Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/3111
Karar No: 2018/1616
Karar Tarihi: 06.11.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/3111 Esas 2018/1616 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/3111 E.  ,  2018/1616 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara Batı 4. Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın kabulüne dair verilen 26.02.2015 tarihli ve 2014/39 E., 2015/45 K. sayılı karar, davacılar vekili ve davalı ... vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 11.02.2016 tarihli ve 2015/12970 E., 2016/2135 K. sayılı kararı ile;
    “…Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
    Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
    Dosya içindeki delil ve belgelere göre, davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde değildir.
    Davalı idare vekilinin temyizine gelince;
    Davacılar murisi Mustafa Sarıyayla"ya Yenimahalle 2. Noterliği kanalıyla çıkartılan 14.09.1987 tarih ve 40229 yevmiye numaralı tebligatın birlikte sakin eşi Münevver Sarıyayla"ya 21.09.1987 tarihinde tebliğ edildiği ve 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde bedel artırım davası açılmadığı, bu itibarla adı geçen davacılar murisi yönünden kamulaştırma bedelinin kesinleştiği anlaşıldığından, davanın reddi yerine gerekçesi gösterilmeden kabulüne karar verilmesi,
    Doğru görülmemiştir…”
    gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, kamulaştırmasız el konulan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
    Davacılar vekili müvekkillerinin Ankara ili Etimesgut ilçesi Yapracık Mahallesinde bulunan 895 parsel sayılı taşınmazın hisseli malikleri olduğunu, taşınmaz üzerinde davalı idareye ait bir yerleşkenin bulunduğunu ve davalı idarenin kamulaştırma işlemi yapmadan dava konusu taşınmazı kullandığını, davacıların taşınmaz üzerinde tasarruf imkânlarının kalmaması üzerine davalı idareye uzlaşma talebi ile müracaatta bulunduklarını, ancak uzlaşma taleplerinin reddedildiğini, müvekkillerinin taşınmazı hukuken ve fiilen kullanamadıklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 2.000,00TL tazminatın uzlaşma başvurusunun yapıldığı tarihten itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiz ile birlikte davalı ... Müdürlüğünden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davacılar vekili 21.11.2014 harç tarihli ıslah dilekçesi ile bilirkişi raporunda belirtilen 41.000,00 TL bedelin tahsilini istemiştir.
    Davalı ... vekili dava konusu taşınmazın Trakya Doğalgaz Boru Hattı Projesi kapsamında davalı idare lehine kamulaştırıldığını, Kıymet Takdir Komisyonu tarafından taşınmazın değerinin belirlendiğini ve bedelin Ziraat Bankasına yatırıldığını, sonrasında da kamulaştırma kararının maliklere tebliğ edilmek üzere gönderildiğini, kamulaştırma tebliğlerinden adresleri bulunamayanlara veya noter aracılığıyla tebligat yapılamayanlara da ilan yoluyla tebligat yapıldığını, Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.09.1994 tarihli ve 1994/816 E., 1999/669 K. sayılı kararı ile davalı idare lehine tescil kararı verildiğini, davacıların dava açma haklarının bulunmadığını, davacıların miras bırakanı adına gönderilen kamulaştırma evrakının, murisin eşi Münevver imzasına 21.09.1987 tarihinde tebliğ edildiğini, ancak murisin tebliğden itibaren 30 gün içinde dava açmadığını ve dava hakkının 21.10.1987 tarihinde sona erdiğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
    Mahkemece kamulaştırma evrakının incelenmesinde davacılara usulüne uygun bir tebligat yapılmadığı, bu hâli ile geçerli bir kamulaştırma işleminin bulunduğundan söz edilmesinin mümkün olmadığı, kaldı ki davacıların murisi Mustafa Sarıyayla adına usulüne uygun yapılan bir ilanın dahi bulunmadığı (hatta soyadının Şenyayla yazdığı), bu itibarla tapu kaydında davacıların murisi adına hissenin olduğu gözetilerek işin esasına girildiği, yapılan yargılama sırasında keşif yapıldığı ve keşif sırasında taşınmaz üzerinde davalı ...’a ait yerleşke ve atölye binalarının bulunduğunun, söz konusu yerin tel örgü ile çevrili olduğunun ve fiilen el konulduğunun gözlemlendiği, sonrasında aldırılan bilirkişi kurulu raporunda da dava konusu taşınmaza fiili el koyma olgusunun bulunduğunun belirtildiği, bilirkişi kurulu raporunun ayrıntılı ve denetime açık, bilimsel verilere uygun olduğu ve bu yönüyle hüküm kurmaya elverişli bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Davacılar vekili ile davalı ... vekilinin ayrı ayrı temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece dosya içerisinde bulunan belgeler ile Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1992/335 E. sayılı dosyasındaki tebligata ilişkin evrakların incelendiği, tebligata yönelik evrakta, kamulaştırma işlemleri sırasında taşınmazda hissedar olan davacılar murisi Habib ve Safiye’den olma 1922 doğumlu Mustafa Sarıyayla adına Ankara Yenimahalle 2. Noterliğinin 14.09.1987 tarihli evrakı üzerinden çıkarılan tebligatın 21.09.1987 tarihinde murisin eşi Münevver imzasına tebliğ edildiğinin belirtildiği, anılan tebligatta taşınmazın 25.375 m2’lik bölümünün Boru Hatları ve Petrol Taşıma A.Ş. lehine kamulaştırıldığının ve kamulaştırma bedelinin Yenimahalle Ziraat Bankasına yatırıldığının ifade edildiği, ancak yapılan incelemede noter tebligat evrakına, davacılar murisine veya eşine yapılan tebligata veya kurum tarafından davacılar murisine ödenen kamulaştırma bedeline ilişkin bir belgeye rastlanılmadığı, kaldı ki davacıların veya murisin, bloke edilen bedeli almadıkları ve anılan dosya üzerinden çıkarılan tebligatların muhataplarına tebliğine ilişkin listelerden başka bir evrakın da bulunmadığı, Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1992/335 E., 1992/990 K. sayılı dosyasında davanın takipsiz bırakılması nedeniyle açılmamış sayılmasına karar verildiği, yine Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/816 E., 1999/669 K. sayılı kararında 895 numaralı parselin kamulaştırılmasına ilişkin kararın davacılar murisine ilanen tebliğ edildiğinin, ilanda ise Mustafa Sarıyayla yerine Mustafa Şenyayla yazıldığının, bu dosyada da usulüne uygun adres araştırması yapılmadığının anlaşıldığı, tapu kayıtlarının incelenmesinde, dava konusu taşınmazın 200/25375 hissesinin 22.09.1958 tarihinden itibaren davacılar murisi Mustafa Sarıyayla adına kayıtlı olduğunun görüldüğü, dolayısıyla davalı idarenin, kamulaştırma işlemlerini usulüne uygun olarak tamamlamaksızın taşınmaza fiilen el koyduğu, tebligat parçası bulunamayan, sadece 12.10.1987 tarihli bir noter yazısına dayanan, tebliğ tarihinin dahi sonradan düzeltildiği (paraf yapılmaksızın) anlaşılan, karara veya dava dilekçesi tebliğine ait olmayan ve açılmamış sayılmasına karar verilen bir dosyadaki bilgiye dayanılarak tebligatın usulüne uygun olarak yapıldığının kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı, taşınmazda asıl işlemin Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/816 E. sayılı dosyası üzerinden yapıldığı, dava dilekçesinin ve kararın Mustafa “ŞENYAYLA” adına ilanen tebliğ edildiği, buna göre usulüne uygun olarak yapılmış bir tebligatın varlığını iddia eden davalı idarenin iddiasını ispatlayamadığı gibi kamulaştırma bedelinin davacılara veya murislerine ödendiği iddiasının da ispatlanamadığı, davacılar vekili tarafından dosyaya sunulan Anayasa Mahkemesinin 2013/3667 E. sayılı ve 10.06.2015 tarihli kararında benzer bir olayda Anayasa Mahkemesince başvurunun kabul edildiğinin anlaşıldığı, bu kararda “usulüne uygun olarak kamulaştırma işleminin ve ilgili belgelerin tebliğ edildiği kabul edilse dahi, taşınmazın hâlen başvurucular adına tapuda kayıtlı olduğu ve idare adına tescil edilmediği, idarenin bu yönden bir girişiminin de olmadığı dikkate alındığında, kamulaştırılmasına karar verilen ancak henüz kamulaştırılmayan ve bedeli ödenmeyen taşınmaz yönünden başvurucuların mülkiyet haklarının bulunduğunda kuşku yoktur.” şeklinde bir açıklamanın yer aldığı, bu durum karşısında davalı tarafça ispatın yapılamaması ve taşınmazın hâlen davacılar murisi adına tapuda kayıtlı olması, yine mülkiyet hakkına yapılan her türlü müdahalenin, kamu yararı amacıyla olsa dahi hukuk sisteminde mevcut usullere göre yapılmasının gerektiği, tüm dosya kapsamından usulüne uygun bir tebligata rastlanılmadığı ve dava konusu taşınmazda kamulaştırma işlemi yapılmaksızın ve taşınmazın bedeli ödenmeksizin el konulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil edeceği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davacılar vekili ve davalı ... vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1992/335 E. sayılı dosyası içerisinde bulunan, Yenimahalle 2. Noterliği kanalıyla 14.09.1987 tarih, 40229 yevmiye numarası ile davacılar murisi Mustafa Sarıyayla adına çıkarıldığı belirtilen ve 21.09.1987 tarihinde “sakin eşi Münevver Sarıyayla’ya tebliğ edildi” şerhi bulunan tebligatın eldeki dava bakımından usulüne uygun olarak yapılan bir tebligat olarak kabul edilip edilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre davacılar murisi yönünden kamulaştırma işlemlerinin kesinleşip kesinleşmediği noktasında toplanmaktadır.
    Konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikle kamulaştırmasız el koyma kavramı ve ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
    Kamulaştırmasız el koyma kavramı, 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 9 Ekim 1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki el koymalar, 05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkındaki Kanun ile “Kamulaştırılmış” sayılmıştır.
    Gerek 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nda gerekse bu Kanunu kaldırarak kamulaştırma konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda; kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına el konulan kimsenin, uğradığı zarar ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemişti. Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi tazminat verilmesini de isteyebileceği, 16.05.1956 tarihli ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme bağlanmıştır.
    Bu noktada 04.11.1983 tarihinde kabul edilip 08.11.1983 gününde yürürlüğe giren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinde, kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan davalarda süre yönünden yirmi yıllık bir sınırlama getirilmiş ise de; bu hükmün, Anayasa Mahkemesinin 04.11.2003 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 10.04.2003 tarihli ve 2002/112 E., 2003/33 K. sayılı kararıyla iptal edilmesi sonucu, idarenin kamulaştırmasız el koyma işlemine karşı hak sahiplerinin dava hakkını yirmi yıl ile sınırlayan hak düşürücü süre ortadan kalkmıştır.
    Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği 04.11.2003 tarihinden sonra ve bu tarihten önceki yirmi yıl içinde taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların, idare aleyhine tazminat ve elatmanın önlenmesi istemiyle süreye bağlı olmaksızın dava açmalarının önünde yasal bir engel bulunmadığı gibi; iptal kararının yürürlüğe girdiği tarihten önceki yirmi yıldan daha önce taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların hak ve durumları da, 30.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 18.06.2010 tarihli ve 5999 sayılı “Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu"na geçici 6. madde eklenmiş ve malikçe tazmin talebinde bulunulması hâlinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi, uzlaşma temin edilemeyen hâllerde dava yoluna gidilebileceği öngörülmüştür. Bu madde ile ilk defa kamulaştırmasız el koyma kavramına kanunlarda yer verilmiş bulunmaktadır.

    Bu düzenlemeden sonra 25.02.2011 tarihinde yayımlanan 6111 sayılı “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un geçici 2. maddesi ile “ Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6"ncı maddesi hükmü, 04.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6"ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır” hükmü getirilmiştir.
    Ne var ki, anılan bu madde Anayasa Mahkemesinin 01.11.2012 tarihli ve 2010/83 E., 2012/169 K. sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararının 30.05.2013 tarihinde yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır.
    Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine, 30.05.2013 tarihinde kabul edilip 11.06.2013 günlü Resmî Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı “Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 21. maddesi ile 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu"nun geçici 6. maddesinde değişiklik yapılmıştır.
    Diğer taraftan, kamulaştırmasız el koyma müessesesi, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve kanunlara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız el koymada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.
    Ancak kamulaştırmasız el koyma ile kamulaştırmanın konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır. Her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız el konulmuş olması gereklidir. Kamulaştırmasız el koymada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın gerekse kamulaştırmasız el koymanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.
    Yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız el koyma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen el koyma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.
    Kamulaştırmasız el koyma hâlinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmaktadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 tarihli ve 1958/17 E., 1959/15 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).
    İlgili yasal düzenlemelere bakılacak olursa;
    Modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Malikin hem yetkileri hem de yakınlarına ve topluma karşı ödevleri bulunmaktadır. Modern mülkiyet anlayışına göre, hakkın kapsamında yer alan ödevler, mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları, kamu yararı amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak düşünmelidir.
    Görülmektedir ki, mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Başka bir deyişle, kanun koyucunun malikin yetkilerini sınırlamak yetkisi, 1982 Anayasası"nın 35. maddesinin 2. fıkrasında sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun” dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne dokunamaz.
    1982 Anayasasında modern mülkiyet anlayışı benimsenmiştir ve 1982 Anayasası mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi öngörmektedir.
    2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, “Mülkiyet Hakkı” başlıklı 35. maddesi:
    “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
    düzenlemesini getirmiştir. 35. maddede mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır:
    Birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın varlığı anayasal bir hak olarak saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir. Mülkiyetinde olan şeyi dilediği gibi kullanabilir. Başkalarının o şeye el koyması durumunda onun el koymasının önlenmesini ve bu hakkının korunmasını dava yolu ile isteyebilir.
    Mülkiyet hakkının bu görünümü kural olarak sınırsız ve kısıtlamasızdır.
    Kutsal, sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin 2. ve 3. fıkraları ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır.
    İkinci fıkra uyarınca: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”. Demek ki kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz olarak burada kamu yararı vardır, denilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel kişisi mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama koyamaz. Öyle ise bu fıkranın içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan kamu yararı olsa bile mülkiyet hakkına el uzatılamaz. Kanunun olanak tanıdığı yerde de kamu yararı bulunmalıdır.
    Anayasa’nın 35. maddesinin ikinci fıkrasında kastedilen kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlanması, 46. maddede “Kamulaştırma” olarak ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
    Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma” başlıklı 46. maddesi; “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
    Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
    Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.
    İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
    hükmünü içermektedir.
    Ancak anılan maddede öngörülen koşullar gerçekleştiğinde, mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte ve karşılığı ödenmek suretiyle malı elinden zorla alınmaktadır.
    1982 Anayasası’nın 35. maddenin 3. fıkrası, mülkiyet hakkına bir sınırlama daha koymuştur. Bu fıkrada, “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun ne olduğunu göstermiştir.
    Dikkat edilecek olursa; 1982 Anayasası’nda mal sahibinin kullanma hakkı, 35. maddenin 2. fıkrasında “kamu yararı”, 3. fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise de; her iki durumda da, taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir.
    Yine Anayasa’nın “mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını” içeren 35. maddesi ile Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi (mülga 743 sayılı TKM m. 618) hükümlerinin birlikte incelenmesinden varılan sonuç, Türk Hukukunda mülkiyet hakkının sosyal (modern) mülkiyet anlayışıyla düzenlenmiş olduğudur.
    743 sayılı Türk Kanunu Medenisi ve bu Kanunu ilga eden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Dördüncü Kitabında ilkin, mülkiyet hakkı düzenlenmiş; ne var ki 683. madde (743 sayılı TKM m. 618) ile bir tanım verilmemiş, sağladığı yetkilerin belirtilmesiyle yetinilmiştir.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Mülkiyet Hakkının İçeriği” başlıklı 683. maddesine göre;
    “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

    Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.”
    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi (mülga 743 sayılı TKM m. 618) uyarınca, malik, eşya üzerinde ancak hukuk düzeninin sınırları içinde tasarruf edebilecektir. Dolayısıyla mülkiyet, kişilere, eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Bu hak, malikin gerek yetkilerini ve gerekse komşularla topluma karşı olan ödevlerini kapsamakta, böylece mülkiyetin özü, yetki ve ödevlerden oluşmaktadır.
    Mülkiyet hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma, satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi, eşya üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmıştır.
    Malikin eşya üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş bulunmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesine (mülga 743 sayılı TKM m. 618) göre malik, eşyayı hukuka aykırı olarak elinde bulunduran ya da eşyaya el koyan kişilerden onun geri verilmesini isteyebileceği gibi, yine hukuka aykırı olarak zilyetliğine yapılan el koymaların önlenmesini, taşkınlıkların giderilmesini de isteme hakkına sahiptir.
    Bu suretle, mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin müeyyidesi olan dava hakları malike tanınarak mülkiyet korunmuştur. Kanunun deyimiyle, “istihkak ve elatmanın önlenmesi” istemleri mülkiyet hakkından doğup, varlıklarını mülkiyet hakkına ayrılmaz bir biçimde bağlı olarak sürdürürler.
    Mülkiyet hakkının içeriğine giren ödevler ise; yapmama, katlanma ve yapma ödevleridir. Komşuluk hukukuna ilişkin ödevler yapmama ödevine, kar, yağmur ve tutulamayan kaynak sularını kabule zorunluluk katlanma ödevine, taşınmaz mallar için vergi, resim ve harç ödeme yükümlülüğü de yapma ödevine örnek olarak gösterilebilir.
    Bütün bu anlatılanların ortaya koyduğu sonuç şudur; mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli kendine özgü bir haktır.
    O hâlde malik mülkiyet hakkına dayanarak, mülkiyete ilişkin yetkilerin kullanılmasında, hukuksal bir nedene dayanılmadan üçüncü kişilerin engellemesi ile karşılaştığı takdirde, el koymanın önlenmesi davası açabilecektir. Açıktır ki, bu gibi davranışlarla ihlal edilen, Anayasal ve yasal bağlamda teminat altına alınmış bulunan, mülkiyet hakkıdır.
    Burada, davranışların haksız olması ve bir hakka dayanmaması yeterli olup, kusurun bulunması gerekli değildir. Malikin, mülkiyet hakkını, engellemenin varlığını ve nedensellik bağının bulunduğunu ispatlaması gerekli ve yeterlidir (Hukuk Genel Kurulu"nun 15.12.2010 tarihli ve 2010/5-662 E., K:2010/651 K. sayılı kararı).
    Öte yandan, Türkiye’nin 18 Mayıs 1954 tarihinde onaylamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başlangıçta mülkiyete ilişkin bir kural içermemekle birlikte, sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce mülkiyet hakkının da yer almasına yönelik bir protokol oluşturulmuş ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme"ye Ek Protokol imzalanmıştır.
    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Eki Birinci Protokolün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde:
    “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
    Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
    şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
    Buna göre protokolün birinci maddesi mülkiyetin korunmasını düzenlemekte olup; bu madde üç kuraldan oluşmaktadır. Bu kuralların ilki mülkiyet hakkına saygı duyulması biçiminde genel ilkedir. İkincisi mülkiyet hakkından kamu yararı nedeniyle hukuka uygun olarak yoksun bırakılmasının meşruluğu ilkesidir ve nihayet üçüncüsü, mülkiyet hakkının kamu yararına uygun olarak kullanılmasının düzenlemesinin yine meşru bir müdahale sayılacağı ilkesidir.

    Bu bağlamda kamulaştırmasız el koyma iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürüldüğü zaman, mahkeme meşru müdahalelerin olup olmadığını incelemekte, meşru bir müdahale yoksa mülkiyet hakkına saygı duyulmadığına ve hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir.
    Diğer yandan, 16.5.1956 tarihli ve 1956/1 E., 1956/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;
    “Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine meni müdahale davası açmağa hakkı olduğuna, ancak dilerse bu fiili duruma razı olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulünün bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve isteyebileceği bedelin de mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki bedel olduğuna 16.05.1956 tarihinde ilk toplantıda ittifakla karar verildi.”
    şeklinde bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir.
    Yine Yargıtayın 16.5.1956 tarihli ve 1954/1 E., 1956/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, gayrimenkulünün bedelinin tahsiline ilişkin olarak, gayrimenkulünü yola kalbeden hükmü şahsiyeti aleyhine açacağı bedel davasında müruruzamanın mevzuubahis olamayacağına ve hu itibarla da, hadisede Borçlar Kanunu"nun 66. maddesinin tatbik kabiliyeti bulunmadığına...” karar verilmiş, kamulaştırmasız el koyma halinde açılacak bedel davalarının zamanaşımına bağlı olmadığı belirtilmiştir.
    Mülkiyet hakkına ilişkin bu açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; dava konusu 895 parsel sayılı taşınmazın başında yapılan keşif sırasında; taşınmazın Botaş yerleşkesi içerisinde olduğunun, üzerinde bir kısım atölye binalarının bulunduğunun ve etrafının Botaş yerleşkesi ile çevrili olduğunun gözlemlendiği hususunun zapta geçirildiği, bu itibarla taşınmazın davalı ... tarafından kullanılmakta olduğunun belirlendiği anlaşılmaktadır.
    Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/816 E., 1999/669 K. sayılı dosyası içerisinde bulunan ve ilan yolu ile yapılan tebligatların gösterildiği gazete sayfasında 73. sırada “Mustafa Şenyayla” isminin yazılı bulunduğu, karşısındaki adres bilgilerinin ise “ “Küçük Langa Caddesi No: 144 İstanbul” olarak belirtildiği,
    Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1992/335 E., 1992/990 K. sayılı dosyası içerisinde bulunan Yenimahalle 2. Noterliğinin 12.10.1987 tarihli tutanağında “Muhatap Mustafa Sarıyayla birlikte sakin eşi Münevver imzasına 21.09.1987 tarihinde tebliğ...” şeklinde bir ifadenin bulunduğu görülmektedir.
    Ne var ki, her iki dosya içerisinde gerek davacılara gerekse davacılar murisine ödeme yapıldığını gösteren makbuza rastlanılmamıştır.
    Davalı ... Müdürlüğünün 15.012.2014 tarihli yazısında; davacılar vekili tarafından dava konusu taşınmaz yönünden uzlaşma talebiyle başvuruda bulunulmasına karşın bu başvurunun, taşınmazın kamulaştırıldığı, 17,762,500TL kamulaştırma bedeli taktir edildiği ve bu bedelin Ziraat Bankası Ankara Şubesine 390/502 numaralı dekont ile 06.05.1987 tarihinde yatırıldığı, kamulaştırma kararlarının maliklere Yenimahalle 1. Noterliğinin 28.07.1987 tarihli, Ankara 2. Noterliğinin 14.09.1987 tarihli ve Yenimahalle 2. Noterliğinin 15.01.1988 tarihli tebligatları ile gönderildiği, adresleri bulunamayanlara veya noter aracılığı ile tebligat yapılamayanlara ise ilan yolu ile tebligat yapıldığı, bu durumda kamulaştırmasız el koyma eyleminin bulunmadığı belirtilerek reddedildiği ifade edilmiştir.
    Kaldı ki davalı ... tarafından gerekli tebligatların yapıldığı ve bedelin yatırıldığı belirtilmiş ise de; dosya içerisinde davacılar murisi Mustafa Sarıyayla adına çıkartılan bir tebligat bulunmadığı gibi, belirlenen bedelin Ziraat Bankasına yatırıldığı ve bu bedelin de davacılar veya davacılar murisi tarafından çekildiğini gösterir nitelikte bir belgenin yer almadığı, davalı ... tarafından da bu konuya ilişkin herhangi bir tebligat, tutanak ya da makbuz ibraz edilmediği anlaşılmaktadır.
    Unutulmamalıdır ki kamulaştırma işlemi, kamu yararı kararı alınmasından taşınmazın edinilmesi aşamasına kadar birden çok idari işlemi gerektirmektedir. Ancak muris Mustafa Sarıyayla’nın hissesinin bulunduğu taşınmazda kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması için usulüne uygun olarak hazırlanan kıymet taktir raporunun, malikin uzlaşma sağlanması amacıyla çağrıldığını gösterir nitelikteki tebligatın veya anlaşmazlık tutanağının vb. evrakın bulunması gerekli olup, dosya içerisinde bu hususları içerir belgelerin ilgilisine gönderildiğine yönelik net bir bilgi de bulunmamaktadır.
    Bununla birlikte 1512 sayılı Noterlik Kanununun 70. maddesi uyarınca; tebliği istenen her nevi kâğıdın, Tebliğat Kanunu hükümlerine göre muhatabına tebliğ olunacağı, tebliğ tutanağının dairedeki nüshaya bağlanacağı, tebliğin yapıldığının veya yapılamadığının ise ilgilisine verilecek nüshasına yazılıp onaylanacağı düzenlenmiştir. Kanunun ilgili bu hükmüne göre; Yenimahalle 2. Noterliğinin 12.10.1987 tarihli tutanağında belirtilen “Muhatap Mustafa Sarıyayla birlikte sakin eşi Münevver imzasına 21.09.1987 tarihinde tebliğ...” şerhini içeren tebligat parçasının bir nüshasının davalı ...’ne verilmiş olması gerekmektedir. Ancak yapılan yargılama sırasında davalı idarenin kendisinde bulunan tebligat nüshasını dosya içerisine eklemediği sabittir.
    Bununla birlikte davalı ... vekilinin 15.05.2014 tarihli celsede; belgenin eski tarihli olduğu, diğer mahkemelerde açılan davalarda sorulduğunda su baskını sebebi ile zayi olduğunun bildirildiği, dosyada mevcut olan belgeler dışında sunabilecekleri bir tebligat evrakının da olmadığını beyan ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda davalı idarenin dahi dosya içerisine sunmadığı tebligat parçası yönünden sadece noter tutanağında belirtilen şerhi dikkate alarak usulüne uygun tebligat yapıldığının denetlenememesi nedeniyle kamulaştırma işleminin gerçekleştiğinin kabul edilmesi de mümkün görülmemektedir. Zira noter tutanağı tebligat yerine geçen bir belge niteliğinde değildir.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/816 E., 1999/669 K. sayılı dosyası içerisinde ilan yolu ile yapılan tebligat ile Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1992/335 E., 1992/990 K. sayılı dosyası içerisinde Yenimahalle 2. Noterliğinin 12.10.1987 tarihli “Muhatap Mustafa Sarıyayla birlikte sakin eşi Münevver imzasına 21.09.1987 tarihinde tebliğ...” şeklindeki tutanağın bulunduğu ve bu belgelere karşın davanın çok uzun bir süre sonra 2014 yılında açıldığı, kaldı ki Yenimahalle 2. Noterliği tarafından düzenlenen tarih, yevmiye numarası, imza ve mühür içeren belgenin sahteliğinin iddia edilmediği, Noterlik Kanununun 70. maddesi uyarınca tebliğ evrakına, tebliğin nasıl, ne zaman ve kime yapıldığının yazıldığı ve onaylandığı, sonrasında da davalı idareye verildiği, şerhin son cümlesinde, “tebliğ mazbatasının arkasında yazılı PTT meşruhatlarından anlaşıldığı” ifadesinin eklendiği, dolayısıyla Yenimahalle 2. Noterliğinin şerhine itibar edilmesinin doğru olacağı, tebliğ belgesinin noterde saklanması gereken bir belge niteliğinde bulunduğu ve tebliğ isteyene verilemeyeceği, noterin tebliğ isteyene vermesi gereken belgenin tebliğ şerhi olduğu, kamulaştırma işlemini gerçekleştiren BOTAŞ Genel Müdürlüğünün tebliğ edilme olgusunu tebliğ şerhiyle ispatladığı, noterin 18.09.1990 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Noterlik Daireleri Arşiv Hizmetleri Hakkında Yönetmelik’in 13. maddesi gereğince imza onaylı tebliğe ilişkin D grubu evrakı 75 yıl süreyle, imzasız olan B grubu evrakı ise 10 yıl süre ile saklamak zorunda olduğu ve noterin süresiz saklama yükümlülüğünün düzenlenmediği, somut olayda tebliğin PTT aracılığı ile yapıldığı dikkate alındığında ortada imzalı bir tebliğ işleminin de bulunmadığı ve 10 yıllık saklama yükümlülüğünün tamamlandığı, noter evrakının bulunamamasının kamulaştırma tebligatının yapılmadığı anlamına gelmeyeceği, bu itibarla yerel mahkeme direnme kararının yerinde olmadığı ve bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
    Hâl böyle olunca, yerel mahkemece, dava konusu taşınmazda davacılar murisine yapılmış usulüne uygun bir tebligatın varlığı veya kamulaştırma bedelinin ödendiği hususlarının davalı tarafça ispatlanamadığı gibi taşınmazın hâlen davacılar murisi adına tapuda kayıtlı olduğu, Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkının ihlâlinin mümkün olmadığı, mülkiyet hakkına yapılan her türlü müdahâlenin, kamu yararı amacıyla olsa dahi hukuk sisteminde mevcut usullere göre yapılması gerektiği ve dava konusu taşınmaza kamulaştırma yapılmaksızın ve taşınmazın bedeli ödenmeksizin el konulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil edeceği belirtilerek verilen direnme kararı yerindedir.
    Ne var ki, Özel Dairece, davacı vekilinin ve davalı ... vekilinin hüküm altına alınan alacakların miktarına yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
    S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davacı vekilinin ve davalı ... vekilinin hüküm altına alınan alacakların miktarına yönelik diğer



    temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 5. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.11.2018 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.




    KARŞI OY

    Dava, davacıların murisinin paydaşı olduğu taşınmaza davalı idarenin kamulaştırmasız el attığı iddiasına dayalı tazminat davasıdır.
    Davalı vekili, dava konusu taşınmazın Trakya Doğalgaz Boru Hattı Projesi kapsamında davalı idare lehine kamulaştırıldığını ve kamulaştırma evrakının miras bırakana usulüne uygun tebliğ edildiğini, süresinde dava açılmamakla kamulaştırmanın kesinleştiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
    Mahkemece yapılan yargılama sonucunda davacı mirasçıların hisselerine göre hesaplanan tazminatın davacılara verilmesine ve Etimesgut Yapracık Mahallesi 895 parsel sayılı taşınmazdaki davacıların murisi adına hissenin hazine adına tesciline ve BOTAŞ’ın kullanım hakkının şerhine karar verilmiştir.
    Karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine, 5. Hukuk Dairesi’nce kamulaştırma evrakının 21.9.987 tarihinde Yenimahalle 2. Noterliği’nin 14.9.987 tarih 40229 yevmiye numaralı olarak murisin birlikte sakin eşi Münevver Sarıyayla’ya tebliğ edildiği ve 30 günlük hak düşürücü süre içinde bedel artırım davası açılmadığı, muris yönünden kamulaştırma bedelinin kesinleştiği davanın kabulü doğru görülmediği gerekçesiyle bozulmuştur.
    Mahkemece, noter tebliğ evrakı, ödenen kamulaştırma bedeline ilişkin herhangi bir bilgi veya belgeye rastlanmadığı, bedelin alınmadığı gibi, tebligatların muhataplarına tebliğine ilişkin listelerden başka evrak bulunmadığı, Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 994/816 E., 999/669 K. sayılı ilamında davacılar murisine ilânen tebliğ edildiği, usulüne uygun adres araştırması yapılmadan ve Mustafa Sarıyayla yerine Mustafa Şenyayla yazılarak ilânın yapıldığı, davalının usulüne uygun tebligatın varlığını ve kamulaştırma bedelinin ödendiğini ispatlayamadığı, taşınmaz halen davacılar murisi adına kayıtlı olması, Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkının ihlâli mümkün olmadığı, kamulaştırma yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin el atılması nedeniyle direnildiği gerekçesiyle, önceki kararda direnilmiştir.
    Dava konusu taşınmazda davacıların murisi 200/25375 hisse ile müşterek maliktir. Taşınmaz tapu kaydında hisselere 11.5.987 tarih 1702 yev. no ile “2942 s. Yasanın 31. maddesi gereğince BOTAŞ tarafından istimlak edilecek’’ şerhi konulmuştur. Davacıların murisi Habib oğlu Mustafa Sarıyayla 22.9.958 tarihinde hisse maliki olmuştur. Taşınmazın kamulaştırılmasına Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün 12.12.986 tarih 247 sayılı kararı ile karar verilmiştir, 17. 762.500 TL kamulaştırma bedeli Takdiri Kıymet Komisyonunca takdir edilmiş, 6.5.987 tarih 390/502 nolu makbuzla Yenimahalle T.C. Ziraat Bankasına yatırılmıştır. Bu bilgileri içeren kamulaştırma tebliğ evrakı Ankara Yenimahalle Noterliği’ne verilmiş, 14 Eylül 987 tarih 40229 no ile noterlikde işlem gören evrak hissedarlara tebliğe çıkarılmış ve Noterliğin 5.10.987 tarihli tasdiki ile 65 kişilik listede kime nasıl tebliğ edildiği belirtilmiştir. Davalının sunduğu bu evraklardan başka tebligat parçası bulunmamış olup davalı vekili, 15.5.2014 tarihli celsede, diğer dosyalarda noterde su baskını nedeniyle tebligatın zayi olduğunun bildirildiğini, noterin tebligat şerhini içeren bu belgeden başka sunabilecekleri tebligat evrakı olmadığını beyan etmiştir. Dosyaya, 6.5.987 tarih 390/390502 no’lu Ziraat Bankası’nın 17.762.500 TL ve “Trakya Doğalgaz Boru Hattı Yapracık Köyü’’ açıklamalı ve 895 parsel müştekileri adına dekont da sunulmuştur. Davalı idare tarafından Kamulaştırma Kanunu 17. madde uyarınca tescil davası açılmış, Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 994/816 E., 999/669 K. sayılı kararında, kamulaştırma evrakının kayıt maliklerine tebliğine dair tebligat parçalarının 992/335 E., sayılı dosyada bulunduğu, kamulaştırmanın kesinleştiği banka dekontu aslının ibraz edildiği belirtilerek irtifak hakkı Petrol Taşıma A.Ş. Genel Müdürlüğüne ait olmak üzere hazine adına tescil kararı verilmiştir. Bu kararın 77 kişiye ilanen tebliği yapılmış, davacılar murisinin adı 73. Sırada Mustafa Şenyayla olarak yazılmıştır. Tescil kararı henüz kesinleşmemiştir. Tescil kararının ilanen tebliği şahsın adı Mustafa Şenyayla olarak yazılıp yapıldığından tescil kararının davacılar murisine tebliğ edildiği söylenemez. Ancak tescil kararının kesinleşmesi, kamulaştırma işleminin kesinleşmesi değildir. İşlem tarihinde yürürlükte olan Kamulaştırma Yasası 14. maddeye göre, ilgiliye kamulaştırma evrakının noter aracılığıyla tebliğinden itibaren 30 gün içinde idari ve adli yargıda dava açılmadığı takdirde kamulaştırma işlemi kesinleşir. 13. maddede de tebliğ işlemleri düzenlenmiştir. Aynı Kanunun 25. maddesinde kamulaştırma işleminin idare yönünden kesinleşmesi ile mülkiyetin idareye geçeceği hükmü yer aymıştır O tarihte yürürlükte olan TMK 633. maddesinde de istimlak halinde, tescilen evvel dahi gayrimenkul mülkiyetinin iktisap edileceği, 643. maddesinde kamulaştırmalarda mülkiyetin idareye geçme tarihinin özel kanunda gösterileceği belirtilmiş, yukarıda belirtilen 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 25/1. Maddesi ile mülkiyetin idareye geçmesi tarihi gösterilmiş olup, davacıların murisine “birlikte sakin eşi Münevver imzasına’’ 21.9.987 tarihinde yapılan tebligatla ve süresinde adli-idari yargıda dava açılmamasıyla muris hissesiyle ilgili kamulaştırma işlemi kesinleşmiştir. Tescil davası kararının tebliği, kamulaştırma işleminin kesinleşmesini etkilemez. Kamulaştırma bedeli de Ziraat Bankasına yatırılmış, tebligatta bu husus da bildirilmiştir. Kamulaştırma işleminin kesinleşmesi, kamulaştırma bedelinin ilgilisince alınmasıyla oluşmaz, bedelin bankaya yatırılması ve buna dair bilginin tebliği yeterlidir. Mahkemece tebliğ evrakı bulunmadığından ve ispat edilemediğinden kamulaştırmasız el atma olduğu gerekçesiyle tazminat davası kabul edilmiş ise de, tebligat tarihi 21.9.987 olup dava 6.2.2017 tarihinde açılmıştır. Noterliğin su baskını nedeniyle tebligat parçalarının zayi olduğu, bulunamadığı ancak noterin tebligat şerhini içeren belgenin olduğu belirtilerek bu evrak dosyaya sunulmuştur. Noter’in düzenlediği ve tarih, yevmiye numarası, imza ve mühür içeren bu belgenin sahteliği hakkında bir iddia ve mahkeme kararı olmayıp, Noterlik Kanunu 70. maddesi uyarınca da tebliğ evrakına, tebliğin yapıldığı, nasıl, ne zaman yapıldığı Yenimahalle Noterliğince yazılıp onaylanmış, ilgisi olan davalı idareye verilmiştir. Noterlikçe tebliğe ilişkin verilen şerhin son cümlesinde, “tebliğ mazbatasının arkasında yazılı PTT meşruatlarından anlaşıldığı” cümlesinden de tebligat mazbatalarına göre tebligat şerhlerinin Noterlik Kanunu 70.maddesiye uygun verildiği ve Noterin tespitini içerdiği anlaşılmaktadır. Kararda yer alan Anayasa Mahkemesi kararı, açıklanan hususlara örtüşmemektedir. Bu durumda bu belgede yazılı tebligat şerhine itibar edilmek gerekir. Bu belgede 46. Sırada yer alan muris Habib oğlu Mustafa Sarıyayla’nın birlikte sakin eşi Münevvere 21. 9. 987 de yapılan tebligat geçerli olup kamulaştırma işlemi 30 gün içinde dava açılmamakla kesinleşmiş olup, davalı idarenin taşınmaza kamulaştırmasız elattığı söylenemez ve kamulaştırıldığı tarihden dava tarihine kadar 30 yıla yakın zaman geçtikten sonra, tapuda hissedar olarak yazılı olduğu da gerekçesiyle tazminata hükmedilmesi yerinde olmayıp, kararın bu gerekçelerle bozulması, ve özel Dairenin usul ve yasaya uygun bozma ilamına uyulması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun direnmenin uygun olduğuna dair görüşüne katılmıyoruz.







    KARŞI OY


    Somut olayda davacılar murisine kamulaştırma tebligatı yapılıp yapılmadığı ve sonucuna göre kamulaştırmanın kesinleşip kesinleşmediği uyuşmazlığın konusunu oluşturmaktadır.
    İdarece kamulaştırma işlemlerine girişilmiş ve sonrasında Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/816 esas sayılı dosyasında kamulaştırma tebligatlarının yapıldığı kabul edilerek tescil kararı verilmiş ancak bu karar henüz kesinleşerek tapuya tescil edilmemiştir. Bu kararda kamulaştırma tebligatlarının aynı mahkemenin 1992/335 esas sayılı dosyası içinde olduğu bildirilmiştir. 1992/335 esas sayılı dosyadaki belgelere göre davacılar murisi adına noter aracılığıyla çıkarılan tebligatın birlikte sakin eşi Münevver Sarıyayla adına tebliğ edildiği Yenimahalle 2. Noteri tarafından 5.10.1987 tarihinde verilen tebliğ şerhinde açıkça belirtilmiştir. Tebliğ belgesi noterde saklanacak olup tebliğ isteyene verilmemektedir. Noterin tebliğ isteyene vermesi gereken belge tebliğ şerhi olup bunun da verildiği anlaşılmaktadır. Kamulaştırma yapan idare tebliğ edilme olgusunu bu tebliğ şerhiyle ispatlamış olup tebliğ belgesine ulaşılmamış olması idareye yüklenecek kusur değildir.
    Noterlerin yapacakları tebliğ işlemleri 1512 sayılı Noterlik Kanunu 70. maddeye dayanmaktadır. Buna göre yapacakları tebliğ işlemleri imza onaylı olabileceği gibi imza onaysız da olabilir. Bunun önemi noter evraklarının saklama süresi yönünden ortaya çıkmaktadır. Noterler, 18.09.1990 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Noterlik Daireleri Arşiv Hizmetleri Hakkında Yönetmelik 13. madde gereğince imza onaylı tebliğe ilişkin noter evraklarını D grubu evrak olduğundan 75 yıl süreyle, imza onaysız olanları ise B grubu evrak olduğundan 10 yıl süreyle saklamak zorunda olup süresiz saklamakla yükümlü değildirler.
    Noter tebliği PTT aracılığıyla yaptığına göre, imza onaylı bir tebliğ işlemi bulunmamaktadır. 10 yıllık saklama süresi de dolduğundan noter evraklarının bulunamamış olması kamulaştırma tebligatı yapılmadığı anlamına da gelmeyecektir. Tescile ilişkin açılan ve henüz kesinleşmeyen dosyada geçerli bir biçimde tebliğ yapıldığı da açıkça bellidir. Bu durumda kamulaştırma kesinleşmiş olduğundan idarenin taşınmaza kamulaştırmasız olarak el attığından söz edilemeyeceği için daire bozma kararı doğru olduğu halde bu karara direnilmesi yerinde olmadığı için, kararın bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan, geçerli tebliğ bulunduğu ispatlanmadığı gerekçesiyle aksi yönde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi