Hukuk Genel Kurulu 2017/2450 E. , 2018/1178 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Taraflar arasındaki “velayetin değiştirilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 2. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.11.2015 gün ve 2015/429 E. 2015/776 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 25.02.2016 gün ve 2016/1511 E. 2016/3550 K. sayılı ilamı ile;
“...21.04.2015 tarihli bozma ilamı ile müşterek çocuklardan 02.02.2005 doğumlu Sude"nin idrak çağında olması sebebiyle velayet düzenlemesi hakkında mahkemece görüşünün alınması gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece bozmaya uyulduğu halde bozma uyarınca Sude"nin görüşü alınmadığı gibi, yargılama sırasında idrak çağına ulaşan 12.07.2007 doğumlu müşterek çocuk Umut da dinlenilmeden esas hakkında karar verilmiştir. İdrak çağında olan her iki çocuğun mahkemece dinlenilmesi ve tercihinin sorulması (BMÇH Söz. 12. ve ÇHKİA Söz. 3 ve 6. m), çocukların dinlenilmesinden sonra gerek görülmesi halinde uzmanlardan da yararlanmak suretiyle velayet hakkındaki tüm deliller birlikte değerlendirilip, sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava velayetin değiştirilmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili tarafların Mersin 2. Aile Mahkemesi’nin 2008/350 E., 2008/439 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, müşterek çocukları 02.02.2005 doğumlu Sude ve 12.07.2007 doğumlu Umut"un velayetlerinin davalı anneye verildiğini, davalı annenin yeniden evlendiğini, çocukları yanına almadığını, hâlen çocukların anneanne yanında kaldığını, davalının çocuklarla gerektiği gibi ilgilenmediğini, davalının da velayetin babaya verilmesi hususunu kabul edeceğini ileri sürerek, velayetin değiştirilerek davacıya verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı cevap dilekçesinde davacı ile üç yıldır ayrı olduklarını, müşterek çocukların velayetinin kendisine verildiğini, ancak başka biri ile evlendiğini, eşinin çocukları istemediğini belirterek çocukların velayetinin davacı babaya verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemece ilk kararda, davalının kabulü de nazara alınarak davalının çocuklara yeterli ilgiyi göstermediği, bu hususun iki tarafça da kabul edildiği, asıl olanın çocuklara anne ve babasının bakması olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece ilk bozma kararında, küçüklerin velayetinin 25.12.2009 tarihli ara kararı ile tedbiren davacı babaya verildiği hâlde, çocuklardan Sude"nin bu süre zarfında annenin yaşadığı Mersin"de eğitim ve öğrenimine devam ettiği, Sude’nin 2005 doğumlu olup idrak çağında olduğu, bu hâlde mahkemece çocukların yeniden dinlenip, taraflar ve yaşadıkları koşullar hakkında uzman raporu da alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu mahkemece verilen ikinci kararda, velayet sahibi anne çocuklarla birlikte yaşarken bir süre çocukların yanından ayrılmış ise de, müşterek çocuklardan Sude"yi tekrar yanına aldığı ve uzun süredir Sude’nin annesinin yanında Mersin İli"nde, Umut’un ise babanın yanında köy ortamında yaşadığı, haklı ve kabul edilebilir sebepler ve gerekçeler bulunmadıkça kardeşlerin birbirlerinden ayrılmalarının onların “aile hayatına saygı gösterilmesi hakkına” müdahale oluşturduğu ve çocukların çıkarlarına aykırı olduğu, annenin yaşadığı ortam da dikkate alındığında müşterek çocukların bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve sosyal gelişimlerinin sağlanması bakımından anneleri ile birlikte yaşamaları gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçelerle verilen direnme kararını davacı vekili temyiz etmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: velayetin değiştirilmesine konu davada müşterek çocukların dinlenilmesinin ve tercihlerinin sorulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda uyuşmazlığın esasının görüşülmesinden önce, yerel mahkemece direnmeye konu 24.05.2016 tarihli kısa kararda “…2-Davanın REDDİNE, 3-Davalı vekilinin kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi talebi konusunda usulüne uygun açılmış bir dava bulunmadığından Sude ile baba arasında kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesine ilişkin karar verilmesine yer olmadığına,” şeklinde hüküm kurulduğu hâlde, gerekçeli kararın hüküm fıkrasında “…2-Davanın REDDİNE,” karar verildikten sonra kısa kararda yazılan (3) numaralı bendin yazılmamasının kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki oluşturup oluşturmayacağı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre karar, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kapsar. Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Bu biçim, yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Diğer taraftan Kanun’un aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz ve uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 297. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.
Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak da kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.
Nihayet direnme kararları, yapıları gereği, yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.
Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2015 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 25.02.2015 gün ve 2013/13-1600 E., 2015/881 K.; 04.03.2015 gün ve 2014/4-1037 E., 2015/887 K. sayılı kararlarında da uygulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; yerel mahkemece direnmeye konu 24.05.2016 tarihli kısa kararda “…2-Davanın REDDİNE, 3-Davalı vekilinin kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi talebi konusunda usulüne uygun açılmış bir dava bulunmadığından Sude ile baba arasında kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesine ilişkin karar verilmesine yer olmadığına,” şeklinde hüküm kurulmuş iken, gerekçeli kararın hüküm fıkrasında “…2-Davanın REDDİNE,” karar verildikten sonra kısa kararda yazılan (3) numaralı bent yazılmayarak kısa karar ve gerekçeli karar arasında çelişki yaratılmıştır.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş yukarıda belirtilen ilke ve açıklamalar ışığında dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır.
Bu itibarla, yerel mahkemece usulüne uygun direnme hükmü kurulması için işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin kararın usulden bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre bu aşamada sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440. maddesi uyarınca tebliğden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.06.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.