelişmenin artarak devam edeceğini göstermektedir. Bu çerçevede dava konusu plan, mevcut Mersin Limanının bölgedeki ana liman olarak geliştirilmesini önermekte, bu çerçevede Serbest Bölge ve Sanayi alanları ile Adana-Mersin Karayolu arasında bulunan alanı, liman genişleme sahası olarak öngörmektedir. Planın bu ve bununla ilişkili diğer öngörüleri nedeniyle Mersin’in Türkiye’nin önemli ithalat-ihracat kapılarından biri olma özelliğini artarak sürdüreceği açıktır. Bu da, sanayi ve lojistik sektörlerinde yeni yatırım ve kullanım alanları ihtiyacını beraberinde getirecektir. Dava konusu planın, D400 Karayolunun Mersin kentine yakın bölümünde yer alan mevcut sanayi tesisleri ve OSB alanları ile ilişkili bir şekilde sanayi gelişme alanları ve lojistik alanları önermesinde bir tutarsızlık görülmemektedir. Ayrıca, Davalı İdarenin yanıtlarında belirttiği gibi, 2. OSB alanının yer seçimi süreci, OSB’lerle ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde yürütülmüş ve karara bağlanmıştır. Benzer şekilde, Yenitaşkent Lojistik Alanına ilişkin yerel düzeyde katılımcı bir süreç izlendiği, mevcut sanayi alanları ile güçlü ulaşım bağlantıları olan anlamlı bir bölgede yer seçiminin gerçekleştirildiği ifade edilmektedir. Bilirkişi Kurulumuz, davacının iddialarının aksine, gerek Yenitaşkent Lojistik Alanı gerekse Mersin-Tarsus 2. OSB Alanı kararlarının, planlama esasları ve şehircilik ilkeleri bakımından olumsuzluk taşımadığı kanaatine varmıştır." tespit ve değerlendirmeleri yer almıştır.
Dairemizce yapılan değerlendirmede,
Nükleer santrale ilişkin başlık altında vurgulanan çevre düzeni plalarına yönelik genel değerlendirme ve davaya konu 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planının plan notlarında yerini bulan, bu plandan ölçü alınarak uygulama yapılamayacağı, alt ölçekli imar planlarının yapım aşamasında ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınacağı, tarımsal niteliği korunacak alanlarda ise mutlaka ilgili kurumlardan alınan görüşler doğrultusunda yapılaşma olabileceği hususları ile çevre düzeni planı ölçeğinde getirilen kullanım kararlarının o bölgenin mutlaka yapılaşacağı yönünde olmayacağı genel kabulü ile aşağıda yer verilen alanlara yönelik olarak tek tek değerlendirme yapılmış ve belirtilen sonuçlara ulaşılmıştır.
- Kültür ve turizm koruma gelişim merkezi kararlarının plana veri/girdi olarak yansıtılmasının yasal zorunluluk olması nedeniyle turizm merkezi kararlarında şehircilik ilkelerine planlama esaslarına aykırılık bulunmadığı,
- Mersin Arapçasakarlar ve Yenice'de önerilen lojistik alan kararının uygun olduğu,
- Tarsus ile Kazanlı sahildeki turizm tesis alanını bağlayan iki adet ikinci derece yola ilişkin olarak, 7.14 sayılı plan hükmünde, bu planda öngörülen devlet yatırımlarına (demiryolu, karayolu, havayolu, denizyolu v.s. ulaşım güzergahları/elemanları, okul, hastane v.b. sosyal/teknik altyapı yatırımları) ilişkin kullanım kararlarının işlerlik kazanabilmesi için, ilgili kurum/kuruluşça yatırım programına alınmasının gerekli olduğu, güzergahlar/yer seçimlerinin şematik olup ilgili kurum/kuruluşça yapılacak teknik etüt çalışmalarından sonra kesinlik kazanacağı, bu planın onayından sonra karara bağlanan devlet yatırımlarının, bu planın hedef/ilkeleri ve stratejileri doğrultusunda bu plana işleneceği ifade edildiğinden davacının öne sürdüğü iddiaların planı kusurlandırmayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
-Mersin Çiçeklide havaalanı olarak ayrılan bölümün hedef yatırım kararı olması, eski havaalanının ihtiyaca cevap vermemesi, bilirkişi raporunda da yer seçiminin uygun olduğunun belirtilmesi, yatırım kararının yer seçiminin alt ölçekli planlarda kesinleştirileceği ve çevreyle etkilerinin ilgili mevzuat uyarınca gözetileceği anlaşıldığından bu hususa ilişkin olarak şehircilik ilkelerine planlama esaslarına ve kamu yararına aykırılık görülmemiştir.
-Diğer tarım alanlarında getirilen yerleşik ve gelişme alanların tümüne (Atalar, Adanalıoğlu yerleşik alanları ile Yenice ve Bozyazı gelişme alanlarına ) yönelik olarak ise,
Yenice ve Bozyazı gelişme alanlarında, verimli tarım alanlarının üzerinde mevcut yerleşmelerin neredeyse 2-3 katına varan gelişme alanları önerildiği, yerleşik alanların tümüyle dolu varsayıldığı, potansiyellerin değerlendirilmediği, ayrıca etüd edilmeden plan kararlarının getirildiği, plan notlarıyla bu alanların denetim altına alınmasını denetleyecek kararlar getirilmediği, verimli tarım topraklarının elden çıkmasına yol açılacağı nedenleriyle şehircilik ilkelerine planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık görülmemiştir.
1/100.000 ölçekli Mersin-Adana Çevre Düzeni Planı Revizyonunun 0.33 sayılı plan paftası incelendiğinde, Atalar ve Adanalıoğlu bölgesinde ise herhangi bir gelişme alanı planlanmasının söz konusu olmadığı, bu alanın "kırsal yerleşim alanı" olarak belirlendiği görülmekte olup, planın bu kısmına yönelik değerlendirmenin bu husus dikkate alınarak yapılması gerekmektedir.
Dava konusu planın lejantları arasında, "kırsal gelişme alanı" şeklinde bir gösterimin bulunmadığı, gelişme alanlarının sadece kentsel yerleşmelere yönelik olarak öngörüldüğü anlaşılmakta olup bu haliyle, planda yer alan "kırsal yerleşim alanları" gösteriminin, kırsal yerleşimlerin hem yerleşik hem de gelişme alanlarını kapsadığının kabulü gerekmektedir.
Nitekim, Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği'nin eki EK-1c-Çevre Düzeni Planı Gösterimlerindeki kırsal yerleşim alanına ilişkin lejant da aynı niteliktedir.
Uyuşmazlık, bu husus da göz önünde bulundurularak ele alındığında, üst ölçekli plan olan çevre düzeni planında, kentsel yerleşmeler gibi, kırsal yerleşimlerin de büyüme taleplerinin ne şekilde karşılanabileceğine dair kapsamlı incelemeler yapılması ve bu incelemeler doğrultusunda alt ölçekli plan çalışmalarını yönlendirecek strateji ve politikaların belirlenmesi gerektiği açık olup Atalar ve Adanalıoğlu kırsal yerleşim alanlarında, mevcut yerleşmelerden çok daha geniş bir alanda, verimli tarım arazilerinin üzerinde yerleşim alanları önerildiği, kapsamlı inceleme ve analiz yapılmadan plan kararlarının getirildiği, plan notlarıyla bu alanların denetim altına alınmasını denetleyecek kararlar getirilmediği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, bir çevre düzeni planında olması beklenen alt ölçekli plan çalışmalarını yönlendirecek strateji ve politikalar belirlenmeden, yerleşmeleri çarpık kentsel gelişme ve nüfus artışı baskısından korumaya yönelik ilkeler ortaya konulmadan öngörülen ve kapsamlı inceleme ve analizlere dayanmayan Atalar ve Adanalıoğlu kırsal yerleşim alanları kullanım kararlarında şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uyarlık görülmemiştir.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. 7.30 ve 8.38.3 sayılı plan notları ile tarım alanlarında getirilen Atalar, Adanalıoğlu, Yenice ve Bozyazı kentsel kullanım kararlarının İPTALİNE
2. Diğer açılardan davanın REDDİNE,
3. Davacı tarafından yapılan ve ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam …-TL yargılama giderinin yarısı olan …-TL'nin davacı üzerinde bırakılmasına, …TL'nin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine,
4. Davalı idare tarafından yapılan ve ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam …-TL yargılama giderinin yarısı olan …-TL'nin davalı üzerinde bırakılmasına, …-TL'nin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine,
5. Davalı yanında müdahiller tarafından yapılan ve ayrıntısı aşağıda gösterilen yargılama giderlerinin müdahiller üzerinde bırakılmasına,
6. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca ….-TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, ….-TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine,
7. Posta gideri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra taraflara ve davalı yanında müdahillere iadesine,
8. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen otuz (30) gün içerisinde Danıştay Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 17/05/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.