Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1721
Karar No: 2018/345

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1721 Esas 2018/345 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1721 E.  ,  2018/345 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)

    Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Muğla 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 07.10.2009 gün ve 2007/418 E., 2009/650 K. sayılı karar davalılar ... Kombassan Muğla Mermer Mad. San. Tic. AŞ., ... ve ... vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 28.02.2011 gün ve 2010/13722 E., 2011/1703 K. sayılı kararı ile,
    “…Davalılar vekili 03.12.2010 tarihli dilekçesi ile Dairemizin 05.10.2010 gün 2010/2189 Esas, 2010/9445 Karar sayılı onama kararında açık maddi hata bulunduğundan bahisle kararın düzeltilmesini istemiştir.
    İş Mahkemelerince verilen kararlar ve buna bağlı Yargıtay ilamına karşı karar düzeltme yolu bulunmamaktadır. Ne var ki Yargıtay onama ve bozma kararlarında açıkça maddi yanılgının bulunması halinde dosyanın yeniden incelenmesi Dairemizin ve giderek Yargıtay"ın yerleşmiş görüşlerindendir.
    Dosyadaki kayıt ve belgelerden davalılara kararın 04.12.2009 tarihinde tebliğ edildiği ve temyiz isteminin de son günün tatile gelmesi nedeniyle takip eden ilk iş günü olan 14.12.2009 tarihinde yapılıp harcının da aynı gün yatırıldığı görülmekle hükmün süresinde davalılar tarafından temyiz edildiği, ancak Dairemizce maddi hata sonucu temyizin süresi içinde yapılmadığı gerekçesiyle davalıların temyiz istemlerinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
    O halde davalıların maddi hata talebi kabul edilmeli, Dairemizin 05.10.2010 günlü temyiz isteminin reddine ilişkin kararı kaldırılmalı ve davalıların esas hükme yönelik temyiz itirazları incelenmelidir.
    Dava; 09.09.2001 tarihinde zararlandırıcı sigorta olayı sonucu 31 yaşında ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
    Mahkemece, Dairemize ait 03.04.2007 gün ve 2007/3225-5591 sayılı bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, davacıların manevi tazminat istemlerinin yazılı şekilde kabullerine, maddi tazminat istemlerinin ise belirlenen gerek ücret üzerinden yapılan hesaplama gereğince kabullerine karar verilmiştir. Mahkemece davacılar yararına bozma kararına uyularak takdir edilen manevi tazminat miktarları yerinde ise de, davacılar yararına belirlenen maddi tazminatların hesabında esas alınacak gerek ücretin yöntemince belirlenmediği, gerek ücretin tespiti için yapılan araştırmanın eksik olduğu, Muğla Mermerciler Odasına yazılan müzekkere cevabı beklenmediği gibi, olay tarihinden itibaren rapor tarihine kadar bilinen ücretlerin yıl olarak ayrı ayrı tespiti yapılması gerekirken, 2001 yılı ücretinin tüm yıllarda esas alınması yanında, bilirkişinin varsayımsal olarak, bilinen dönem ücretini asgari ücretin 7.25 katı olarak esas alınması da doğru değildir.
    Yapılacak iş; murisin gerçek ücretinin tespiti için önceki bozma kararında belirtildiği şekilde inceleme yapılmakla birlikte, Muğla Mermerciler Odasına ve Ege Bölgesi Sanayi Odasına yeniden müzekkere yazılarak, tecrübeli mermer kesim işçisinin ücretlerinin nasıl belirlendiği, götürü usulde belirlenmesi halinde ise olay tarihinden itibaren hüküm tarihine kadar emsal bir mermer kesim ustasının aylık veya yıllık net gelirini 2001 yılından başlamak üzere her yıl için ayrı ayrı tespit edilip bildirilmesi sonrasında bilinen dönem gerçek ücretleri esas alınarak açıklanan tazminat hesabı gereğince yeniden aktif dönem hesabı yapılmalı ve pasif dönemde de asgari ücret üzerinden hesap yapılarak hüküm tarihine en yakın tarihte belli olan peşin sermaye değerlerinin indirimi ile eş ve çocukların maddi zararlarının davalılar lehine oluşan kazanılmış haklarda gözetilerek belirlenmesinden ibarettir.
    Kabule göre de; tarafların hal ve mevkine , kusur oranlarına, olayın oluşuna ve olay tarihinden itibaren yürütülecek yasal faiz ile birlikte eş Hanife Durkut"a hükmedilen tazminat miktarına göre, olayda Borçlar Kanunun 43. maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının karar yerinde tartışılmaması da hatalı olmuştur.
    Mahkemece bu maddi ve hukuki olgulara aykırı şekilde yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…”
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
    Davacılar vekili müvekkillerinden ..."un eşi, Çiğdem, Hakan ve ..."un babaları, ..."un oğlu, Mustafa ve ..."un ise kardeşleri olan Bayram Ali Durgut"un davalılardan ... Kombassan şirketi tarafından işletilen Yatağan ilçesi, Beşdin köyündeki Mermer ocağında işçi olarak çalışmakta iken 09.09.2001 tarihinde meydana gelen iş kazası neticesinde hayatını kaybettiğini, iş kazasının oluşumunda davalıların ve işveren şirketin tam kusurlu bulunduğunu, müvekkillerinin murisinin ölmeden önceki aylık net gelirinin takriben 1.500.000.000 TL olduğunu, 1968 doğumlu davacı ..."nin ev hanımı olup ölen eşinden başka desteği ve güvencesinin bulunmadığını, ayrıca büyük manevi ızdırap çektiğini, diğer müvekkillerinden Çiğdem, Hakan ve Esra"nın da en büyük desteklerini kaybettiklerini, ayrıca manen büyük zarara uğradıklarını, davacılar Şaban ile Mustafa ve Kenan"ın da müteveffanın ölümü nedeni ile büyük acı ve ızdırap çektiklerini, ayrıca defin masrafı ve cenaze gideri olarak da 5.000.000.000 TL masraf yaptıklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak üzere ... için 20.000.000.000 TL maddi, 20.000.000.000 TL manevi ve 5.000.000.000 TL cenaze ve defin giderleri, davacılar Çiğdem, Hakan ve Esra’nın herbiri için ayrı ayrı 10.000.000.000 TL maddi ve 10.000.000.000 TL de manevi, davacı ..., Mustafa ve ... için ise ayrı ayrı 5.000.000.000 TL manevi tazminat olmak üzere olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davacılar vekili 11.09.2006 tarihli ıslah dilekçesi ile davacı eş ... için maddi tazminat istemini 376.267,52 TL, ... için 20.392,39 TL, ... için 18.533,56 TL, ... için 46.992,13 TL olarak ıslah etmiş, 02.10.2006 tarihli duruşmada ise dava dilekçesi ile talep ettikleri cenaze ve defin giderleri ile ilgili taleplerinden feragat ettiklerini beyan etmiştir.
    Davalılar ... Kombassan Muğla Mermer Mad. San. ve Tic. AŞ., ... ve ... vekili davacıların murisi Bayram Ali Durgut"un 09.09.2001 tarihinde müvekkillerinin iş güvenliği hususundaki tüm yazılı ve sözlü ikaz ile uyarılarını hiçe sayarak baret, emniyet kemeri gibi güvenlik malzemelerini kullanmadan iş yaptığı sırada meydana gelen iş kazası sonucunda vefat ettiğini, müvekkillerinin herhangi bir kusurunun bulunmadığını, müteveffanın çalıştığı sırada nezaretçi ..."ın da olay yerinde bulunduğunu, olay sonrası ise müvekkili şirketin hak sahiplerine gereken her türlü yardımı yaptığını, ayrıca müteveffanın vefatından önce aylık net maaşının 1.5 milyon TL olmasının mümkün olmadığını, gerçek ücretinin bordrolardan anlaşılacağını ileri sürerek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
    Davalı ... davalı şirkette vasıfsız işçi olarak çalıştığını, nezaretçi görevinin bulunmadığını, yapılan işin yüksek düzeyde teknik bilgi isteyen tehlikeli bir iş olduğunu, şirket tarafından yapılan işle ilgili gerekli emniyet tedbirlerinin alınmadığını, iş kazası ile kendisinin bir ilgisinin bulunmadığını, kaza tarihi olan 09.09.2001 tarihinden önce aylık ücretlerinin 600 TL olduğunu, yemeğin işverence karşılandığını, fazla iş üretilen aylarda ücretin 700 TL olduğunu, ölen sigortalı Bayram Ali Durgut’un da aynı ücreti aldığını iddia ederek davanın reddinin gerektiğini belirtmiştir.
    Mahkemece verilen 02.10.2006 tarihli ilk kararda bilirkişi incelemesi ile davacı ..."nin bağlanan gelirin peşin sermaye değerinin ve davalılar tarafından yapılan ödemelerin mahsubundan sonra 14.258 TL yoksun kaldığı destek zararının bulunduğu, davacılar Esra, Çiğdem ve Hakan"ın ise davalılardan alabilecekleri tazminatın bulunmadığı, davacıların sosyo-ekonomik durumları ve yaşadıkları acı ve ızdırabın derecesine göre lehlerine manevi tazminata hükmetmek gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Hükmün davacılar vekili ile davalılar ... Kombassan... Mermer Mad. San. ve Tic. AŞ., ... ve ... vekilince temyizi üzerine;
    Özel Dairece verilen 03.04.2007 tarihli ilk kararda manevi tazminat yönünden verilen hükmün usul ve yasaya aykırı olduğu, öte yandan mahkemece sigortalının asgari ücretle çalıştığı kabul edilerek düzenlenen bilirkişi raporunun hükme esas alındığı, ancak davacılar murisinin ücretinin hiçbir kuşku ve duraksamaya yol açmayacak biçimde tespit edilmesinin gerektiği, ayrıca pasif devre zararı hesaplanırken, hesap tarihindeki asgari ücretin bakiye ömrüne kadar her yıl için %10 artırılıp %10 iskonto uygulanmak suretiyle bulunacak ücretlerin pasif devre zararının belirlenmesinde esas alınması gerekirken, taban yaşlılık aylığının esas alınmak suretiyle pasif devre zararının hesaplanmasının hatalı olduğu, öte yandan işveren tarafından yapılan 900 TL ödemenin maddi tazminata karşılık yapıldığının davacı tarafça ispatlanamadığı hâlde tazminattan indirime gidilmesinin de isabetsiz bulunduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
    Mahkemece Özel Daire bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucundaverilen 07.10.2009 tarihli ikinci kararda Yargıtay kararında değinilen eksiklikler giderilerek bilirkişiden yeniden rapor alındığı belirtilmek suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
    Hükmün davalılar ... Kombassan ... Mermer Mad. San. ve Tic. AŞ., ... ve ... vekilinin temyizi üzerine;
    Özel Dairece verilen 05.10.2010 tarihli ikinci kararında bir kısım davalılar vekilinin 8 günlük temyiz süresini geçirdiği gerekçesiyle temyiz dilekçesinin süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.
    Davalılar ... Kombassan Muğla Mermer Mad. San. ve Tic. AŞ., ... ve ... vekili Özel Daire kararının maddi hataya dayandığından bahisle maddi hatanın düzeltilmesi yönünden vermiş olduğu dilekçe üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Mahkemece “Yapılan tüm araştırma ve inceleme neticesi, tüm dosya kapsamı, Yargıtay bozma ilamı birlikte değerlendirildiğinde, davacıların talep ettiği, manevi tazminatla ilgili verilen önceki karar kesinleşmekle bu konuda yeniden karar verilmesine yer olmadığına, davacıların defin ve cenaze masraflarıyla ilgili olarak verilen karar kesinleşmekle bu konuda da yeniden karar verilmesine yer olmadığına, davacıların destekten yoksun kalma (Maddi) tazminatın ıslah edilmiş haliyle kısmen kabulüyle, davacılardan Çiğdem için 5.878,79 TL, davacılardan Hakan için 8.360,35 TL, davacılardan Esra için 29.590,27 TL, davacılardan Hanife için 310.968,05 TL, tazminatın olay tarihi olan 09.09.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine” şeklinde gerekçe oluşturmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararının davalılar ... Kombassan Muğla Mermer Mad. San. ve Tic. AŞ., ... ve ... vekilinin temyizi üzerine;
    Hukuk Genel Kurulunun 14.11.2012 tarihli kararı ile mahkemece tefhim edilen 22.03.2012 tarihli kısa kararda, “gerekçesi ekli kararda açıklanacağı üzere” denip verilen karar açıklandıktan, yargılama gideri kısmında “hesaplanacak yargılama giderlerinin ret-kabul oranına göre taraflar arasında paylaştırılmasına” denildikten sonra “taraf vekillerinin yüzünde, tebliğden itibaren 15 gün içinde Yargıtayda temyizi kabil olmak üzere” şeklinde karar verildiği, gerekçeli kararın 01.10.2012 tarihinde davalılar vekiline tebliğ edildiği ve 28.09.2012 tarihinde temyiz edildiği, kısa karar tefhiminin usulüne uygun olduğu, temyiz süresinin kanunda düzenlendiği, bu sürenin hâkim tarafından uzatılamayacağı, davalılar vekilinin temyiz başvurusunun yasada öngörülen sekiz (8) günlük süre geçtikten sonra yapıldığı gerekçesiyle davalılar ... Kombassan Mermer Maden San. Ve Tic. A.Ş, ... ve ... vekilinin temyiz dilekçesinin oy çokluğu ile reddine karar verilmiştir.
    Davalılar ... Kombassan Muğla Mermer Mad. San. ve Tic. AŞ., ... ve ... vekilinin “temyiz süresinin kararın tebliğ tarihi yerine tefhim tarihinden başlatılmasının mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvuru üzerine;
    Anayasa Mahkemesinin 2013/7114 başvuru numaralı 20.01.2016 tarihli kararı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna, Anayasa’nın 36’ıncı maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine, kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
    Anayasa Mahkemesinin kararı üzerine dosya yeniden ele alınmıştır.
    Direnme kararını davalılar ... Kombassan Muğla Mermer Mad. San. ve Tic. AŞ., ... ve ... vekili temyize getirmektedir.
    Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olay bakımından maddi tazminat miktarının hesabında esas alınan sigortalının gerçek ücretinin yöntemince belirlenip belirlenmediği ve maddi tazminatın olay tarihinden itibaren rapor tarihine kadar bilinen ücretin yıl olarak ayrı ayrı tespit edilerek mi yoksa olay tarihi olan 2001 yılına ait bilinen ücretin varsayımsal olarak asgari ücrete oranlaması sonucu tespit edilen ücret üzerinden mi hesabının yapılması gerektiği noktalarında toplanmaktadır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce dört husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
    I.Bu ön sorunlardan ilki Özel Dairenin bozma kararından sonra Yerel Mahkemece gerekçeli kararın bir bölümünde “Yargıtay bozma ilamına uyulmuştur.” ifadesine yer verilmesi hususu ön sorun olarak görüşülmüş; ancak bu durumun maddi hataya dayandığı kabul edilerek bu hususun ön sorun olmadığı oy birliğiyle kabul edilmiştir.
    II.İkinci ön sorun Mahkemece Özel Daire bozma kararının ve duruşma gününün davalı ...’a tebliğ edilmediği ve davalı ...’ın katılmadığı duruşmada davalının bozma kararına karşı beyanları sorulmadan direnme kararı verildiği nazara alındığında usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususudur.
    Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “tebligat”, “taraf teşkili”, “adil yargılanma” ve “hukuki dinlenilme hakkı” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır:
    Bilindiği üzere, çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. Buna göre hâkim iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hâkim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
    Taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasa"nın 36’ıncı maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
    Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36"ncı maddesi ile 1086 sayılı HUMK’nın 73"üncü maddesinde de (6100 sayılı HMK’nın 27"nci maddesi) açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi hâlde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).
    01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukuki Dinlenilme Hakkı” başlıklı 27"nci maddesi (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 73"üncü maddesi) uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.
    Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukuki dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukuki dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasamızın 36"ncı maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi"nde de hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 27"nci maddesi hükmüne göre:
    "(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
    (2) Bu hak;
    a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
    b) Açıklama ve ispat hakkını,
    c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,
    içerir".
    Hukuki dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
    Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Her yargılama süresi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
    Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
    Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.
    Bu hakkın üçüncü unsuru, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de kararların gerekçesinde yapılması gerekir (bkz. 6100 sayılı HMK"nın Hükümet Gerekçesi madde 32).
    Hukuki dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukuki korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukuki uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.
    Hukuki dinlenilme hakkına aykırılık bir istinaf gerekçesi ve temyizde de bozma sebebidir. Hakkın ihlalinin niteliğine göre, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma ihlali çerçevesinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulabilir.
    Kanunda da açıkça belirtildiği gibi hukuki dinlenilme hakkının temel üç unsuru bulunmaktadır (6100 sayılı HMK madde 27/2).
    Bunlardan ilki “Bilgilenme hakkı” dır.
    Buna göre, hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilenme hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçekten sağlanmaya çalışılmalıdır. Özellikle tebligat ve davetiye kurallarının uygulanmasında özen gösterilmelidir. Usulüne uygun tebligat yapılmadan, davetiye çıkarılmadan, tefhimi mümkünse tefhim gerçekleşmeden yapılan işlemler taraflar bakımından sonuç doğurmaz. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için, yargılamaya dahil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tabi olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak şeklinde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükme esas alınamaz.
    Hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleşmesini sağlayacak en önemli ilke ise silahların eşitliği ilkesidir. AİHM’nin 6"ncı maddesinin 1"inci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHM’ye göre mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir.
    Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
    Savunma hakkının yeterince kullanılamadığı bir yargılamanın doğru sonuçlar vermesi beklenemez. Adil yargılamayı gerçekleştirmeye yönelik her hukuk kuralı savunma hakkının varlığına işaret edecektir. Hak arama özgürlüğü ve bunun somut unsurlarından biri olan savunmanın yapılabilmesinin ilk koşulu ise tebligattır. Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapılabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının, dolayısıyla en temel insan haklarından birinin ihlali anlamına gelecektir (Mehmet Ruşen Gültekin, Adil Yargılanma Hakkının Gerçekleşmesini Sağlayan Araçlardan Milletlerarası Tebligat ve İstinabe, (Doktora Tezi), Ankara 2006, s. 17 vd.).
    Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilmesi, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir (HGK’nın 04.03.2009 gün ve 2009/9-52 E. 2009/105 K.; 14.04.2010 gün ve 2010/21-200 E. 2010/216 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/5-175 E. 2011/202 K. sayılı ilamları).
    Yetkili makamlar tarafından bir takım hukuki işlemlerin, bunların hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukuki dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır.
    Bir davada davalının, davacının açmış olduğu davadan haberdar olması, davaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dava dilekçesinin tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına şüphe yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek mümkündür.
    Bir davada tarafların teşkil edilebilmesi, bu sayede davada karşılıklılık, çelişikliğin sağlanabilmesi, iddia ve savunmalarda bulunulabilmesi için taraflara ve taraflar dışındaki tanık, bilirkişi gibi üçüncü kişilere usulüne uygun tebligat yapılması gereklidir. Tebligat sayesinde ilgililer duruşmaya davet olunur ve kendilerine, yargılama hakkındaki ilk bilgiler, tebliğ konusu dilekçeler verilir. Tebligat, yargılamanın makul sürede yapılıp sonuçlandırılması, hak ve adaletin gecikmeden yerine getirilmesi açısından önemli bir usuli işlemdir (Mehmet Ruşen Gültekin, a.g.e., s. 16, 17).
    Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olduğundan, tebligat ile ilgili olarak 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan Yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve yönetmeliğin amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak anılan kanunda ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir.
    Tebligat Kanunu ile Yönetmeliğinde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz.
    Şu hâle göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için, mahkemelerce kanuna uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısıyla, sözü edilen Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Yönetmeliğin belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
    Yukarıdaki açıklamaların ışığında kısaca belirtmek gerekirse, çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. Buna göre hâkim, iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hâkim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
    Buna göre, taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece resen nazara alınması gereken bir olgudur ve mahkemenin duruşma gününü, kararını, bozma ilamını, bozma sonrası duruşma günü ve direnme kararını taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, usulün amir hükmü gereğidir.
    Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.
    Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır.
    Mahkemenin, bozma ilamına uyma ya da direnme konusunu karara bağlamadan önce de, bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, 6217 sayılı Kanun’un 30"uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’ya eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)"nın 429"uncu maddesinin amir hükmü gereği zorunludur.
    Nitekim, bozma kararı sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 1086 sayılı HUMK’nın 429/2"nci maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434"üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.
    Bu açık hüküm karşısında mahkeme, bozma kararını taraflara tebliğ edip; kendiliğinden tarafları duruşmaya davet etmekle yükümlüdür. Belirtilen usulü işlemler tamamlanmadan ve bozma sonrası taraf teşkili sağlanmadan, mahkemece direnme ya da uyma kararı verilmesi olanaklı değildir.
    Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2014 gün ve 2013/9-634 E. 2014/143 K.;26.12.2012 gün ve 2012/11-1065 E 2012/1438 K.; 14.12.2011 gün ve 2011/21-866 E. 2011/752 K.; 23.11.2011 gün ve 2011/11-554 E. 2011/684 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/5-175 E. 2011/202 K.; 14.04.2010 gün ve 2010/21-200 E. 2010/216 K.; 26.09.2007 gün ve 2007/11-652 E. 2007/624 K ile 02.07.2003 gün ve 2003/2-408 E. 2003/467 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
    Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri ve konuya ilişkin ilkeler gözetilerek, somut olay değerlendirildiğinde :
    Mahkemece Özel Daire bozma kararı ve duruşma gününün tebliği için davalı ...’a tebligat yapılmadan bozma kararına karşı direnme kararı verilmiştir.
    Şu durumda, mahkemece, bozma kararı ve bozma sonrası duruşma günü davalı ...’a usulünce tebliğ edilmeden ve taraf teşkili sağlanmadan duruşma açılarak, davalının yokluğunda ve onun savunma hakkını kısıtlar biçimde yargılama yapılıp direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
    Mahkemece yapılacak iş; Özel Daire bozma kararı ile duruşma gününün 7201 sayılı Kanun hükümlerine uygun olarak davalı ...’a yöntemince tebliği ile taraf teşkilinin sağlanması ve ancak bu usulü eksiklik tamamlandıktan sonra bir karar vermekten ibarettir.
    III.Bir diğer ön sorun temyize konu direnme kararının Anayasa’nın 141/3’üncü ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297’inci maddeleri anlamında, direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği dolayısıyla usulüne uygun bir direnme kararının bulunup bulunmadığı hususudur.
    Önsorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemenin değerlendirilmesi zorunludur.
    Bilindiği üzere 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 297’inci maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır.
    Bu kapsamda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün kapsamı” başlıklı 297’nci maddesinde:
    “(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
    a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
    b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
    c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
    ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
    d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
    e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
    (2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
    şeklinde düzenleme mevcuttur.
    Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir.
    Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (resen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
    Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru B./ Arslan R./ Yılmaz E.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 472).
    Anayasa’nın 141’inci maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
    Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
    Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
    Hukuk Genel Kurulunun 19.06.1991 gün ve 323 E., 391 K.; 10.09.1991 gün ve 281 E., 415 K.; 25.09.1991 gün ve 355 E., 440 K.; 19.04.2006 gün ve 2006/4-142 E., 229 K.; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981 E., 936 K.; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29 E., 4 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E., 254 K.; 18.06.2008 gün ve 2008/3-462 E., 432 K.; 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 E., 453 K.; 24.02.2010 gün ve 2010/1-86 E., 108 K.; 28.04.2010 gün ve 2010/11-195 E., 238 K.; 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararlarında da bu hususlar benimsenmiştir.
    Nitekim, 07.06.1976 gün ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
    Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3’üncü maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297’inci maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
    Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
    Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yerel mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün olan son kararlardan olup; mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
    Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
    6217 sayılı Kanunun 30’uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2’inci maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434’inci madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” hükmü öngörülmüştür.
    Bu açık hüküm karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
    Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma kararı üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan, inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ve uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ile buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
    Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
    Direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 21/10/2009 gün ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19/03/2008 gün ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22/06/2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29/02/2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
    Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
    Ayrıca Yargıtayca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 gün ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 gün ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
    Bu genel açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; Yerel mahkemenin temyize konu direnme kararında bozma kararının hangi nedenle doğru bulunmadığına ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmemiştir.
    Bu hâliyle anılan direnme kararının Anayasanın ve kanunun aradığı anlamda gerekçe içerdiğinden söz edilemez. Çünkü Yargıtayca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından, hukuki geçerliliğini yitirir.
    O hâlde, mahkemece yapılacak iş özellikle Anayasa’nın 141/3’üncü maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297’nci maddesi de gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçelerine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
    IV.Son ön sorun ise yerel mahkeme direnme kararında, bozma kapsamı dışında kalarak kesinleştiği gerekçesiyle manevi tazminat, defin ve cenaze masraflarıyla ilgili olarak karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olup olmadığı hususudur.
    6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297’inci maddesine göre; “(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
    a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
    b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
    c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
    ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
    d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
    e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
    (2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
    şeklinde düzenlenmiştir.
    “Hükmün Yazılması” başlıklı 298’inci maddesi ise:
    “(1) Hüküm, hükmü veren hâkim, toplu mahkemelerde başkan veya hükme katılmış olan hâkimlerden başkanın seçeceği bir üye tarafından yazılır.
    (2) Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.
    (3) Hükümde gerekçesi ile birlikte karşı oya da yer verilir.
    (4) Hüküm, hükmü veren hâkim veya hâkimler ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır.” düzenlemesini içermektedir.
    Açıklanan hükümlerin ortaya koyduğu bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denilebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
    Yerel mahkeme kararı, bozma kararı ile birlikte ortadan kalkıp hukuki geçerliliğini yitirmektedir. Bozulan karar, sonraki kararın eki niteliğinde de değildir. Bu nedenle kurulacak yeni hüküm 6100 sayılı Kanun"un 297’inci maddesine uygun şekilde oluşturulmalıdır.
    Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 14.05.2014 gün ve 2013/9-1989 E., 2014/657 K.; 29.03.2017 gün ve 2017/11-76 E., 2017/570 K. sayılı kararı ile 05.04.2017 gün ve 2017/19-909 E., 2017/622 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler vurgulanmıştır.
    Ne var ki, infaz edilecek olan karar son karar olup ilk karar da bunun eki niteliğinde olmadığından, yeni hükmün kesinleşen yönler de dikkate alınmak suretiyle infazda tereddüt yaratmayacak açıklıkta kurulması gerekmektedir.
    Bu nedenle mahkemenin direnme kararı verilmesi sırasında, kararın hüküm fıkrasında yer alan ve karar verilmesine yer olmadığına karar verilen kısım yönüyle de ilk hükümdeki gibi karar vermesi gerekmektedir.
    Hukuk Genel Kurulundaki yapılan görüşmeler sırasında, kesin hüküm oluşan hâllerde mahkemece yeniden hüküm kurulmasının gerekmediği, bu yönler bakımından eldeki davada olduğu gibi kesinleştiği belirtilerek karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm kurulmasının yeterli olduğu, kesinleşen hususta yeniden hüküm kurulmasının hukuki bir sonuç da doğurmayacağı, bu nedenle direnme kararında daha önce kesinleşen davanın esası bakımından yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş olmasının usule aykırı olmadığı bu nedenle dördüncü ön sorunun bulunmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
    Bu hâliyle yerel mahkeme kararı yukarıda açıklanan ilkelere uygun olmayıp, ortada usulünce oluşturulmuş bir direnme kararı bulunmamaktadır.
    O hâlde ikinci, üçüncü ve dördüncü ön sorunların açıklanan nedenlerle kabulü ile direnme kararının diğer hususlar incelenmeksizin usule ilişkin nedenlerle bozulması gerekmiştir.


    S O N U Ç : Yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca II. ve III. ön sorunlar yönünden davalılar ... Kombassan ... Mermer Mad. San. Tic. AŞ., ... ve ... vekili vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının açıklanan usulü nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 21.02.2018 gününde yapılan ilk görüşmede oy birliği ile,
    IV. ön sorun yönünden davalılar ... Kombassan Muğla Mermer Mad. San. Tic. AŞ., ... ve ... vekili vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan usulü nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istekleri hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.02.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi