10. Hukuk Dairesi 2013/12760 E. , 2014/7841 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi : Ankara 18. İş Mahkemesi
Tarihi : 18.04.2013
No : 2011/936-2013/182
Dava ile birleşen davada davacı, zamanaşımına uğradığı ve borcun tamamından sorumlu olmadığı gerekçeleriyle ödeme emirlerinin iptaline ve menfi tespite karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde, davaların kabulüyle ödeme emirlerinin tümüyle iptaline karar verilmiştir.
Hükmün, davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle temyiz edenin sıfatına göre, sair temyiz itirazlarının REDDİNE;
2-)506 sayılı Kanun"un 80. maddesinde 3917 sayılı Kanun"la yapılan değişiklik uyarınca, Kurumun süresi içerisinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gereği öngörülmüş, 3917 sayılı Kanun"la yapılan bu değişiklik aynı Kanunun 8. maddesi hükmüne göre, 08.12.1993 tarihinde yürürlüğe girmiş, daha sonra, 24.06.2004 tarih, 5198 sayılı Kanun"la aynı maddede yapılan değişiklik sonucunda, Kurum alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Kanun"un 102. maddesinin de uygulanma olanağı bulunmadığı düzenlemesi getirilmiş ve düzenleme 06.07.2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu durumda, zamanaşımı süresi bakımından 3917 sayılı Kanun"un yürürlüğe girdiği 08.12.1993 tarihinden önceki dönemle, 5198 sayılı Kanun"un yürürlüğü sonrasına ilişkin prim ve gecikme zamları yönünden davalı Kurumun alacak hakkı, Borçlar Kanunu’nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Giderek, zamanaşımının başlangıç tarihi ise, yine, Borçlar Kanunu’nun 128. maddesi gereğince alacağın muaccel olduğu tarihtir. Zamanaşımının kesilmesi ve durdurulmasına ilişkin Borçlar Kanunu’nun 132. ve ardından gelen maddeleri de burada aynen geçerlidir. 08.12.1993 tarihinde yürürlüğe giren 3917 sayılı Kanun"un getirdiği düzenlemenin geçerli olduğu tarihler arasındaki döneme ilişkin prim ve gecikme zammı alacakları yönünden ise, 6183 sayılı Kanun"un zamanaşımına ilişkin 102. ve ardından gelen maddeleri geçerlidir. Bu yönde 102. madde hükmüne göre zamanaşımı süresi 5 yıl olup, zamanaşımı süresinin başlangıcı ise alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden yıl başıdır. 506 sayılı Kanun’un 80. maddesi, prim borcunun en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödeneceğini hükme bağlanmıştır. 506 sayılı Kanun’un 80. maddesinde prim borcunun vadesinin belirlenmiş olması karşısında, kurum alacağının anılan tarihte muacceliyet kesbedeceği belirgindir.
Ayrıca belirtmek gerekir ki; 6183 sayılı Kanunun Ödeme emri başlığını taşıyan 55. maddesinde "Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir "ödeme emri" ile tebliğ olunur. Ödeme emrinde borcun asıl ve ferilerinin mahiyet ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödemediği veya mal bildiriminde bulunmadığı takdirde borcun cebren tahsil ve borçlunun mal bildiriminde bulununcaya kadar üç ayı geçmemek üzere hapis ile tazyik olunacağı, gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğu takdirde hapis ile cezalandırılacağı kayıtlı bulunur. " düzenlemelerini içermekte olup, davaya konu ödeme emirlerinin anılan unusurları içermekte olduğu anlaşılmaktadır.
Bu yasal çerçevede, 31.07.2004 tarihinde muaccel olan ve 31.07.2014 tarihine kadar zamanaşımı süresi dolmayan; somut olayda 2011 yılında tebliğ edilen ödeme emirlerine konu 2004/6. ay dahil 2006 yılı 5. aya kadar olan borçların zamanaşımına uğramadığı belirgindir.
3-)Öte yandan, davanın yasal dayanağı 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 22.07.1998 gün ve 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişik 35. maddesidir.
Limited şirket ortaklarının sorumluluğunu düzenleyen anılan maddede “Limited şirket ortakları şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar” hükmü öngörülmüş iken, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki 04.06.2008 tarih 5766 sayılı Kanun ’un 3. maddesi ile, 6183 sayılı Kanunun 35. maddesinde yer alan “Şirketten tahsil imkanı bulunmayan” ibaresi şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan” şeklinde değiştirilmiştir. Aynı maddeye “Ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahısların devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu olurlar. Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu olurlar.” şeklinde fıkralar eklenmiştir.
Anılan kanunun Geçici 1. maddesi de; “ Bu Kanunla 6183 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler ve eklenen hükümlerin, hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanır hükmünü taşır iken, işbu maddenin Anayasa Mahkemesi’nin, 15 Ekim 2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan, 28.4.2011 gün ve 2009/ 39-2011/ 68 sayılı kararınca iptal edildiği gözetildiğinde, davacılar haklarında ödeme emirlerine konu tahakkuk dönemlerinde yürürlükte bulunan mevzuatın uygulanması gerekecektir.
Bu durumda, limited şirket ortağı olan davacının sorumluluğuna gidilebilmesi için öncelikle şirketten tahsil imkanının bulunmadığının anlaşılması gerekli olup; bu çerçevede, eldeki davanın açılmasındaki davacının gerekçesi, davaya konu ödeme emirlerine konu borçların ait olduğu dönemler ve davalı Kurum avukatının davadışı şirkete ulaşılamadığı bilgisi birlikte değerlendirildiğinde, tahsil imkanının bulunmadığı sonucuna ulaşılması gerekmektedir ve sonuçta davaya konu ödeme emirlerine konu zamanaşımına uğramayan borçtan limited şirketteki ortaklık payı oranında davacının sorumlu tutulması dikkate alınarak karar verilmesi gerekir.
Mahkemece açıklanan maddi ve hukuki ilkeler gözetilerek karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 07.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.