Esas No: 2018/588
Karar No: 2018/1424
Karar Tarihi: 04.10.2018
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/588 Esas 2018/1424 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “alacak” istemine ilişkin asıl dava ile “sözleşmenin iptali” istemli birleşen davadan dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 18.03.2014 tarihli ve 2014/2 E., 2014/111 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 03.05.2017 tarihli ve 2017/13-590 Esas, 2017/899 Karar sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi asıl dava davalısı-birleşen dava davacısı Bak-İst Ltd. Şti. vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Asıl dava alacak, birleşen dava ise taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin muvazaa nedeniyle iptali istemine ilişkindir.
Asıl davada; davacı ... vekili müvekkili ile davalı şirket arasında imzalanan 24.01.2002 tarihli sözleşme ile 337.000TL karşılığında satışı vaad edilen dairelerin bedelinin ödenmesine rağmen devrinin yapılmadığını, taşınmazların üçüncü kişinin mülkiyetine geçmekle devrinin de imkânsız hâle geldiğini ileri sürerek ödenen bu bedelin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Asıl dosya davalısı Bak-İst Ltd. Şti. (Şirket) vekili ise bahsi geçen sözleşmenin, sözleşme altında müvekkili şirketin temsilcisi sıfatıyla imzası bulunan ...’in davacıya olan para borcunun teminatı olarak imzalanmakla muvazaalı olduğunu, daire satışı gibi bir irade bulunmayıp sözleşmedeki satış bedeli olarak belirtilen meblağın da davacı tarafından ödenmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini savunmuş; birleşen dava ile asıl davanın dayanağı Kadıköy 4. Noterliğinin 24.01.2002 tarih, 5206 yevmiye numaralı düzenleme şeklindeki taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin bedelsizlik ve muvazaa nedeniyle iptaline karar verilmesini istemiştir.
Birleşen dosya davalısı ... ise davaya konu sözleşmenin ...’den para karşılığı aldığı borcun teminatı olarak imzalandığını, gerçekte satış yönünde bir iradenin olmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacı ...’nin davalı şirket yetkilisi ... ile çıkar ve işbirliği içerisinde davaya konu satış vaadi sözleşmesini düzenledikleri, sözleşmenin düzenlenmesi sırasında da ...’in temsil görevini kötüye kullandığının davacı ... tarafından bilindiği, bu nedenle birleştirilen davanın davacısı olan Şirket’in dava konusu sözleşmeyle bağlı sayılmasının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2’nci maddesinde öngörülen dürüstlük kuralıyla bağdaşır yanının bulunmadığı gerekçesi ile asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile 24.01.2002 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar verilmiştir.
Asıl dosya davacısı - birleşen dosya davalısı ... vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece ... ve ...’in el ve işbirliği içerisinde olduklarının, muvazaa ve bedelsizlik iddialarının dosya kapsamı itibari ile ispatlanamadığı gözetilerek asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle verilen direnme kararı asıl dosya davacısı- birleşen dosya davalısı ... vekili tarafından temyiz edilmiş; Hukuk Genel Kurulunun yukarıda başlık bölümünde esas ve karar numarası yazılı kararı ile davalı-birleşen dosya davacısı Şirket’in, kendi organı olan müdürü ... eli ile gerçekleştirildiği ileri sürülen muvazaa iddiasının ispatı yönünden üçüncü kişi konumunda sayılamayacağı, dosya kapsamından da bu iddiaların ispatlanamadığı değerlendirilerek Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesi ile direnme kararı bozulmuştur.
Bu karara karşı davalı-birleşen dosya davacı şirket tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; resmî şekilde yapılmış olmakla geçerli taşınmaz satış vaadi sözleşmesine temsile yetkili olduğu şirket adına imza atan kişi ile sözleşmenin diğer tarafı arasında muvazaalı ilişki bulunduğu yönündeki iddianın Şirket tarafından dile getirildiği olayda, ispat yükünün yön ve koşullarının mahiyeti, burada varılacak sonuca göre yerel mahkemenin, sözleşmenin bedelsizlik ve muvazaa nedeniyle iptalinin gerektiği yönündeki kabulünün hukuka uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Asıl davada alacak iddiasına konu edilen, birleşen davada ise muvazaa ve bedelsizlik iddiası ile iptali istenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesini imza eden birleşen dosya davalısı ...’in bu tarihte şirketin temsilcisi olarak şirket adına hareket ettiğinde çekişme bulunmamaktadır.
6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun 542’nci maddesinde;
“Müdürlerin haiz oldukları temsil salahiyetinin şümul ve tahdidi hakkında, anonim şirketin idare meclisine dair olan 321’inci madde hükmü tatbik olunur.
Vazifelerini ifa dolayısiyle müdürlerin işlemiş oldukları haksız fiillerden şirket mesul olur.” hükmüne yer verilmiştir. Dolayısıyla müdürlerin sorumsuzluğu esastır.
Ne var ki şirket müdürlerinin temsil yetkisi atıf yapılan 321’inci madde hükmü gereğince “şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak” ile sınırlı olduğu gibi, temsilci aynı zamanda şirketin vekili olarak hareket etmekle anonim şirket temsilcilerinin görevlerini yerine getirmekteki ihtimam derecesini düzenleyen “İdare meclisi azalarının şirket işlerinde gösterecekleri dikkat ve basiret hakkında Borçlar Kanunu’nun 528’inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü tatbik olunur.” şeklindeki 320’nci madde hükmü gereği adi şirket ortakları için aranan “mutad ikdam ve ihtimamı” sarf etmeğe mecburdur.
Bu noktada vekâlet ilişkisinin hukuki anlam ve mahiyetine de kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (B.K.) 386’ncı maddesine göre; “Vekâlet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.
Diğer akitler hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi, vekâlet hükümleri cari olur.”
Bu sözleşme çerçevesinde vekil bir sonuca ulaşmak için belli bir yönde iş görür.
B.K.’nın 390/2’nci maddesine göre de; “Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.” Bu hükümde geçen "İyi bir surette ifa" mehaza göre sadakat ve özen ile ifa anlamında kullanılmıştır (Yavuz, C.: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 1997, s. 598).
Bu düzenlemelere göre vekilin özen borcunun özelliği vekilin hedef tutulan sonucunun başarılı olması için işlerin mutad cereyanına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunmasının gerekmesidir. Vekilin özen borcu, iş görürken yöneldiği sonucun olmaması değil bu sonuca erişmek için yaptığı faaliyetleri özenle yürütmesidir (Tandoğan, H.: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C.2, Ankara 1977, s. 199).
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2009 tarihli, 2009/13-393 E., 2009/452 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi TMK’nın 3’üncü maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nın 2’nci maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olacaktır. Oysa ki bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde;
Davacı ...’nin alıcı, birleşen dosya davalısı ...’in asıl dosya davalısı Bak-İst. Ltd. Şti.’nin temsilcisi sıfatıyla yer aldığı 24.01.2002 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin ifasının imkânsızlığı nedeniyle tazminat istemine konu edildiği olayda, adı geçen şirket tarafından, temsilcisinin gerçekte ...’ye olan şahsi borcunun teminatı olarak şirket aleyhine bahsi geçen sözleşmeyi tanzim ettikleri yönünde ileri sürülen iddia yönünden şirket, sözleşmedeki muvazaa iddiasının tarafı sayılamayacaktır. Başka bir anlatımla, somut olayda iptal istemine konu satış vaadi sözleşmesi bakımından taraf muvazaası söz konusu olmayıp, birleşen dava dilekçesi içeriği ve iddiaların ileri sürülüş biçimi itibari ile iddianın temsil yetkisinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olduğu açıktır. Hâl böyle olunca temsilcisinin sözleşmenin karşı tarafı ile birlikte el ve işbirliği ile kendilerini zararlandırıcı işlem yapıldığı iddiası yönünden şirket üçüncü kişi konumundadır ve bu iddianın her türlü delille ispatı mümkündür.
Varılan noktada, yerel mahkemenin bu yöndeki değerlendirmesi ve direnme gerekçesi yerindedir.
Bununla birlikte, mahkemece davalı ...’in temsil yetkisini kötüye kullanıp kullanmadığı ve davaya konu satış vaadi sözleşmesinin diğer tarafı olan ... ile el ve işbirliği içerisinde hareket edip etmediği yönünde yalnızca ... ve tanıkların ifadeleri yeterli görülerek varılan netice eksik incelemeye dayalıdır. Mahkemece yapılması gereken; anılan hususları ispatlamaya yarar maddi olguların açıkça ortaya konulması için iddia ve savunmaya dayanak kılınan delillerin tamamının toplanması, bu doğrultuda, davaya konu satış vaadi sözleşmesinde gösterilen taşınmazların satış bedellerinin şirket kasasına girip girmediği yönünde araştırma yapılarak bu hususun açıklığa kavuşturulması, diğer taraftan, söz konusu taşınmazların sözleşme tarihindeki gerçek değerlerinin tespiti için keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle taşınmazların sözleşmede gösterilen değerleri ile gerçek değerleri arasında fark bulunup bulunmadığının saptanması, bundan sonra tüm deliller bir arada değerlendirilerek varılacak neticeye göre kesin bir kanaate ulaşmaya imkân verecek nitelikte delillerin mevcut olduğu sonucuna varılacak olur ise ilk karardaki şekilde hüküm tesisi, aksi takdirde el ve işbirliğinin ispatlanamadığının gözetilmesi gerekir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında dosya kapsamı itibari ile el ve işbirliği iddiasının sübut bulmadığı, bu nedenle Özel Dairenin bozma kararının yerinde olduğu, iptali istenen sözleşmenin noter huzurunda düzenleme şeklinde yapılmış olması nedeniyle aksinin ancak sahteliğinin iddia ve ispatı ile ileri sürülebileceği, şirket ile müdürü arasındaki vekalete ilişkin iç ilişkinin somut olayda işin esasına etki edemeyeceği, bu nedenle Hukuk Genel Kurulunun bozma kararının yerinde olduğu ve karar düzeltme isteminin reddi gerektiği yönünde ileri sürülen görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından yerinde görülmemiştir.
Sonuç itibariyle yerel mahkemenin direnme kararının açıklanan değişik gerekçeler ile bozulması gerekirken 03.05.2017 tarihli, 2017/13-590 E., 2017/899 K. sayılı kararı ile Özel Daire bozma kararındaki kesin bozma gerekçesi yerinde görülerek karar verildiği anlaşılmakla, karar düzeltme istemine konu Hukuk Genel Kurulu kararının kaldırılarak direnme hükmünün bu değişik gerekçe ile bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı-birleşen dosya davacısı Bak-İst. Ltd. Şti. vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile direnme kararının bozulmasına ilişkin Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2017 tarihli, 2017/13-590 E., 2017/899 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA, direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle BOZULMASINA, istek hâlinde karar düzeltme harcının yatırana geri verilmesine, 04.10.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Davacı asıl davada, davalı şirketin müteahhit olarak inşa edeceği binadan davalının hissesine düşen 7 adet daireyi satın almak için davalı ile noterde 24.1.2002 tarihli taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi imzaladıklarını, sözleşme gereğince davalıya 337.000TL ödediğini, davalının tapuları vermemesi üzerine açtığı tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini, tescil imkânının kalmadığını ileri sürerek, 337.000TL’nin faiziyle birlikte davalı şirketten tahsilini istemiştir.
Davalı şirket, davanın reddini dilemiş, birleşen karşı davasında, gerçek bir satış vaadi iradelerinin bulunmadığını, şirket yetkilisi olan davalı ...’ın davacı-birleşen davanın davalısı Recep’ten aldığı borç paralara teminat olmak üzere dava konusu satış vaadi sözleşmesini imzaladığını, ödendiği iddia edilen 337.000TL’nin şirket kayıtlarına girmediğini, sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, 24.1.2002 tarihli taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinin bedelsizlik ve muvazaa nedeniyle iptalini istemiştir.
Birleşen davanın davalısı ..., satış vaadi sözleşmesini davacı-birleşen davanın davalısı Recep’ten şahsı adına aldığı borç para karşılığı teminat olmak üzere imzaladığını, şirketin sözleşme ile ilgisinin bulunmadığını savunmuştur.
Mahkemece, asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı-birleşen davanın davalısı tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesince; Davacı-birleşen davanın davalısı asıl davada, davalı şirket ile 7 adet daireyi satın almak amacıyla noterde taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi imzalayarak satış bedeli olan 337.000TL’yi ödediği hâlde dairelerin tapularının devredilmediğini, açtığı tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini ileri sürerek, 337.000 TL’nin davalı şirketten tahsilini istemiş, davalı şirket ise birleşen karşı davasında, bedelsizlik ve muvazaa nedenlerine dayanarak dava konusu taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinin iptalini istemiştir. Davacı-birleşen davanın davalısı Recep ile davalı-birleşen davanın davacısı şirket arasında 24.01.2002 tarihinde taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi düzenlendiği taraflar arasında çekişmesizdir. Sözleşmede 337.000TL’nin nakden ve tamamen ödendiği belirtilmiştir. Sözleşme resmi şekilde düzenlenmiş olup geçerlidir. Sözleşmeyi şirket adına o tarihte şirket yetkilisi olan ... imzalamış olup davacı-birleşen davanın davalısı Recep ile Şahap’ın el ve işbirliği halinde oldukları dosya kapsamıyla kanıtlanamamıştır. Davalı-birleşen davanın davacısı şirket bedelsizlik ve muvazaa iddialarını ispatlayamamıştır. Öyle olunca mahkemece asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir." gerekçesi ile karar bozulmuştur. Mahkemece, kararda direnilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunca "Somut uyuşmazlıkta birleşen dosya davalısı ...’in muvazaa iddiasına konu sözleşme tarihi itibari ile şirketi temsile yetkili müdür olduğu konusunda çekişme bulunmamaktadır. Muvazaa iddiasının dayanağı şirket temsilcisinin, şahsi borcunun şirkete yüklenmesi sonucunu doğuracak şekilde gerçek dışı işlem yaptığı isnadıdır. Bu iddiayı birleşen dosya davalısı ... 28.02.2012 tarihli dilekçesi ve duruşmada verdiği ifade ile doğrulamış, mahkemece de bu beyan göz önünde bulundurularak asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile sözleşmenin iptaline karar verilmiştir.
Ne var ki yukarıda yapılan açıklamalar karşısında davalı-birleşen dosya davacısı Şirketin, organının eliyle gerçekleştiği ileri sürülen muvazaa iddiası yönünden, üçüncü kişi konumunda olduğunun kabulü mümkün olmadığından muvazaanın ispatlanamadığı gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulması yerinde değildir." gerekçesi ile direnme kararının bozulmasına karar verilmiş; davalı bu sefer karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
Dosya kapsamı itibariyle, Asıl dava davacısı ..."nin ödediği bir bedel karşılığında gayrimenkul satış vaadi yapıldığını ileri sürmüş olup, asıl dava davalısı şirket savunmasında davacının Şahap"a ödeme yaptığını kabul etmiş, şirkete bir ödeme yapılmadığını beyan etmiştir. Dinlenen Şahap"ta borcu karşılığında taşınmazların satışını gerçekleştirdiğini beyan etmiştir. Dosyada dinlenen tanıklarda davacının şirkete ödeme yapmadığını beyan etmiş iselerde, asıl dava davacısı Recep"in bedelsiz olarak sözleşme yaptığına dair bir beyanda bulunmamışlardır. Satış sırasında Şahap"ın şirketin tam yetkili temsilcisi olduğuda tartışmasızdır. Bu durumda muvaza iddiasında bulunan Birleşen dava davacısı şirketin Recep ile Şahap arasında el ve işbirliği ile hareket edildiğini kanıtlaması gerekir. Şirketin sunduğu delillerden el ve işbirliği içinde hareket edildiğine dair bir sonuç çıkarmak mümkün olmamıştır. Tarafların ikiside tacir olmayıp işinde ticari olmadığından HMK"nın 222. maddesinin 3. fıkrası da burada uygulanamayacağı gibi bu paranın şirket kayıtlarına girmemiş olması Recep"in el ve işbirliği içinde hareket ettiğine göstermez. Hâl böyle olunca bu gerekçe ile karar düzeltme talebinin reddine karar verilmesi gerektiğinden, çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.