11. Hukuk Dairesi 2019/3291 E. , 2020/1477 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
Taraflar arasında görülen davada Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 11/09/2017 tarih ve 2009/961 E. - 2017/620 K. sayılı kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi"nce verilen 18/04/2019 tarih ve 2018/163 E. - 2019/528 K. sayılı kararın Yargıtay"ca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, 6100 sayılı Kanun"un 369. maddesi gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalının yetkilileri tarafından paranın istendiği an geri alınabileceği ve yüksek oranda kâr verileceği taahhüdü ile nakit para topladığını, müvekkilinin bu beyanlara güvenerek ortaklık durum belgesi karşılığında davalılara 36.007,00 DM yatırdığını, davalıların dolandırmak kastıyla birçok kişiyi kandırarak bir takım belgeler karşılığı şirket kayıtlarına geçirdiğini, hukuken ortaklığın kabul edilemeyeceğini, davalıların müvekkilinin uğradığı zarardan sorumlu olduğunu belirterek dava dilekçesinin konu ve netice talep kısımlarında yeralan DM ibaresi üzeri çizilip Euro yazılıp paraflanmak suretiyle geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespitine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 36.007,00 Euro karşılığı 72.014,00 TL"den şimdilik 6.500,00 TL"nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, yargılama aşamasında talebini 12.782,95 Euro karşılığı toplam 40.905,44 TL olarak ıslah etmiştir.
Davalılar vekili, davacı ile Kombassan Holding A.Ş arasında ortaklık ilişkisi bulunduğunu, hile iddiasının bulunması halinde bir yıllık hak düşürücü sürenin gözetilmesi gerektiği, hak düşürücü ve zamanaşımı sürelerinin dolduğunu, davacının delil olarak dayandığı belgedeki imzaların müvekkili şirket yetkililerine ait olmadığını, davacının alacak talebinin şirket kayıtları ile örtüşmediğini, müvekkili gerçek kişilerin davacıya karşı sorumlu olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk derece mahkemesince iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, taraflar arasında hukuken geçerli bir ortaklık ilişkisinin olmadığı, hükümsüz bir ilişkinin varlığı halinde hak düşürücü süre ve zamanaşımı süresinden söz edilemeyeceği, davalıların SPK"ya sundukları tahsilat dağılım listelerinin davacı lehine delil niteliği taşıdığı, anılan listelerde davacı tarafından davalı şirkete toplam 30.927,00 EURO ödendiğinin yer aldığı, bu şekli ile davalı şirketin ortaklardan hisse karşılığı olarak listelerde yer alan tutarları aldığının kabulü gerektiği, listelerin davalı tarafından tek taraflı olarak düzenlenen belgeler olması nedeniyle davacı taraf aleyhine delil olarak değerlendirilemeyeceği, dava dilekçesinde davacının davalı şirkete 36.007,00 Euro verdiğini belirttiği, SPK listesinde yeralan miktar davacının iddia ettiği miktardan düşük olduğundan listenin esas alınması gerektiği, davalı lehine olan 1 Euro 2,00 TL efektif satış kurunun esas alınacağı, davalı vekilince sunulan kâr payı adı altındaki ödeme belgesinden davacıya 4.498,00 Euro ödendiğinin anlaşıldığı, bu miktarın davacı alacağından düşülmesi gerektiği, davacının bakiye 26.429,00 Euro alacağı bulunduğu, davacının TL olarak tahsil talebinde bulunduğu, alacak TL"ye çevrildiğinde 52.858,00 TL"ye tekabül ettiği, davacının davadaki netice talebinin ise 40.905,44 TL olduğu bu talebin aşılamayacağı, şirketin eylemi nedeniyle şirket yöneticisi olan davalıların da sorumluluğun bulunduğu, davalının aldığı paraları iade etmesi gerektiği, davalıların dava tarihi itibarıyla temerrüte düştükleri gerekçesiyle davacının davalı şirket ortağı olmadığının tespitine, alacak davasının kısmen kabulüne, 6.500,00 TL"nin dava tarihinden itibaren işleyecek yıllık %27 ve değişen oranlarda avans faizi, kalan 34.405,44 TL"nin dava tarihinden itibaren işleyecek yıllık %9 ve değişen oranlarda yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Karar, taraf vekilleri tarafından istinaf edilmiştir.
İstinaf Mahkemesince iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, ilk derece mahkemesinin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmişlerdir.
(1) Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın tahsili istemine ilişkindir. İlk derece mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı taraf vekillerince yapılan istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince yazılı gerekçelerle reddedilmiştir.
Ancak, 07.12.2019 tarih, 30971 sayılı Resmi Gazete"de yayınlanan 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun"un 41. maddesinde 25/3/1987 tarihli ve 3332 sayılı Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler İle 5422 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu ve 3182 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici maddenin eklendiği belirtilmiş olup, işbu geçici 4. maddede ""31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü araç, 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunur, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edilir ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılır. Bu payların kaydileştirilmemiş olması ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığı da iddia edilemez. Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır.” hükmü düzenlenmiş, aynı Kanun"un 52/1-h maddesinde de işbu hükmün yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği hükme bağlanmıştır.
Bu durum karşısında, mahkemece taraf iddia ve savunmalarının Sermaye Piyasası Kanunu"nun 16. maddesi ve anılan yasal düzenleme kapsamında değerlendirilerek sonucuna göre bir karar vermek üzere kararın re"sen bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
(2) Bozma sebep ve şekline göre davacı vekili ile davalılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle ilk derece mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının re’sen BOZULARAK KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekili ile davalılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, HMK"nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 17/02/2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dairemiz çoğunluğunun bozma düşüncesine dayanak teşkil eden 7194 sayılı Kanun’un 41. maddesi ile çeşitli kanunlara eklenen Geçici 4. madde, kanaatimce, her şeyden önce, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ve bu maddede öngörülen karar alma hakkıyla birlikte ele alındığında Anayasa’nın 36. maddesinde hükme bağlanan hak arama hürriyetini ihlal eden bir yasal düzenlemedir.
Öte yandan, söz konusu hüküm, yine Anayasa’nın 9. maddesindeki yargı yetkisinin bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılacağına ilişkin hükme, kanun maddesinin kamuoyunca bilinen ve sınırlı sayıdaki sermaye şirketi ile ve bu şirketler aleyhine açılan davalarla ilgili olduğu düşünülecek olursa Anayasa’nın kanun önünde eşitlik ilkesi kapsamındaki 10/4. maddesi ile yasama meclisinin bir devlet organı sıfatıyla bu ilkeye uygun hareket etme zorunluluğuna ilişkin 10/5. maddesine, yine Anayasa’nın 35. maddesinde belirtilen ve kişinin temel hak ve hürriyetleri kapsamındaki mülkiyet hakkına ve bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılacağına ilişkin hükme aykırı olduğu gibi, buradan hareketle, devletin, kişinin temel haklarını hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmaya çalışması gerekmesine karşın hak arama ve mülkiyet hakkının kullanımının önüne geçen bir düzenleme olarak ortaya çıkmış bulunması nedeniyle Anayasa’nın 5. maddesine, keza düzenlemenin kişinin temel hak ve özgürlükleri kapsamındaki hak arama ve mülkiyet hakkının özüne dokunan niteliği gözetildiğinde Anayasa’nın 13. maddesine, Anayasa’nın 138/3. maddesinde görülmekte olan somut davalarla ilgili olarak yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili görüşme dahi yapılamayacağı hükme bağlanmış iken dava hangi nedenle açılmış olursa olsun verilecek kararın ve hatta yargılama giderlerinin dahi ne şekilde hükme bağlanacağının düzenlenmiş olması nedeniyle söz konusu hükme de aykırı düşmektedir.
Her ne kadar Anayasa’nın 167. maddesinde devletin para, kredi, sermaye piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alacağı öngörülmüş ise de, alınacak bu tedbirlerin herhalde Anayasaya aykırı bir kanuni düzenleme yoluyla gerçekleştirilmesi düşünülemeyecek olup aksinin kabulü Anayasa’nın başlangıç hükümlerine açıkça aykırı düşecektir.
Tüm bu nedenlerle, çoğunluk kararının dayanağı yasa hükmünün, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesi uyarınca itiraz yoluyla iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması ve buradan çıkacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği kanısında olduğumdan çoğunluğun bozma düşüncesine katılmıyorum.