17. Hukuk Dairesi 2018/4230 E. , 2019/71 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi; gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacı vekili, davalıya kasko sigorta poliçesi ile sigortalı davacıya ait aracın 22/05/2014 tarihinde tek taraflı trafik kazasında hasarlandığını, davalıya yapılan başvurunun sürücü değişikliği yapıldığı ileri sürülerek reddedildiğini, maddi (araç kiralamak zorunda kaldığını) ve manevi zararları olduğunu belirterek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile, tespit edilecek işçilik bedeli ile 40.169,45 TL hasar bedeli, 1.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı ... vekili, rehin alacaklısının muvafakatinin gerektiğini, aracın kiralık araç olarak kullanıldığını, hasar bedelinin fazla, maddi ve manevi tazminat isteminin yersiz olduğunu, faiz başlangıç tarihini kabul etmediklerini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu aracın rehinli olduğu, rehin alacaklısının muvafakatine ilişkin davacı tarafından kesin süre içerisinde belge sunulamadığı gerekçesi ile davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
6100 sayılı HMK"de öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır:
Mahkemeler için öngörülen sürelerin, taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle hakim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur.
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler; kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:
Kanunda belirtilen süreler; kanun tarafından öngörülmüş (cevap ve temyiz süresi gibi) süreler olup, bu süreler kesindir. Bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir.
Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir (Kuru, Baki/ Arslan Ramazan/ Yılmaz, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).
Hakim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nin 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak azaltıp çoğaltabilir ve bu sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.159).
Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin olmayıp, kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur:
İlk koşul, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olması ve bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4, HMK. 94/2); bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi sonuç değişmez.
İkinci halde ise; yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının ilgili tarafa ihtar edilmesi gerekir.
Kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hakimin de bağlı olduğu, dolayısıyla hakimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur.
Kısaca; ister kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin, bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir.
Öte yandan, 6100 Sayılı HMK"nin 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması taraflara yüklenen yükümlülüklerin, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her iş için yatırılacak ücretin hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekir. Ayrıca verilen sürenin amaca uygun, yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonuçların açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.
Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir.(Benzer ilkelere (YHGK"nin 12.12.2012 gün ve 2012/9-1170 E., 1172 K.; 18.02.1983 gün 1980/1-1284, 1983/141; 22.11.1972 gün 8/832, 935; 13.10.2010 gün 2010/17-510-485; 28.04.2010 gün 2010/2-221-241 ve 28.03.2012 gün 2012/19-55-2012-249 sayılı kararlarında da değinilmiştir.)
Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı taraf, davalı ... şirketine kasko sigorta poliçesi ile sigortalı olan aracının tek taraflı trafik kazasında hasarlandığını belirterek, maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuş, davalı ... şirketi vekili rehin alacaklısının muvafakati gerektiğini savunmuş, mahkemece, rehin alacaklısının muvafakatine ilişkin davacı tarafından kesin süre içerisinde belge sunulamadığı gerekçesi ile davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Mahkemece davacı vekilinin katılmadığı ve mazeret dilekçesi sunduğu 18.06.2015 tarihli ön inceleme duruşmasında; “Davacı vekiline gelecek celseye kadar süre verilerek sigorta poliçesinde dain ve mürtehin (birinci dereceden alacaklı) olarak gösterilen rehin alacaklısı ve dava dışı ... Tüketici Finansmanı AŞ"nin davacıya sigorta tazminat alacağını istemesine kayıtsız şartsız izin verdiğine dair muvafakatname ibraz etmesinin istenilmesine, sürenin "kesin" nitelikte olduğunun ve bu süre içerisinde gerekli izin belgesinin sunulmaması durumunda davacının davasının aktif husumet yokluğundan reddine karar verileceğinin ihtarına,” şeklinde ara kararı verilmiş, 20.10.2015 tarihli duruşmada ise, davacı vekilince ara karar gereğinin yerine getirilmemesi nedeniyle husumet yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin katılmadığı ve mazeret dilekçesi sunduğu duruşmada verilen ara kararının davacı vekiline ihtar edilmediği, dolayısıyla HMK"un 90. ve devamı maddelerine uygun olmayıp, davacıyı bağlayıcı özelliği bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bunun yanı sıra, davacı vekili tarafından rehin alacaklısı finans kuruluşu ile mail yolu ile yapılan yazışmaların dosyaya ibraz edildiği, bu belgenin yeterli görülmemesi halinde, ilgili finans kuruluşundan muvafakate ilişkin belgenin getirtilmesi ve bu belgenin temininden sonra (temyiz aşamasında dava dışı ... Finansman AŞ. tarafından 01.02.2018 tarihli yazı ile davanın açılmasına muvafakat edildiği de anlaşılmakla) işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, gerekli ihtaratları da içermediği için usulünce verilmemiş kesin süre içinde muvafakat belgesinin sunulmadığı gerekçesiyle davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi, yine husumetin resen gözetilmesi gereken bir dava şartı olduğu hususunun da gözetilmemesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 14/01/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.