Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2015/2861
Karar No: 2018/1741
Karar Tarihi: 20.11.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/2861 Esas 2018/1741 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2015/2861 E.  ,  2018/1741 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “hizmet tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Elazığ İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.04.2014 tarihli ve 2013/148 E., 2014/396 K. sayılı karar davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 15.09.2014 tarihli ve 2014/12656 E., 2014/17532 K. sayılı kararı ile;
    "…5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun Geçici 7. maddesi uyarınca davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesidir. Anılan Kanunun 6. maddesinde ifade edildiği üzere, “sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez.” Anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkin olduğundan, özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde, re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
    Eldeki davada, mahkemece davanın kabulüne dair verilen ilk hüküm Dairemizin 2012/6587 E. Sayılı ilamı ile bozulmuş ve davacı adına 23.03.1973 tarihinde işe başladığını gösterir işe giriş bildirgesinin, 1980 yılında Kuruma verilmiş olduğu belirtilerek bu işe giriş bildirgesinin kurum kayıtlarına hangi nedenle geç intikal ettiği, geç intikal hakkında işveren bakımından idari para cezası uygulanıp uygulanmadığı, bu hususta müfettiş raporunun olup olmadığı hususlarının araştırılması gereğine işaret edilmiş ve işe giriş bildirgesinin Kuruma geç intikali konusunda müfettiş raporunun bulunmadığının anlaşılması halinde ise artık hakkın özü canlanmamak üzere ortadan kalktığından davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddi gerekeceği belirtilmiş olmasına rağmen, mahkemece, bozma sonrası yapılan yargılamada bozmaya uyulmuş olmasına rağmen, yeniden davanın kabulü yönünde hüküm tesis edilmiştir.
    Mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine, o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu; mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince; sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde, ikinci bir bozma kararı verilememektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün, 2006/9-508 E., 2006/521 sayılı kararı).
    Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. (Prof. Dr. Baki KURU, Usuli Müktesep Hak (Usule İlişkin Kazanılmış Hak) Dr. A. Recai Seçkin’e Armağan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No. 351 Ankara, 1974, sayfa 395 vd.)
    Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur. (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK).
    Yukarıda belirtilen ilkeler ışığında, usuli kazanılmış hak ilkesi ihlal edilerek yazılı şekilde karar verilmesi de bozma sebebidir.
    O halde, mahkemece, ilk bozma kararı çerçevesinde araştırma yapılmak suretiyle hüküm tesis edilmesi gerekirken, bu yönde yeterli araştırma yapılmadan verilen hüküm, eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olup, usul ve yasaya aykırıdır.
    O halde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları nazara alınmalı ve hüküm bozulmalıdır.…"
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
    Davacı vekili, müvekkilinin yaşlılık aylığı almak amacıyla Sosyal Güvenlik Kurumuna başvurduğunu, ancak aylık talebinin Nuri Şaroğlu unvanlı iş yeri tarafından verilen 23.03.1973 tarihli işe giriş bildirgesi ile 1974, 1978 ve 1979 yıllarına ait çalışma belgelerinin kanuni süresinde verilmediğinden bahisle Kurumca reddedildiğini, oysa ki söz konusu belgelerin işveren tarafından Kuruma geç verilmiş olmasının işveren ile Kurum arasındaki bir sorun olduğunu, müvekkilini ilgilendiren bir husus olmadığını ileri sürerek müvekkilinin Nuri Şaroğlu unvanlı iş yerinde 1973 yılında 58 gün, 1974 yılında 35 gün, 1975 yılında 45 gün, 1978 yılında 10 gün ve 1979 yılında 27 gün olmak üzere toplam 175 gün hizmet süresinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı ... vekili, öncelikle işverenin davaya dâhil edilmesi gerektiğini, diğer taraftan Kurum kayıtlarının tetkikinde iddia edilen çalışmalarla ilgili bildirge ve bordroların yasal süresinde verilmediğinin tespit edildiğini, Kuruma süresinde verilmeyen bildirge ve bordronun geçerli olduğunun kabul edilmesinin Kanuna aykırı olduğunu, Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
    Mahkemece; Kurum tarafından sahteliği savunulmayan bildirimler ve prim belgeleri kabul edilerek çalışma sürelerine ait primlerin tahsil edildiği, bu nedenle kusuru olmayan davacının çalışmalarının Kurum tarafından geçersiz sayılmasının Sosyal Güvenlik hukuku ilkelerine ve hakkaniyete aykırı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Davalı ... vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; davacı adına 23.03.1973 tarihinde işe başladığını belirtir işe giriş bildirgesinin 12.12.1980 tarihinde Kuruma verildiği, ancak mahkemece bu işe giriş bildirgesinin Kurum kayıtlarına hangi nedenle geç intikal ettiği, geç intikal hakkında işveren bakımından idari para cezası uygulanıp uygulanmadığı, bu hususta müfettiş raporunun olup olmadığı hususlarının araştırılmadığı, mahkemece Kuruma geç intikal konusunda müfettiş raporunun bulunmadığının anlaşılması hâlinde ise artık hakkın özü canlanmamak üzere ortadan kalktığından davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddinin gerekeceği, bu tür davalarda çalışmanın gerçekliği, işin ve iş yerinin kapsam ve niteliğiyle süresinin belirlenebilmesi amacıyla gerekli tüm soruşturmanın yapılarak uyuşmazlık konusu hususun, hiçbir kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak biçimde çözümlenip, delillerin hep birlikte değerlendirilip takdir edilerek varılacak sonuç uyarınca bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
    Mahkemece; bozma kararına uyularak yapılan yargılamada Kuruma yazılan müzekkere cevabında iş yeri dosyasının 10 yıllık saklama süresi dolduğundan imha edildiği bu nedenle idari para cezasının kesilip kesilmediği ve teftiş yapılıp yapılmadığının bilinmediğinin bildirildiği, davacıya Kurum tarafından dava konusu çalışmaların kabul edilmediğine ilişkin tahsis talebinde bulununcaya kadar herhangi bir bildirim yapılmadığı, davacının hizmet cetvelinde geçen çalışmaların SGK tarafından kabul edilmediği ve işverenin bu çalışmaları geç bildirdiğini bilebilecek durumda olmadığı ve bu hususu 07.04.2011 tarihli Kurumun cevabi yazısıyla öğrendiğinden davanın hak düşürücü süre nedeni ile reddedilmesinin de hakkaniyete aykırı olduğu, mahkemece dinlenen bordro tanıklarının da davacının çalışmalarını doğruladıkları gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Davalı ... vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Mahkemece; ilk verilen bozma kararı doğrultusunda gerekli araştırmaların yapıldığı, bozma kararında araştırılması istenen başkaca bir husus kalmadığı, diğer taraftan Kurum tarafından müfettiş raporunun olup olmadığının tespit edilemediğinin bildirildiği, bu durumun sigortalı aleyhine müfettiş raporunun olmadığı şeklinde yorumlanmasının, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkına aykırılık teşkil edeceği, kaldı ki dava konusu döneme ilişkin çalışmaların hâlen hizmet cetvelinde göründüğü, tahsis talebinde bulunana kadar bu çalışmaların SGK tarafından kabul edilmediğine ilişkin davacıya herhangi bir bildirim yapılmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davalı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda mahkemece Özel Daire bozma kararına uyulmasının lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hak oluşturup oluşturmadığı, burada varılacak sonuca göre mahkemece ilk bozma kararı çerçevesinde yeterli araştırma yapılmak suretiyle karar verilip verilmediği noktasında toplanmaktadır.
    01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun Geçici 7/1. maddesinde, “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun Geçici 20"inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” düzenlemesinin yer alması ve genel olarak kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağının (mülga) 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve anılan Kanun’un 79. maddesi olduğu kabul edilmelidir.  
    Öncelikle ifade edilmelidir ki, çalıştırılanlar 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin aynı Kanunun 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları Kanun’un 6/1. maddesinde yer alan açık hüküm gereğidir.  
    Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz/kaçak çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır.
    İşverenin bildirim yükümlülüğü ise Kanun’un 79/1. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin 30.07.1964 tarihli ilk hâlinde;
    “İşveren bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların, sigorta primleri hesabına esas tutulan kazançlar toplamı ve prim ödeme gün sayıları ile sigorta primlerini gösteren ve niteliği, usul ve esaslariyle verilme süreleri hazırlanacak tüzükte belirtilecek olan kayıt ve belgeleri Kuruma ve sigortalı hesap kartlarını sigortalılara vermeye veya o ay içinde sigortalı çalıştırmadığını ve ücret ödemediğini süresi içinde yazılı olarak Kuruma bildirmeye mecburdur.” düzenlemesine yer verilmiştir.
    506 sayılı Kanun’un 79/1. maddesi daha sonra 20.06.1987 tarihinde 3395 sayılı Kanun’un 5. maddesi ve 29.07.2003 tarihli 4958 sayılı Kanun’un 37. maddesi ile değişikliğe uğramış, ancak işverenin bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıyı bildirme yükümlülüğüne yönelik düzenleme devam etmiştir.
    İşverenin 79/1. maddede yer alan bildirim yükümlülüğüne uymaması hâlinde sigortalının hakları ise 506 sayılı Kanun’un 79/10. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre ;
    “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.
    Sigortalının çalıştığı bir veya birkaç işte, bu Kanunda yazılı prim ödeme şartını yerine getirmiş olmasına rağmen kendisi için verilmesi gereken kayıt ve belgeler işveren tarafından verilmediği veya verilen kayıt ve belgelerde kazançların veya prim ödeme gün sayılarının eksik gösterildiği Kurumca tespit edilirse, hastalık ve analık sigortalarından gerekli yardım yapılır.”
    Anılan hüküm uyarınca sigortalı, bildirimsiz kalan çalışmalarının tespitini hak düşürücü sürenin işlemeye başladığı, hizmetin geçtiği yılın sonundan itibaren beş yıl içerisinde isteyebilir.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, madde uyarınca dava açma süresi beş yıl olup, beş yıllık bu süre, hak düşürücü süredir. 506 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte beş yıl olan hak düşürücü süre 20.06.1987 tarihli ve 3395 sayılı Kanun’un beşinci maddesiyle on yıla çıkarılmışken, 01.06.1994 tarihli ve 3995 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle, tekrar beş yıla indirilmiştir.
    Bu durumda işe giriş bildirgesi düzenlenmediği, düzenlenmesine karşın kanuni hak düşürücü süre içerisinde Kuruma verilmediği, bu süre içerisinde Kuruma verilen dönem bordroları ile bildirimin yapılmadığı, sigorta primlerinin Kuruma yatırılmadığı, çalışmanın varlığı yönünde sigorta müfettişince herhangi bir saptamanın söz konusu olmadığı durumlarda, hizmetin varlığını ileri süren kişilerin hak düşürücü süre içerisinde yargı yoluna başvurması zorunludur.
    İşverenin çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde düzenlenmiştir. Yönetmeliğin dördüncü kısmında aylık sigorta primleri bildirgesi (SSİY madde 16), dört aylık sigorta primleri bordrosu (SSİY madde 17), sigortalı hesap fişi (SSİY madde 18) vs. işverence verilecek belgeler olarak belirtilmiştir.
    Kural olarak sigortalı bildirimsiz kalan çalışmalarının tespitini, hak düşürücü sürenin işlemeye başladığı hizmetin geçtiği yılın sonundan itibaren beş yıl içerisinde isteyebilir. Bu hak düşürücü sürenin yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca saptanamayan sigortalılar yönünden geçerli olacağı açıktır.
    Diğer taraftan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde sayılan belgelerden birisinin dahi verilmiş olması hâlinde artık Kanun’un 79/10. maddesinde yer alan hak düşürücü süreden söz edilemez. Yargıtay uygulamasında anılan maddede sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun işçinin çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir. Kaldı ki, Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması hâlinde de aynı kabul şekline ulaşılmaktadır. Bu kabul şeklinin temelinde yatan neden hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmi bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabi tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.
    Nihayet belirtilmelidir ki sosyal güvenlik, gelirleri ne olursa olsun, kişilere belirli sosyal riskler karşısında ekonomik güvence sağlama görevine sahip kurum ve kurumlar topluluğu olarak nitelendirilebilir ( Tunçomağ K. : Sosyal Güvenlik Kavramı ve Sosyal Sigortalar, 5.baskı, İstanbul 1990, s: 5). Sosyal güvenlik, her şeyden önce herhangi bir nedenle kısmen ya da tamamen çalışamaz duruma düşen ve bu nedenle gelir kaybına uğrayan, muhtaç duruma düşenlere, insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam düzeyi sürmeleri için gerekli olan geliri sağlar (Tuncay/Ekmekçi, s: 5).
    Sosyal güvenliğin insanları sosyal risklere karşı koruma yükümlülüğü uluslararası hukuk normları ve Anayasa ile güvence altına alınmış ve temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkını doğurur. Bu hak bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi, sosyo – ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır (Arıcı K. : Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s: 95). Diğer bir ifadeyle sosyal güvenlik hakkı ortaya çıkabilecek sosyal riskleri önlemeyi amaçlar (Yargıtay HGK"nın 04.04.2018 tarihli, 2015/10-2678 E., 2018/678 K.).
    Sosyal güvenlik hakkının sosyal risklere karşı sigortalıyı koruma amacı özellikle haktan yararlandırma hususunda şüpheye düşüldüğü durumlarda sigortalı lehine değerlendirmeyi zorunlu tutar. Bu nedenle kanunun çok açık olduğu durumlarda dahi kuşkulu bir durumun varlığı iddia edildiği takdirde, şüphenin sigortalının lehine yorumlanacağı iş ve sosyal güvenlik hukukunun temel ilkelerindendir.
    Eldeki davada Kuruma intikal eden işe giriş bildirgesinin incelenmesinde davacı ...’ın işe alındığı tarih olarak 23.03.1973 tarihinin gösterildiği, ancak işveren Nuri Şaroğlu tarafından işe giriş bildirgesi ile 23.03.1973 tarihinden itibaren 05.09.1979 tarihine kadar geçen çalışmalarına ilişkin aylık sigorta primleri bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu vb. belgelerinin Kuruma 12.12.1980 tarihinde intikal ettirildiği, işveren tarafından işe giriş bildirgesinin ve prim belgelerinin Kuruma 506 sayılı Kanun’un 79/1. maddesinde belirtilen bir aylık süre içerisinde verilmemiş olmasına rağmen Kurumun çalışmaları geçerli sayarak 1973 ile 1979 yılları arasında geçen 235 günlük süreye ilişkin primleri tahsil ettiği, davacının 31.03.2011 tarihinde Kurumdan yaşlılık aylığı talebinde bulunduğu, yaşlılık aylığı talebi üzerine Kurum tarafından yapılan incelemede 23.03.1973 tarihli işe giriş bildirgesi ile yine aynı iş yerine ait 1974, 1975, 1976, 1977, 1978 ve 1979 yıllarına ait çalışma belgelerinin Kuruma kanuni sürede verilmediği gerekçesiyle 1973 ile 1979 yılları arasında geçen 235 günlük sürenin yaşlılık aylığı hesabında nazara alınmadığı ve bu nedenle davacının yaşlılık aylığına hak kazanamadığı anlaşılmaktadır.
    Öte yandan Sosyal Güvenlik Kurumunca işverene ilişkin dosyanın 10 yıllık saklama süresi dolduğundan imha edilmiş olduğu, bu nedenle uyuşmazlık konusu dönemde Nuri Şaroğlu unvanlı iş yerine idari para cezası uygulanıp uygulanmadığının ve teftiş yapılıp yapılmadığının bilinmediği bildirilmiştir.
    Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, işveren tarafından işe giriş bildirgesinin ve pirim belgelerinin 506 sayılı Kanun’un 79/1. maddesi uyarınca süresinde Kuruma intikal ettirilmediği belirgin ise de; iş yeri dosyasının Kurum tarafından imha edilmesi nedeniyle uyuşmazlık konusu dönemde iş yerine yönelik olarak idari para cezası uygulanıp uygulanmadığı ve teftiş yapılıp yapılmadığı hususu açıklığa kavuşturulamamıştır. Kurumun sigortalının çalışmalarını doğrular bir tespitinin bulunup bulunmadığına yönelik belirsizlik ise artık sigortalı aleyhine değerlendirilmemelidir. Aksine düşünce şüphenin sigortalı lehine yorumlanması ilkesini zedeleyecek, sosyal güvenlik hakkının amacına aykırılık teşkil edecektir.
    Sonuç itibariyle iş yeri dosyasının imha edilmesi davacı aleyhine yorumlanamayacağından prim belgelerinin Kuruma intikal ettirildiği tarihte davacının sigortalığının tespit edildiği kabul edilmeli, davacının uyuşmazlığa konu hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan itibaren sigortalılığın tespit edildiği tarihe kadar 506 sayılı Kanun’un 79/10. maddesinde yer alan 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçip geçmediği belirlenmeli, prim belgelerinin Kuruma intikal ettirildiği tarih itibariyle hak düşürücü sürenin dolmadığı tespit edilen süreler ise sigortalılık süresi olarak değerlendirilmelidir.
    Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.
    SONUÇ: Davalı ... vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 20.11.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.





    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi