Sanık T.M..’in cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak suçundan beraatine, yağma suçundan ise 5237 sayılı TCK’nun 149/1-c, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.04.2010 gün ve 111-83 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 30.05.2012 gün ve 2431-11668 sayı ile;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23.02.2010 gün, 2009/8-151 sayılı kararında da belirtildiği gibi, sanıkların yüklenen suçları kurup yönettikleri, üyesi olarak içinde bulundukları çıkar amaçlı suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlediklerinden ötürü 5271 sayılı CMK’nun 250/1 -b maddesine göre özel yetkili ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmış ve 5237 sayılı TCK"nun 220. maddesindeki suçtan sanıkların beraatine karar verilmiş olması nedeniyle inceleme konusu diğer suçların örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş sayılamayacağı açıktır. Beraat kararıyla evrakın bağlantı kuramının kesilmesi, hukuk birliği ilkesi gereği aynı suç için iki farklı usulün uygulanamaması, doğal yargıç ilkesi, savunma hakkı, özel görevli Mahkemenin görev alanının sınırlı oluşu dikkate alınarak görevsizlik kararı verilerek, dosyanın genel görevli ve yetkili Mahkemeye gönderilmesi yerine, yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına oyçokluğuyla karar verilmiş,
Daire üyeleri A. C.. ve M.S. D..; “Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.05.2012 tarih ve 2012/58 E. sayılı kararı dikkate alınarak, dosyanın dairemizce esastan incelenmesi ve karar verilmesi gerektiği” düşüncesi ile karşı oy kullanmışlardır
Yerel mahkeme ise 21.12.2012 gün ve 97-233 sayı ile;
"Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.12.2011 gün ve 200-263 sayılı kararındaki "..Sanık hakkında suç işlemek için örgüt kurma suçundan açılan kamu davasında, yüklenen suçun sabit olmaması nedeniyle sanığın bu suçtan beraatine, araç suç niteliğinde olan ve bağlantı nedeniyle CMK"nun 250. maddesi uyarınca kurulan Ağır Ceza Mahkemesine hitaben düzenlenen iddianamede yer alan kasten öldürme ve 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçlarından cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanına giren suçtan beraat kararı verdiği hükümde, görev alanına girmeyen kasten öldürme ve 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçlarından da yargılamayı sonuçlandırıp mahkumiyet kararı vermesinde dava ekonomisi, adalet dağıtımında istikrar ve çabukluk sağlanması, davaların en hızlı ve doğru şekilde bitirilmesi ilkeleri göz önünde bulundurulduğunda, usul ve yasaya aykırılık olmadığı..." ve 22.05.2012 gün ve 58-208 sayılı kararındaki "...Sanıklar hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme ve bu örgüte üye olma suçlarından açılan kamu davasında, yüklenen suçun sabit olmaması nedeniyle sanıkların bu suçlardan beraatlarına, araç suç niteliğinde olan ve bağlantı nedeniyle CMK"nun 250. maddesi uyarınca kurulan Ağır Ceza Mahkemesine hitaben düzenlenen iddianamede yer alan yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından cezalandırılmalarına karar verilen olayda, Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanına giren suçlardan beraat kararı verdiği hükümde, görev alanına girmeyen yağma ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından da yargılamayı sonuçlandırıp mahkumiyet kararı vermesinde dava ekonomisi, adalet dağıtımında istikrar ve çabukluk sağlanması, davaların en hızlı ve doğru şekilde bitirilmesi ilkeleri göz önüne alındığında, usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır. ..." yönündeki tespitler dikkate alındığında Özel Daire bozma kararı usul ve kanuna uygun bulunmamaktadır" gerekçesiyle ilk hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 02.07.2013 gün ve 154501 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyizin kapsamına göre inceleme, sanık Tuncay Mert hakkında yağma suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire çoğunluğu ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 5271 sayılı CMK’nun 250. maddesi uyarınca kurulan Ağır Ceza Mahkemelerince yargılama yapılarak anılan maddede sayılan suçlardan beraat kararı verilen hallerde, madde kapsamına girmeyen diğer suçlardan yargılamaya devamla hüküm kurulmasının mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; sanığın 23.10.2013 tarihli dilekçesinin temyizden vazgeçme niteliğinde olup olmadığı Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak öncelikle değerlendirilmelidir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel mahkeme direnme hükmünün sanık müdafii tarafından temyiz edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca tebliğname düzenlenerek dosyanın Ceza Genel Kuruluna gönderilmesinden sonra hükmen tutuklu bulunan sanığın cezaevinden Yargıtay C. Başsavcılığına, içeriğinde hakkındaki kararın esas numarasının da yer aldığı “...Yargıtay’da onama bekleyen dosyamın da içtima kararına girebilmesi için dosyamdan aldığım cezamdan da razı olduğum için dosyamın onaylanarak kaldığım ceza infaz kurumuna gönderilmesini” arz ve talep ederim" şeklindeki 23.10.2013 tarihli dilekçeyi gönderdiği anlaşılmaktadır.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı CMUK"nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 310. maddesine göre iki şartın varlığı gereklidir.
Bunlardan ilki süre şartıdır. CMUK"nun 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir. Temyiz süresi bahse konu maddenin 3. fıkrasındaki istisnai durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci şart ise istek şartıdır. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan "Davasız yargılama olmaz" ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. CMUK’nun halen yürürlükte bulunan 305. maddesinin 1. fıkrası ile bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin hükümler dışında kalan kararlarda, süre ve istek şartlarına uygun temyiz davası açılmamışsa hükmün Yargıtay’ca incelenmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan, 5271 sayılı CMK’nun kanun yollarına ilişkin genel hükümlerin düzenlendiği bölümde yer alan “Başvurudan vazgeçilmesi ve etkisi” başlıklı 266. maddesinde;
“(1) Kanun yoluna başvurulduktan sonra bundan vazgeçilmesi, mercii tarafından karar verilinceye kadar geçerlidir. Ancak, Cumhuriyet savcısı tarafından sanık lehine yapılan başvurudan onun rızası olmaksızın vazgeçilemez.
(2) Müdafiin veya vekilin başvurudan vazgeçebilmesi, vekâletnamede bu hususta özel yetkili kılınmış olması koşuluna bağlıdır.
(3) 150 nci maddenin ikinci fıkrası uyarınca, kendisine müdafi atanan şüpheli veya sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurulan kanun yolundan vazgeçildiğinde şüpheli veya sanık ile müdafiin iradesi çelişirse müdafiin iradesi geçerli sayılır” şeklindeki düzenleme ile kanun yoluna başvurulduktan sonra başvurunun geri alınabileceği kabul edilmiştir.
Kanun yolu başvurusunda bulunulması veya bu başvurudan vazgeçilmesi kural olarak asilin iradesine tâbidir. Ancak maddenin 3. fıkrasında buna bir istisna getirilmiş ve onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olan şüpheli veya sanığın, kanun yoluna başvurulması ya da başvurunun geri alınması konusundaki iradesi ile müdafiinin iradesinin çelişmesi halinde asilin değil, müdafiin iradesine üstünlük tanınmıştır.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Ceza miktarı yönünden resen temyize tâbi olmayan yerel mahkeme direnme hükmünün sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edilmesinden sonra sanığın 23.10.2013 tarihli dilekçesi ile “.. Yargıtay’da onama bekleyen dosyamın da içtima kararına girebilmesi için dosyamdan aldığım cezamdan da razı olduğum için dosyamın onaylanarak kaldığım ceza infaz kurumuna gönderilmesini” talep ettiği, sanığın dilekçede açıkça hükmolunan cezaya razı olunduğunu belirtilmiş olması karşısında bu talebinin temyizden vazgeçme niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır. 5271 sayılı CMK"nun 266/3. maddesindeki müdafiinin iradesine üstünlük tanınması gerektiğine ilişkin istisna hali de söz konusu olmadığından sanığın temyizden vazgeçmesi geçerlidir.
Bu itibarla, açılmış temyiz davasından vazgeçilmesi nedeniyle dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Sanık Tuncay Mert"in temyiz isteminden vazgeçmesi nedeniyle dosyanın İNCELENMEKSİZİN MAHALLİNE İADESİNE,
2- Bu hususunun temini için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.12.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.