Hukuk Genel Kurulu 2017/2816 E. , 2018/1180 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Taraflar arasındaki “velayetin değiştirilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 2. Aile Mahkemesince "davanın kabulüne" dair verilen 09.04.2013 gün ve 2012/819 E., 2013/263 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 06.02.2014 gün, 2013/12763 E., 2014/1967 K. sayılı kararı ile;
(…Velayetin kaldırılması, ebeveynlerden birinden alınarak diğerine verilmesi ve kaldırılan velayetin geri verilmesi davaları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunununda "çekişmesiz yargı" işi kabul edilmiştir (md. 382/2-b-13). Velayete ilişkin davalar basit yargılama usulüne tabidir (HMK. md. 316/1-4). Velayete ilişkin davalar kamu düzenine ilişkin olup, re"sen araştırma ilkesi geçerlidir. Delil çekişmeli vakıalar için gösterilir (HMK. md. 187/1). Ön inceleme duruşması yapılmadan, tarafların üzerinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar belirlenmeden, taraflardan tanıklarının isim ve adreslerini de göstermeleri beklenemez. Davalı ön inceleme duruşmasının yapıldığı oturumda delillerini bildirmek için süre istemiş, talebi reddedilmiştir. Açıklanan nedenlerle, davalıya delillerini bildirmesi için süre verilmesi, verilen süre içerisinde delillerini gösterdiği takdirde delillerinin toplanması sosyal inceleme raporunu düzenleyen uzmanlar vasıtasıyla davalının yanında bulunan küçüğün yaşam şartları ve davalının olanakları da incelenip bu yöndeki eksiklik tamamlattırılarak, tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davalının delil bildirme istemi reddedilerek, eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir....)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve 6217 sayılı Kanun" un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"na eklenen "Geçici 3.madde" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı H.U....nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip, dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava velayetin değiştirilmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalının müşterek çocukla ilgilenmediğini, sürekli alkol aldığını, çocuğun davacı anne yanında kalmak istediğini ileri sürerek velayetin değiştirilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, usulüne uygun tebligata rağmen davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, 29.01.2013 tarihli ara kararla davalı vekilinin cevap dilekçesi ibraz etmediği gerekçesiyle delillerini bildirme talebinin reddine karar verildikten sonra müşterek çocuk Fatma Nur"un davalı babanın annesi yanında kaldığı ancak çocuğa iyi bakılmadığı, bu nedenle uzman raporu da dikkate alınarak, davanın kabulü ile velayetin babadan alınıp anneye verilmesine karar verilmiştir.
Davalı baba vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında yer alan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, davalının yasal süre içinde cevap dilekçesi sunmadığı, ön inceleme yapılıp bitirildikten ve tahkikat aşamasına geçildikten sonra "delil bildirmek" için süre istediği, 6100 sayılı HMK"nın 127., 129, 130, 187., 194/2., 137/1., 140/1.,140/5., ve 145/1. maddeleri değerlendirildiğinde tarafların dayandıkları vakıaları hangi delil ile ispat edeceklerini dava ve cevap dilekçelerinde bildirmenin HMK ile getirilmiş bir yenilik olduğu, HMK"nın 145. maddesinde uyuşmazlık konuları tam olarak tespit edildikten sonra tarafların dilekçelerinde gösterdikleri ancak henüz sunmadıkları belgeleri sunmaları için süre verileceğinin düzenlendiği, olayda davacının dava dilekçesinde delil olarak sadece nüfus kaydına dayandığı; "tanık, bilirkişi incelemesi, keşif " vb. şeklinde ispat vasıtalarını belirtmediği, belirtmiş olsaydı ön incelemedeki uyuşmazlık tespitinden sonra davacı tarafa süre verileceği, davacı tarafından HMK kurallarına uygun davranılmadığı gerekçesiyle 26.06.2012 tarihinde verilen kararda direnilmesine karar verilmiştir.
Direnme kararı, davalı baba vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, velayetin değiştirilmesine konu davada, cevap dilekçesi ibraz etmeyen davalının ön incelemenin yapıldığı oturumda delil bildirme isteğinin kabulünün mümkün olup olmadığı, ayrıca davalı babanın yaşam şartları ile olanaklarının incelerek bu yönde uzman raporu alınmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce yerel mahkeme direnme kararının Anayasa’nın 141/3. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 297. maddeleri anlamında usule uygun bir gerekçe taşıyıp taşımadığı ön sorun olarak tartışılmıştır.
Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 297’nci maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır.
6100 sayılı HMK"nın “Hükmün kapsamı” başlıklı 297’nci maddesinde:
“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerin
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepler
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
şeklinde düzenleme mevcuttur.
Buna göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuki sebepleri) kendiliğinden araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları tatmin etmez (Kuru B./ Arslan R./ Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
Anayasa’nın 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Kanunun aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K.; 13.04.2016 gün ve 2014/11-638 E., 2016/501 K; 08.11.2017 gün ve 2017/13-1699 E.,2017/1300 K.; 04.04.2018 gün ve 2015/9-2883 E., 2018/675 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
Nitekim 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Bu nedenle bir davanın taraflarının o dava yönünden mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur. Mahkeme, bozma nedenlerinden her birine, hangi sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Bu genel açıklamaların ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemece 28.04.2014 tarihli direnme kararında; "davacı dava dilekçesinde delil olarak sadece nüfus kaydına dayanmıştır; davacı dava dilekçesinde eğer delil olarak "tanık, bilirkişi incelemesi, keşif " vb. şeklinde ispat vasıtalarını belirtmiş olsa idi H.M.K. uyarınca ön incelemedeki uyuşmazlık tespitinden sonra davacı tarafa süre verilmesi gerekirdi, davacı tarafça HMK"daki düzenlemelere uyulmadığından, Mahkememizce 26.06.2012 tarihinde verilen kararda direnilmesine" şeklinde yer alan gerekçenin somut olaya uymadığı, ilk karar tarihinin 09.04.2013 olmasına karşın, mahkemece 26.06.2012 tarihli kararda direnildiğinin belirtilmesi karşısında karar numarasının dahi hatalı yazıldığı anlaşılmaktadır.
O hâlde, mahkemece yapılacak iş dava ile ilgisi olmayan gerekçenin çıkartılıp Anayasa’nın 141.maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nın 297.maddesi gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
Şu hâle göre açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere salt bu usuli eksikliğe dayalı olarak direnme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, HUMK"nın 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.06.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.