
Esas No: 2013/775
Karar No: 2014/451
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/775 Esas 2014/451 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Mahkemesi : SEFERİHİSAR Asliye Ceza
Günü : 23.12.2009
Sayısı : 111-559
Taksirle yaralama suçundan sanık C.. Ö.."un 5237 sayılı TCK’nun 89/4, 62, 51 ve 53/6. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, ertelemeye ve ehliyetin geri alınmasına ilişkin, Seferihisar Asliye Ceza Mahkemesince verilen 23.12.2009 gün ve 111-559 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 26.11.2012 gün ve 11675-25182 sayı ile, onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 07.06.2013 gün ve 160627 sayı ile;
"Trafik kazası tespit tutanağından ve dosya içerisindeki fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere, kazanın meydana geldiği yolun hafif eğimli ve virajlı asfalt olduğu, yerleşim yeri dışı olduğu, kaza anında gece, havanın açık, yağışsız, zeminin kuru olduğu, bölünmemiş yol ve kavşak olduğu, motosikleti kullanan katılanın sürücü belgesinin yetersiz olduğu, tali yoldan anayola çıkışta "DUR" trafik işaret levhasının bulunduğu sabittir. Sanığın yasal hız sınırları üzerinde seyrettiğine ilişkin dosyaya yansıyan bir delil yoktur. Kendi beyanına göre sanık, tali yoldan çıkmakta olan motosikleti gördüğünde selektör yaparak uyarmış, "tali yoldan anayola çıkan sürücüler anayoldan gelen araçlara, ilk geçiş hakkını vermek zorundadır" kuralına motosiklet sürücüsünün uyacağını düşünerek yoluna devam etmiştir. Ancak motosiklet sürücüsü tali yoldan anayola çıkarken "DUR" trafik işaret levhasına da uymayarak anayola çıkmış ve sanığın kullandığı araca sağ yan tarafından çarpmıştır. Motosiklette yolcu olan diğer katılan soruşturma aşamasında 13.12.2006 tarihinde verdiği ifadesinde motosiklet sürücüsünün araca çarpmamak için motora hız verdiğini ancak kurtaramadığını beyan etmiştir. Bu bilgiler ışığında anayolda normal hızda seyretmekte olan sanığın, katılan H.H "ın kurallara uymadan tali yoldan anayola kontrolsüz bir şekilde çıkarak neden olduğu kazada kusursuz olduğu" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 30.09.2013 gün ve 15943-21863 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iki kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayda sanığın kusurunun bulunup bulunmadığı, dolayısıyla taksirle yaralama suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın olay günü 00.30 sıralarında sevk ve idaresindeki otomobil ile Seferihisar istikametinden Kuşadası istikametine giderken Akarca yol ayrımı mevkiine geldiği sırada katılan H.H ’ın sevk ve idaresindeki motosikletle tali yoldan Seferihisar istikametine gitmek için ana yola çıkması nedeniyle kazanın meydana geldiği, kaza sonucunda motosiklette bulunan katılanlar H. H. ve M. İ."in yaralandığı,
Kazanın meydana geldiği yerin meskun mahal dışında bulunduğu, yolun iki yönlü, 7 metre 20 cm genişlikte, asfalt zeminli, hafif eğimli, virajlı ve kazanın meydana geldiği kavşağın üç yönlü olduğu, tali yoldan ana yola çıkışın dik eğimli olup "DUR" işaret levhasının bulunduğu,
15.07.2006 tarihli trafik kazası tespit tutanağında; tali yoldan ana yola aniden çıkan, motosiklet sürücüsünün "kavşaklarda geçiş önceliğine uymama" kuralını ihlal etmesi nedeniyle tam kusurlu olduğu, otomobil sürücüsünün kusurlu olmadığının belirtildiği,
Kovuşturma aşamasında düzenlenen 14.12.2009 tarihli bilirkişi raporunda; kazanın meydana gelmesinde motosiklet sürücüsünün “tali yoldan ana yola geçiş yapan sürücülerin ana yoldan geçen araçlara ilk geçiş hakkını vermek zorunluluğu” ve “kavşaklarda geçiş önceliği" kurallarını ihlal ettiğinden tam kusurlu, sanığın ise “kavşaklara yanaşırken, dönemeçlere girerken hızlarını azaltmak ve hızlarını kullandıkları aracın yük ve teknik özelliğine, görüş, yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurma zorunluluğu” kuralını ihlal etmesi nedeniyle tali kusurlu olduğu kanaatine yer verildiği,
Kaza sonucunda katılanlar H..H.. ve M..İ..’in basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte yaralandıkları, vücutlarında kemik kırıkları meydana geldiği, kırıkların hayati fonksiyonlarını 2 . ve 4. derecede etkilediği,
Anlaşılmaktadır.
Sanıkla birlikte aynı arabada bulunan tanık E.. A.. aşamalarda, olay yerine geldiklerinde sanığın birkaç kez selektör yaktığını görünce Akarca istikametine doğru baktığında gelmekte olan bir motosiklet gördüğünü, bu sırada sanığın yoluna devam ettiğini, motosikletin kontrolsüz bir biçimde yola çıkarak üzerlerine doğru geldiğini, sanığın sola gittiğini fakat motosikletin çarptığını beyan etmiş,
Katılanlar benzer şekilde, tali yoldan ana yola girdikten bir süre sonra aracın kendilerine çarptığını ifade etmiş,
Sanık aşamalarda; Akarca yol ayrımına geldiğinde motosikletin yokuş yukarı çıkmakta iken farlarını gördüğünü, yola kontrolsüz çıkacağını düşünerek bir kaç kez selektör yaptığını, motosikletin duracağını düşünerek yoluna devam ettiğini, bu sırada aracının sağ tarafından bir çarpma sesi duyduğunu, yaklaşık 90 km hızla gittiğini savunmuştur.
5237 sayılı TCK"nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde "kanunda tanımlanmış haksızlık" olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5-Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun "Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak" başlıklı 52. maddesinde;
"Sürücüler:... a) Kavşaklara yaklaşırken, dönemeçlere girerken, tepe üstlerine yaklaşırken, dönemeçli yollarda ilerlerken, yaya geçitlerine, hemzemin geçitlere, tünellere, dar köprü ve menfezlere yaklaşırken, yapım ve onarım alanlarına girerken, hızlarını azaltmak,
b) Hızlarını, kullandıkları aracın yük ve teknik özelliğine, görüş, yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmak,
...Zorundadırlar" hükmü yer almaktadır.
Diğer taraftan, yargılamayı gerçekleştiren hâkimin, bilirkişilerin belirledikleri kusurun varlığı ya da yokluğu ve kusur oranları ile bağlı olmadığı, aksine bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun bulunup bulunmadığını, varsa kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağını, her olayın özelliklerine göre ve yasal gerekçelerle belirlemesi gerekmektedir. Olayın gerçekleşme şeklini belirleme görevi de hâkime ait olup bilirkişi bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olacak ve tarafların taksirli davranışlarının ve kusur durumlarının nelerden ibaret olduğunu gösterecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın olay tarihinde saat 00.30 sıralarında iki yönlü, hafif eğimli ve virajlı yolda kendi beyanına göre 90 km/saat hızla üç yönlü Akarca kavşağına geldiği sırada tali yoldan ana yola girmek üzere olan motosikleti gördüğü, motosikletin yola çıkmaması için bir kaç kez selektör yaptığı, ancak hızını azaltmadan yoluna devam etmesi nedeniyle katılan H. H "ın sevk ve idaresindeki motosiklete çarparak katılan Hüseyin Hakan ve motosikletin arkasında bulunan katılan Mehmet İsmail"in vücutlarında kemik kırığı oluşacak şekilde yaralanmasına neden olduğu olayda, sanığın katılan Hüseyin Hakan"ın sevk ve idaresindeki motosiklete tali yoldan ana yola girdiğini görmesine rağmen kendi beyanına göre geçiş hakkının kendisine ait olduğunu ve motosikletin duracağını düşünerek hızını azaltmadan sadece selektör yaparak yoluna devam etmesi gözönüne alındığında, sanığın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümlerine aykırı olarak kavşağa girerken hızını azaltmaması ve hızını mevcut şartlara uydurmaması nedeniyle olayın ve bunun sonucunda yaralanmaların meydana gelmesinde motosiklet sürücüsü katılan Hüseyin Hakan"la birlikte kusurlu olduğunun ve kovuşturma aşamasında alınan 14.12.2009 tarihli bilirkişi raporunun oluşa ve tüm dosya kapsamına uygun bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, sanığın mahkumiyetine ilişkin yerel mahkeme kararının Özel Daire tarafından onanması isabetli olup, itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi M. E ; "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazında da belirtildiği üzere; katılanın kullandığı otomobil yerleşim yeri dışındaki bir anayolda seyretmektedir. Motosiklet sürücüsü olan katılan ise tali yoldan ana yola giriş yapmaktadır. Sanık yola giriş yapmaması konusunda katılanı selektör yaparak uyarmasına karşın, motosiklet sürücüsü olan katılan, hem bu uyarıyı dikkate almamış; hem de tali yoldan gelenler için dikilmiş olan trafik levhasındaki "DUR" uyarısına itibar etmeyerek hızlı bir şekilde anayola giriş yapıp sanığın kullandığı araca yandan çarpmıştır.
Kaza yeri tespit tutanağında sanığa kusur yüklenmediği halde, olay yerinde yapılan keşfe istinaden tanzim edilen bilirkişi raporunda sanığın tali kusurlu olduğu değerlendirildiğinden mahkeme tarafından sanığın cezalandırılması cihetine gidilmiştir. Oysa kazanın oluş şekline bakıldığında hükme dayanak yapılan raporun akıl ve mantık ile bağdaşmadığı görülmektedir. Bu durumda böyle bir rapora itibar edilerek verilen kararın adil olduğunu söylemek mümkün değildir. Şöyle ki;
Sözü edilen raporda, "sanığın tali yola yaklaşırken hızını düşürmemesi" gerekçesiyle Karayolları Trafik Kanunun 52. maddesine aykırı davranması, sanığa kusur yüklenmesinin nedeni olarak gösterilmiştir. Gerçekten de zikredilen kanunun 52/a maddesinde "sürücüler, kavşaklara yaklaşırken, dönemeçlere girerken, tepe üstlerine yaklaşırken, dönemeçli yollarda ilerlerken, yaya geçitlerine, hemzemin geçitlere, tünellere, dar köprü ve menfezlere yaklaşırken, yapım ve onarım alanlarına girerken, hızlarını azaltmak zorundadırlar" hükmü yer almakta ise de; bu kurallara uymamak idari para cezası ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Daha genel bir tabir ile söylersek; trafik kurallarına aykırı davranış için, bu aykırılık başka bir suçun oluşumuna neden olmadığı sürece sadece yasadaki müeyyideler uygulanabilir. O zaman burada tartışılması gereken husus "sanığın hızını düşürmemiş olmasının kazanın meydana gelmesinde etkili olup olmadığı" başka bir değişle sanığın eylemi ile kaza arasında doğrudan "illiyet bağı" bulunup bulunmadığı konusudur.
Hiç şüphesiz, sanığın kullandığı otomobil, önüne çıkan motosiklete çarpmış olsaydı sanığın hızının kazaya etkisinden söz edebilecektik. Yani; "Hız daha düşük olsaydı kaza önlenebilirdi. Frene basınca araç durabilirdi. En azından çarpışmanın şiddeti azalacağından maddi hasar ve yaralanmaların derecesi düşük olurdu" şeklinde yorumlar yapılabilirdi. Bunun tabi sonucu olarak da kaza yahut kazanın sonucu ile sanığın eylemi arasında illiyet bağı kurulabilirdi.
Somut olaya baktığımızda ise; kazanın oluşumu tamamen motosiklet sürücüsü olan katılanın kusurundan kaynaklanmıştır. Sanığın hızının, kazanın oluşumuna bir etkisi olmamıştır. Çünkü olay, teknik anlamda bir çarpışma değildir. Kaza, sanığın kullandığı araca katılanın çarpmasıyla oluşmuştur. Nitekim katılanın otomobile çarpmadan geçebilmek için daha çok hız yaptığı diğer katılan tarafından da ifade edilmektedir.
Yerleşim alanı dışındaki anayollarda seyreden her aracın tali yol ağızlarında durmasını beklemek de mümkün değildir. Ancak yasanın 52. maddesi ile sürücülere; bu yollardan ana yola çıkacak yaya veya araçlara çarpmadan durabilmeleri için yavaşlama zorunluluğu getirilmiştir. Bu kurala uymadıkları için frene basamayan ya da freni tutmayan sürücülerin neden oldukları kazalarda kusurlu sayılmaları gayet doğaldır. Lakin somut olaya baktığımızda; sanığın kimseye çarpmadığı, oradan geçtiği sırada yolda kimsenin bulunmadığı, henüz yola çıkmamış olan motosikleti de ışıkla uyardığı görülmektedir. Selektör yaparak uyardığı motosiklet sürücüsünün “DUR” levhalı tali yoldan gelip yan taraftan kendisine çarpacağını sanığın bilme imkânı bulunmamaktadır. O an için orada ister hızlı ister yavaş olsun seyir halindeki her araca katılanın motosiklet ile çarpması mukadder görünmektedir. Bu duruma göre aslında sanığın tek suçu o saniyelerde o noktada bulunmaktan ibarettir. Tekrar ifade etmek gerekirse sanığın yavaşlamamış olması kazanın nedeni değildir. Hatta daha hızlı gitmiş olsaydı katılanın önünden kaçabilecek ve otomobiline çarptırtmayacaktı. Sonuç olarak, kazanın meydana gelmesindeki tek belirleyici unsur motosiklet sürücüsünün davranışı olmuştur.
Bu durumda sanık ile eylem arasında illiyet bağı kurmak mümkün değildir. Geçiş üstünlüğü olan sanıktan, tali yoldan gelen bir araç gördüğünde durup beklemesi istenemeyeceğine göre, kazanın oluşmasına etki etmeyen "sanığın hız sınırına uymaması" şeklindeki eylemi sadece idari para cezasını gerektirmektedir.
Yukarıda izah edildiği üzere; meydana gelen kaza ve kaza neticesi oluşan yaralanmalar ile sanığın eylemi arasında doğrudan illiyet bağı bulunmadığından hükme esas alınan bilirkişi raporu isabetsizdir. Hâkimin, isabetsiz ve adalet duygusu ile bağdaşmayan bilirkişi raporlarına uyma mecburiyeti bulunmamaktadır. Uymama gerekçesini belirtmek suretiyle o rapora itibar etmeden hüküm verme hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle isabetsiz rapora istinaden verilen hüküm usul ve yasaya aykırıdır.
Kaldı ki, vereceği kararın tüm günahını veya sevabını bilirkişilere yükleyerek inisiyatif kullanmaksızın hüküm vermek isteyen hakim, öncelikle dosyada bulunan raporlar arasındaki çelişkiyi gidermek zorundadır. Çünkü dosyada yer alan iki rapor arasında çelişki bulunmaktadır. Olaya bu açıdan bakıldığında da dosya eksik inceleme sonucu karara bağlanmıştır.
Açıklanan nedenlerle sanığın mahkûmiyetine ilişkin karara, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "sanığın berat etmesi gerektiği düşüncesiyle" yaptığı itirazın kabulüne karar verilmesini düşündüğümden, sayın çoğunluğun ret kararına muhalifim"
Genel Kurul Üyesi M. S ; "Sanık C.. Ö.."un sevk ve idaresindeki 34 Z 8984 plakalı aracı ile geceleyin saat 00.30 sıralarında Seferihisar yönünden Kuşadası yönüne doğru seyir halindeyken tali yoldan ana yola çıkan katılan H.. İ.."ın sevk ve idaresindeki 35 SCK 12 plakalı motosikletle sanığın aracına sağ tarafından çarpmasıyla meydana gelen iki araçlı trafik kazası sonucunda katılanların yaralandığı;
Oluşu anlatılan şekliyle kabul edilen olayda, katılan motosiklet sürücüsünün yeterli ehliyetinin olmaması, tali yoldan ana yola çıkarken "DUR" trafik levhasına ve sanığın selektör yapmak suretiyle katılanı uyarmasına rağmen katılanın dikkatsiz ve kontrolsüz şekilde yola çıkması, sanığın aksi sabit olmayan savunmasına göre karayolunda yasal sınırdaki 90 km hızla seyrediyor olması, sanığın herhangi bir trafik kuralını ihlal etmemesi, alkolsüz olması ve özellikle katılanın motosikletiyle sanığın aracına sağ tarafından çarpması gibi olaysal deliller birlikte değerlendirildiğinde sanığa kusur atfı mümkün değildir. Bu nedenle beraat kararı doğrudur. Yerel mahkeme kararı onanmalıdır" düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan altı Genel Kurul Üyesi de, benzer düşüncelerle itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.10.2014 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için destek@ictihatlar.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.