Esas No: 2017/1351
Karar No: 2018/1623
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1351 Esas 2018/1623 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 11.03.2013 tarihli ve 2011/387 E. 2013/189 K. sayılı kararın taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12.06.2014 tarihli ve 2013/15076 E., 2014/9794 K. sayılı kararı ile,
"...Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istem kısmen kabul edilmiş; karar, taraflarca temyiz edilmiştir.
Davacı, davalının, MHP Kars İl Başkanlığı tarafından düzenlenen iftar programında yaptığı konuşma içeriğinde yer alan ifadelerle, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
Davalı ise, konuşmada davacının ismini zikretmediğini, konuşmada davacıyı hedef almadığını, hükümet tarafından uygulanan politikaların tutarsızlıklarını dile getirdiğini, muhalefet partisi olarak siyasi eleştiride bulunduğunu belirterek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme, davalının muhalefette bulunan bir siyasi parti temsilcisi olarak, Kars İl Örgütü"nde partililere yönelik yaptığı konuşmada kullandığı "Sayın Başbakan, bugün Kaddafi"nin muhaliflerini desteklemek üzere Amerika"nın posta beygiri gibi habire Dışişleri Bakanını gönderiyor" şeklindeki ifadelerin, hakaret niteliğinde olduğu ve eleştiri sınırları aşılarak söylendiği, bu nedenle davacının kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesi ile istemi kısmen kabul etmiştir.
Davacı Dışişleri bakanı, davalı ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli"nin baş danışmanı ve MYK üyesi olup siyasi hüviyete sahip kişilerdir. Tarafların siyasi kimlikleri de göz önünde bulundurulduğunda, konuşma bütünü itibari ile sert siyasi eleştiri mahiyetindedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"nin kararlarında da belirtildiği üzere siyasi hüviyete sahip şahısların kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere de katlanmaları gerekir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğünün sadece "zararsız ve ilgilenmeye değmez olarak görülen bilgi ve fikirler değil aynı zamanda rahatsız eden, şaşırtan ve gücendiren ifadelerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği" belirtilmiş ve bu ifadeler var olmadan "demokratik bir toplum"dan söz edilemeyeceği vurgulanmıştır.
Mahkemece bu yönler gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir..."
gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; Milliyetçi Hareket Partisi Kars İl Başkanlığı"nın düzenlediği iftar programına katılan davalının yaptığı konuşmada müvekkilini hedef alan açıklamalarda bulunduğunu, davalının tüm katılımcıların ve basının huzurunda müvekkilini hedef alarak "Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Avrupa Birliği"nin bölgedeki planlarını yerine getirebilmek için Türk askeri dâhil Devletin bütün imkanları kullanabildiği gibi, Türk Devlet geleneğini ayaklar altına alan bir takım uygulamalar yapıyor. Dün Kaddafi"den ödül alabilmek için çadırının kapısında bekleyen Sayın Erdoğan, onun verdiği ödül ile şereflendiğini söyleyen Sayın Başbakan, bugün Kaddafi"nin muhaliflerini desteklemek üzere "Amerika"nın posta beygiri gibi" habire Dışişleri Bakanını gönderiyor."; "Emekli bir asker olarak diyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti NATO’nun, ABD"nin, AB’nin emrinde değildir. Türkiye Cumhuriyeti dört tane soytarının, dört tane soysuzun, on on beş tane köksüzün, birilerine altın tepside sunacağı bir ülke değildir. Türkiye Cumhuriyeti şehitlerin emanetidir bize." şeklindeki ifadelerle ağır hakaretlerde bulunduğunu, düşünce açıklama ve eleştiri sınırlarını aştığını, davalının beyanları üzerine yazılı ve görsel basında birçok haber yayınlandığını, müvekkilinin başka bir devletin emri ve hizmeti altında çalışmakla, ülkesine ihanet etmekle, görevini kötüye kullanmakla itham edildiğini, kamuoyundaki onur ve saygınlığının zedelendiğini, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 10.000,00TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili; müvekkilinin MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli"nin baş danışmanı ve MYK üyesi olduğunu, Kars MHP il ve ilçe yöneticileri ile Kars MHP Kadın Kollarının bulunduğu bir toplantıda konuşma yaptığını, konuşmanın bütününe bakıldığında davacının hedef alınmadığını, muhalefet partisi olarak siyasi eleştiride bulunduğunu, kullanılan ifadenin hükümetin Libya ve Suriye ile olan iyi ilişkileri bir anda tersine çevirmesine, bunun altında ABD"nin diktesi olduğuna ve bunun için de Amerika"nın posta beygiri gibi yani ABD"nin dikte ettiği şeyleri sonuç vermeyecek şekilde Libya"da uygulamak üzere Dışişleri Bakanını gönderdiğine ilişkin olarak söylendiğini, “posta beygiri gibi” ifadesinin davacıyı aşağılama ya da küçük düşürme kastı olmadan hükümetin Libya politikasına eleştiri maksadıyla ve sonu boş olan bir iş uğruna didinmek anlamında kullanıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davalının bir siyasi parti temsilcisi olarak Kars İl Örgütü"nde partililere yaptığı konuşmada davacıyı kastettiği anlaşılan ifadeler kullandığı, söz konusu konuşma yapıldıktan sonra özellikle yerel medyada Amerika"nın posta beygiri ifadesi ele alınarak geniş olarak kullanılıp yayın yapıldığı, ifadenin etkisinin arttığı, davalının bir siyasi parti ve muhalefet temsilcisi olarak partililerin olduğu bir toplantıda hükümet uygulamalarına yönelik eleştiride bulunma hakkının da bulunduğu, davacının da Dışişleri Bakanı olarak hükümetin bir üyesi olduğu, ancak siyasi eleştirilerin sınırı aşılmadan, kişilik haklarına yönelmeden yapılması gerektiği, davacıya yönelik olduğu anlaşılan "Amerika"nın posta beygiri gibi gönderildiği" şeklindeki ifadelerin hakaret niteliğinde olduğu ve eleştiri sınırları aşılarak söylendiği, bu nedenle davacının kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı tarafından yapılan konuşma içeriğinde kullanılan ifadelerin siyasi eleştiri sınırlarını aşıp aşmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, buradan varılacak sonuca göre davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (TMK m.24), isme saldırı (TMK m.26), nişan bozulması (TMK m.121), evlenmenin butlanı (TMK m.158/2), boşanma (TMK m.174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı BK m.47) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m.49- 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
4721 sayılı TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar yada kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
Dava konusu konuşmanın yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
hükümleri yer almaktadır.
TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel hakları, kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir. Kişisel varlıklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişisel hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) konunun nasıl düzenlendiği ve sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hallerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976). AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Osman Doğru, Atilla Nalbant; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu birçok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü göstermelidir. Elbette siyaset adamının namını koruma hakkı vardır, hatta özel yaşamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Bkz., özellikle, Oberschlick/Avusturya (no:2), 1 Temmuz 1997 tarihli karar, Derleme 1997-IV, s. 1274-1275, § 29 ve adı geçen Lingens/Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986, parag. 42).
Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme"nin 10/1. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini gerçekleştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatır. İfade özgürlüğü, Sözleşme"nin 10/2. madde sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen "haber" veya "fikirler" için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 gün ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 gün ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Konunun iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 25. maddesine göre, herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir ve her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası gereğince herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir ve bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında bu hürriyetlerin kullanılması, sınırlandırılması düzenlenmiş; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği ifade edilmiştir.
Düşünce ve kanaat özgürlüğü sınırının aşılması ve kişilik hakkına saldırı seviyesine ulaşması hâlinde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. (818 sayılı BK m. 49) ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddeleri gereğince manevi tazminat istenebilecektir.
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
Davacının dava tarihi itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, davalının ise Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanının baş danışmanı ve Merkez Yönetim Kurulu üyesi olduğu, davalının MHP Kars İl Başkanlığı tarafından düzenlenen iftar programında yaptığı konuşma içeriğinde davacı hakkında ""Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Avrupa Birliği"nin bölgedeki planlarını yerine getirebilmek için Türk askeri dâhil Devletin bütün imkânları kullanılabildiği gibi, Türk Devlet geleneğini ayaklar altına alan bir takım uygulamalar yapıyor. Dün Kaddafi"den ödül alabilmek için çadırının kapısında bekleyen Sayın Erdoğan, onun verdiği ödül ile şereflendiğini söyleyen Sayın Başbakan, bugün Kaddafi"nin muhaliflerini desteklemek üzere "Amerika"nın posta beygiri gibi" habire Dışişleri Bakanını gönderiyor." şeklinde sözler söylediği, bu konuşmanın yazılı ve görsel basın yayın organlarında yer aldığı hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Bu durumda dava konusu konuşmanın içeriği bir bütün olarak ele alındığında, davalı tarafından kullanılan sözlerin davacının siyasetçi kimliği taşıyan bir kişi olarak katlanması gereken eleştiri sınırlarını aştığı, özellikle "Amerika"nın posta beygiri gibi" ifadesinin çağrıştırdığı anlam itibariyle küçük düşürücü olduğu, yukarıda vurgulanan AİHM içtihatları karşısında, ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kabul edilmelidir.
Hâl böyle olunca, davalının yaptığı konuşmada kullandığı ifadelerin, küçük düşürücü olduğunu ve eleştiri sınırları aşılarak söylendiğini, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu kabul eden direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olup davalı vekilinin hükmedilen miktara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 06.11.2018 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.