Esas No: 2013/11-258
Karar No: 2013/415
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/11-258 Esas 2013/415 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname : 2010/132641
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ANKARA 25. Asliye Ceza
Günü : 27.11.2007
Sayısı : 47-972
Resmi belgede sahtecilik suçundan sanık H V’ın 5237 sayılı TCK’nun 204/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Ankara 25. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 27.11.2007 gün ve 47-972 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 30.11.2012 gün ve 9279-20737 sayı ile;
“Sanık müdafii olarak hükmü temyiz eden Av. M.K. Ç."in soruşturma aşamasında müdafii olarak şüphelinin kollukta alınan beyanı sırasında hazır bulunduğu, CMK"nun 150/3. maddesine göre sanığa atılan suçun yasada öngörülen cezasının alt sınırına göre müdafii atanma zorunluluğunun olmadığı, 27.11.2007 tarihli oturumda savunması tespit edilen sanığın adı geçen avukat da hazır olduğu halde, kendisine müdafii atanması talebinde bulunmadığı gibi Av. M.K.Ç."in sanığın vekili olduğuna ilişkin vekâletnamesinin dosyada yer almadığı, gerekçeli kararın usulüne uygun olarak sanığa tebliğine rağmen temyiz yasa yoluna da başvurulmadığının anlaşılması karşısında; yetkisi olmadığı halde, sanık müdafii olarak hükmü temyiz eden Av. M.K.Ç."in bu konudaki isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi aracılığıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMK"nun 317. maddesi gereğince reddine” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.01.2013 gün ve 132641 sayı ile;
“…Sanığın, ilk ifadesi, kollukta, o gün için yürürlükte bulunan CMK"nun 150/3 ve 156/1-a maddesine uygun olarak dosya kapsamına göre baro tarafından görevlendirildiği anlaşılan Av. M. K. Ç."in sanık müdafii sıfatıyla katılımıyla alınmış ve ardından da aynı avukat kovuşturma aşamasındaki 27.11.2007 tarihli celsede sanık müdafii olarak yer almıştır.
17.07.2007 tarihli celsede Av. M.K. Ç."in sanık müdafii olarak yer alması ve bu celseye, ara kararın yazılması ile birlikte son verilmesinin ardından ise ‘başka suçtan tutuklu olan sanığın cezaevinden getirildiğinden’ bahisle, muhtemelen adı geçen müdafiin bulunmadığı bir ortamda sanığın, sorgusuna başlanarak, hakları hatırlatılıp, ‘müdafii talep etmediğini,... avukatı olmadan savunma yapacağını’ belirttiğinden bahisle sorgusu tamamlanmıştır. Sanığın beyanlarında ‘Mahkemece de müdafiliği kabul edilen Av. M. K. Ç."ten haberdar olduğuna ya da davayı takip etmesini istemediğine’ dair bir husus bulunmamaktadır.
Yoklukta verilen hüküm ile yokluğunda atanan müdafiinin temyiz dilekçesinin, Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun 18.03.2008 gün ve 7-56 sayılı kararında da belirtildiği gibi sanığa tebliğinin ardından, sanık tarafından yapılmış bir temyiz ya da adı geçen müdafiin temyiz talebine karşı bir işlem bulunmamaktadır.
Bu durum karşısında, Av. M.K. Ç."in sanık müdafii olarak hükmü temyiz yetkisinin bulunduğunun kabul edilerek, temyiz incelemesine geçilmesinin gerekeceği değerlendirilmektedir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Dairesince 14.02.2013 gün ve 2462-2380 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; hükmü temyiz eden avukatın buna hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığı, temyize hakkı olmadığının kabulü halinde ise hükmün sanığa tebliği işleminin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın 18.10.2006 günü sahte nüfus cüzdanı kullanırken yakalandığı, kollukça alınan ifadesinden önce ifadeyi alan merci tarafından barodan bir müdafi görevlendirilmesi talebi olmadığı halde Av. M.K.Ç. ile görüştüğü ve “ifademi Av. M. K. Ç. huzurunda vermek istiyorum” demesi üzerine adı geçen avukatın huzurunda ifadesinin alındığı,
İddianamede Av. M.K.Ç.’in sanık müdafii olarak gösterildiği, bu şekilde düzenlenmiş iddianamenin açıklamalı davetiye ile cezaevinde bulunan sanığa tebliğ edildiği,
Mahkemece 19.01.2007 tarihli tensiple “sanık vekili” denilerek Av. M.K. Ç.’in davetiye ile duruşmaya celbine karar verildiği,
Yargılamanın toplam üç oturumda tamamlandığı,
26.04.2007 tarihinde yapılan ilk oturuma sanığın katılmadığı, Av. M. K. Ç.’in duruşmada hazır bulunduğu, “sanıkla görüşme fırsatım olmadığından (sanığın) nerede olduğunu ben de bilmiyorum” şeklinde beyanda bulunduğu, duruşma zaptına sıfatının sanık vekili olarak yazıldığı,
30.04.2007 tarihinde Av. M. K. Ç.’in mahkemeye bir dilekçe ile müracaat ederek, sanık müdafii olarak görev yaptığını ve ilk oturuma da bu sıfatla katıldığını belirterek Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 11. maddesindeki; “Müdafi veya vekil; soruşturma evresinde ifade alma ve sorguya, kovuşturma evresinde ise bir oturuma katılmakla Tarifede belirlenen meblâğı almaya hak kazanır” düzenlemesi gereğince kendisine müdafi ücreti takdir edilip buna ilişkin sarf kararı düzenlenmesini talep ettiği, mahkemece de aynı gün bu talep kabul edilerek sarf kararı düzenlendiği, hükümde de sarf kararında belirtilen müdafii ücretinin sanıktan tahsiline karar verildiği,
17.07.2007 tarihli ikinci oturumda zaptın başında yoklama sonucunun; “Sanık müdafii Av. M. K. Ç. geldi. Başka gelen olmadı” şeklinde yazıldığı, sanık müdafiinin “müvekkilimle ben de hiç görüşemedim” şeklinde beyanda bulunduğu, sanığın zorla getirilmesine ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilerek duruşmanın 27.11.2007 günü saat 11’e ertelenmesine karar verildiği, ancak bundan sonra “bu sırada başka suçtan tutuklu sanık cezaevinden getirildi” denilmek suretiyle duruşmaya devam olunduğu, bu aşamadan sonra duruşma zaptında sanık müdafiinin duruşmada hazır bulunduğunu gösteren herhangi ibare ve ifadenin yer almadığı, sanığın kimlik tespiti ve haklarının hatırlatılmasından sonra “müdafii talep etmediğini” beyan ettiği, “Ben avukatım olmadan savunma yapacağım” şeklinde beyanda bulunarak savunmasını yaptığı, sanığın zorla getirilmesine dair ara karardan vazgeçilerek diğer ara kararın gereğinin yerine getirilmesi için duruşmanın daha önce kararlaştırılan gün ve saate bırakıldığı,
27.11.2007 tarihli üçüncü ve son oturuma ise gelen olmadığı ve “sanık ve sanık müdafii Av. M. K. Ç.’in yokluğunda” denilmek suretiyle hüküm kurulduğu,
Av. M. K.Ç.’in öğrenme üzerine 30.11.2007 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği ve gerekçeli kararının tarafına tebliğini istediği, 26.12.2007 tarihinde gerekçeli kararın kendisine tebliğ edildiği, ancak ayrıca gerekçeli bir temyiz dilekçesi vermediği, adı geçen avukatın temyizi üzerine dosyanın Yargıtay’a gönderildiği,
Yargıtay C. Başsavcılığınca sanığın kendisine müdafi atandığından haberi olmadığından bahisle yokluğunda verilen gerekçeli karar ve atanan müdafiin temyiz dilekçesinin sanığa tebliği için dosyanın mahkemeye iade edildiği, mahkemece sanığın savunmasında beyan ettiği adrese gerekli tebligatların çıkarıldığı, ilk tebligatın belirtilen adresin belediye tarafından yıkıldığı açıklamasıyla iade edildiği, daha sonra aynı adrese 10.05.2010 tarihinde Tebligat Kanunun 35. maddesi uyarınca tebliğ yapıldığı, UYAP kayıtları incelendiğinde sanığın bu tebliğin yapıldığı tarihte ve halen 20.10.2006 tarihinden itibaren kesintisiz cezaevinde olduğu bilgisinin yer aldığı,
Dosya içersinde Av. M. K.Ç.’in baro tarafından görevlendirildiğine ilişkin bir görevlendirme yazısının, sanığı temsil yetkisini gösteren vekâletname veya yetki belgesi gibi başkaca bir belgenin bulunmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Müdafi, 5271 sayılı CMK"nun 2/1-c maddesinde; "şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat" olarak tanımlanmıştır. Öğretide de müdafiin ceza yargılamasını yürüten makamlar önünde şüpheli veya sanığın savunulması görevini üstlenen ve bazı niteliklere sahip olması gereken şüpheli veya sanığın yardımcısı olduğu belirtilmiştir. (Nur Centel Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2013, s.160, Editör: Bahri Öztürk, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. bası, Seçkin Yayınları, Ankara, 2013, s. 248 vd).
Ceza muhakemesinde; dosyayı inceleme, suret alma, şüpheli veya sanıkla görüşme ve yazışma, doğrudan soru yöneltme, ifade alma veya sorgu süresince hazır bulunma gibi, müdafie tanınan birçok yetki bulunmaktadır. Bu yetkilerin birisi de sanık yararına kanun yollarına başvurma hakkıdır.
Müdafiin kanun yollarına başvurma hakkı, CMK"nun 261. maddesinde; "Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir" şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre ceza muhakemesinde bir avukatın sanık adına hükmü temyiz edebilmesi için o sanığın müdafii sıfatını kazanmış ve başvuru tarihi itibariyle de bu sıfatını kaybetmemiş olması gerekmekte olup aksi takdirde temyize hak ve yetkisi bulunmayacaktır.
Müdafi sıfatı, şüpheli veya sanığın ya da kanuni temsilcisinin seçimi ya da baro tarafından görevlendirme suretiyle kazanılabileceğinden böyle bir görevlendirme veya seçim olmaksızın müdafi olarak işlem yapmak mümkün değildir. (Nur Centel/Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2013, s.173 vd.)
Şüpheli veya sanığın ya da kanuni temsilcisinin seçtiği müdafie "seçilmiş müdafi", baro tarafından görevlendirilen müdafiye ise "atanmış veya görevlendirilmiş müdafi" denilmektedir. Seçilmiş müdafiin vekaletnamesinin bulunması şart değildir.
Hemen belirtmek gerekir ki "seçilmiş-atanmış müdafi" ile "ihtiyari-zorunlu müdafi" kavramları farklı kavramlardır. Müdafiin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir. Buna göre, müdafii aracılığıyla savunulma konusunda tercih yapma imkanının şüpheli veya sanığa bırakıldığı hallerde görev yapan müdafie, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi konusunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hallerde görev yapan müdafie ise "mecburi veya zorunlu müdafii" denir. (Nur Centel/ Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2013, s.171 vd.; Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 8. bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.303). Bu itibarla seçilmiş veya baro tarafından görevlendirilmiş müdafii ihtiyari müdafi olabileceği gibi zorunlu müdafi de olabilir.
1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş, sınırlı bazı hallerde ise zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CMK ise zorunlu müdafilik sistemini önemli ölçüde genişletmiştir. Bu kanuna göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle hazır bulunması halinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/3. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa, hatta açıkça müdafii istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır. CMK"nun 150/3. maddesinin yürürlüğe giren ilk şeklinde üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlar bakımından zorunlu müdafi görevlendirilmesi kabul edilmiş iken, 19.12.2006 tarih ve 26381 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı kanunun 21. maddesiyle bu süre "alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren" şeklinde değiştirilmiştir
Seçilmiş müdafiinin müdafilik statüsü, seçilen avukat ile şüpheli veya sanığın ya da kanuni temsilcisinin iradelerinin uyuştuğu anda, baro tarafından görevlendirilen müdafiinin müdafilik statüsü ise atamanın yapıldığı ve görevlendirme listesindeki avukatın bu atamayı kabul ettiğini baroya bildirdiği anda başlayacaktır. Ancak, Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun 18.03.2008 gün ve 7-56 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında vurgulandığı üzere, kendisine zorunlu müdafi atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda zorunlu müdafie yapılan tefhim ve tebliğ kendisine bağlanan hukuksal sonuçları doğurmayacaktır.
Müdafiin görevinin sona ermesi müdafiin seçilmiş veya atanmış müdafi olup olmadığına, seçilmiş müdafiin varsa vekaletnamesindeki özel şartlara ve işin mahiyetine göre farklılıklar arz etmektedir. Ancak genel olarak; müdafilik görevinin savunma görevi bittiğinde sona ereceğini söylemek mümkündür. Bunun dışında bir takım kanuni nedenlerden ötürü veya hukuksal işlemler sonucunda da müdafiin görevi sona erebilir. Yapılan kanun değişikliği veya sanığın onsekiz yaşını doldurmuş olması gibi sonradan ortaya çıkan haller nedeniyle sanığa müdafi atanma zorunluluğu ortadan kalkabilir. Ancak bu durum müdafi atanma zorunluluğu bulunan dönemde sanığın kendi seçtiği veya baro tarafından görevlendirilmiş olan müdafiin görevinin sona erdiği anlamına gelmez. Bu halde, müdafi atanma zorunluluğunun ortadan kalktığı andan itibaren bu müdafiin zorunlu müdafi değil, ihtiyari müdafi statüsünde olduğunu kabul etmek gerekir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Gerek soruşturma ve gerekse kovuşturma makamlarınca sanığa barodan müdafi görevlendirilmesinin talep edilmemesi ve dosya içerisinde görevlendirme yazısının da bulunmaması karşısında, hükmü temyiz eden avukatın, 5560 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 19.12.2006 tarihine kadar sanığın kendi seçtiği zorunlu, bu tarihten sonra ise kendi seçtiği ihtiyari statüde müdafii olduğu anlaşılmaktadır. Sanığın isteminin ve baro tarafından yapılan bir görevlendirmenin bulunmaması nedeniyle mahkemece müdafii ücreti takdir edilmesi de sanığın kendi seçtiği müdafii atanmış müdafii haline getirmeyecektir. Sanığın 17.07.2007 günlü celsede sorgusuna başlamadan önce hakları hatırlatıldığında müdafii istemediğini beyan etmesi nedeniyle artık statüsü ihtiyari olan müdafiin görevinin sona erdiği düşünülebilir ise de; sanığın müdafi ile savunulmaktan vazgeçmediği, maksadının müdafiinin hazır bulunduğu oturum tamamlanıp duruşmanın başka bir güne bırakılmasına karar verildikten sonra “bu sırada başka suçtan tutuklu sanık cezaevinden getirildi” denilmek suretiyle müdafii bulunmadan yeni celse açan mahkemenin salt müdafiin hazır bulunmaması nedeniyle duruşmayı ertelemesini önlemek ve başka bir müdafi görevlendirilmesini de istemediğini beyan etmek olduğu görülmektedir. Nitekim, sanık sorgusunun ilk cümlesinde müdafiinin olduğu bilinciyle “Ben avukatım olmadan savunma yapacağım” demiş, yerel mahkemece de durum bu şekilde anlaşılmış ve “sanık ve müdafiinin yokluğunda” denilmek suretiyle hüküm kurulup gerekçeli karar müdafiye tebliğ edilmiştir.
Bu itibarla; hükmü temyiz eden avukatın müdafi sıfatını kazandığı ve hükmü temyiz ettiği tarihte de bu sıfatını koruduğundan, temyize hak ve yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir.
Öte yandan, hükmü temyiz eden avukatın temyize hak ve yetkisinin bulunduğu kabul edilmekle, hükmün sanığa tebliği işleminin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı hususunun değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 30.11.2012 gün ve 9279-20737 sayılı "red" kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.10.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.