Esas No: 2018/1486
Karar No: 2019/7096
Karar Tarihi: 12.11.2019
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2018/1486 Esas 2019/7096 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 30/05/2017 tarih ve 2014/1080 E- 2017/425 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi"nce verilen 31/01/2018 tarih ve 2017/748 E- 2018/80 K. sayılı kararın Yargıtay"ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 12.11.2019 günü hazır bulunan davacı vekili Av.... ile davalı vekili Av. ... dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, tarafların evli olup, aralarında boşanma ve mal rejiminin tasfiyesi davasının devam ettiğini, müvekkilinin, Pepsi Cola Türkiye"nin tüm Türkiye çapında nakliye işini yapan Naktaş A.Ş ortakları ile ortak iş yapmak üzere bir araya geldiğini ve yeni bir şirket kurmak yerine, bu ortaklığı hali hazırda davalının ortağı olduğu Kızıl Gıda Nakliyat Otomotiv Tic. Paz. A.Ş. bünyesinde gerçekleştirdiklerini böylelikle, müvekkilinin bahsi geçen iş için davalıyı temsilci tayin ettirdiğini, davalının, bu tarihten itibaren, Kızıl Gıda A.Ş."deki hisselere sahip olmasının müvekkilinin dolaylı temsilcisi sıfatıyla gerçekleştiğini, işbu dolaylı temsil ilişkisi gereğince davalının kendi adına müvekkili hesabına aldığı hisseleri, vekillik sözleşmesinin yasal bir sonucu olarak daha sonra müvekkile devrettiğini, müvekkilinin yine bu dönemde, kendi banka hesaplarındaki paralarını, davalının annesi Nuran Kızıl ve kardeşi Mehmel Ömer Kızıl’ın banka hesaplarına aktardığını, görünürde davalının eşi ve kardeşinin hesaplarında olmasına rağmen gerçekte müvekkiline ait olan paraların kontrolünün müvekkilinin olması için müvekkiline vekaletnameler verildiğini, müvekkilinin, anne ve babasıyla olan davaları bitince bahsi geçen paraların geri aldığını, müvekkilinin, birtakım inançlı temlikler yaptığını ve bu kapsamda 2003 yılında davalı eşine muvazaalı olarak devrettiği Kızıl Gıda Nakliyat A.Ş.’ndeki %48 hissesini davalı eşinden geri alamadığını, 2003 yılında müvekkilin %48 hissesini devralmasıyla %65,34"e çıkan hissesinin bir kısmını diğer ortaklara devreden davalının, %48 hisseye sahip olduğunun ve halihazırda da %48 hisseyle şirketteki ortaklığının devam ettiğini, davalının müvekkilinin Kızıl GıdaNakliyat A.Ş."deki %48 hissesini, davalar bittikten sonra müvekkiline devretmesi gerekirken devretmediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, inanç sözleşmesine dayalı olarak müvekkili tarafından davalıya devredilen Kızıl Gıda Nakliyat Otomotiv Tic. ve Paz. A.Ş.’deki %48 hissesinin iadesi ile müvekkiline (iadeten) devrine ve müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davadışı şirket hisselerinin müvekkiline ait olup, davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
İlk derece Mahkemesince iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, inançlı işlemler BK ve TBK"da açıkça düzenlenmemiş olmakla birlikte TBK"nın 19. m. yer alan akit serbestisi ilkesi gereğince inançlı işlemlerin yapılabileceğinin kabul edildiği, inanç sözleşmesinin, inanan ile inanılan arasında yapılan ve onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerinin ve devredilen hakkın inanılan tarafından inana geri verme şartlarını içeren borçlandırıcı bir muamele olarak tanımlandığı, inanç sözleşmesi sözleşmenin taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir sözleşme olup, alacak ve mülkiyetin naklinin sebebini de teşkil ettiği, böyle bir sözleşme ile tarafların genellikle teminat teşkil etmek veya idare edilmek üzere mal varlığına dair birşey veya hakkın aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırılmak için inanç sözleşmesine bağlı işleme başvurduğu, tarafların sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini, devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, süresini, keza akde aykırı davranışın yaptırımını da sözleşmelerinde belirleyebildikleri, 1947 tarihli 20/6 sayılı içtihadı birleştirme kararında da belirtildiği üzere, inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından da tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmeler olduğu, içtihadı birleştirme kararında da yer verildiği üzere inançlı sözleşmelerin belirtilen bu niteliği gereği yazılı delil ile kanıtlanmasınıın zorunlu olduğu, davacının evlenmeden önce Tamek Holding Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığı, tarafların 1992 yılında evlendikleri, taraflar arasında hisse devrine ilişkin bir inançlı işlemin varlığını ortaya koyan yazılı bir delil ya da yazılı delil başlangıcı teşkil edebilecek bir kayıt ve belge bulunmadığı, genel kurul toplantı tutanakları ve hazirun cetvellerine göre davalının 1986 yılında kurulan şirkette 100 hisse ile %40 pay sahibi olduğu, davalı yanın davacı yana hisse devri ile başlayan işlemlerin, davalı yana hisselerin iadesi ile son bulduğu, davacı tarafça dayanılan ve celp edilen kayıtların inanç sözleşmesinin varlığı yönünde delil niteliğinde olmadığı gibi yazılı delil başlangıcı teşkil edecek belgelerin de bulunmadığı, keza olayda HMK’nın 203/I-a maddesinde yer alan senetle ispat kuralının istisnalarından yararlanma olanağı da bulunmadığından, davada tanıkla ispatın mümkün olmaması karşısında, ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.
Karara karşı, davacı vekilince istinaf yoluna başvurulmuştur.
İstinaf mahkemesince iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, bilirkişi raporlarının hukuki değerlendirilmesi mahkemeye ait olmakla, ilk derece mahkemesince gerekçeli kararda rapor içeriğindeki tespitlere de yer verilmiş olup, davacı vekilince bilirkişilerin hakimlikçe değerlendirilecek konularda da görüş bildirdiği, rapora itirazları nedeniyle itirazları karşılanmaksızın karar verildiği, kararda bilirkişi incelemesinden bahsedilmeyip, bilirkişi raporunun hükme dayanak alınmaksızın karar verildiği yönündeki istinaf nedenlerinin yerinde görülmediği, tarafların 1992 yılında evlendikleri, davalının bu tarihten çok öncesinde 1986 yılında kurulan şirkette %40 oranında ilk kez hisse sahibi olduğu, dava tarihine kadar gerek davanın tarafları gerekse diğer şirket ortakları arasında hisse devirleri meydana geldiği, son olarak da davalıya hisse devri ile davalının şirkette dava konusu %48 hisse sahibi olduğu da gözetildiğinde, davacı yanca istinaf nedeni olarak ileri sürüldüğü üzere taraflar arasında vekalet ilişkisi bulunduğu, davalının başlangıçta hisse sahipliğinin davacıya temsilen kabul edilmesi gerektiğinin kabulü ile sonuca gidilmesi gerekirken, ilk derece mahkemesince inançlı işlem kapsamında değerlendirme ile sonuca gidilmesinin yerinde olmadığı, bu doğrultuda karar gerekçesinde emsal alınan İBGK 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı kararının dikkate alınamayacağı, İBGK 07.10.1953 tarih 8/7 sayılı ve HMK 203/1-a maddesi gereğince tanıkla ispatı mümkün kılan kararın emsal gözetilmesi gerekeceği, bu kapsamda ilk derece mahkemesince tanık dinletme taleplerinin reddi ile sonuca gidilmesinin yasal olmadığı yönündeki istinaf nedeninin de yerinde olmadığı, davacının anne ve babasıyla arasındaki ihtilafa dayalı açılan davada verilen tedbir kararı nedeniyle mal varlığını azaltma saiki ile hareket ettiği, yine bu saikle davalının anne ve kardeşinin hesaplarını onlardan aldığı vekaletnameler ile kullandığı, ayrıca davalı adına tescil olan bir kısım gayrımenkulün de ödemesinin kendisi tarafından yapıldığı ve buna dair 3. kişiden alınıp sunulan belgelerin iddiaları yönünden delil başlangıcı sayılması gerekip, tanıklarının dinlenmesi gerekirken tanık dinletme taleplerinin reddi ile davanın kanıtlanmadığı gerekçesiyle reddinin doğru olmadığı yönündeki istinaf nedeninin de, karara emsal alınan İBGK kararına, tapu tescil tarihinden sonraki tarihli düzenlendiği anlaşılan, davalının imzası da bulunmayan ve tarafı da olmadığı görülen davacı ile 3. kişi arasında düzenlenip imzalanan belge niteliğinde oldukları, bu itibarla taraflar arasındaki uyuşmazlık yönünden delil başlangıcı olarak dikkate alınamayacakları yönünde mahkeme karar gerekçesinde yasaya aykırılık bulunmadığı gerekesiyle, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- 6100 sayılı Kanun"un Geçici 3. maddesi 2. fıkrası “Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/09/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez” hükmünü haizdir. İlk derece mahkemesince yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın reddine dair verilen 30.05.2017 tarihli karar, her ne kadar bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra verilmiş ise de, dava dosyasında İstanbul 24. Asliye Hukuk Mahkemesi"nce verilen 17.09.2013 tarihli görevsizlik kararı evvelce Dairemizin 06.01.2014 tarih, 2013/17578 E- 2013/16 K. sayılı ilamıyla incelemeden geçmiş olup, anılan Kanun maddesi uyarınca hükmün temyiz kanun yolu incelemesine tabi olduğu açıktır. Bu kapsamda, ilk derece mahkemesince kararın hüküm kısmında istinaf kanun yolunun gösterilmiş olması sonucu değiştirmeyeceği gibi, dosyanın gönderildiği İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi"nin, istinafa konu edilen esasa ilişkin kararın 30.05.2017 tarihinde verilip daha önce Yargıtay denetiminden geçmediği, İstanbul 24. Asliye Hukuk Mahkemesi"nce verilen usuli nitelikteki görevsizlik kararının Yargıtay denetiminden geçmesine karşın onamaya ilişkin Yargıtay kararında, taraflar arasındaki temel ilişkinin şirket pay devrinden kaynaklandığının tespiti ile yetinildiği, uyuşmazlığın hukuki sebebi hakkında tespit ve değerlendirme yapılmadığı, dolayısıyla somut olayda Yargıtay kararının istinaf yoluyla denetlenmesinin söz konusu olmadığı ve HMK"nın geçici 3/2 maddesinin uygulanması koşulları bulunmadığından istinaf kanun yolu denetime tabi olduğu yönündeki gerekçe de yerinde olmadığından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesince, İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik kanun yolu incelemesi talebini içeren dilekçenin, temyiz istemine ait olduğunun kabulü ile dosyanın Dairemize gönderilmesine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilip 6100 sayılı HMK 353/1-b-1 maddesi gereği davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi doğru olmamış, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi"nin 31.01.2018 tarih, 2017/748 E- 2018/80 K. sayılı kararının bozulup kaldırılarak davacı vekilinin ilk derece mahkemesi kararına yönelik temyiz istemlerinin incelenmesine karar vermek gerekmiştir.
2- Davacı tarafça, inaç sözleşmesine dayalı olarak davalıya devredilen anonim şirket hissesinin davacıya iadesi ve davacı adına tescili istemi ile açılan işbu davada, ilk derece mahkemesince yukarıda özetlendiği şekilde, taraflar arasında hisse devrine ilişkin bir inançlı işlemin varlığını ortaya koyan yazılı bir delil ya da yazılı delil başlangıcı teşkil edebilecek bir kayıt ve belge bulunmadığı, genel kurul toplantı tutanakları ve hazirun cetvellerine göre, davalının 1986 yılında kurulan şirkette 100 hisse ile %40 pay sahibi olduğu, davalının davacıya hisse devri ile başlayan işlemlerin, davalıya hisselerin iadesi ile son bulduğu, davacı tarafça dayanılan kayıtların inanç sözleşmesinin varlığı yönünde delil niteliğinde olmadığı gibi, yazılı delil başlangıcı teşkil edecek belgelerin de bulunmadığı ayrıca, HMK"nın 203/I-a maddesinde yer alan senetle ispat kuralının istisnalarından yararlanma olanağı da bulunmadığından, tanıkla ispatın da mümkün olmadığı gerekçesiyle, ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.
Ancak, somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6762 sayılı TTK"nın “Hisse Senetlerinin Devri” başlıklı 415. ve 416. maddelerinde hamile ve nama yazılı hisse senetlerinin ne şekilde devredileceği düzenlenmiş olup, her iki halde de hisse devrinin noterden yapılması gerektiği, bunun sıhhat şartı olduğuna dair bir koşul belirtilmemiştir. TTK"nın 415. maddesi uyarınca, hamile yazılı senetler, elden teslim ile devredilir ve bu işlemle pay devri yapılmış olur. Nama yazılı pay senetleri ise, ciro ve teslim ile devredilir, devir şirkete karşı pay defterine kayıtla hüküm ifade eder. Anonim ortaklığın çıplak paylarının devri konusunda TTK bünyesinde bir hüküm bulunmamaktadır. Payın devredilebilirliği ilkesi uyarınca, çıplak payın da senede bağlanmış paylar gibi serbestçe devredilebileceği hususunda görüş birliği mevcuttur. Ancak payın serbestçe devredilebilirliğine getirilen kanuni ve iradi sınırlamalar kuşkusuz çıplak pay için de geçerlidir. Çıplak payın devri genel hükümler doğrultusunda yapılır. Uygulanacak hükümler payın bedelinin tamamen ödenmiş olup olmadığı hususuna göre değişir. Bedelinin tamamı ödenmiş çıplak payın devri genel hüküm niteliğindeki alacağın temliki hükümlerine göre gerçekleşir. Alacağın temliki tasarrufi bir işlem olduğu için, bununla çıplak pay devralana geçer. Şekil olarak bedeli tam ödenmiş çıplak payın devri, payın devredildiğini içeren yazılı bir temlik beyanının devralana verilmesi ile söz konusu olur. Anonim ortaklık payı bünyesinde çeşitli alacak hakları bulundurmaktadır. İşbu alacak haklarının devredilmesi eğer pay senede bağlanmamışsa, ancak BK"da düzenlenen alacağın temliki vasıtasıyla gerçekleşebilir. Alacağın temliki de yazılı şekilde yapılır. Bedeli hiç ödenmemiş veya kısmen ödenmiş çıplak payın devrinin hukuki niteliği bedelinin tamamı ödenmiş çıplak payın devrinden faklıdır. Zira, bedelinin tamamı ödenmiş pay tali yükümleri bir yana bırakacak olursak, pay sahibi açısından herhangi bir malvarlıksal borç içermediğinden sahip olduğu alacak hakkı niteliğindeki haklarından ötürü devri alacağın temliki hükümlerine göre gerçekleşecektir. Oysa, bedeli tam olarak ödenmemiş pay için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çünkü bedeli tam ödenmemiş pay, pay sahibi dışından malvarlıksal borç niteliğindeki taahhüt edilen pay bedelinin ödenmesi borcunu içerir. Anonim ortaklıklarda pay sahibinin asli borcu, taahhüt ettiği payların karşılığını oluşturan edimin ifasıdır. Bu kural hem nakdi hem de ayni sermaye taahhüdü için geçerlidir. Pay sahiplerinin taahhüt ettikleri payların karşılığını oluşturan edimi ifa etme borçları, ortaklık dışında da bir alacak hakkı teşkil eder. Bu durumda, karşılığı tamamen ödenmemiş bir payın devri devralan kişi açısından bir borç yüklenmesi niteliğine sahip olacağından ötürü devir işleminin borcun üstlenilmesi hükümleri uyarınca, yani bir iç üstlenme sözleşmesi ve alacaklı konumundaki anonim ortaklığın onayı alınmak sureti ile yapılması gereklidir. İç üstlenme sözleşmesinin tabi olduğu şekil şartı hakkında hiç bir hüküm öngörülmemiştir. Bu nedenle, hukukumuzda hakim olan şekil serbestisi ilkesi uyarınca tarafların söz konusu nakil sözleşmesini herhangi bir özel şekle bağlı olmaksızın sözlü, yazılı veya resmi şekilde yapabilme hususunda serbest oldukları düşünülebilir. Ancak pay, sadece kendisine bağlanan borçların değil aynı zamanda hakların da kaynağını teşkil eder. Alacak haklarının devrinin alacağın devri hükümlerine tabi kılındığı düşünülecek olursa, taahhüt edilen payın karşılığını ödeme borcunun yanında, ortaklık haklarını da içeren bedeli tam ödenmemiş payın devri işleminin de yazılı şekilde yapılması zorunluluğu söz konusudur. Dolayısıyla bedeli tam olarak ödenmemiş çıplak payın devri yazılı bir devir beyanı ile birlikte anonim ortaklığın onayının alınması ile gerçekleşir. Anonim ortaklık adına devir işlemine onay vermeye eğer ana sözleşmede farklı bir düzenleme bulunmuyorsa yönetim kurulu yetkilidir. (Sevi, Ali Murat, Anonim Ortaklıkta Payın Devri , Ankara 2012, 294 vd.)
Bu durum karşısında mahkemece, TTK’nın 415. ve 416. maddeleri ile yukarıdaki ilkeler gereğince davacının talebi değerlendirilerek öncelikle, devredildiği iddia edilen hisselerin senede bağlanıp bağlanmadığı, çıplak pay olup olmadığı araştırılarak, senede bağlanmamış ve çıplak pay niteliğinde ise, çıplak payın alacağın temliki hükümleri gereğince yazılı sözleşme ile devri mümkün olduğundan devri iddia edenin iddiasını tanık ile ispat etmesinin mümkün olmadığı, senede bağlanmış ise, hisse senetlerinin devri, devir beyanı ve payın teslimi ile gerçekleştiğinden maddi vakıa olan bu hususun tanıkla ispatının mümkün olacağı nazara alınarak sonucuna göre tanık dinletme talebinin de değerlendirilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi"nin 31.01.2018 tarih, 2017/748 E- 2018/80 K. sayılı ilamının BOZULARAK KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin ilk derece mahkemesi kararına yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına BOZULMASINA, HMK"nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, takdir olunan 2.037,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 12/11/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.