Esas No: 2021/5412
Karar No: 2021/15155
Karar Tarihi: 01.12.2021
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2021/5412 Esas 2021/15155 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Bölge Adliye
Mahkemesi : ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi
No : 2020/1137-2021/501
İlk Derece
Mahkemesi : Nevşehir 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
No : 2018/603-2020/59
Dava, vergi kaydı başlangıç tarihi olan 02.05.1996 tarihinin 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun tespiti ile emeklilik koşulları oluştuğundan aylık bağlanmasına karar verilmesi istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir.
... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince verilen kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili dilekçesinde özetle; davacının, vergi kaydı başlangıcı olan 02.05.1996 tarihinin 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık başlangıç tarihi olduğunun tespiti ile emeklilik koşulları oluştuğundan aylık bağlanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
II-CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkili kurumun bağ kur sigortalısı davacının 02/05/1996 tarihinde vergi kaydının yapıldığını, 04/10/2000 tarihinde ise vergi kaydına istinaden tescilinin yapıldığım, 31/12/2007 tarihinde tescilinin sona erdiğini, 1479 sayılı yasanın 24. Maddesine göre sigortalı sayılanlardan vergi kaydı devam edenlerin kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kayıt ve tescili yapılmayanların her türlü hak ve mükellefiyetlerinin 04/10/2000 tarihinde başlatılacağını, davacının talebinin tescilinin başlatıldığı tarihte uygulanan KHK ve hukuka aykırı olduğunu beyanla davanın reddine karar verilmesini talep ettiklerini beyan etmiştir.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
“Davanın kabulü ile;
1-Davacının 1479 sayılı kanuna tabi olarak sigortalılık başlangıcının 02/05/1996 tarihi olduğunun tespitine,
2-Borcun ödendiği tarih olan 16.01.2020 tarihini takip eden aybaşından itibaren davacı lehine yaşlılık aylığı bağlanmasına,” şeklinde hüküm kurulmuştur.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
Bölge Adliye Mahkemesince; davalı vekilinin istinaf isteminin 6100 sayılı HMK 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine,karar verilmiştir.
V-TEMYİZ NEDENLERİ:
Davalı Kurum avukatı tarafından, kararın bozulması talep edilmiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE ESASIN İNCELEMESİ
Uyuşmazlık, somut olay bakımından 1479 sayılı Kanun (Esnaf Bağ-Kur) kapsamında vergi kaydı başlangıç tarihi olan 02.05.1996 tarihinin davacı için sigorta başlangıcı sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hukuki yarar ve sigortalılık başlangıcı kavramlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Öncelikle hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat (hukuki yarar) kavramları hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, R.; aktaran: Hanağası, E., Davada Menfaat,... 2009, önsöz VII).
Hukuk Genel Kurulunun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, E.,a.g.e, s.135).
Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gereğini, "dava şartı" olarak kabul etmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır.
Nitekim aynı görüş Hukuk Genel Kurulunun 24.11.1982 gün ve 1982/7 - 1874 E. - 914 K.; 05.06.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E. - 946 K. ve 25.05.2011 gün ve 2011/11-186 E. - 2011/352 K., 01.02.2012 gün, 2011/10-642 E. - 38 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
Bir davada hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının mahkemece taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)"nin 6 ncı maddesi ve 1982 Anayasasının 36 ncı maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H., Atalay, O., Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, ... 2011, s.297).
Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.
Bilindiği üzere mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.
Eda davalarında, bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: 1)Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır.
Davacının tespit davası ile istediği hukuki korunma, diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının o konuda tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. (Kuru/ Arslan/ Yılmaz- Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, ... 2011, 22. baskı, s.274)
Uyuşmazlıktaki tespit istemi 1479 sayılı Kanun kapsamında sigorta başlangıcı kavramına dayalı olup, istemde hukuki yarar bulunup bulunmadığının açığa kavuşturulması yönünde bu konuya kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.
Sigortalılık başlangıç tarihi, talep eden açısından Kanun kapsamında sigortalı sayılmasını gerektirecek biçimde ilk defa çalışmaya başladığı tarih olmakla birlikte, sigortalı açısından önemi "sigortalılık süresi" yönünden taşıdığı değerdir.
Sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti davası bir (1) günlük çalışmanın tespiti niteliğinde olduğundan hizmet tespiti davasının bir türüdür. Bu dava türleri hizmet tespiti davaları gibi kamu düzenine ilişkindir.
01.03.1965 tarihinde yürürlüğe giren 17.07.1964 tarih ve 506 sayılı Kanun"unda uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 108 inci maddede “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir. Ayrıca 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"da uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 38 inci maddede “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2/6/1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4/2/1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.
Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.
Aylık bağlama işlemlerinde dikkate alınan sigortalılık süreleri, sigortalılığın başlangıç tarihi ile sigortalının aylık bağlanması için yazılı istekte bulunduğu, aylık bağlanması için istekte bulunmayan sigortalılar için ise ölüm tarihi arasında geçen süredir. 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar bakımından sigortalılık süresi; sigortalılığın başlangıç tarihi ile 48 inci maddeye göre yetkili makamdan emekliye sevk onayının alınarak görevi ile ilişiğinin kesildiği ayın son günü arasında geçen süredir.
Vazife malûllüğü aylığı almakta iken, çalışmaya başlamaları nedeniyle haklarında uzun vadeli sigorta hükümleri uygulananlar için malûllük, yaşlılık ve ölüm aylığı bağlanmasında veya toptan ödeme yapılmasında esas alınacak sigortalılık süresi, prim ödeme gün sayısı ve prime esas kazancın hesaplanmasında, vazife malûllüğü aylığı bağlandığı tarihten önceki süreler dikkate alınmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
506 sayılı Kanunun 108 inci maddesi ve 5510 sayılı Kanunun 38 inci maddesi değerlendirildiğinde sigorta başlangıcının yaşlılık aylığından yararlanma şartları arasında olan “sigortalılık süresini” doğrudan etkilediği görülmektedir. Ne var ki 2/9/1971 tarihli 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ve 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında sigorta başlangıcının talep eden açısından hukuki sonucu olarak “sigortalılık süresini” belirlemesi yönünden etkisi bulunmamaktadır. Çünkü her iki kanun kapsamında da yaşlılık aylığına hak kazanmak için sigortalılık süresi değil primi ödenmiş günler asıldır. Somut olay bakımından davacının 1479 sayılı Kanun kapsamında talep ettiği 1 günlük hizmet tespitinin yaşlılık aylığı bağlanırken herhangi bir katkısı olmayacağından hukuki yararı bulunmamaktadır (HGK 31.5.2017 t. 2015/21-840 E, 2017/1042 K.).
Eldeki davada ise, Mahkemece; hukuki yarara ilişkin yukarıda yapılan açıklamalar ve ilkeler uyarınca 1479 sayılı Kanuna dayalı sigortalılık tespit davalarında; sigorta başlangıcının belirlenmesinde hukuki yarar bulunmadığı gözetilerek, davacı ve/ veya vekiline talep sonucu açıklattırılmak suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve ... Bölge kurum Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak, İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi kararının, HMK"nın 373/1. maddesi gereğince kaldırılarak, temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine ve kararın bir örneğinin ilgili Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 01.12.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.