Esas No: 2012/15-1355
Karar No: 2013/408
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2012/15-1355 Esas 2013/408 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
İtirazname : 2009/56431
Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
Mahkemesi : MALATYA 1. Asliye Ceza
Günü : 18.11.2008
Sayısı : 602-729
Karşılıksız çek keşide etme suçundan açılan kamu davasında sanık A. Ş."in eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturduğunun kabulü ile 765 sayılı TCK"nun 503/1 ve 522. maddeleri gereğince 1 yıl 2 ay hapis ve 49.833.333 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Malatya 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.12.1995 gün ve 447-590 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 17.11.1997 gün ve 11484-11718 sayı ile;
“...Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine; Ancak :
TCK"nun 503/1. maddesi ile tayin olunan 1 yıl hapis cezasının 522/1. maddesi ile 1/12 oranında arttırılmasına karar verildiği halde 1 yıl 1 ay yerine 1 yıl 2 ay şeklinde fazla hapis cezasına hükmolunması, yasaya aykırı ise de; bu cihetin yeniden duruşma yapılmaksızın CMUK"nun 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan hüküm fıkrasındaki sonuç hapis cezasının 1 yıl 1 ay"a indirilmek suretiyle hükmün teblinağmedeki düşünceye uygun olarak düzeltilerek onanmasına” karar verilmiştir.
Yerel mahkemece 5237 sayılı TCK"nun yürürlüğe girmesinden sonra yapılan uyarlama yargılaması sonucunda 13.04.2006 gün ve 516-160 sayı ile; "1993/447 esas 1995/590 karar sayılı mahkumiyet kararında herhangi bir değişiklik yapılmasına yer olmadığına” karar verilmiştir.
Kararın hükümlü müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 15.05.2007 gün ve 13774-5710 sayı ile;
“5252 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun"un 9/3. maddesinin "lehe olan hüküm, önceki ve sonraki Kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir" hükmü uyarınca, karar gerekçesinde 765 ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunlarına göre takdir edilen temel ceza miktarı ile uygulama sonucunun gösterilmesi ve her iki yasaya göre yapılan uygulama sonuçları karşılaştırılıp somutlaştırma yapılması gerektiği gözetilmeden, bu hususta herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece bozma kararına uyulmasına karar verildiği açıklanarak yapılan yargılama sonucunda 13.12.2007 gün ve 435-1106 sayı ile; sanığın 765 sayılı TCK"nun 503/1 ve 522. maddeleri gereğince 1 yıl 1 ay hapis ve 49 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Kararın hükümlü müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 17.07.2008 gün ve 5486-12504 sayı ile;
"1- 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun"un 9/3. maddesinin "lehe olan hüküm, önceki ve sonraki Kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir" hükmü uyarınca, karar gerekçesinde 765 ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunlarına göre takdir edilen temel ceza miktarı ile uygulama sonucunun gösterilmesi ve her iki yasaya göre yapılan uygulama sonuçları karşılaştırılıp somutlaştırma yapılması gerektiği gözetilmeden, bu hususta herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın karar verilmesi" gerekçesiyle verilen bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra, hükmün gerekçesinde, her iki yasanın ilgili tüm hükümlerinin uygulaması ve sonuçlarının açıkça gösterilip, karşılaştırılması gerekirken, 765 sayılı TCK"nm 503/1 ve 522. maddelerinin hükümlü lehine olduğu belirtilerek hüküm kurulması,
2- Hükümden sonra 08.02.2008 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren ve TCK.nın 7/2 maddesi uyarınca sanık yararına olan 5728 sayılı Kanun"un 562. maddesi gereğince CMK"nın 231. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen sınırın 2 yıla çıkarılması ve 14. fıkrasındaki soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı suç olma koşulunun kaldırılması karşısında, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağının tartışılmasında zorunluluk bulunması" nedenleriyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda 18.11.2008 gün ve 602-729 sayı ile; sanığın 765 sayılı TCK"nun 503/1 ve 522. maddeleri gereğince 1 yıl 1 ay hapis ve 49 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hakkında 5271 sayılı CMK"nun 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Kararın hükümlü müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 15. Ceza Dairesince 13.09.2011 gün ve 17-332 sayı ile; onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.11.2011 gün ve 56431 sayı ile;
“...Yerel mahkeme bozma kararına uyarak yaptığı duruşma sonucunda, 5237 sayılı TCK"nun 157. maddesi ile 765 sayılı TCK"nun 503/1. maddesinin yaptırımları alt ve üst sınırlarını göstermek suretiyle karşılaştırarak, 5237 sayılı Yasanın öngördüğü cezanın üst sınırının 5 yıl olduğu, sanık hakkında aynı yasanın 53. maddesi uygulandığında birçok haktan mahrum kalacağı değerlendirilerek, daha önceki kararın alt sınırdan verilmiş olması ve hükmün de sanık tarafından temyiz edilmiş olması göz önünde alındığında bu durumun kazanılmış hak teşkil ettiği, böylece 765 sayılı Yasanın ilgili maddelerinin sanığın daha lehine olduğu kabul edilerek, hükümlünün 765 sayılı TCK"nun 503/1 ve 522/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 1 ay hapis ve 49 YTL adli para cezası ile cezalandırılması yönünde karar vermiştir.
Yüksek Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanan ve artık tüm Ceza Dairelerinin de kabul ettiği ve ona göre uygulama yaptığı kararlarda belirtildiği gibi, infaza ilişkin verilen kararların, "aleyhe sonucu değiştirmeme" ya da "kazanılmış hak" ilkesine konu olamayacağı, yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, lehe yasanın saptanması ve uygulanması konusunda başvurulacak yasal dayanaklar ve yargısal kararlara göre verilmiş bir uyarlama kararı bulunmadığı, 5237 sayılı TCK ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9/3. maddeleri ve yargısal kararlar ışığında, hükümlünün kesinleşmiş mahkumiyet kararı ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasanın temel cezanın belirlenmesi ile bireyselleştirilmesine ilişkin tüm hükümleri, somut olaya ayrı ayrı temel ceza artırım ve indirim oranları da gösterilmek suretiyle uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların denetime olanak verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe kanunun belirlenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, Yargıtay bozma kararlarına uyulduğu halde bu ilkelere uyulmadan ve uygulamalı karşılaştırma yapılmadan, denetime olanak vermeyecek şekilde her iki yasanın alt ve üst sınırları gösterilerek 765 sayılı Yasa hükümlerinin lehe olduğundan bahisle kurulan yerel mahkemenin hükmünün onanmasına ilişkin Yüksek Dairenin anılan kararına karşı itiraz edilmesi gerektiği düşünülmüştür” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Dairesince 20.09.2012 gün ve 12182-41837 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, yerel mahkemece lehe kanun değerlendirmesinin usulüne uygun şekilde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Ceza kanunlarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar, yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 2. maddesi ile 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7. maddesinde benzer biçimde düzenlenmiştir. Her iki maddede de; ceza hukukunun en önemli ilkesi olan, ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, failin lehine olan kanunun geçmişe etkili olması “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine yer verilmiştir.
Lehe olan kanunun belirlenmesine ilişkin olan 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9/3. maddesinin; “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” hükmü, lehe kanunun ne şekilde belirleneceğine ilişkin ilkelerin yer aldığı 23.02.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretide bu konuda ileri sürülen görüşler birlikte değerlendirildiğinde, lehe kanunun belirlenmesi amacıyla sabit kabul edilen maddi olaya suç tarihinde yürürlükte bulunan kanunlar ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hiçbir hükmü karıştırılmadan, bir bütün halinde uygulanması ve uygulama sonucunda ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması gerekmektedir.
Buna göre uyarlama yargılamasının konusu, önceki kesinleşmiş hükümde suç oluşturduğu belirlenen olaydan ibaret olup, amacı ise, 5252 sayılı Kanunun 9/4. maddesinde belirtildiği üzere; “lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması” ile sınırlıdır. Bu nedenle kesinleşen bir hükümde uyarlama yapılabilmesi için sonradan yürürlüğe giren kanunun kesinleşen eski hükme göre lehe sonuçlar doğurması zorunludur. Hatta eski ve yeni kanunların ayrı ayrı uygulanması sonucunda tamamen aynı cezaya hükmedilmesi gerekiyorsa yeniden uyarlama yapılmasına gerek olmayacaktır.
Diğer taraftan mahkûmiyet hükmünde değişiklik, yani uyarlama yargılamasında yeni kanunun lehe sonuç doğurduğu belirlendiğinde sonraki kanuna göre uygulama yapılması, aksi halde ise önceki hükümde değişikliğe yer olmadığına, başka bir deyişle uyarlama davasının reddine karar verilmesi gerekir. Uyarlama talebinin reddi kararı hariç, usûlünce kesinleştiğinde, önceki hükmü ortadan kaldıracak ve gerektiğinde infaza konu olabilecek olan yeni kararın 5271 sayılı CMK’na göre hüküm fıkrasında bulunması zorunlu unsurları taşıması gerekecektir.
Ancak, uyarlama talebinin reddine karar verilmesi halinde ise doğal olarak kararda bu unsurların yer almasına gerek bulunmamaktadır. Uyarlama yargılamasının amacı, kesinleşmiş hükümde suç olduğu belirlenen olaya ilişkin lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması ile sınırlı olduğundan, yeniden bir olay yargılaması yapılmasını gerektiren ayrıksı durumlar dışında, önceki yargılamada iddia ve savunma olarak ileri sürülen görüşler ile delillerin tartışılması ve değerlendirilmesine de gerek bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık konusu ile ilgili olarak suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK"nun 503. maddesinde; "Bir kişiyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yaparak hataya düşürüp onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına haksız bir menfaat sağlayan kişiye bir yıldan üç yıla kadar hapis ve sağladığı haksız menfaatin bir misli kadar ağır para cezası verilir.
Fiili, mağdurda esasen var olan hatadan, hile ve desise kullanmak suretiyle yararlanarak gerçekleştiren kişi hakkında da birinci fıkrada yazılı ceza uygulanır",
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK"nun "Dolandırıcılık" başlıklı 157. maddesinde; " Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir ",
Aynı kanunun 204. maddesinin 1. fıkrasında; "(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır",
Sahtecilik suçları bakımından özel bir içtima hükmü getiren “İçtima” başlıklı 212. maddesinde ise; “Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur”,
Hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre sahte belgenin başka bir suçun işlenmesinde kullanılması durumunda, 5237 sayılı TCK hükümleri uyarınca fail hem sahtecilik suçundan, hem de belgenin kullanıldığı suçtan dolayı sorumlu tutulacaktır. Örneğin, sahte belgenin kullanılması sureti ile bir kimsenin aldatılarak bir yarar elde edilmesi durumunda, hem dolandırıcılık hem de resmi veya özel belgede sahtecilik suçlarından ayrı ayrı hüküm kurulması gerekecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Dolandırıcılık suçundan 765 sayılı TCK hükümleri uyarınca kurulan mahkûmiyet hükmü onanmak suretiyle kesinleşen hükümlü hakkında yapılan uyarlama yargılamasında lehe olan kanunun tespitine yönelik olarak usulüne uygun şekilde bir karşılaştırmanın yapılmadığı, 765 sayılı TCK ile 5237 sayılı TCK"nun ilgili hükümlerinin ayrı ayrı uygulanması ve sonuçlarının açıkça gösterilip karşılaştırılması gerekirken, ilgili maddelerde öngörülen cezalardan bahsedilerek lehe olan kanunun tespitine çalışıldığı, bu haliyle usulüne uygun bir karşılaştırma yapılmadığı açık olmakla birlikte, 765 ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunlarının ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçlar birbirleriyle karşılaştırıldığında; 5237 sayılı TCK"nun sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağına ilişkin 212. maddesi karşısında, hesap sahibi adına çek keşide etme yetkisi bulunmadığı halde çek keşide etmeye yetkili olduğu hususunda şikayetçiyi aldatmak suretiyle karşılığı olmayan çek düzenleyerek haksız yarar sağlayan hükümlünün eyleminin 765 sayılı TCK"nda yalnızca dolandırıcılık suçunu oluştururken, 5237 sayılı TCK"nda hem sahtecilik hem de dolandırıcılık suçlarını oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda da 5237 sayılı TCK uyarınca dolandırıcılık ve sahtecilik suçlarından alt sınırdan uygulama yapılması halinde dahi, 765 sayılı TCK hükümlerine göre dolandırıcılık suçundan kurulan mahkumiyet hükmünden daha aleyhe sonuç doğuracağı sabit olup, yerel mahkeme hükmünün sonucu itibarıyla isabetli olduğu kabul edilmelidir.
Bu nedenle, 5237 sayılı TCK hükümleri, hükümlü hakkında lehe sonuçlar doğurmadığından, sonucu itibarıyla isabetli olan yerel mahkeme hükmünün Özel Dairece onanmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, itirazın reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08.10.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.