Sanık K D"in genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan 5237 sayılı TCK"nun 170/1-c maddesi uyarınca 6 ay hapis, 6136 sayılı kanuna muhalefet suçundan da aynı kanunun 13/1. maddesi uyarınca 1 yıl hapis ve 450 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve müsadereye ilişkin, Manisa 3. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 15.03.2007 gün ve 395-81 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 03.02.2011 gün ve 19086 -735 sayı ile;
"1-Karar başlığında suçun işlediği yer ve zaman diliminin yazılmaması suretiyle CMK"nun 232/2-c madde ve fıkrasına aykırılık yapılması,
2- Son oturumda hazır bulunan sanığa tanık anlatımına ve C.Savcısının görüşüne karşı diyecekleri sorulmadığı gibi, son söz de verilmemek suretiyle CMK"nun 215. ve 216. maddelerine aykırılık yapılması,
3- Son oturumda hazır bulunan sanığın, hüküm fıkrasında yokluğunda karar verildiği belirtmek suretiyle hükümde çelişki yaratılması" isabetsizliklerinden başka yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiş,
Bozma kararına uyan Manisa 3. Asliye Ceza Mahkemesince 10.05.2011 gün ve 201-272 sayı ile; sanığın ilk hükümdeki gibi cezalandırılmasına ve müsadereye karar verilmiş,
Hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 09.10.2012 gün ve 24666-29990 sayı ile;
"Başka bir suçun soruşturması sırasında kendisini izleyen polis memurlarını yaklaştırmamak için önce tabancasını gösterip, sonra da havaya bir el ateş eden sanığın eylemi TCK"nun 265. maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturduğu halde, yazılı şekilde genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak suçundan ceza tayini ve tekerrüre esas sabıkası olan sanık hakkında TCK"nun 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır" eleştirisi ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 21.11.2012 gün ve 279423 sayı ile;
"...Sanığın genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan TCK"nun 170/1-c, 53/1. maddeleri uyarınca 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin yerel mahkeme kararının Dairenizce, "Başka bir suçun soruşturması sırasında kendisini izleyen polis me- murlarını yaklaştırmamak için önce tabancasını gösterip, sonra da havaya bir el ateş eden sanığın eylemi TCK"nun 265. maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturduğu halde, yazılı şekilde genel güvenliği kasten tehlikeye sokmak suçundan ceza tayini ve tekerrüre esas sabıkası olan sanık hakkında TCK"nun 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır" şeklinde eleştiri ile onanmasına karar verilmesi, Başsavcılığımızca doğru bulunmadığından, Dairenizin kararın kaldırılması ve yerel mahkeme hükmünün sanık aleyhine temyiz edilmemiş olması nedeniyle ceza miktarındaki kazanılmış hakkı saklı tutulmak koşuluyla, suç vasfındaki yanılgı nedeniyle bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu açısından kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bu suç yönünden bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
5271 sayılı CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 30.01.2013 gün ve 33121-3680 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan kurulan hüküm Özel Daire tarafından onanmak suretiyle kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; aleyhe temyiz bulunmayan davada, suç vasfının değiştiğinden bahisle "eleştiri ile onama" mı, yoksa cezayı aleyhe değiştirme yasağı gözetilerek "bozma" kararı mı verileceğinin belirlenmesine ilişkindir.
Ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 03.04.2012 gün ve 353-129 sayılı kararında yer verildiği üzere, aleyhe bozma yasağı; "temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması" şeklinde tanımlanmaktadır.
Latince "reformatio in pejus" olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, "lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe yasağı, yaptırımı ve sonuçlarını ağırlaştıramama kuralı" olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz" şeklinde kanuni düzenlemeye kavuşturulmuştur. Ceza muhakemesi hukukumuzda bu madde dışında yaptırım ve cezayı aleyhe değiştirme yasağını düzenleyen başka bir hüküm de bulunmamaktadır. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK"nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir "cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi" veya "aleyhte düzeltme yasağı"nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde de; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz" düzenlemesine yer verilmek suretiyle, aleyhe bozmama ilkesi korunmuştur.
Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlıdır. Kanun koyucu suçun niteliği veya adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır.
Temyiz davasının yalnızca sanık veya varsa müdafii ya da sanığın yararına olarak Cumhuriyet savcısı ya da 1412 sayılı Kanunun 291. maddesinde belirtilen kişiler tarafından açılması veya hükmün kendiliğinden temyize tâbi olması halinde, Yargıtayca suç niteliğinde hataya düşüldüğü saptandığında aleyhe temyiz bulunmasa bile, cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı kalmak şartıyla hükmün bozulmasına karar verilecektir. Aksinin kabulü hukuk kuralları ile kanuni düzenlemelerin ülke genelinde farklı uygulanmasına yol açar ki, bu durum eşitlik, adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturacaktır. Zira aynı fiil nedeniyle farklı mahkemelerde yargılanan sanıklardan, suçunun hukuki niteliği doğru olarak belirlenen sanığın mahkûmiyeti ile zamanaşımı, süreli veya süresiz olarak bir kamu görevini üstlenmekten yoksun bırakılma, seçme ve seçilme hakkının kaybı gibi hak yoksunluklarının yanında, muhtemel bir genel veya özellikle de özel af karşısında değişik sonuçlarla karşılaşmasına rağmen, suç vasfı hatalı belirlenen sanığın, açıklanan sonuçlarla karşılaşmaması söz konusu olabilir ki, bu durum eşitlik ilkesi ile hak ve adalet duygusuna da uygun değildir. O halde, lehe temyiz davası üzerine suç vasfının saptanmasında hataya düşüldüğünün belirlenmesi halinde cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı tutularak hükmün bozulmasına karar verilmelidir.
Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Sanığın, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan 5237 sayılı TCK"nun 170/1-c maddesi uyarınca altı ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmünün, Özel Dairece, eylemin aynı kanunun 265. maddesinde düzenlenen görevi yaptırmamak için direnme suçuna uyduğunun kabulü ile hükmün yalnızca sanık lehine temyiz edilmiş olması nedeniyle ceza miktarı yönüyle kazanılmış hak saklı tutulmak şartıyla bozulmasına karar verilmesi gerekirken, eleştirilmek suretiyle onanması isabetli değildir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçu yönünden kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bu suç yönünden bozulmasına karar verilmelidir.
Öte yandan yerel mahkemece, tekerrüre esas sabıkası bulunan sanık hakkında TCK"nun 58. maddesinin uygulanmaması isabetsiz ise de, hükmün yalnız sanık lehine temyiz edilmiş olması karşısında, 1412 sayılı CMUK"nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/son maddesi uyarınca artık bozmadan sonra kurulacak yeni hükümde TCK"nun 58. maddesinin mahiyeti itibarıyla uygulanma imkanı bulunmadığından bu hususun eleştiri konusu yapılmasıyla yetinilmesi gerekmektedir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 09.10.2012 gün ve 24666-29990 sayılı onama kararının genel güvenliğin tehlikeye sokulması suçu yönünden KALDIRILMASINA,
3- Manisa 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 10.05.2011 gün ve 201-272 sayılı hükmünün genel güvenliği tehlikeye sokma suçu yönünden, suç vasfının hatalı belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.11.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.