“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.03.2000 gün ve 2000/8-44-48 sayılı kararı da gözetilerek; tazminat istemine ilişkin davanın, beraat kararının verildiği tarihten uzunca bir süre geçtikten sonra açıldığı; davacının bu uzun süre içinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığı, bu durumda davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde öngörülen süre içinde açıldığının kabulünün mümkün olamayacağı ve davanın bu nedenle reddi yerine, yazılı şekilde tazminata karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 22.10.2010 gün ve 119-254 sayı ile;
“Sanık hakkında görülen dava sonunda Van Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 03.02.2000 tarihinde beraat kararı verilmiş, bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Kesinleşmiş beraat kararının sanığa tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir belgenin bulunmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla mahkemenin beraat kararı vermesi ile sanığın tazminat davası açma süresi arasında yaklaşık 6 yıl, beraat kararının kesinleşmesi ile dava açma süresi arasında ise yaklaşık yine 6 yıllık bir süre bulunmaktadır.
Beraat kararı ile tazminat davası açma süresi arasında uzun bir süre bulunması ve bu nedenle kesinleşmiş beraat kararını davacının öğrenmemesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmadığı gerekçesi subjektif bir değerlendirmedir. Buna göre beraat kararı verilmesi ile tazminat davası açma süresi arasında kaç yıl bulunması halinde davacı beraat kararını öğrenmiş sayılacaktır. Bu tarih aralığını belirlemenin somut bir ölçüsü bulunmamaktadır. Subjektif bir değerlendirme olduğu için uzun süre kavramının kaç yıl ve üzeri tarihleri kapsadığını tam olarak tespit etmek mümkün değildir. Bu durumda her davada karar veren hakimin kişisel değerlendirmesine göre uzun süre kavramı belirlenecek bu da mahkemelerden aynı konuda değişik kararların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Aynı konuda farklı kararların verilmesinin kamu vicdanında adalete olan güven duygusunu zedeleyeceği kuşkusuzdur.
Yukarıda açıklanan gerekçeler ve dosyamızda tazminat davasının 10 yıllık genel dava açma süresi içerisinde açıldığı göz önüne alındığında, mahkememizce 31.07.2007 tarihinde verilen 2006/259 E. 2007/188 K. sayılı hükmün usul ve yasaya uygun bulunduğu” gerekçeleriyle direnerek, 489,46 Lira maddi, 2.000 Lira manevi tazminatın tutukluluk tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar vermiştir.
Bu hükmün de davalı hazine vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27.11.2012 gün ve 119759 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 466 sayılı Kanundan kaynaklanan tazminat istemine ilişkin davanın yasal süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Davacının 16.12.1998 tarihinde gözaltına alınıp 19.12.1998 tarihinde tutuklandığı, hakkında 765 sayılı TCK’nun 169 ve 3713 sayılı Kanunun 5. maddeleri uyarınca kamu davası açıldığı, Van DGM’nce 22.07.1999 tarihinde tahliyesine, 03.02.2000 tarihinde ise beraatına karar verildiği, yüzüne karşı verilen kararın davacı yönünden temyiz edilmeksizin 11.02.2000 tarihinde kesinleştiği, kesinleşen beraat kararının davacıya tebliğ edildiğine veya davacı tarafından dava tarihinden önce öğrenildiğine ilişkin bilgi ve belgenin dosya içerisinde bulunmadığı, incelemeye konu davanın ise 11.12.2006 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı CMK’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 18. maddesi ile 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanun"un Yedinci Bölümünde, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat ana başlığı altında, 141 ilâ 144. maddelerinde, tazminat isteme şartları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de, 5320 sayılı Kanun"un 6. maddesindeki; “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır.
(2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 7.5.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur” hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümlerinin 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden varlığını sürdürmelerine imkan sağlandığından, uyuşmazlık konusunun 466 sayılı Kanun hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
15.05.1964 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanun"un 2. maddesinin 1. fıkrasında, “1 nci maddede yazılı sebeplerle zarara uğrayanlar, kendilerine zarar veren işlemlerin yapılmasına esas olan iddialar sebebiyle haklarında açılan davalar sonunda verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde, ikametgahlarının bulunduğu mahal ağır ceza mahkemesine bir dilekçeyle başvurarak uğradıkları her türlü zararın tazminini isteyebilirler” hükmüne yer verilmiştir.
Kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat verilmesine ilişkin esasların ayrıntısına yer verilen Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 gün ve 256-57 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da belirtildiği üzere, 2. maddenin 1. fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresi, 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başlamakta olup, davacının gerek yokluğunda, gerekse yüzüne karşı hükmolunan beraat kararının kesinleşme şerhi ile birlikte ilgiliye tebliği zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Somut olayda, kesinleşen beraat kararının davacıya tebliğ edilmediği, davacı vekili tarafından davanın 11.12.2006 tarihinde açıldığı, kesinleşen beraat kararının davacı ve vekili tarafından dava tarihinden önce öğrenildiğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin dosya içerisinde bulunmadığı anlaşıldığından, tazminat istemine ilişkin davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde belirtilen 3 aylık kanuni süre içerisinde açıldığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, davanın süresinde açıldığını kabul eden yerel mahkeme direnme gerekçesi isabetli olup, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın 2797 sayılı Yargıtay Kanununun, 6110 sayılı Kanun"un 8. maddesi ile değişik 14. maddesi uyarınca Dairelerin İş Bölümüne ilişkin olmak üzere Yargıtay Büyük Genel Kurulunca alınan 12.05.2011 gün ve 2011/1 sayılı kararına göre, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarına bakmakla görevli Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri S. Tarhan ve G. Yalvaç; "Davacının maddi ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin Erciş Ağır Ceza Mahkemesince verilen hüküm, taraflarca temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince davanın 466 sayılı Yasanın 2. maddesinde öngörülen süre içinde açılmadığından bahisle bozulmuş, verilen direnme kararının, bozma yapan Özel Dairece kabul edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca uyuşmazlık konusuyla ilgili bir değerlendirme ve dosya kapsamı ile ilgili bir açıklama yapılmaksızın, isabetli olduğuna karar verilmiştir.
Dosyanın daha önce emsali bulunan bir konuyla ilgili olduğu ve dolayısıyla yeniden bir açıklama yapılmasının gerekmediği ilk bakışta düşünülebilir ise de, gündemden tespit edebildiğimiz kadar bu hükümle ilgili bazı farklı durumların bulunması nedeniyle, bu konuların değerlendirilmesi için dosyaya ait bilgilerin kurulun bilgisine sunularak bir oylamanın yapılması gerektiği düşüncesiyle, aşağıdaki nedenlerle karşı oy kullanmaktayız.
Usul ile ilgili değerlendirmelerimiz,
466 sayılı Kanun ve dolayısıyla koruma tedbirlerinden kaynaklanan tazminat davalarının incelenmesi görevi daha önceleri tazminatı doğuran hükmün konusuna göre belirlenmekte iken, bunun sakıncaları görülerek Yargıtay Büyük Genel Kurulunca 2011/1, 2012/1 ve 2013/1 sayılı kararlarla Dairemize verilmiştir. Bunun en büyük nedeni bu konuda içtihat birliğinin sağlanmasıdır, hal böyle iken, görüşülen dosyalar, şu an her hangi bir inceleme görevi bulunmayan dairelere gönderilmekte ve çoğu zaman dosyayla ilgili bilgimizin gündemle sınırlı olduğu konularda yerleştirmeye ve birlik sağlamaya çalıştığımız uygulamamız ifade edilme imkânına dahi kavuşmadan karara bağlanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bir içtihat birliği ve disiplini sağlanmak isteniyorsa, bu konularla ilgili olarak inceleme yapan dairelerin kendi görüşleri ve uygulamaları konusunda kurulu bilgilendirmeleri gerekmektedir. Konuyla ilgili söz isteyene, söz verilmiş olması, genel durumlarda bu amaca hizmet etmekte ise de, bu tür özel durumlarda sorunu çözmemekte, zira bozma yapan dairenin “direnme kararı doğrudur, kabul ediyoruz” şeklindeki kabulü üzerine oluşan atmosferden sonra, farklı düşünenler varmı? şeklindeki bir soru üzerine, görüşün ifade edilmesi, sonuçsuz bir çabadan öteye bir anlam taşımamaktadır.
Konunun esası ile ilgili değerlendirmemize gelince,
Dairemizce de, gerek Ceza Genel Kurulunca, gerekse Yargıtay 9. Ceza Dairesince oluşturulan içtihat disiplinine uyulmaktadır. Ancak gündemden saptadığımız kadarıyla bu dosyada özel bir durum vardır ve bozma nedeni bu nedenle yerindedir.
466 sayılı Kanun"un 2. maddesinde, dava açma süresi “kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay” şeklinde belirtilmiş, üç aylık sürenin başlangıcı ile ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Yargıtay 1, 5 ve 8. Ceza Daireleri kararları arasında farklı uygulamaların bulunması nedeniyle konu 21.04.1975 gün ve 3/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile; “sanıkların yokluğunda hükmolunan beraat kararları ile Yargıtay’ca onanan ya da CMUK"un 322. maddesi uyarınca verilen beraat kararlarının ilgili sanıklara tebliği gerekeceğine, üç aylık sürenin tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı,” şeklinde çözümlenmiştir. Kanun hükmünde olan bu kararla dava açma süresine bir açıklık getirilmiş olmakla birlikte, ilgililerin bu taleplerini ne zamana kadar ileri sürebilecekleri yönünde bir değerlendirme yapılmamış, böyle bir değerlendirmeye ihtiyaç da duyulmamıştır. Ancak zaman içinde, hak kayıplarının önlenmesi ve kötüye kullanımla ilgili bir denge sağlanmaya çalışılmış, eğilim her zaman haktan yana olmakla birlikte yine de tam bir birlik sağlanamamıştır. Dairemizce de, bu denge gözetilmekte, açık bir kötüye kullanıma izin verilmemekte, ancak dava açma süresinin de sonsuz olamayacağı, bunun makul bir süre ile sınırlanması gerektiği kabul edilmekte, dosya kapsamı itibariyle açık bir tebliğ olmasa dahi, öğrenildiğini gösteren bilgilerin bulunması halinde harici öğrenme de belirli koşullarda sürenin başlangıcına esas alınabilmektedir.
Uyuşmazlık konusuna gelince, hüküm sanığın yüzüne karşı verilmiş ve temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Tebliğ şartını öngeren İBK"nın verilen beraat hükmünün yüze karşı verilmesi ve temyiz edilmeksizin kesinleşmesi nedeniyle somut olayda uygulanması imkânı bulunmamaktadır. 466 sayılı Kanun"un 2. maddesindeki süre de, kesinleşme tarihinden itibaren başlamaktadır. Kanunun açıkça çözüme bağladığı bir konu, yorum yoluyla genişletilemez, bu süre hak düşürücü süre olup, kısaltılması veya uzatılması söz konusu olamaz.
Bu nedenle Yüksek Kurulun ulaştığı sonuca somut olaydaki özellikler nedeniyle katılmamaktayız" düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul Üyesi de; "benzer düşüncelerle davanın yasal süresinde açılmadığından bahisle yerel mahkeme direnme hükmünün bozulması gerektiği" görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Erciş Ağır Ceza Mahkemesinin 22.10.2010 gün ve 119-254 sayılı kararındaki direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
2- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.