Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1491
Karar No: 2018/1438
Karar Tarihi: 16.10.2018

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1491 Esas 2018/1438 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1491 E.  ,  2018/1438 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.12.2011 tarihli ve 2010/466 E. 2011/418 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.02.2013 tarihli ve 2012/4091 E., 2013/2741 K. sayılı kararı ile,
    (...Dava basın yoluyla kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat davasıdır. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm; davalı tarafından temyiz edilmiştir.
    Davacı 43 yıl TSK"da görev yapmış emekli bir general olduğunu, davalının 21/09/2010 tarihinde Habertürk gazetesinde yayımlanan söyleşisinde kendisi hakkında iftira niteliğinde, gerçeğe aykırı beyanlarda bulunduğunu, söz konusu söyleşide davalının, kendisinin Merhum Cumhurbaşkanı ....."a yapılan suikastın arkasındaki isimlerden biri olduğu ve suikastın soruşturmasını yapan savcıya "konunun üzerine fazla gitme" diyerek soruşturmayı engellediği suçlamasını yönelttiğini ve bu şekilde kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu belirterek 50.000 TL manevi tazminatın yayın tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı yapmış olduğu söyleşide babasından ve....."ten almış olduğu duyumlarını aktardığını, kendisi ile yapılan söyleşi dışında bu konu ile ilgili birçok haber ve yazı yayınlandığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
    Mahkemece davalının, dava konusu röportajda, davacıyı Cumhurbaşkanı"na yapılan suikastın arkasındaki isim olmakla ve soruşturma yapan savcıyı yönlendirmekle suçladığını, bu şekilde davacının kişilik haklarının tecavüze uğradığını belirterek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Davalının 20/09/2010 tarihli Habertürk gazetesinde yayımlanan söyleşisinde babası olan Merhum Cumhurbaşkanı ....."ın ölümü ve uğramış olduğu suikast ile ilgili görüşlerini açıkladığı, babasından ve o dönem soruşturmayı yürüttüğünü belirttiği Cumhuriyet Savcısı....."ten duyduğu bazı hususları ifade ettiği anlaşılmaktadır. Dosya kapsamından ise; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında tanık sıfatıyla ifadesine başvurulan....."ün suikastten sonra ..... ile ve bu konuyla ilgili birkaç defa davalı ile görüştüğünü, dönemin MGK Genel Sekreteri olan davacının 3 tane adam göndererek bu soruşturmayı bırakması hususunda kendisini tehdit ettiğini ifade ettiği, davalının söyleşisinde....."ten duyduğunu ifade ettiği hususların..... tarafından doğrulandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda söz konusu söyleşinin hukuka aykırılığından ve davacının kişilik haklarının saldırıya uğradığından bahsedilemez. Mahkemece açıklanan olgular gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş ve hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir...)
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; müvekkilinin Türk Silahlı Kuvvetleri"nden orgeneral rütbesiyle emekli olan onurlu bir general olduğunu, eski Cumhurbaşkanlarından ....."ın oğlu olan davalının babasına yapılan suikast girişiminden 22 yıl sonra yaptığı konuşmalar ve söyleşilerde müvekkili dahil pek çok kişiyi itham ederek zan altında bıraktığını, davalının özellikle 21.09.2010 tarihli Habertürk Gazetesi"nde yayımlanan “Suikastın Ardında Yirmibeşoğlu Vardı” başlıklı söyleşisinde, müvekkilinin Cumhurbaşkanı Özal’a yapılan suikastın arkasındaki isimlerden birisi olduğunu ve suikast soruşturmasını yapan savcıya "konunun üzerine fazla gitme" diyerek engellediğini söylediğini, ayrıca müvekkilinin JİTEM’le ilişkisi bulunduğu, hatta bu oluşumun başkanı olduğu, bu nedenle terfi ettirilmediği ve emekliye sevk edildiği gibi iddialarda bulunduğunu, iddiaların tamamen asılsız olduğunu, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aştığını, müvekkilinin kişilik haklarını ağır şekilde ihlal ettiğini ileri sürerek 50.000,00 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
    Davalı vekili; müvekkilinin, babasının görevi icabı o tarihlerde babası ile birlikte Başbakanlık konutunda ve Cumhurbaşkanlığı Köşkünde birçok sohbete katıldığı gibi babası ile güncel konularda devamlı konuşması ve bilgi alışverişinde bulunması nedeniyle kamuoyuna yansımayan birçok bilgiyi bizzat babasından duymasının ve öğrenmesinin doğal olduğunu, yapmış olduğu söyleşide bizzat babasından duyduklarını dile getirdiğini, konu ile ilgili beyanlarının tamamen duyum olduğunu da dava konusu söyleşide açıkça beyan ettiğini, müvekkilinin babasına yapılan suikastin ortaya çıkarılmasını istemesi ve bu konuda başlatılan soruşturmalarda çağrı üzerine ifade vermesi ve bu ifadeler üzerine yapılan söyleşilere katılmasında herhangi bir kötü niyetin bulunmadığını, savcılık ifadesinde davacıyı doğrudan suçlamasının söz konusu olmadığını, söyleşinin suikast olayı ile ilgili gerçeklerin ortaya çıkması amacına yönelik olup davacının kişilik haklarına saldırı kastı taşımadığını, kendisi ile yapılan söyleşi dışında bu konu ile ilgili birçok haber ve yazı yayınlandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece; davalının duyumlara ve tahmine dayalı, ceza hukuku anlamında hiçbir maddi delile dayanmaksızın verdiği röportajında, davacının Cumhurbaşkanı’na yapılan suikastın ardındaki isim olduğunu söylediği, soruşturmayı yapan savcıyı dahi yönlendirmeye çalışarak açıkça davacıyı suçladığı, davacının kişilik haklarının ağır ve haksız bir tecavüze uğradığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 7.000,00 TL manevi tazminatın 21.10.2010 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
    Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek ve davalının duyumlarının duyduğu kişi tarafından doğrulanmasının hiçbir anlam ifade etmediği, hiç bir delile dayanmaksızın yapılan suçlamayı, suçlama olmaktan çıkaramayacağı, aksi düşünüldüğünde her suçlama yapanın bu sözleri duyduğu kişi ya da kişilerin yine hiç bir delile dayanmaksızın "evet, bizden duydu" diye duyumu doğrulaması sonucunda sorumluluktan kurtulmasının yolunun açılacağı, bunun da sorumluluk hukuku açısından kabul edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalının Habertürk Gazetesi"nde yayımlanan “Suikastın Ardında Yirmibeşoğlu Vardı” başlıklı söyleşisi içeriğindeki sözlerinin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, buradan varılacak sonuca göre davalının manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
    Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
    Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
    Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (TMK m.24), isme saldırı (TMK m.26), nişan bozulması (TMK m.121), evlenmenin butlanı (TMK m.158/2), boşanma (TMK m.174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı BK m.47, 6098 sayılı TBK m. 56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m.49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
    4721 sayılı TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
    4721 sayılı Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 24. maddesinde;
    “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
    Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar yada kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
    Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 49. maddesinde ise;
    “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
    Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
    Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
    hükümleri yer almaktadır.
    TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel çıkarlar, kişilik haklarıdır. Kişilik hakları ise, kişisel varlıkların korunmasıyla ilgilidir. Kişisel varlıklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
    Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişisel hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
    Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
    2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
    Hâl böyle olunca, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) somut uyuşmazlığın nasıl düzenlendiğini ve sözleşmenin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
    Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hallerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
    İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside, parag. 49, başvuru no: 5493/72, 07.12.1976). AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de bu dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).
    İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağı sorunudur.
    AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
    1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
    AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olmasını gerektirdiğini hatırlatır. Ancak, söz konusu ifade, hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).
    2. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu:
    Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, bu özgürlüklerin kullanılması “…demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
    Açıkça görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Ancak kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Osman Doğru, Atilla Nalbant; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
    3. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:
    AİHM, ifade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, başvuru no: 13585/88, 26.11.1991).
    Kabul edilebilir eleştiri sınırları hususunda ise AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında bu sınırların, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu birçok kez kabul etmiştir. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamı, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman daha fazla hoşgörü göstermelidir. Elbette siyaset adamının namını koruma hakkı vardır, hatta özel yaşamının dışında bile, fakat ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kıldığından, bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (Bkz., özellikle, Oberschlick/Avusturya (no:2), 1 Temmuz 1997 tarihli karar, Derleme 1997-IV, s. 1274-1275, § 29 ve adı geçen Lingens/Avusturya kararı, başvuru no: 9815/82, 08 Temmuz 1986, parag. 42).
    Yasayla öngörülebilen bir ifade özgürlüğünün sınırlandırılması için meşru bir amacın bulunup bulunmadığının tartışılması gereklidir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrasına göre “… bu özgürlüklerin kullanılması, …demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağı sorunudur.
    Konunun iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince; Anayasa’ya göre, herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir ve her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir ve bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
    Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında bu hürriyetlerin kullanılması, sınırlandırılması düzenlenmiş; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği ifade edilmiştir.
    Düşünce ve kanaat özgürlüğü sınırının aşılması ve kişilik hakkına saldırı seviyesine ulaşması hâlinde, olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. (6098 sayılı TBK m. 58) ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddeleri gereğince manevi tazminat istenebilecektir.
    Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 gün ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 gün ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
    Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
    Davalının babası olan merhum Cumhurbaşkanı ....."ın, Başbakan olduğu dönemde 18.06.1988 tarihinde Ankara’da yapılan Anavatan Partisi kongresinde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaralandığı, suikast sonrası yapılan soruşturma sonucu saldırıyı gerçekleştiren .... isimli kişinin yakalanarak yargılandığı ve hapis cezası ile cezalandırıldığı, merhum Cumhurbaşkanı ....."ın 17.04.1993 tarihinde vefat ettiği, 2010 yılında İstanbul ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılıklarınca yürütülen soruşturmalarda davalının müşteki sıfatıyla ifade verdiği, 21.09.2010 tarihinde Habertürk Gazetesinde yayımlanan “Suikastın Ardında Yirmibeşoğlu Vardı” başlıklı söyleşide davalının babası olan merhum Cumhurbaşkanı ....."ın ölümü ve uğramış olduğu suikast ile ilgili açıklamalar yaptığı, suikast soruşturmasında görev alan Cumhuriyet Savcısı....."ün kendisine anlattıklarından ve bunları babasına sorduğunda aldığı cevaplardan bahsettiği, bu kapsamda söyleşide babasına yapılan suikastın arkasındaki isimlerden birisinin de .... olduğunu, ...."nun suikast soruşturmasını yapan Cumhuriyet Savcısı....."e "konunun üzerine fazla gitme" dediğini bizzat....."ten duyduğunu, babasının ülke karışmasın diye bu isimleri açıklamadığını beyan ettiği anlaşılmaktadır.
    Dosya kapsamında yer alan soruşturma dosyalarına ait ifade tutanaklarının incelenmesinde, davalının müşteki sıfatıyla vermiş olduğu ifadesinde benzer hususlardan bahsettiği ve tanık olarak beyanına başvurulan....."ün ifadesinde, suikast soruşturması görevini yürüttüğü sırada dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri olan ...."nun gönderdiği üç kişinin kendisine "Paşamız bu tahkikatı yapmanızı istemiyor", "bu soruşturmayı bırak, işi karıştırma çek git, yoksa senin de akıbetin iyi olmaz" diyerek tehdit ettiklerini, suikastten sonra ..... ile görüşerek konu ile ilgili bilgi arz ettiğini, bu konuyla ilgili ... ile de birkaç defa görüştüğünü beyan ettiği görülmektedir.
    Dava konusu söyleşi bir bütün olarak ele alındığında, davalı tarafından ifade edilen hususların....."ün tanık olarak vermiş olduğu ifade ile doğrulandığı, söyleşi içeriğinde davalı tarafından davacı hakkında küçültücü veya hakaret teşkil eden herhangi bir ifadeye yer verilmediği, söyleşinin hukuka aykırılığından bahsedilemeyeceğinden yukarıda vurgulanan AİHM içtihatları karşısında ifade özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davalının dava konusu söyleşide davacı hakkında kullandığı ifadelerin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği belirtilmişse de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiştir.
    O hâlde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
    SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.10.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi